
TARİH boyu zulümlerin filizlendiği akıllarda küfür ve imansızlık tesiri mevcuttur. Hıristiyanların ve Yahudilerin büyük bir kısmında gözlemlediğimiz ve bilhassa da devlet yönetimlerinde hayretle şahit olduğumuz adaletsiz, çıkarcı ve mezalim tutum da bundan ileri gelmektedir. Çünkü istediği kadar iddia edilsin veya üzerine tezler yazılsın, çeşitli manevralar ile eğriler doğru, çirkinler güzel gösterilsin, vicdan, merhamet ve adalet Allah’ın yolunda mevcuttur. Ara yollarda, sapaklarda, modern tasarımlarla göz boyayan geniş caddelerde bulunmaz. Arayan da yayan kalır.
Kitapları tahrif edilmiş inanç sistemlerinin, paganist yaklaşımların, yöresel temayüllere gören biçim verilmiş modern inançların her biri, bir doğruya denk gelse dahi bin yanlışı içinde barındıran ve toplumda adaletin dengesini yerle bir eden öğretilerden ibarettir. Özetle, Allah’ın hak dini İslâm dışındaki bütün inanç ve inkâr kurguları insana, hayvana, tabiata ve tüm kâinata zulümden başkasını vaat etmez.
İslâm’ın merhamet ve adalet üzere tesis edilmiş muazzam bir toplum tasavvuru olduğu, Hazreti Muhammed (sav) Efendimiz zamanından beri aşikâredir. İslâm şeriatı ve hukuku ile nizam edilen medeniyetler, farklı kompozisyonları ve değişken unsurları bir kubbe altında güven içine alır ve uzun ömürlü bir selâmet çağının kapılarını açar. Her ne kadar aksi yönde anlatılar ve İslâm’ın hakikatine kara çalan tarih yazıcı hokkabazlar bu gerçeği örtbas etmeye çalışsa da doğruya yöneltilecek bir cılız ziya ile karanlığa terk edilmiş bilgilere kavuşma mümkün.
İslâm’ın çatısı altında toplanan farklı ırk ve inançlara sahip bütün uzuvlar, medeniyet vücudunun kan dolaşımında eşit miktarda oksijene ve besleyici minerallere sahiptir. Vücudun bütünlüğü ve selâmeti adına bütün uzuvları yaşatmak, bütün parçalara hayatî desteği sağlamak, İslâm medeniyetinin ahlâkî ve insanî bilincidir.
Bir Müslüman hükümdar, egemenliği altındaki topraklarda birliği ve dirliği sağlamanın yolunun munfasıl parçalara en adil ve merhametli tavırla muamele etmek olduğu gerçeğini İlâhî bilgi ve hikmetin pınarından yudumlamıştır. Bu elbette İslâmî nizamın bütünüyle kabulüne ve amel ile kelâm arasındaki ahengin sağlanmasına bağlı. Çünkü isimlendirmeler ve sıfat tamlamaları taneleri, bütünleri, vücudu ve organları, medeniyetleri ve şahısları belli bir kalıba ve eşkale soksa da mahiyet her zaman zevahirden mühimdir.
Hâl böyleyken, adı İslâm olan ama içi nifak kokan bütün sistemler, imansız toplumlar kadar kötücül hücre potansiyeli taşır. Elbette her medeniyetin aslî kimliği yanında kusurlu ve gedik tarafları vardır; tıpkı her insan gibi… Fakat küllî resimde tabiattan uzaklaşan renkler, tabiatın kokusuna ve dokusuna meydan okuyan renklerden fazla yer kaplamadığı sürece görünen manzara hakikate yakındır. Ve böyle bir vasatta adalet ve merhamet, haksız ve gaddar teşekkülleri kendi içinde eritir.
İslâm toplumları imansız toplumların sistemleri içine hapsedildiğinde de başkaca bir sorunla karşı karşıyayız demektir. Bu tür toplumlarda iman ve itikat hususunda bütünlük olmasına rağmen eylem alanı dardır ve imanî hassasiyetlerin el üstünde tutulması müşküldür. Çünkü kalbin ve vicdanın işaret ettiği Hakk’a riayet etme arzusu imansız toplumlardan devşirme sistemlerde ve kanunlarda katmerli engellere duçar olur.
Ama tüm bunların bertaraf edildiği ve Allah’ın insana ve idarecilere yüklediği sorumluluklar eyleme geçirilebildiği anda müreffeh ve adaletin huzurdan gölgesinde dinlenen toplumlar ve şahıslar, güçlü, payidar ve bilge bir karakterle büyüyüp serpilir. Maksat, terazinin kefeleri arasında hak çizgisini geçmemektir. Çünkü bütün hayat bir terazinin iki gözüne göre şekillenir. Devlet yönetiminden aile içindeki düzene kadar tartının ve ölçünün adaletle yapılması her birimde aranan intizamı imkânlı kılar.
“Ölçüyü düzgün tutasınız ve eksik tartmayasınız.” (Rahmân, 9)
Allah’ın hak dini İslâm, bütün insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkarmak, zulümden selâmete erdirmek, yalandan, riyadan ve haksızlıktan hakka, doğruya ve samimiyete davet etmek için sonsuz bir nurdur. Ve son nurdur.
Hazreti Âdem’den beri peygamberler ve onlara indirilen kitaplar İslâm’la insanları şereflendirmek içindir. Ne var ki, toplumlar her dönem azmış, zulmetmiş ve hak yoldan sapmıştır. Allah’ın dinini ve kutsal kitapları kendi çıkar ve düzenlerine göre bozmuşlardır. Ve Allah, Kur’ân’ı kıyamete dek koruyacağını ve Hazreti Muhammed’in son peygamber olduğunu açıkça bildirmektedir. Hâl böyleyken, insan eli biçimlerle bir ahlâk öğretisi kapsamına sokulmaya çalışılan bütün sistemler insanlığı iflâsa götürmekten öteye geçemez. Bu yüzdendir ki, kâinatta zulüm İslâm olmamış toplumlardan gelir ve bazen de İslâm çatısı altında nefes aldığı hâlde onun şart ve hukukuna riayet etmeyenlerden gelir.
Huzuru ve adaleti tesis etmenin yegâne yolu, Rabbin kanunlarına uymak, bütün toplumlara ve insanlara Allah rızası hududunda muamele etmektir.
Rabbim İslâm âlemine birlik ve dirlik nasip eylesin!