MÜNAFIKLARIN amacını ve amaca ulaşmadaki yol
haritasını Mescid-i Dirâr’dan okumak gerek.
Peygamberimiz
(sav) zamanından bugüne kadar var olmuş ve kıyamete dek var olacak tüm
münafıklar için ders niteliğinde bir olay... Bir mescit ki, münafıklar tarafından
iyi niyet sembolü olarak inşâ ediliyor fakat halis bir imanla var edilmediği
için inananlara zararlı bir mekân olarak adlandırılıyor.
Ayrıca olayın
nihayetinde anlıyoruz ki, münafığın taş üstüne taş koyduğu ne varsa Allah’ın
emriyle yıkılacaktır. Fakat bu olayda münafığın amacını ve sonunu işaret eden
detaylara ek olarak, biz Müslümanlar için bir başka nasihat daha var: Münafığa
bile nasıl davranmamız ve onlardan nasıl korunmamız gerektiğini Nebîler Nebîsinden
öğreniyoruz.
Mescid-i Dirâr;
Medîne’de Kubâ Mescidi’nin karşısına, münafıklar yani inanmayıp da inanıyormuş
gibi yapanlar tarafından inşâ edilmişti. Münafıklar bugün olduğu gibi o dönemde
de nifak tohumları saçmak ve iyinin arasına kötüyü sızdırmak yolunda büyük bir
çaba sarf ediyorlardı. Öyleydi ya, düşman ordularının yıkamadığını dost görünümlü
düşman yıkabilirdi. Hazreti Peygamber’in (sav) ve O’na inananların birçok
bozgun ve saldırıya maruz kalmaları ve düşmana oranla sayıca az olmalarına
rağmen yıkılmaz ve önü kesilemez bir ilerleme kaydetmeleri, münafıkların nifak
ve fitne silahına bel bağlamalarında öncü realiteydi. Fakat hesap edemedikleri
başka bir şey daha vardı: Peygamber Efendimizin (sav) ve müminlerin koruyucusu
Allah’tı.
***
İslâm Medîne’de
gitgide güçleniyor, günbegün inananların sayısı artarken Allah’ın hükûmeti kalplere
mühürleniyordu. Peygamberimizin (sav) “Ebû
Âmir el-Fâsık” diye
adlandırdığı münafık başı Ebû Âmir, bu durumdan rahatsızlık duyuyordu. Pek çok
kez Müslümanlara karşı saf tutmuş ve hepsinde de başarısız sonuçlara uğrayarak
hırs ve kibrini büyütmüştü. Daha çok güçlenebilmek adına Medînelileri dolduruşa
getirmeye çabalamış, Müslümanlara karşı nefreti büyütebilmek için elinden
geleni yapmıştı. Ama çare yoktu. İslâm nurunu tamamlamak üzere çoktan yayılmaya
başlamış; saldırı, bozgun, fitne, fesat cenderesi içinden her defasında daha da
güçlü bir huzmeyle kâinatı sarmaya devam etmişti.
Mekke’nin Fethi ile
birlikte münafığın ümidi de iyice azalmıştı. Ebû Âmir son çare Suriye’ye
gitmeye karar vermiş, giderken de son hamlesini yapmıştı. Geride bıraktığı
münafıklara nifak tohumunu nasıl ekecekleri yönünde akıl vermiş ve dönerken Bizans’tan
asker desteği alarak geri geleceği konusunda ümit aşılayarak İslâm’la
mücadeleyi diri tutmaya çalışmıştı.
Münafıklar,
müminlerin Medîne’den çıkartılması yönünde bu plâna uyum sağlamış ve Ebû
Âmir’den aldıkları talimatları yerine getirmişlerdi. Buna göre bir mescit
yapılacak, bu mescit Müslümanların hizmetindeymiş gibi iyi niyet sembolü olacak
ve üzerine dikkat çekmeyecekti. Bir yandan da Müslümanları mağlûp etme yolunda
bütün hain plânların merkezi olacaktı.
Münafık, açıkça düşmanlık etmekten ve karşı safta
olduğunu beyan etmekten kaçan bir karakterin adıdır. Düşman olduğu topluluğun
bir parçasıymış gibi görünerek kendini muhafaza eder ve bu hileyle galibiyetini
mümkün kılacağını zanneder. Plânları bozan kudreti ise her defasında unutur.
Münafıklar mescidi
tamamladıktan sonra Peygamber Efendimizden namaz kıldırmasını talep etmişlerdi.
