Menzil işleri

“Milât’tan sonra” 2020’de Türkiye’deki Medenî Kanun hakkında görüş açıklayan Ali Edizer, görevinden alındı. Ama birkaç arkadaşı ile birlikte bir kadınla toplu âlem yaptığını açıklayan Atabay, Didem’de görevine devam ediyor. Ali Edizer “çok eşliliği” savunan görüşlerinden dolayı kadın haklarına karşı suç işlemiş sayılıyor, ama kadınla âlem yaptığını açıklama küstahlığını gösteren Didim Belediye Başkanı’nın bu çirkin eylemi, kadın haklarına karşı toplu hâlde işlenmiş bir suç sayılmıyor!

GATA Başhekim Yardımcısı Ali Edizer’in, evli olan erkeklerin başka bir hanım ile gönül ilişkisi olması hâlinde, nikâhlı eşi ile boşanarak yuvalarını dağıtmak yerine ikinci evliliği de yapmalarını tavsiye etmesi ve Medenî Kanunu eleştirmesi, birdenbire tarikat tartışmalarını da alevlendirmiş oldu. Çünkü Ali Edizer, Menzil tarikatına bağlı biriydi.

Sağlık Bakanlığı’nda AK Parti döneminde Menzil tarikatı bağlılarının kadrolaştığı, bu tarikata bağlı olmayanların bakanlıkta terfi edemediği ve idareci yapılmadığı haberleri yeniden tekrarlandı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Ali Edizer’i önce idarî görevinden aldıklarını, sonra da hekimlik yapma belgesinin iptal edildiğini duyurdu.

Türkiye’de Nakşibendi tarikatının kollarından biri olarak, Adıyaman Kâhta’daki Menzil köyü, Şeyh Muhammet Raşit Erol zamanında 1970’lerde rağbet görmeye başladı. Zamanla köyün adı, tarikatın da adı olarak kullanılmaya başlandı.

Raşit Erol’un vefâtından sonra tarikat, yine Menzil, Konya ve Eskişehir kolu diye üçe ayrıldı. Ancak ana kol Menzil’de kaldı ve o adla bilinmeye devam etti. Şeyh efendinin vefâtından sonra yerine genellikle oğlu, damadı veya kardeşinin geçmesi geleneği Menzil’de de sürüp geldi. Yani Menzil tarikatında da babasoylu bir hiyerarşi var. Bundan dolayı babasoylu olan tarikat hiyerarşisi, bir çeşit feodalite yapısı durumunda...

Ali Edizer’in haber olmasından sonra eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bir dönem kendinin de özel kalem müdürlüğünü yapan Ali Edizer’in terfisinden kendisinin değil, bakanlık bürokrasisinin sorumlu olduğu yönünde garip bir açıklama yaptı. Ancak bakanlığın merkez ve taşra kadrosunda neredeyse bütün idarî görevlere Menzil’e bağlı şahısların tayin edilmesinin bir tesadüf ya da sadece adı geçen tarikat bağlılarının idarî görevlere tayin yeterliliğine sahip olmasıyla Menzil’e bağlı olmayanlarınsa böyle bir yeterliliğe sahip olmayışından dolayı tayin edildiklerini düşünmek, elbette inandırıcı olmayacaktır.

Tarikatçı olanlar idarici olamazlar mı? Elbette olabilirler. Teslim etmek lâzım ki, bir kişinin tarikata bağlanmaya karar vermesi, devleti ve siyâseti ilgilendiren bir konu değildir, olmamalıdır. Eğer insanlar devlet kararı ile bir tarikata bağlanacak veya bağlanamayacaklarsa, bu, din/vicdan özgürlüğünün yok olması demektir.

Tarikatın/tasavvufun İslâm’ın temel ilkeleri ile bağdaşmadığını ve gayr-i meşru olduğunu, bu yüzden tarikat bağlılığının yanlış olduğunu savunan görüşler binlerce yıldan beri mevcuttur. Tabiî aksini savunan görüşler de... Bunun analizi ayrı bir konudur. Ancak devlet bu konuda taraf olursa, hangi tarikatın meşru ve bağlanılabilir, hangisinin gayr-i meşru ve bağlanılamaz olduğuna karar verirse, bunun doğrudan doğruya vicdanlara, inanç seçme hakkına müdahale olduğu, iktidar gücü ile bir zulüm olduğu söylenir.

