Mesele İzmir değil!

Mesele, Türkiye’de iktidarın kim olduğu değil, millî iradenin iktidarda olup olmadığıdır! Gezicilerin diliyle söyleyelim bir de: “Mesele İzmir’den ibaret değildir, biz hâlâ anlamadık mı?”

DÜN Haber Ajanda Net’teki, “Tunç Soyer Olayını Siyasallaştırmadan Ciddiye Alın!” başlıklı yazısı ile çok önemli noktaları ve gündeme attığı ayrılık rüzgârını ne maksatla yaptığı aşikâr zatın “seçilmiş” olmasındaki sebepleri çok güzel ifade eden Tarık Yiğiter’i okudunuz mu?

Hâlâ okumadıysanız, onun ardından da, çok uzun zaman önce ve aslında sıkça “birilerinin” bizim için belirlediği hedeflere işaret eden Haşmet Babaoğlu’nu okuyun lütfen!

Sadece bu iki yazı bile Yiğiter’in neden “siyasallaştırmadan” diyerek yaptığı uyarıyı ve olayın küçük rüya ve hezeyanlardan ibaret olmadığını açıklamaya yetecek.

Hazır Corona gibi ölümcül bir gündem varken, hazır ekonomik veriler küresel ölçekte etkilenirken, hazır büyük kesimi dar gelirli vatandaşın yaşadığı sıkıntılar artmaya başlamışken… Artık anlamalı!  

“Bu ülkede muhalefet yok! Muhalefet becerisine sahip kimse de yok” diyorduk ya yıllardır… Hattâ “Asıl takdir edilmesi gereken, bunca eksik bir muhalefet rüzgârına rağmen iktidarın yol alabilmesi” diyorduk ya… Şimdi daha net görülüyor mu muhalefetin nasıl da olmadığı?

Buralarda Washington, Londra, Abu Dabi, Berlin veya Paris temsilcilerini bulursunuz rahatlıkla, ama muhalefet bulamazsınız! Çünkü kafaları ve yürekleri kiralıktır.

Elbette toptancı bir karalama yapmak doğru değildir ama bu sözleri bir de muhalefetin içindeki muhalif seslerin nasıl karşılık bulduğunu, nasıl susturulduğunu hatırlayarak değerlendirin. Yüreğiyle bu ülkede olanların, bu vatan için dertlenenlerin yükselme ihtimâli yok, yaşama ihtimâli ise tropikal şartları kuzey ikliminde oluşturmaya eşdeğer bir zahmette...

Bizimse millî olanda bütünleşmeye, her millî fayda yahut tehlike için gözümüzü dört açarak kenetlenmeye ihtiyacımız var. Hangi partiye mensup olduğunuzun yahut özellikle de olmadığınızın önemi olmaksızın, bizi hedef alan, bugünümüzü ve geleceğimizi baltalayacak her tehdit için partiler üstü ve siyaset dışı bir duruş kurtaracak bizi. Belki ancak bu şekilde!

Her farklılığımızı bilerek, görerek ve “Biz” diyerek, bizden bilerek olacak bu.

Yıllardır vazgeçmeden yüzyılı aşan stratejileri dünyanın her yerinde uygulamaya devam eden “harita çiziciler”, sadece toprak sınırlarını değil, orada yaşayanların yapıp yapamayacaklarının sınırını da daha büyük hassasiyetle çizmeye çabalıyorlar ki kıtalar ötesinin halkları, kendi hizmetkârlarından daha çok işlerine yarasın.

Yöneten sayılı kafa, yönetilen ve itaat eden dünya halkları…

“Küresel” dünya algıları, bizim bir zamanlar oldukça romantik şekilde yorumladığımız “global köy” söylemleri, meğer yine sadece o kadar değilmiş, görünmeyeni varmış. Bizi tüketen yeme içme alışkanlıklarına, kültürel algıya, “Özgür ülkelerde halklar hiç farkına varmadan nasıl asimile edilir?” sorusuna cevap niteliğinde türlü tahribat, sadece bizim gibi ülkelerde yapılmıyor. Kendi seçkin ülkelerinde kendileri kadar seçkin olmayan vatandaşlarına revâ gördükleri kader de bundan farklı değil!

Mesele, Türkiye’de iktidarın kim olduğu değil, millî iradenin iktidarda olup olmadığıdır!

Gezicilerin diliyle söyleyelim bir de: “Mesele İzmir’den ibaret değildir, biz hâlâ anlamadık mı?”