GATA Başhekim Yardımcısı
Ali Edizer’in, evli olan erkeklerin başka bir hanım ile gönül ilişkisi olması
hâlinde, nikâhlı eşi ile boşanarak yuvalarını dağıtmak yerine ikinci evliliği de
yapmalarını tavsiye etmesi ve Medenî Kanunu eleştirmesi, birdenbire tarikat
tartışmalarını da alevlendirmiş oldu. Çünkü Ali Edizer, Menzil tarikatına bağlı
biriydi.
Sağlık Bakanlığı’nda AK Parti döneminde Menzil tarikatı bağlılarının
kadrolaştığı, bu tarikata bağlı olmayanların bakanlıkta terfi edemediği ve
idareci yapılmadığı haberleri yeniden tekrarlandı. Sağlık Bakanı Fahrettin
Koca, Ali Edizer’i önce idarî görevinden aldıklarını, sonra da hekimlik yapma
belgesinin iptal edildiğini duyurdu.
Türkiye’de Nakşibendi tarikatının kollarından biri olarak, Adıyaman Kâhta’daki
Menzil köyü, Şeyh Muhammet Raşit Erol zamanında 1970’lerde rağbet görmeye
başladı. Zamanla köyün adı, tarikatın da adı olarak kullanılmaya başlandı.
Raşit Erol’un vefâtından sonra tarikat, yine Menzil, Konya ve Eskişehir
kolu diye üçe ayrıldı. Ancak ana kol Menzil’de kaldı ve o adla bilinmeye devam
etti. Şeyh efendinin vefâtından sonra yerine genellikle oğlu, damadı veya
kardeşinin geçmesi geleneği Menzil’de de sürüp geldi. Yani Menzil tarikatında da
babasoylu bir hiyerarşi var. Bundan dolayı babasoylu olan tarikat hiyerarşisi,
bir çeşit feodalite yapısı durumunda...
Ali Edizer’in haber olmasından sonra eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ, bir
dönem kendinin de özel kalem müdürlüğünü yapan Ali Edizer’in terfisinden
kendisinin değil, bakanlık bürokrasisinin sorumlu olduğu yönünde garip bir
açıklama yaptı. Ancak bakanlığın merkez ve taşra kadrosunda neredeyse bütün
idarî görevlere Menzil’e bağlı şahısların tayin edilmesinin bir tesadüf ya da
sadece adı geçen tarikat bağlılarının idarî görevlere tayin yeterliliğine sahip
olmasıyla Menzil’e bağlı olmayanlarınsa böyle bir yeterliliğe sahip
olmayışından dolayı tayin edildiklerini düşünmek, elbette inandırıcı
olmayacaktır.
Tarikatçı olanlar idarici olamazlar mı? Elbette olabilirler. Teslim etmek
lâzım ki, bir kişinin tarikata bağlanmaya karar vermesi, devleti ve siyâseti
ilgilendiren bir konu değildir, olmamalıdır. Eğer insanlar devlet kararı ile
bir tarikata bağlanacak veya bağlanamayacaklarsa, bu, din/vicdan özgürlüğünün
yok olması demektir.
Tarikatın/tasavvufun İslâm’ın temel ilkeleri ile bağdaşmadığını ve gayr-i
meşru olduğunu, bu yüzden tarikat bağlılığının yanlış olduğunu savunan görüşler
binlerce yıldan beri mevcuttur. Tabiî aksini savunan görüşler de... Bunun
analizi ayrı bir konudur. Ancak devlet bu konuda taraf olursa, hangi tarikatın
meşru ve bağlanılabilir, hangisinin gayr-i meşru ve bağlanılamaz olduğuna karar
verirse, bunun doğrudan doğruya vicdanlara, inanç seçme hakkına müdahale
olduğu, iktidar gücü ile bir zulüm olduğu söylenir.
Devletin böyle bir yetkisi olursa, Kemalist kadrolar iktidar olduklarında,
kendilerine uyumlu olmayanlar baskı ve zulüm görürler. Kemalist olmayan
kadrolar iktidar olduklarında ise, Kemalizme ayarlı tarikatlar ya da inanç
grupları zulüm görürler. Zulüm böylece dönüşümlü olarak toplumun her kesimini
yakmaya ve ezmeye devam eder. Bu zulmü ortadan kaldıracak sihirli bir formül
yoktur. Tek yol, siyâsî iktidarların bu konuda taraf olmamaları gerektiğidir.
