
MAZİDEN atiye hayat bir bütün. Geleceği şekillendiren her ne varsa geçmişte sahne bulur. Fatih Türbedarı Ahmed Âmiş Efendi’nin ifade buyurduğu gibi, “Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur”.
Evet, olacak olan da olmuştur.
Son zamanlarda Max Planck’ın geliştirdiği Kuantum Kuramı’nı enteresan boyutlarıyla ele alanlar, farklı zeminlerde dile getirenler var. Kuantumu bir hayat enerjisi, bir döngü elektromanyetiği gibi değerlendirmenin ne derece olduğunu bilemiyorum. Fakat beni hayrete düşüren ve böylece ilgimi çeken birkaç plânı var bu konunun.
İzleyenler bilirler, bir dijital yayın platformunda “Zeytin Ağacı” adlı bir diziyle anlatıldı bu konunun kısmen detayları.
Doğrusu dizinin bir kapı araladığını, ancak konunun hem mânâsından, hem de derinliğinden fazlasıyla uzak kaldığını belirtmeliyim. “E konuya yeni aşina olduysan dizinin konuya uzak kaldığını nereden anlayabilesin ki?” diyebilirsiniz.
Max Planck’ın ele aldığı, geliştirdiği ve kuram hâline getirdiği kuantum, bir Kudret Elinin varlığını net şekilde ortaya koymanın yanında (kıymetli yazarımız Prof. Dr. Orhan Yalçın, bu temayı oldukça fazla ve bütün detaylarıyla işledi yazılarında) her şeyi sebep-sonuç ilişkisine bağlayan klasik fiziğe bir eleştiri getirmekte. Ve bu eleştiri öyle önemli ve ağır ki klasik fizikçiler bu kuramı kabul etmenin yanında ekmeklerinden olmamak için diğer taraftan da söylemleri ve hâlihazırda güttükleri müfredatla inkâr etmekteler.
Yani bu yüzden klasik fizik kanun, kuantumsa kuram olarak kabul görüyor. Mesele, ekmek meselesi…
Neyse, Zeytin Ağacı dizi filminin uyarlayıcıları şunu yakalamışlar: Sahibi olduğun bir problem, sana yedi göbek evvelindeki atandan yahut ninenden miras kalmış olabilir. Yine sahibi olduğun bilgelik de yedi göbek evvelki atan yahut ninenden sende vücut bulmuş olabilir.
Aslında bu duruma atalar şöyle derler, oyalamaya gerek yok: “Aslına Hû, nesline Hû.”
Söz konusu teoriye göre her insan, üzerindeki olumlu ve olumsuz enerjiyi atasından alıyor. Bu gerçekten mümkün. Meselâ biz, “baba mesleği” şeklinde adlandırarak, sahibi olduğumuz yeteneği nereden aldığımızı doğrudan adresiyle tarif ederiz. Bu fakirin karşısına çok çıkmıştır bu durum.
Madem bu kuantum enerji yahut “Aslına Hû, nesline Hû” deyişi bütün insanları atalarıyla birlikte ilgilendiriyor, o hâlde devletleri idare edenler de böyle bir enerji ekseninin içinde olmayacaklar mı? Örneğin ABD başkanlarının, ilkten bugüne birbirleriyle akraba oldukları beyan edilir. Bu anlamda Türkiye’de FETÖ’nün “Müslüman Barek Hüseyin Obama” diye toplumumuzun algısıyla oynamaya çalıştığı fakat Türkiye’yi kendisine başat düşman bellemiş eski ABD başkanlarından Obama, ABD’nin tarihini belirleyen dönüm noktalarından Bağımsızlık Savaşı’nın galip komutanı Abraham Lincoln ile akrabadır.
Peki, ya Türk Devleti?
Türk Devleti böyle bir akrabalık güder mi?
Türk Devleti, ABD gibi köksüz ve mazisiz bir devlet değil öncelikle. Ancak Türk’ün devlet geleneğine yansıttığı bir töre, bir vizyon ve bir asil ruh var. Bu anlamda esareti de görse, yenilgi de tatsa, yoksulluk da çekse, Orhun’daki kitabelerde kayıtlı olduğu gibi, “Türk’ün ilini ve töresini” bozdurmamaya gayreti kavidir.
Mehmed Akif’in, “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım” dediği de, Namık Kemal’in “Ecdâdımızın heybeti ma’rûf-ı cihandır/ Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır” dediği de bu gerçekten ileri gelir.
Hani herhangi bir kimsenin sahibi olduğu derin gamın nedenini atasının derdine bağlıyor ya söz konusu kuramın sözcüleri, adeta Türk Devleti’nin Mete Han’dan tâ Recep Tayyip Erdoğan’a değin öncüleri, kurmayları, başbuğları da böyle bir gama sahip olmuş, birbirlerine bu tasayı aktarmışlar. Nedir o tasa? Yeryüzündeki zulüm…
Tabiî aynı silsile, birbirine bir de bilgelik aktarmış. Nedir o? Adaletle hüküm sürmek…
Kıymetli yazarımız Mahmut Çelik, Haber Ajanda Yayınları içinde çıkan “Metehan’dan Erdoğan’a” adlı kitabıyla bu fakirde işte bu ilhamı uyandırdı.
Muhteviyatındaki kırktan fazla deneme türü yazıyla Mete Han’dan Recep Tayyip Erdoğan’a Türk Devleti’nin gamının da, bilgeliğin de kaynak adreslerine göndermeler yapan kitap, Türk’ün kadim dâvâsı olan Kızılelma’nın ne olduğunu özel notlarla dile getiriyor.
Mahmut Çelik’i bu özel ve güzel çalışmasından dolayı tebrik ederken, kıymetli kitapsever okurlarımıza da hassaten “Metehan’dan Erdoğan’a” adlı çalışmayı okumalarını tavsiye ediyorum.
Vesselâm…