Devletin böyle bir yetkisi olursa, Kemalist kadrolar iktidar olduklarında, kendilerine uyumlu olmayanlar baskı ve zulüm görürler. Kemalist olmayan kadrolar iktidar olduklarında ise, Kemalizme ayarlı tarikatlar ya da inanç grupları zulüm görürler. Zulüm böylece dönüşümlü olarak toplumun her kesimini yakmaya ve ezmeye devam eder. Bu zulmü ortadan kaldıracak sihirli bir formül yoktur. Tek yol, siyâsî iktidarların bu konuda taraf olmamaları gerektiğidir.

Vatandaşın neye inanacağına, kime bağlanacağına karar verme hak ve yetkisinin doğrudan vatandaşa ait olduğu, devletin bu konuda bir yetkisinin olmaması icap ettiği kabul edilmelidir.

Siyâsî iktidarlar inançları/tarikatları meşru veya akredite eden bir yetkiye sahip değildirler, olmamalıdırlar.

Ancak Menzil örneğinde görüldüğü gibi, işler öyle yürümemiş. Sağlık Bakanlığı’nda hemen bütün idarî görevlere Menzilciler yerleşmiş. Sağlık Bakanlığı’nı idare eden akıl, Türk halkının tamamını kapsamadığı gibi, AK Parti camiasını bile kapsamamıştır. Ortalama yüzde 50 civarında oy alan AK Parti seçmeninin içinde Menzil bağlılarının oranı nedir? Elde kesin inandırıcı bir araştırma bilgisi yoktur; varsayalım ki yüzde 3-5 civarında olsun, bu demektir ki, Sağlık Bakanlığı’nı idare eden akıl, kendisini iktidara taşıyan yüzde 50’yi bile muhatap almamış, dikkate değer bulmamış, varsa yoksa bütün imkânlarını yüzde 3-5’e tahsis etmiştir…

Bu tür uygulamalar birer zulüm örneğidir. Çünkü devlet kurumlarında her seviyeden kişi, bir ihtiyacın sonunda yeteneklerine ve tayin edileceği görevin icabı olan donanım ve eğitime sahip olması ile gelmelidir. Bunun dışında kimsenin doğum yerine, bağlı olduğu tarikata veya etnik aidiyete bakılmamalıdır.

Sağlık Bakanlığı’ndaki idarî görevler için sadece Menzil bağlılarının yeterli olduğu ve bundan dolayı orada toplandıkları hangi aklın kabul edeceği iştir? Sağlık Bakanlığı, Türkiye’nin bir bakanlığı ise -ki öyledir-, o zaman bütün Türk halkına karşı sorumludur ve öyle davranmak zorundadır. Bütün Türk halkına karşı kendini sorumlu bilmek yerine yalnızca Menzil tarikatına karşı kendini sorumlu bilmek ve öyle tasarrufta bulunmak, Menzil tarikatına karşı bağlılığı olmayan ezici çoğunluğa karşı büyük bir haksızlık, liyakata karşı işlenmiş bir suç değil midir?

Liyakat ve adâlet, aidiyete ezdirilemez

Tayin ve terfide bir tarikat bağlılığının esas alınması, liyakatin öldürülmesidir. Liyakati öldürmekse gelişmeyi, ilerlemeyi, adâleti öldürmek demektir. O zaman işler, ehil olmayanların ellerinde kalır. Yazık olur!

Elbette burada aslolan, Menzil bağlılarının suçlanması değildir. Yahut Menzil bağlılarının yaptıklarından dolayı artan tepki ve şikâyetlerin çoğalması üzerine başka bir tarikat bağlılığı ile bu işlerin yürütülmesi hiç değildir. Doğru olan, tayin ve terfilerde liyakat ve yeterliliğin aranmasıdır. Adâlet bunu icap ettirir.

Ali Edizer’in çok eşliliği tavsiye eden ve Medenî Kanunu eleştiren haberinden sonra kendisine karşı özellikle Sol ve Kemalist cenahta bir linç kampanyası başladı. Kampanyanın şiddetiyle, 13 yıl bakanlığı idare eden zât, neredeyse bu işlerden haberi olmadığını söylemeye başladı. Oysa salgın bir çocuk hastalığı nedeniyle çocuk ölümlerinin arttığı bir esnada Menzil şeyhini arayarak bu salgın hastalığı için istihareye yatmasını istediği haberleri doğru ise, akla ve bilime karşı kürek çeken bir anlayış, bu bakanlığa vaziyet etmiş demektir.