Vatandaşın neye inanacağına, kime bağlanacağına karar verme hak ve
yetkisinin doğrudan vatandaşa ait olduğu, devletin bu konuda bir yetkisinin olmaması
icap ettiği kabul edilmelidir.
Siyâsî iktidarlar inançları/tarikatları meşru veya akredite eden bir
yetkiye sahip değildirler, olmamalıdırlar.
Ancak Menzil örneğinde görüldüğü gibi, işler öyle yürümemiş. Sağlık
Bakanlığı’nda hemen bütün idarî görevlere Menzilciler yerleşmiş. Sağlık
Bakanlığı’nı idare eden akıl, Türk halkının tamamını kapsamadığı gibi, AK Parti
camiasını bile kapsamamıştır. Ortalama yüzde 50 civarında oy alan AK Parti
seçmeninin içinde Menzil bağlılarının oranı nedir? Elde kesin inandırıcı bir araştırma
bilgisi yoktur; varsayalım ki yüzde 3-5 civarında olsun, bu demektir ki, Sağlık
Bakanlığı’nı idare eden akıl, kendisini iktidara taşıyan yüzde 50’yi bile
muhatap almamış, dikkate değer bulmamış, varsa yoksa bütün imkânlarını yüzde
3-5’e tahsis etmiştir…
Bu tür uygulamalar birer zulüm örneğidir. Çünkü devlet kurumlarında her
seviyeden kişi, bir ihtiyacın sonunda yeteneklerine ve tayin edileceği görevin
icabı olan donanım ve eğitime sahip olması ile gelmelidir. Bunun dışında
kimsenin doğum yerine, bağlı olduğu tarikata veya etnik aidiyete
bakılmamalıdır.
Sağlık Bakanlığı’ndaki idarî görevler için sadece Menzil bağlılarının
yeterli olduğu ve bundan dolayı orada toplandıkları hangi aklın kabul edeceği
iştir? Sağlık Bakanlığı, Türkiye’nin bir bakanlığı ise -ki öyledir-, o zaman
bütün Türk halkına karşı sorumludur ve öyle davranmak zorundadır. Bütün Türk
halkına karşı kendini sorumlu bilmek yerine yalnızca Menzil tarikatına karşı
kendini sorumlu bilmek ve öyle tasarrufta bulunmak, Menzil tarikatına karşı
bağlılığı olmayan ezici çoğunluğa karşı büyük bir haksızlık, liyakata karşı
işlenmiş bir suç değil midir?
Liyakat ve adâlet, aidiyete ezdirilemez
Tayin ve terfide bir tarikat bağlılığının esas alınması, liyakatin
öldürülmesidir. Liyakati öldürmekse gelişmeyi, ilerlemeyi, adâleti öldürmek
demektir. O zaman işler, ehil olmayanların ellerinde kalır. Yazık olur!
Elbette burada aslolan, Menzil bağlılarının suçlanması değildir. Yahut Menzil
bağlılarının yaptıklarından dolayı artan tepki ve şikâyetlerin çoğalması
üzerine başka bir tarikat bağlılığı ile bu işlerin yürütülmesi hiç değildir.
Doğru olan, tayin ve terfilerde liyakat ve yeterliliğin aranmasıdır. Adâlet
bunu icap ettirir.
Ali Edizer’in çok eşliliği tavsiye eden ve Medenî Kanunu eleştiren
haberinden sonra kendisine karşı özellikle Sol ve Kemalist cenahta bir linç
kampanyası başladı. Kampanyanın şiddetiyle, 13 yıl bakanlığı idare eden zât,
neredeyse bu işlerden haberi olmadığını söylemeye başladı. Oysa salgın bir
çocuk hastalığı nedeniyle çocuk ölümlerinin arttığı bir esnada Menzil şeyhini
arayarak bu salgın hastalığı için istihareye yatmasını istediği haberleri doğru
ise, akla ve bilime karşı kürek çeken bir anlayış, bu bakanlığa vaziyet etmiş
demektir.
