
BİR toplumda başat değerler vardır. Bunlardan bazıları adâlet, hak, hukuk, ahlâktır. Bu değerler interaktif bir şekilde birbirlerini etkiler. Bunların herhangi birinde meydana gelecek bir bozulma, çözülme veya zaafiyet, diğerlerini de olumsuz bir şekilde etkileyecek ve tetikleyecektir. Bu değerlerden bir tanesi de emektir.
“Emek kutsaldır” diye bir söz vardır. Kutsal mıdır, değil midir bilmem ama gerçekten emek son derece önemli ve değerlidir.
Emek o kadar önemli ve değerlidir ki Allah herkesin emeğine saygı göstermiş ve “İnsan için sadece emeğinin karşılığı vardır” demiştir. Gelin görün ki, paradoksal bir şekilde en fazla emek sömürüsü yapılan, emeğe değer verilmeyen, saygı duyulmayan ülkeler arasında İslâm ülkeleri de vardır ve belki de Müslüman toplumlarda bu durum çok daha yaygındır. Bunu anlamak ve teyit etmek için insanların etraflarına ve birbirleriyle olan muamelâtlarına bakmaları yeterli olacaktır.
Emek, alın teri ve göz nurudur. Emekte çalışma, fedakârlık, ferâgat, mesâi, amel-i sâlih, üretim ve helâl kazanç vardır. Onun için emek, hakkı kolay kolay ödeşilmez olan başat bir değerdir.
İşte bundan dolayı Allah dinleri, imanları, inançları ne olursa olsun insanların emeğine saygı göstermiştir. Ne var ki, Kendine iman ettiği hâlde çalışmayan, üretmeyen, üretilen emeğe saygı duymayan, insanlığa faydalı işler yapmayan toplumlara da hiç değer vermemiştir. Bugün İslâm ve Batılı toplumların durumlarına bakılırsa mezkûr hakikat çarpıcı bir şekilde anlaşılacaktır.
Allah, mutlak adâleti gereği, kim olursa olsun, çalışanın emeğine saygı gösterirken inançlı ve Müslüman olduğunu iddia eden insanlar ise hem emeğe gereken değeri vermemekte, hem de emek sömürüsü yaparak insanların emeğini çalmakta ve gereken saygıyı da göstermemektedirler.
Hâl böyle olunca, çalışan ve emeğe gereken değeri veren toplumlar ileri gitmekte -ki bunlar gayrimüslim ve ateist dahi olsalar-, vermeyen toplumlar ise geri kalmakta -ki bunlar Müslim dahi olsalar- ve rezil-i rüsvâ olmaktadırlar. Dolayısıyla böyle toplumlarda ilim, bilim, teknoloji ve inovasyon gelişememekte, gelişen ülkelere de muhtaç olunmaktadır.
Hâlbuki bizde çalışmak, emek sarf etmek, üretim yapmak, ilim tahsil etmek ve emeğe saygı göstermek farzdır. Şu güzel sözler de bunu teyit eder: “İki günü birbirine eşit olan zarardadır.” “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.” “Emek kutsaldır.” “İşçinin alın teri kurumadan ücretini veriniz.”
Dolayısıyla bu, paradoksal bir durumdur. Yâni Kitap (Kur’ân), Kitap’taki emirler, söylenmiş güzel sözler ortada dururken maalesef bunun yanında söz vardır ama eylem (fiil, çalışma, emek, emeğe saygı) yoktur. Eylem olmayınca da sözün pek kıymet-i harbiyesi kalmıyor hâliyle. Vaktaki bu durum insanlar için geçerlidir. İşte bizim açmazımız, çıkmazımız ve hazin hikâyemiz budur. Bu bakımdan bu güzel sözler bir türlü kuvveden fiile dönüşemiyor, hayatımıza taşınamıyor ve hayatımızı da inşâ edemiyor.
Müslüman toplumlar emeğe gereken değeri vermediği gibi, onları yöneten yöneticiler yâni Devlet de emeğe gereken değeri vermiyor. Verseler, memleket hiç bu hâle gelir miydi? Ya da ilim, bilim, düşünce ve tefekkür dünyamız hiç bu kadar fakir ve çorak olur muydu?
Pek tabiî ki Devletimiz birçok alanda güzel yatırımlar yapıyor. İnsanların hayatını, yaşamını kolaylaştırmak için modern yollar, köprüler, havalimanları, barajlar, hastaneler inşâ ediyor. Muazzam dijital dönüşümler ve buna benzer hizmetler gerçekleştiriliyor.
Ancak, fizikî alanlara yapılan bu yatırımların ya da masrafların binde biri, bu ülkenin geçmişte olduğu gibi lider bir ülke olabilmesi için âlim, mütefekkir, münevver yetiştirilmesinde ve onların yetişebilmesi için mümbit ortamların hazırlanmasında sarf edilmiyor. Ve onların işlerinin kolaylaştırılmasında gereken özen ve hassasiyet gösterilmiyor.
Eğer böyle yapılmasaydı, şimdiye kadar dünya çapında nice bilim insanımız ve düşünürlerimiz yetişmez miydi? Batı’nın Oryantalistlere verdiği değere bir bakınız ve devletlerinin onlara sağladığı imkânları bir düşününüz. Bizimkiyle mukayese dahi edilmez. Unutulmasın ki, “mârifet, iltifata tâbidir”. Tabiî ki bazı istisnalar vardır ama bu asla yeterli değildir ve sadra şifa da olmamaktadır.
Hele siz hiç düşünebiliyor musunuz bir ülkede kitap yazan, makale yazan bir yazar yazdığını yayınlatmak için yayınevine para verecek? Böyle bir şey olabilir mi? Ama oluyor işte. Bu ülkenin adı ne, biliyor musunuz? Türkiye... Böyle bir ülkede hiç düşünce, ilim, bilim hayatı gelişir mi? Zâten düşünürler, yazarlar ve akademisyenler zar zor geçiniyorlar. Ama buna karşılık birileri deveyi hamutuyla yutuyor. Ne yazık ki bu, çok haksız ve adâletsiz bir durumdur ve emeğe yapılan büyük bir saygısızlıktır.
Zâten bu ülkede Devlet dâhil herkes birbirinin emeğini sömürmüyor mu? Müslüman olduğunu iddia eden bir topluma bunlar hiç yakışıyor mu?
Yeryüzünde bu durumda olan kaç medenî ülke vardır acaba?
Yine unutulmasın ki, düşünürler, yazarlar, akademisyenler bir ülkenin lokomotifi mesâbesindedir ve edindikleri bilgilere tüm ömürlerini harcamışlardır. Ama maalesef hak ettikleri değeri ve saygıyı ne Devlet’ten, ne de bu toplumdan görmektedirler. Bu anlaşılmaz bir durumdur.
Yayınevlerinin durumu da ayrı bir hicrandır. Ayakta kalabilmek için ne fedâkârlıklar yapıyorlar. Hâlbuki Devlet çeşitli açılardan bunları teşvik ve sübvanse edebilir. Ama Devletimiz, sağ olsun, lüzumsuz olarak nerelere para harcamıyor ve bu toplumun değer yargılarına aykırı iş yapan nice kişi, grup ve kurumları desteklemiyor ki…
Bu da ayrı bir hicran konusu maalesef!