BAZI
ifadelerin tarifine uymadığını, bazı deyimlerin efsunlu muhtevasına bakıp her
ifadenin masumiyet taşıdığını söyleyemeyiz.
Bu girişi yapmamın sebebi, Türk kamu efkârını meşgul eden şu
meşhur 104 adet mankurtun herzelerinin durumu ile alâkalıdır.
Naçizane bu mankurtların yaptıklarını “on yılda bir” diye
formüle etmiş idik. Bizimki bir ukalâlıktan çok, Türkiye’deki askerî vesayetin
gadrine uğramış milyonların ortak hissiyatıdır. 1960 yılında başlayan bu
herzelerin son denemesinin 104’lerle seriye bağlandığını ifade etmeliyim. İşin
tekniğini başka üstatlara bırakarak meseleye başka bir zaviyeden bakmak istedik…
Muhtıra, post-modern darbe, gece yarısı internet sayfalarına
düşen mevcut iktidarı hizaya getirme plânı ve 15 Temmuz’daki gibi bir kalkışma,
bu densizliği yapanların mesleği midir acaba?
Cevabımız, “Evet” yönünde, bu bir meslek!
Meslek, bir kimsenin kendine temel çalışma alanı edindiği,
geçimini sağlamak için yaptığı sürekli iştir. Türkiye’deki kronoloji ve
geleneksel mesleğe bakalım…
Bazı akademisyen veya siyâset bilimcilere göre darbecilik, zamanı geçmiş bir meslektir. Evet, yakın zamanlara kadar
böyle bir meslekten bahsetmek, işi abartmak değil, bir gerçeği işaret etmek
demekti. Çünkü orduda sürekli cunta faaliyeti içinde bulunan, bundan iktidar
üretmek isteyen yapılar mevcuttu. Bunların varlığını, dayandırdıkları iki
temelden bahisle söyleyebiliriz: Biri ideolojik olarak militarizmin zehirlediği
ve hastalıklı hâle getirdiği zihniyet dünyası, diğeri ise NATO karargâhı
üzerinden belirlenip CIA tarafından bir şekilde irtibat kurularak harekete
geçirilebilecek unsurların sürekli kullanıma açık tutulması ile ilgilidir.
Türkiye’deki darbelerin şifresi, bu iki darbe
mekaniğinde saklıdır. Bu akademik bakışa hürmeten ilâve edeceğimiz bir şey daha
vardır: İhtilâli veya aklına gelince “memleketti kurtarmayı” (!) iman belleyen
bu lâikos lâdini güruh, Müslüman milletimizin değerlerine alenen düşman olan bu meslek
erbâbının -Allah (cc) rızasına adanan meslekleri tenzih ederim- en bâriz
vasıfları mankurt olmalarında gizlidir. Bu yazının hatırına, mankurt nedir,
bakalım…
Eskiden
bir insanı mankurt yapmak istediklerinde, o kişinin kafasını (saçlarını) iyice
kazır, kafasına devenin boyun derisi iyice gerdirilerek geçirilirdi. Kafasında
deve derisi bulunan “mankurt” adayını sıcak çölde,
güneş altında birkaç gün bırakırlardı. Sıcağın etkisiyle deve derisi büzülür ve
kafaya iyice yapışır. Deve derisinin artık kafa derisiyle bütünleşmeye
başlamasıyla kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar. Fakat deri, kafaya o kadar
sıkı yapışmıştır ki zaten sert olan deve derisi, sıcağın etkisiyle iyice
sertleşir.
Çıkan
saçlar deriyi delip geçemediği için aksi yönde, kafanın içine doğru uzamaya
başlar. Sıcaktan büzüşen deve derisinin kafatasına yaptığı baskı ve kafanın
içinde ters yönde uzayan saçların kafatasını delerek beyne doğru
ilerlemesiyle insan büyük acılar çeker.
Bu
acılara dayanamayan insan, bir müddet sonra kuklaya
dönerek mankurtlaşır. Hafızasını yitirir, düşünemez, anne-babasını dahi
tanıyamaz hâle gelir. Bu nedenle sahibi ne söylerse ona itaat eder.
Benzerliklerin
vasıfları tanıdıklık, sahalar ve mekânlar farklılık arz edebilir, lâkin akıbet
aynı.