Şunu da hatırlamak icap eder: Bir tarikata bağlı olmak hiçbir göreve gelmeye engel olamayacağı gibi, bir görüş açıklamaya da engel sayılamaz. Ali Edizer’in Menzil bağlısı olması, Sağlık Bakanlığı’nda idareci olmasına engel sayılabilir mi? Ya da yüz yıl önce sadece bir kişi istedi diye tercümeyle “Türk Medenî Kanunu” denilen yasayı eleştirmesine engel sayılabilir mi? Elbette hayır!

Kemalist fanatizm

Ancak Kemalist cenah, düşünce özgürlüğünü, konuşma, yazma ve siyâset yapma hakkını, tayin ve terfi hakkını yalnızca kendi tarafı için kazanılmış bir hak olarak görürken, kendilerinden olmayanların tayin ve terfilerini ise “sızma” olarak algılamaya devam ediyor. (Şahin Filiz, “Soylu’nun Devlette Yoklar, İddialar Provakasyon sözünü İlahiyatçı Filiz Doğrulamıyor”, Cumhuriyet Gazetesi, 12 Ekim 2020.)

Vatandaşların eşitliği yerine, kanunlarda öngörülen yeterliliğe sahip olan herkesin tayin ve terfi hakkına sahip olması esasını Kemalist cenah bir türlü kabullenemiyor. Bunu bir çeşit suç saymaya, düşmanların sızıntısı gibi görmeye devam ediyor. Müslümanların kutsal bildikleri her şeye hakaret etmeyi bir ifade ve düşünce özgürlüğü iddiası ile pazarlamaya çalışırken, yüz yıl önce bir kişinin isteği ile yürürlüğe girmiş olan Medenî Kanun hakkındaki eleştiriyi ülkeye ve millete karşı işlenmiş bir suç gibi takdim etmeyi sürdürüyor, kadın haklarına karşı işlenmiş bir suç gibi göstermeye çalışıyor.

Ali Edizer her nedense papyon ve kravatlı görüntüleri ile sonuçta sadece kendi görüşünü açıklamıştır. Onun görüşünün takdirini ise duyanlar ve okuyanlar yapacaktır. O görüşlerden kadın haklarına karşı tasarlanmış, hattâ işlenmiş bir suç çıkarmak, Kemalist şartlanmışlığın bir işâretidir.

Buna karşılık Aydın’ın Didim ilçesinin CHP’li Belediye Başkanı Ahmet Deniz Atabay, “kutlama yapmak için birkaç arkadaşı ile bir kadın ile âlem yaptıklarını” açıklamasına rağmen, partisinden ve parti tabanından bir tepki almıyor. O taban, mağdur olan kadına karşı bir suç işlendiği için Atabay’a bir tepki göstermiyor. Fakat görüşünü açıkladığı için Ali Edizer’in görevden alınmasına karşılık, Atabay görevinden alınmıyor, Didim’deki işlerine, âlemlerine devam ediyor...

Atabay örneğinde görüldüğü gibi, Kemalist olmak, hemen her çeşit suç için bir çeşit koruma zırhı sağlıyor.

“Milât’tan sonra” 2020’de Türkiye’deki Medenî Kanun hakkında görüş açıklayan Ali Edizer, görevinden alındı. Ama birkaç arkadaşı ile birlikte bir kadınla toplu âlem yaptığını açıklayan Atabay, Didem’de görevine devam ediyor. Ali Edizer “çok eşliliği” savunan görüşlerinden dolayı kadın haklarına karşı suç işlemiş sayılıyor, ama kadınla âlem yaptığını açıklama küstahlığını gösteren Didim Belediye Başkanı’nın bu çirkin eylemi, kadın haklarına karşı toplu hâlde işlenmiş bir suç sayılmıyor!

Türkiye’de bu durumda adâletin ve düşünce özgürlüğünün varlığını, vatandaşın eşitliğini, hukuk kurallarının herkese eşit bir şekilde uygulandığını kim iddia edebilir? Hukuk ve ahlâk kuralları bazıları için geçerli iken bazıları için geçerli olmuyor. Türkiye’de temel sorun budur! Tuzun koktuğunu gösteren ibretlik bir örnektir bu!