Mesele rektör ataması değil, boğazımıza el atmaktır!

Bu şer odaklarının gözden kaçırdıkları bir şey var ki, o da Türkiye’nin, içteki vesayet odaklarını ayağının altına almış olmasıdır. Bunların darbe yapacak ve iktidarı gayr-ı meşru olarak ele geçirecek herhangi bir güçleri kalmamıştır. Artık bu geminin rotasında olayları yerli ve millî çizgide analiz eden bir devlet aklı vardır. Dalga gelmeden dalgakıranı kuran, hastalık ulaşmadan hastaneyi yapan bir akıl ve öngörü…

GEÇEN hafta Türkiye iç gündemine Boğaziçi Üniversitesine atanan rektör ile ilgili tepki gösterisi damga vurdu.

Bu tepki gösterisinin gerekçesine bakalım: Güya Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, atanan rektörün atamayla değil, seçimle gelmesini istesiyeler imiş de, bu usûl demokratik sayılmazmış da, atanan rektör Boğaziçili değilmiş de...

Bendeniz bu tepki gösterisini değerlendirirken elbette bu algılar üzerinden giderek, “Rektör atamalarında yok şu yöntem iyidir, yok bu yöntem iyidir” gibi algıcıların değirmenine su taşıyacak değilim. Zaten güzide basınımız(!), teşkil edildiği Tanzimat’tan beri olayların arkasını görmeyen bir körlük üzerine inşâ edildiği için, bu değirmene hemen tanker tanker su taşımaya başladı bile.

Türk basınının Tanzimat döneminde Osmanlı’yı çökertmek için kimler tarafından kurulup kurdurulduğu, gerçek aydınların malûmudur. Bu husus başka bir bahis olduğu için gelelim konumuza…

Millete düşmanlıkta sınır tanımamak

Aziz okuyucu, bil ki bu ülkenin hayrına olmayan kökü dışarıda, dalları içeride her tertip ve kumpas, daima yüzüne masum bir maske takılarak piyasaya sürülür. Bu maskeli fitne de ana akım medya tarafından zihni magazin, pop ve top programlarıyla meşgul edilen geniş kitleye maskesiz ve masummuş gibi pazarlanır. Oysa bu tezgâhın ardında ne iblisler, ne vampirler, ne vatan, millet ve din düşmanlarının olduğu bilinmez.

Biz elbette bu görünürdeki “istemezük” ekibinin ardında hangi dış mihrak ve iç entrika odaklarının bulunduğunu elimizle koymuş gibi biliyoruz. Nereden mi biliyoruz? Elbette cemaziyelevvellerinden yani içte koparılan fitne ve kaos mimarlarının karanlık tarihlerinden…

Şimdi lâfı eğip bükmeden, sözü, sözde Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin (!) rektör atamasına tepki kılıklı gösterilerinin arkasında kimlerin ne hesaplar yaptığına getirelim...

Evvelâ Boğaziçi Üniversitesinin kuruluşu ve günümüze gelinceye kadar geliştirdiği tavra kabaca baktığımızda, bu üniversitenin bilim merkezli bir misyoner merkezi gibi hareket ettiğini görürüz. Bu üniversitenin bilimden daha çok önem verdiği şeyin, Müslüman Türk çocuklarını kendi tarih ve medeniyetlerine yabancılaştırma vazîfesi olduğunu görürsünüz.

Bu üniversitenin ülkenin en zeki çocuklarını kendi bünyesinde toplayarak onlara şaşaalı ve şişkin bir diploma karşılığında dört yıl boyunca mankurtluk telkin ettiğini görürsünüz. Anadolu’nun pırıl pırıl çocuklarını ABD ve AB’de parlak kariyer vaatleriyle bünyesine katan bu üniversite, günün sonunda bu aziz vatanın masum ve mümin çocuklarını büyük ölçüde ilkel bir Marksizm, modası geçmiş bir Leninizm, her tarafından tavsayan bir Maoizm ve hepsinin kuluçkası olan menfur bir Darvinizm ile kuşatır.

Bunlara direnen ve reddedenleri ise, her şeyi mubah gören bir kapitalizm, hiçbir değeri olmayan bir liberalizm, içi boş ancak ülkenin yararına yönelik her faaliyete karşı çıkan bir çevrecilik ve cinsiyet eşitliği adı altında da en sağlam kurumumuz olan aileyi yıpratan fikirlerle donatır.