Türkiye’de
yüz yıl önce “Dîn-u Devlet, Mülk-ü Millet” tasavvuru bir tarafa bırakılıp
dine-düne dair manevî değerler terk edilerek Batı aşkıyla yeni bir
eğitim-öğretim müfredatı baş tâcı yapıldı. İslâmî hayat ve medeniyet
tasavvurumuza ait bütün değerler kaldırılarak nasıl daha nasıl çağcıl (!)
olunacağı ile alâkalı olarak Batılı gibi görünmenin hastalığına yakalananlar,
kurumların müfredatına istedikleri gibi müdahale ettiler. Türk Ordusunun eğitim
kurumlarının da bundan berî olmasını beklemek abesle iştigal olur.
Kadim
tarihimizin imbiğinden süzülüp gelen kahraman ordumuzun o “Peygamber ocağı”
ruhu terk edildi, astüst hiyerarşisi robotik bir mekanizmaya bağlandı. Allah
(cc) rızasını bilen üst rütbelileri tenzih ederek söylüyorum, amiral veya general
rütbesine sahip olanlar, dünyayı kendilerinin kurtaracağı (!) kibrine
kapıldılar. Kendilerini feodal bey, vatandaşı ise köle gördüler. Zaman zaman ordu
bünyesinde manevî değerlerimize bağlı paşaların varlığından rahatsız olup,
onların, 30 Ağustoslardaki YAŞ kararları ve baştaki iktidarlara da baskı yaparak
(basın-yayın, dış baskı) ordudan atılmalarını sağladılar. Çünkü onlar başkasına
tahammül etmezler idi.
Bu
müptezel vesayetçi güruh, gerek muvazzaf iken ellerinde asâları (!), gitmedikleri
garnizonları parmak ucu ile idare ederek, kendileri için emir eri, halayık,
bedava mesabesindeki lojmanlara, korumalara, yazlık evlere, ordu evlerine âdeta
sahip olup hayatlarının ikinci baharını yaşadılar. Mütekait olunca, bu sefer de
bir elleri yağda, bir elleri balda, âdeta derebeylerin şatolarındaki konfora
sahip hâlde bütün dünyevî kapılar kendilerine açıldı.
Mütekait
olmak sadece formaliteden ibaretti. Saltanatlarının devamı için 1960 Darbesi’nden
sonra vesayetçiler tarafından “matbu” bir yazı hazırlandı ve sadece yazının
tarihi ve imza sahiplerinin isim ve unvanlarının kısımları boş bırakılarak
sonraki mankurtlara miras bırakıldı.
Her
ne oldu ise, 27 Nisan e-Muhtırası ile ilk kez sağlam bir siyâsî iradeye çarpan
askerî vesayetin temsilcilerine bir şeyler olmaya başladı. Memleketin sahipsiz
olmadığı, maraba-ağa düzeninin yıkılacağının işaret fişekleri çoğalınca, ordu
içindeki askerî kisveye bürünmüş FETÖ’cü hainlerin kalkışması, bunun son
örneğini teşkil etti. Bunun da son olacağını beklerken, hâlâ bu mankurt takımının
tortularının olduğunu, mütekait amiraller taifesinden 104’ü ile gördük. Emekli
sefir monşerlerin olduğunu da…
Müslüman
milletimiz, bu mankurtlara en büyük dersi 15 Temmuz gecesi minarelerden
yükselen salâlarla, çelik göğsüyle, imanlı sinesi ve çıplak elleri ile verdi. O
demde fareler gibi saklanan bu türden amirallerin, monşer sefirlerin ve dahi
Bakırköy Belediye Başkanı’nın evinde televizyon seyreden KK’nın şimdilerde
ortaya çıkıp Montö’den, Millî Savunma Üniversitesinden, İstanbul Kanalı’ndan,
askerî okullara alınacak gençlerin alım genelgesinden bahsetmeleri, riyakârlık
ve takiyenin dik âlâsıdır!
Bu
lâikos ve lâdini taifenin derdi, Müslüman Türk milletinin mazluma, gönül
coğrafyamızda eman bekleyenlere uzattığı dostluk ve mertlik elidir. Bu taifenin
derdi, Orta Doğu’da, Mavi Vatan özelinde Akdeniz’de, Libya’da, Sahra Altı
Afrika’sında ve Kafkasya’daki muvaffakiyetimize halel getirmektir.
Bu
vakalar turnusol kâğıdı hükmündedir ve kimin dost, kimin düşman olduğunu aşikâr
etmektedir.
Vesselâm…