Bu, mescit görüntüsü altında dönecek olan bozgun plânlarının hissedilmemesi
yönünde çok akılcı bir talepti. Peygamber’in namaz kıldırdığı yer tüm
Müslümanlarca benimsenecek ve içerideki teşkilatlanma, üzerine hiçbir şüphe
çekmeden bozgun plânlarını rahatlıkla yürütebilecekti.
Peygamberimiz
(sav) bu sırada Tebük Seferi hazırlığındaydı. Ve Kendisine gelenlere ancak
sefer dönüşü namaz kıldırabileceğini beyan etti. Sefer dönüşünde de aynı
taleplerini yenilediler ve tam bu süreçte şu ayetler (Tevbe, 107-110) indi:
“Bir de şunlar var ki, zararlı eylemler
gerçekleştirmek, inkârcılıklarını pekiştirmek, müminlerin arasına ayrılık
sokmak ve daha önce Allah ve Resulüne savaş açmış kişi lehine fırsat kollamak
üzere bir mescit yapmışlardır. ‘Amacımız sadece iyi bir şey yapmaktı’ diye de
yemin edecekler. Allah şahit, onlar kesinkes yalancıdırlar. Orada asla namaza
durma! Daha ilk günden takva temeli üzerine kurulan mescit ise namaz kılman
için elbette daha uygundur; burada gerçekten arınmak isteyen adamlar vardır.
Allah da arınmaya çalışanları sever. Binasını Allah’a saygı ve O’nun
hoşnutluğunu kazanma temeli üzerine kuran mı daha iyidir, yoksa binasını kaymak
üzere olan bir uçurumun kenarına kurarak onunla birlikte cehennem ateşine
yuvarlanan mı? Allah, hakkı çiğneyenleri doğru yola iletmez. Onların kurduğu
bina, yürekleri paramparça olmadığı (yaşadıkları) sürece içlerinde bir
huzursuzluk kaynağı olmaya devam edecektir. Allah her şeyi bilmekte ve
hikmetiyle yönetmektedir.”
Allah (cc),
ayetlerinde münafıkların iyi niyet taşıdıklarına dair çok şey
söyleyebileceklerine de dikkat çekiyordu. Öyleydi. O dönemin münafıkları
müşriklerle, Hıristiyanlarla ve Yahudilerle birlik içinde olmaya gayret ediyor,
sürekli olarak Müslüman olmayanları kışkırtmaya ve hatta Müslümanlar arasına
bile ayrılık koymaya çalışıyorlardı. Ama bunu yaparken sürekli iyi niyet
taşıdıklarına ve hatta Müslümanlarla birlik olduklarına kadar her türlü yalana
başvuruyorlardı.
Hazreti Peygamber,
Rabbin ayetleri ile Mescid-i Dirâr’ı yok etme kararı aldı. Ve O’nun emriyle
mescit yakıldı. Zarar ve nifak mescidi böylece yok olmuş, münafıkların plânları
başlarına yıkılmıştı.
İçimizdeki
münafıklar
Münafıkların yolu
ikidir: Ya Müslümanın düşmanına destek verirler ya da Müslümanmış gibi görünerek
içeride husumet ve arabozuculuk çıkarırlar.
Peygamberimiz
zamanında savaşları sabote etmek, düşmanın yollarını açmak, haber sızdırmak
gibi eylemlerin yanı sıra iftira, yalan ve hile adına ne varsa yapmışlardı. Ama
daha ilginç bir bilgi olarak, Peygamberimiz onların münafık olduklarını bilmiş
olmasına rağmen onlara “münafık” dememişti. Yapılacak tek bir şey vardı bu
bozgunculara karşı: Onlardan uzak durmak… Fakat daha da önemlisi, gerçek
müminler arasında sevgiyi, dirliği ve birliği güçlendirmek...
Bugünün Müslümanları olarak nice düşman ve bozguncu karşısında içimizdeki münafıkların türlü oyunlarıyla mücadele hâlindeyiz. Yeri geliyor, görünen düşmanları gizliden destekliyorlar. Yeri geliyor, bizden gibi görünüp bizi bize düşürmeye çalışıyorlar. Ama en çok da bizi bize düşürmede başarı sağlıyorlar. Çünkü biz, kendi içimizde bile “o, bu, şu” olarak ayrışmış durumdayız. Mümin ve Müslüman olarak birliği kaim etmemiz gerekirken “Müslüman” adı altında gruplara ayrılıyor ve münafıkların bu gruplar arası çatışmaları körüklemelerine meydan veriyoruz. “Biz”i tamam edemezsek, ne görünen düşmanlarla baş edebilir, ne de gizliden fesat çıkarmaya çalışan münafıkları alt edebiliriz. İyisi mi biz, “Şu münafık!” diye işaret etmeden evvel birliğimizi korumaya gayret edelim!