Bu milletin dinî ve millî değerleriyle çatışan ne kadar örgüt, vakıf ve dernek varsa mutlaka bu üniversitede bir temsilciliği ve grubu bulunur.

Bu eğitim kurumunun ne dinimiz İslâm, ne mensubu bulunduğumuz büyük Türk milletiyle bir bağı vardır. Tezi Marksizm, antitezi de kapitalizm olan ve plânı programı dışarıda kurgulanan bu üniversitenin bu aziz milletten devşirdiği zeki çocukları nasıl bir zihnî ve ruhî iğdişlik ile malûl ettiklerinin en açık delili, bu üniversitenin bu millet ve vatan hayrına hiçbir şey yapmamış olmasıdır.

Ama haklarını da yemeyelim, Padişah’a suikast düzenleyen bir Ermeni’ye methiye düzenler de, 27 Mayıs Darbesi’ne çanak tutanlar da, 28 Şubat rezaletine fedailik yapanlar da bunların arasından çıkmıştır. Bu üniversiteden çıkıp vatan ve milleti için çalışanlar ise aile ve muhit kökleri sağlam olan kendi çocuklarımızdır.

Vesayet için yaşayanlar

Bu tenkitlerimizin hedefi elbette orada okuyan çocuklarımız değil, o üniversiteyi teşkil edip misyoner bir kurum ve bir vesayet odağı hâlinde bugüne taşıyanlardır. Şimdi gelelim bu tepki kılıklı gösterilerin ortaya çıkma nedenlerine...

Türkiye’nin 2016 yılı 15 Temmuz’unda FETÖ-ABD darbe girişiminden sonra vesayet odaklarını temizleyerek kendi millî eksenini kurmaya başlaması, bazılarında şafakları attırdı.

Türkiye’deki vesayetin darbe ayaklarının içteki teminatları önde terör, arkada da asker, hukuk ve medya işbirliğiydi. 15 Temmuz’dan sonra bu yapılar bir daha darbe yapamayacak hâle getirildi.

Atlantik ittifakının en büyük emeli, sınırlarımıza bitişik bir kukla devletçik teşkil ederek Türk İslâm dünyasını bir daha birleşemez ve ayağa kalkamaz biçimde tecrit etmekti. Türkiye 15 Temmuz akabinde bu sinsi plânı büyük ölçüde çöp ettiği gibi, Irak ve Suriye toprak bütünlüğünün de gayr-i resmî garantörü oldu.

AB, kendi ihtiyacını yıllarca karşılayacak Doğu Akdeniz karbon yataklarına el koymak için “Akdeniz Sevr’i” diye niteleyeceğimiz Sevilla Haritası ile Türkiye’yi Anadolu karasına hapsetmek peşindeydi. Ancak Türkiye’nin Libya ile yaptığı Deniz Yetki Alanları Antlaşması, bu habis tezgâhlarını akim bıraktı.

Atlantik ittifakının müttefiklik numarasıyla yaptığı en çirkin oyun, Türkiye’nin iktisadî açıdan asla kendine yeten bir ülke konumuna gelmemesi ve daima IMF’ye muhtaç olmasıydı. Türkiye’nin bu kıskaçtan çıkmak için Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ne dâhil olması, Batı’yı Ermenistan üzerinden bir hamle yapmaya sevk etti fakat Türkiye-Azerbaycan ortaklığı bu hamleyi bertaraf ettiği gibi bir daha da işleyemez hâle soktu.

Türkiye’nin savunma sanayii projelerinin onu büyük bir küresel oyuncu adayı hâline getirmesi ve sahada bileğinin bükülemez olduğunun anlaşılması, birilerine çok dokundu.

Ve dahası...

Bütün bunlar Atlantik ittifakının önünü kesen, tezgâhlarını bozan hamleler olduğu ve dışta da mücadeleyi adım adım kaybettikleri için, sıra geldi son kozlarını oynamaya. O da bildiğimiz “iç kaos”...