Şunu da hatırlamak icap eder: Bir tarikata bağlı olmak hiçbir göreve
gelmeye engel olamayacağı gibi, bir görüş açıklamaya da engel sayılamaz. Ali
Edizer’in Menzil bağlısı olması, Sağlık Bakanlığı’nda idareci olmasına engel
sayılabilir mi? Ya da yüz yıl önce sadece bir kişi istedi diye tercümeyle “Türk
Medenî Kanunu” denilen yasayı eleştirmesine engel sayılabilir mi? Elbette
hayır!
Kemalist fanatizm
Ancak Kemalist cenah, düşünce özgürlüğünü, konuşma, yazma ve siyâset yapma
hakkını, tayin ve terfi hakkını yalnızca kendi tarafı için kazanılmış bir hak
olarak görürken, kendilerinden olmayanların tayin ve terfilerini ise “sızma”
olarak algılamaya devam ediyor. (Şahin Filiz, “Soylu’nun Devlette Yoklar,
İddialar Provakasyon sözünü İlahiyatçı Filiz Doğrulamıyor”, Cumhuriyet
Gazetesi, 12 Ekim 2020.)
Vatandaşların eşitliği yerine, kanunlarda öngörülen yeterliliğe sahip olan
herkesin tayin ve terfi hakkına sahip olması esasını Kemalist cenah bir türlü
kabullenemiyor. Bunu bir çeşit suç saymaya, düşmanların sızıntısı gibi görmeye
devam ediyor. Müslümanların kutsal bildikleri her şeye hakaret etmeyi bir ifade
ve düşünce özgürlüğü iddiası ile pazarlamaya çalışırken, yüz yıl önce bir
kişinin isteği ile yürürlüğe girmiş olan Medenî Kanun hakkındaki eleştiriyi
ülkeye ve millete karşı işlenmiş bir suç gibi takdim etmeyi sürdürüyor, kadın
haklarına karşı işlenmiş bir suç gibi göstermeye çalışıyor.
Ali Edizer her nedense papyon ve kravatlı görüntüleri ile sonuçta sadece
kendi görüşünü açıklamıştır. Onun görüşünün takdirini ise duyanlar ve okuyanlar
yapacaktır. O görüşlerden kadın haklarına karşı tasarlanmış, hattâ işlenmiş bir
suç çıkarmak, Kemalist şartlanmışlığın bir işâretidir.
Buna karşılık Aydın’ın Didim ilçesinin CHP’li Belediye Başkanı Ahmet Deniz
Atabay, “kutlama yapmak için birkaç arkadaşı ile bir kadın ile âlem
yaptıklarını” açıklamasına rağmen, partisinden ve parti tabanından bir tepki
almıyor. O taban, mağdur olan kadına karşı bir suç işlendiği için Atabay’a bir
tepki göstermiyor. Fakat görüşünü açıkladığı için Ali Edizer’in görevden
alınmasına karşılık, Atabay görevinden alınmıyor, Didim’deki işlerine, âlemlerine
devam ediyor...
Atabay örneğinde görüldüğü gibi, Kemalist olmak, hemen her çeşit suç için
bir çeşit koruma zırhı sağlıyor.
“Milât’tan sonra” 2020’de Türkiye’deki Medenî Kanun hakkında görüş
açıklayan Ali Edizer, görevinden alındı. Ama birkaç arkadaşı ile birlikte bir
kadınla toplu âlem yaptığını açıklayan Atabay, Didem’de görevine devam ediyor.
Ali Edizer “çok eşliliği” savunan görüşlerinden dolayı kadın haklarına karşı
suç işlemiş sayılıyor, ama kadınla âlem yaptığını açıklama küstahlığını
gösteren Didim Belediye Başkanı’nın bu çirkin eylemi, kadın haklarına karşı
toplu hâlde işlenmiş bir suç sayılmıyor!
Türkiye’de bu durumda adâletin ve düşünce özgürlüğünün varlığını,
vatandaşın eşitliğini, hukuk kurallarının herkese eşit bir şekilde
uygulandığını kim iddia edebilir? Hukuk ve ahlâk kuralları bazıları için
geçerli iken bazıları için geçerli olmuyor. Türkiye’de temel sorun budur! Tuzun
koktuğunu gösteren ibretlik bir örnektir bu!