Mevcût ilişkileri yeniden sorgulamak (2): Rusya’ya nasıl hitap etmeli?

Türk cumhuriyetlerine bakışımızı daha da derinleştirmeli ve Kafkaslarda yatırımlarımızı genişletmeliyiz. Orta vadede ihtimâl olan büyük darbeden kurtulması için Türkiye’den başka tutunacak dalı kalmamış Putin’in, Türkiye’nin hamlelerine karşı vereceği cevapları da hep beraber göreceğiz elbette.

DÜN Çin Halk Cumhuriyeti’ne ve Türkiye’nin bu ülkeyle gelecekteki ilişkisinin şekline kendi kriterlerimiz perspektifinden bakmış, Rusya’ya da çokça değinmiştik.

Evet, bakarken sadece kendi kriterlerimizi göz önünde bulunduruyoruz; zira dünyanın dengeleri namına bir şey yok henüz. Zaten “dünya dengeleri” ifadesinden kasıt, maalesef sömürü devletlerinin hışmına uğramamak üzerine kurgulanmış bir siyâsî tavır izlemek demek.

İçinde olduğumuz süreç, kimin tek hışım sahibi olduğunu fazlasıyla gösteriyor!

***

Çin’in Almanya’ya göndermiş olduğu 10 milyon maskeden dün bahsetmiştik. Bu konuya dair bir detayla karşılaştım…

Biliyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti hangi ülkeye ne götürdüyse, kendi imkân ve araçlarıyla lojistik sağladı.

Çin’in, Almanya’nın tazminat tehdidinin üzerine gönderdiği maskelerin taşındığı araçsa, Ukrayna Hava Yolları’na aitti.

Burada daha evvel, Türkiye’nin hem Rusya, hem de Ukrayna ile temas kurabilen tek ülke olduğundan söz etmiştik.

Ukrayna Hava Yolları detayı, İtalya’da salgının pik yaptığı günlerde gezinen Rusya bayraklı yardım konvoylarını hatırlattı.

O günlerde İtalyanlar, Almanya’nın başını çektiği AB bayraklarını yakarak tepkilerini gösteriyorlardı.

Ukrayna ise, Çin ile Avrupa arasındaki -Rusya dışındaki- en önemli geçitlerden biri. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yükselttiği işgal girişimi ve Kırım’ı ilhakı bu yüzden dünya ticareti adına çok ciddî bir hamleydi ve Avrupa Birliği, başta lideri Almanya olmak üzere buna çok sert tepki göstermişti.

Çin ile Rusya arasındaki gizli hâkimiyet çatışmasının bu maske sevkiyatına da yansımış olması, İtalya’daki AB bayraklarının yakılması ve yırtılması görüntülerinden sonra oldukça doğal.

***

Tüm bu detayları okurken, Rusya’nın görüntüsünü, Başkan Vladimir Putin üzerinden göz önüne getirmek, konunun anlaşılması bakımından sanırım daha güzel olur…

Boris Yeltsin’in Federasyon Başkanlığından ayrılmasının ardından Çin’i dizayn eden küreselcilerin büyük ümit bağladığı Vladimir Putin, dünyadaki “karizmatik liderlik” akımının öncü figürleri arasında en öne çıkan isimlerdendi.

Halkı onu, yaptığı konuşmalarla içinde bulunulan çöküşten kendisini kurtaracağına inandığı sivil çar olarak kabul etmişti.

Doğrusu, böyle bir niteleme yoktu halkta; ancak Rusya’da bütün sektörleri kontrolü altına alan küreselci sermayenin el attığı medya, halkın diline böyle bir niteleme hediye etmişti. Zira kendileri de yeni Rusya’nın baronları, dükleri, arşidükleri olacaklardı.

Her ne kadar SSCB çökmüş olsa da, ülkenin ordusunda, sağlık kurumlarında, adliyelerinde, eğitim kurumlarında, spor alanlarında ve daha bilumum zeminlerinde o ülkenin zihnî kalıntısına sahip insanlar çalışıyordu.

İnsanı satın almak üzerine kurulu yeni düzende Rusya, yeni tür mafya ile tanışmıştı.

Vladimir Putin, liderliğini pekiştirmek üzere, zaten enkaz olarak devraldığı büyük ülke coğrafyasında satılmamak için önce satmak zorunda kaldı. Enerji şirketleri, okullar, hastaneler derken futbol ve basketbol takımlarına kadar bir dizi özelleştirmenin önü açıldı.