Aynı merkezden beslenen vampirler

İçte Atlantik ittifakının eli açısından demokrasi görünümlü eylemci unsurlarının manzarası şudur: Baykal operasyonundan sonra Kılıçdaroğlu eliyle ele geçirilmiş bir CHP, en büyük dayanaklarıdır. Bir diğeri PKK partisi olmasına rağmen hâlâ faaliyet göstermesi ve siyâsî ortamı manipüle etmesine bir türlü anlam veremediğim HDP’dir. Üçüncü olarak da Erdoğan düşmanlığı ile doldurarak MHP’den Akşener eliyle kopardıkları taban ile bunlara eklenen FETÖ sempatizanlarının oluşturduğu İP ve son olarak tarlası Erbakan’dan sonra başkaları tarafından sürülen SP.

Bunlara ilâveten Tanzimat’tan beri ana akımının Batı vesayetinde olduğu medya, büyük sermaye grupları, başını Hekimler Birliği, Barolar Birliği gibi asırlık vesayet odaklarının çektiği STK’lar gelir. Nihâyet Boğaziçi Üniversitesi gibi tatlı su frengi yapılar ile tarikat ve cemaat görünümlü beslemelerle bu yapı tamamlanır.

Atlantik ittifakı Türkiye’de yumuşak demokrasi eylemi yapacak bu vesayet unsurlarının amaçlarına ulaşması için koçbaşı olarak kullanacağı her kesimden eleman devşirecek aktif ve uyuyan terör örgütleri de kurmuştur.

Bunların en büyük kesimini Marksist-Leninist karakterde bölücü, her türlü sol örgüt ve fraksiyonlar oluşturur. Bu örgütlerin insan kaynağının hedefi, milliyetçi Kürt ve Alevî-Bektaşî Türklerdir.

İkinci kısmını ise DEAŞ, FETÖ ve bir kısmı uyanmış/bir kısmı uyuyan bazı tarikat ve cemaat görünümlü yapılar oluşturmaktadır. Bunların insan kaynağı da Sünnî muhafazakâr çizgideki Türk ve Kürtlerdir.

2016 FETÖ-ABD darbe girişiminden sonra kan kaybeden Atlantik ittifakı, içeride devletin toparlanmasıyla çözülen kuklalarını diri tutmak ve oradan edinmeyi düşündüğü güçle Türkiye üzerinde eski oyunlarını yeniden oynamak istemektedir. Boğaziçi öğrencileri adına organize edilen eylemin arka plânında bu yapı olduğu için, bu eylemi görünürdeki rektör atama algısı üzerinden büyütüp abartacak ve ona destek verecek yapılar da bellidir.

CHP İl Başkanı kimliğindeki terörle iltisaklı kadının orada bulunması da, 6-8 Ekim olaylarının tertipçisi Katil Demirtaş’ın twiti de, her türlü marijinal sol örgütlerin bayrak açması da, “Canım bunlar masum öğrenci talepleri” ayağına yatan ana akım medyanın tavrı da aynı merkezin direktifiyledir!

Önümüzdeki günlerde muhalefet adına yapılacak bütün eylem ve gösteriler, yukarıda saydığımız unsurların kullanılmalarıyla gerçekleştirilecektir.

Amaç ne?

Amaç, Türkiye’nin enerjisini içte harcatmak ve dışta büyük hamleler yapmasının önüne geçmektir.

Ancak bu şer odaklarının gözden kaçırdıkları bir şey var ki, o da Türkiye’nin, içteki vesayet odaklarını ayağının altına almış olmasıdır. Bunların darbe yapacak ve iktidarı gayr-ı meşru olarak ele geçirecek herhangi bir güçleri kalmamıştır. Artık bu geminin rotasında olayları yerli ve millî çizgide analiz eden bir devlet aklı vardır. Dalga gelmeden dalgakıranı kuran, hastalık ulaşmadan hastaneyi yapan bir akıl ve öngörü…

Nitekim Türk devlet aklı, yeni dönemde Cumhur İttifakı’nın sınırlarını genişletmek için harekete geçmiş, önce STK’ları vesayetten kurtarmaya başlamış, ardından da CHP, HDP, İP ve SP’deki Kuvvacı, millî ve yerli unsurları onların güdümünden çıkarmak için gerekli tedbirleri sahaya sürmüştür.

Son söz: Büyük Türkiye oyun kurmayagörsün, bütün oyun kuranların tezgâhları, güneş görmüş kar gibi eriyip gider.