Merhamet iklimi (3)

Merhamet ikliminin rahmete dönebilmesi, beşerin keyfine göre değil, Allah’ın rızası ve İslâmî hayatın hâkim olmasına bağlıdır. Nefs ve hırsını putlaştıranların beşeriyete verecekleri tek şey zulüm ve hüsrandır. Ancak, İslâm’ın öngördüğü merhamet tüm yaratıkları içine alacak kadar geniş kapsamlıdır.

ALLAH Rasûlü, hayvanlarına eziyet eden insanları insaf ve merhamete davet ederdi. Nitekim bir gün Ensar’dan birinin bahçesine vardı. Orada bulunan deve, Rasûlullah’ı görünce inledi ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Allah Rasûlü hayvanın yanına gidip başını okşayınca devenin ağlaması durdu. Sonra Rasûlullah bahçe sahibini arayıp buldu ve adama buyurdu ki, “Şu hayvanı sana veren Allah’tan korkmuyor musun? Bu hayvan senin onu dövüp işkence ettiğinden şikâyet etti”.

Bir başka seferse, keseceği hayvanın gözü önünde bıçağını bileyen sahabeye, “Sen bu hayvanı kaç defa öldüreceksin?” diye çıkışmıştı.

Mekke’nin fethi için Medîne’den kalkan on bin kişilik ordusuyla Mekke yakınına gelen Allah Rasûlü’nün, yeni yavrulamış bir köpeği askerler tarafından ezilmesin diye başına nöbetçi dikerek koruma altına almış olması, O’nun yaratılanlara merhametini gösteren çok önemli bir hâdisedir.

Peygamber Efendimiz, yakılan bir karınca yuvası karşısında dehşete gelerek, “Bu karınca yuvasını kim yakabilir?” diye teessürünü ifade etmiştir.

Sevgili Peygamberimizin bütün varlıklara şamil şefkat ve merhametinin ağaçları, bitkileri, çiçekleri ve tüm ekolojik çevreyi kuşattığını görüyoruz. Nitekim O şöyle buyurur: “Kim bir sidre ağacını keserse, Allah onun başını cehenneme uzatır.”

Muhammedî merhamet ve şefkat umumîdir. Yaratılan her varlığı, Hakk’ın kudret tecellisine mazhar her şeyi kuşatmaktadır. Çünkü Allah, Peygamberinin bu duyarlılıkta olmasını istemiştir. İnsanların bir dağ ve kaya parçası gibi gördüğü Uhud dağı için söyledikleri de bu mânâda çok çarpıcıdır: “Biz Uhud’u severiz, Uhud da bizi sever.” 

Cansız gördüğümüz bir dağın canlı gibi sevgi duygusunu anlayacak ve pozitif enerjisini kavrayacak, ancak Allah Rasûlü’nün gönlü gibi yüce bir gönül olabilirdi.

Rasûlullah’ın şefkat ve merhameti bütün varlıklar için olduğu gibi insanlık âlemi için de cihanşümul bir vasfa sahipti. Bir gün buyurdu ki, “Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe Cennet’e giremezsiniz”. Sahabeler dediler ki, “Ya Rasûlullah, hepimiz merhametliyizdir”. Allah Rasûlü buyurdu: “Benim kastettiğim merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhametiniz değil, bilakis bütün yaratılanlara şamil olan merhamettir.” Bu Nebevî özellik tasavvufî halk muhitlerine Yûnus diliyle maruf olan dörtlükle şöyle girmiştir: “Elif okuduk ötürü/ Pazar eyledik götürü/ Yaratılanı severiz/ Yaradan’dan ötürü.”
Muhammedî şefkat ve merhamette şikâyete ve dertlenmeye yer yoktur; çünkü şikâyet acz ve enaniyet ürünüdür. Her şeyin kader plânında cereyan ettiğini bilen insan kimi kime şikâyet edebilir? Şefkatte hüzün vardır, gözyaşı vardır ama asla şikâyet ve dertlenme yoktur. Kendini eksik ve kusurlu görmesini bilen, başkasına kusur izafe etmekte acele etmez. Lütfa açık, ıstırap ve çileye kapalı bir gönül, hüznün erdirici hazzını asla tadamaz. Hüzündeki hazzı tadamayınca mahzun gönüllerle bir şey paylaşamaz. Beşerî ilişkilerde empatinin en önemli vasfı yumuşaklıktır. Peygamberimiz de bu özelliği sebebiyle insanların kabulüne mazhar olmuş, insanların gönlünde taht kurmuştur. Zaten beşerî münasebetlerde insanları etkileyen dehâ ve zekâ değil, karakter ve tutarlı şahsiyettir.