Sektörlerin sahibi olanlar, ülkenin de sahibi olmaya hazırlanıyorlardı. Ancak Putin çok daha başka manevralara yöneldi. Bu yüzden SSCB’den kalma KGB ajanlığı ve o günlerin diktatöryal rejimi Putin ile anılmaya başlandı.

Bomboş yolda mâkâm arabasının nasıl bir kaza geçirdiğini hatırladınız mı hattâ?

Putin’in yaşadığı bu süreci benzettiğiniz biri var mı?

***

Ülkesinde tek başına kendi cephelerini oluşturan Putin, Çarlık Rusya’sının köklerine tutunmak yerine SSCB’nin iyi ilişkide bulunduğu bölgelere yöneldi. Çünkü Birinci ve İkinci Dünya Savaşları göstermişti ki, Çarlık Rusya’sına bu dünyada yer yoktu. Zira satılmıştı!

Kafkasya ve Türk cumhuriyetleri ile SSCB’den kalma ilişkilerini yine o dönemden meslektaşı olan eski yüzler aracılığıyla yoluna koyarak bu ülkelerde tasarrufunu daha da arttıran Putin, Orta Doğu’da da İran ve Suriye üzerine eğildi.

Bu süreci kazanarak yaşamanın en önemli ayağı ise Türkiye ile kurduğu iletişim oldu.

Dünyaya “Rusya” ismini unutturmamaya gayret eden Rus lider, tüm bu süreci ülkesindeki baronları dizginleyerek ve mafyayı sessiz hâle getirerek, içeriden aldığı enerjiyi dışarıya yansıtarak yönetti.

***

Aradaki zamanda Rusya ile Türkiye’nin aynı alanlarda ne tür birliktelikler ve ne tür çatışmalar yaşadıklarını biliyoruz. Bu yüzden buradaki teferruata girmeden gelecekteki şekillenmeye dayalı maddelere geçelim…

Covid-19 salgınının vaka anlamında sarsmadığı Rusya’nın başına sarılan belâ, Suudi Arabistan ve BAE merkezli olarak olağanüstü petrol arzı oldu.

Rusya’nın, dünyanın küçük bir kısmına silah satışı dışında petrol ve doğalgazdan başka satabildiği bir şey yok.

Hâlbuki kendisine rakip olarak gördüğü AB ve ABD’nin üretim kısıtılaması ve yaptırımlarıyla uğraşması bile kendisi için büyük imtihan!

OPEC üyesi ülkelerin sınırlı üretim çağrısına bu yüzden olumlu cevap veremedi Rusya. Zira onu da üretmezse ne yapabilirdi ki? Ancak gelen de bu yüzden başına geldi.

Mâliyetini çıkaramadığı petrol için Suud’a gösterdiği blöf tutmadı. Hattâ başında patladı.

Türkiye açısından baktığımızda ise biz, her ne kadar bugünlerde daha ucuz yakıtı araçlarımıza doldursak da, gelecekte ne tür bir handikapla karşılaşacağımızı bilemiyoruz. Zira Rusya’yı daha şiddetli vuran dolar ve altın fiyatları, ülkemizde de gelecek aylarda yeni bir mücadele cephesi açacak bize.

Bu yüzden Rusya ile yapılacak yeni iletişim ve kurulacak temas seviyesini Rusya’nın eline bırakmaksızın kendimiz ayarlamalıyız.

TANAP ve TürkAkım projeleri ile Akkuyu Nükleer Santrali gibi değerli enerji yatırımlarında birlikte olduğumuz Rusya’yla kısa ve orta vadede nasıl bir pozisyon alarak yan yana geleceğimizi, bugünden kendisine kabul ettirmeliyiz.

Bu işe Libya’daki Wagner milislerinin çekilmesiyle başlamak elverişli olur. Suriye mi? Dün Kandil’den alınan güzel haberden sonra Suriye’de “Esed” adında bir rejime daha ne kadar sabredileceğini hepimiz göreceğiz.

Rusya’nın Avrupa ve Körfez ülkeleriyle kurmak istediği her ilişkinin merkezinde yer almamız bugünden sonra daha da mümkün. Bu minvâlde Türk cumhuriyetlerine bakışımızı daha da derinleştirmeli ve Kafkaslarda yatırımlarımızı genişletmeliyiz.

Orta vadede ihtimâl olan büyük darbeden kurtulması için Türkiye’den başka tutunacak dalı kalmamış Putin’in, Türkiye’nin hamlelerine karşı vereceği cevapları da hep beraber göreceğiz elbette.

Bundan sonrası için Allah Kerîm…