Asr-ı Saadet’te insanlar Peygamber Efendimizin karakter ve şahsiyetine hayranlık duyarak sıcak bir duygu, yanık bir gönülle kendilerini O’nun etrafında pervane etmişlerdir. O’nun, bulunduğu konumu şahsî çıkarları için kullanmayan, külfette en önde, nimet paylaşımında ise en sonda bulunması insanların gözünden kaçmamıştır.

Medîne’de sebebi bilinmeyen bir gürültü koptuğunda, herkes adeta “Ne oldu, bu ses neyin nesi?” dercesine birbirinden medet umduğu sırada Ebu Talha’nın “Mendub” isimli atına binip sesin geldiği yere giderek durumu teftiş eden ve ashabına “Korkulacak bir şey yok” diye sükûnet telkin eden O olurdu. Diğer yandan, Hendek Savaşı’nda hendek kazımı sırasında Cabir bin Abdullah’ın sofrasına davet ettiği yüzlerce sahabeyi Bizzat elleriyle servis yapıp doyurmadan sofraya oturmayan yine O idi. 

Ondaki bu fedakâr, gözü tok ve riskten kaçınmayan tavır, ashabının hayranlığını celp etmişti.

Acıyı görmemek için gözlerinizi acı çeken insandan kaçırmayın. Bugün insanların en çok sığındığı sahte mazeretlerden biri budur. “Benim yüreğim kaldırmıyor” diyerek acılı ortamlardan uzak kalmayı tercih ediyorlar. Oysa acı çeken ve merhamet bekleyen insanlara gözümüzü ve gönlümüzü açıp derman olmaya çalışmak, vücudumuzda mutluluk hormonları salgılanmasına vesile olur. Hatta belki de merhamet eğitimi seferberliği için acı çekenlerle acı çektirenleri bir araya getirip buluşturacağımız merhamet odaları tesis etmeliyiz.

Bu merhamet odalarında acı çektiren ile acı çekeni bir araya getirerek bir merhamet seferberliği başlatabiliriz. Mevlâna’nın, katil bir gencin affedilmesi için devrin vezirine şefaatçi olması düşündürücüdür.

Duymamaya, görmemeye, hissetmemeye çalışmak, sadece korkaklık olur. Merhameti yüreğinde taşıyan insan, başını öte yana çeviremez. Aksine ıstıraba daha da sokulur, daha da yaklaşır. Onu içinde ateş ve kor gibi aktivasyon enerjisi olarak görür.

Merhamet ikliminin rahmete dönebilmesi, beşerin keyfine göre değil, Allah’ın rızası ve İslâmî hayatın hâkim olmasına bağlıdır. Nefs ve hırsını putlaştıranların beşeriyete verecekleri tek şey zulüm ve hüsrandır. Ancak, İslâm’ın öngördüğü merhamet tüm yaratıkları içine alacak kadar geniş kapsamlıdır. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yetimler, kimsesizler, hastalar ve yoksullar başta olmak üzere tüm insanlara merhamet göstermenin yanı sıra diğer tüm canlılara da merhametli davranmak müminlerin görevidir.

Merhamet, müminlerin temel özelliklerindendir. Bu nedenle Kur’ân müminlerin birbirlerine karşı merhametli olduklarını belirtir (Fetih, 29). Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez” buyuruyor. Vesselâm…