Memlekete kastımız mı var?

Yirmi yıllık icraatın yaptığı hizmetleri Erdoğan bile bir çırpıda sayamaz, hepsini hafızasında tutmanın imkânı yok. Seçmenler önümüzdeki seçimde sandığa giderken “Bu defa da Kılıçdaroğlu’nu deneyelim” demeliymiş. Neyini deneyelim? Bu ülke deneme tahtası mı? Milletin kaderiyle oyun mu oynayacağız? Denemeye değmez.

BAZI kişiler yıllardır kullandıkları aracın bir kısım özelliklerini satarken öğrenir.

“Vay be, bu da varmış” derler.

Az sonra müşteri olan kişi arabanın sağını solunu kurcalarken, bir başka özelliğine dikkat çekince, “Vay be, bu da mı varmış?” gelir.

Satarken vay çekmenin faydası yok. Hele a’yı uzatmak tamamen lüzumsuz.

Şimdilerde Kemal Bey’e bakınca bu sahneye benzer bir durum görünüyor.

“Hazret ne zamandır o koltukta?” diye hafızamı yokladım, sadece yılını hatırlayabildim.

Gün ve ay yok. Çok da mühim değil ama tam olarak şöyle olduğu kayıtlardan bir saniyede çıktı:

“22 Mayıs 2010 tarihinde yapılan 33’üncü Olağan CHP Kurultayı’nda, bin 249 delegeden bin 200’ünün imzasını alarak ve tek aday olarak girdiği kurultayda geçerli bin 189 oyun tamamını alarak CHP’nin 7’nci genel başkanı oldu.”

49 delege imza vermemiş veya gerek görülmeyip istenmemiş.

İmza verenlerin de 11 tanesi oy vermemiş. Onların kimler olduğunu tespit etmiş ve hesabını sormuştur herhâlde.

Bizim niyetimiz on iki buçuk senelik ayrıntıya dikkat çekmek değil.

Bunca zamandır kaç seçim yapıldı, kaç defa sandık milletin önüne geldi, hiçbirinden “kazanan” sıfatıyla çıkmadı.

(Zaten sıfatına bakan, çıkamayacağını tahmin eder.)

Neredeyse her yıla bir defa sandık denk geliyor. Referandum, yerel seçim, genel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi…

Kemal Bey, hep kaybeden, hep ikinci.

Son yerel seçimde büyük şehir belediyelerini HDP ve İP desteğiyle CHP adaylarının kazanmış olması takdir edilebilir fakat o seçimin ülke genelindeki oy oranlarına bakıldığında durum yine aynı: İkincilik.

Elinde tuttuğu “dünya yenilgi rekoru”na rağmen hâlâ koltuğunu koruyabilmesi ise büyük bir başarı. “Koltuk koruma rekoru” da denilebilir.

Başka bir ülkede benzerini bulamazsınız. Bir, bilemediysek iki seçimde yenilgiye uğrayan basar istifayı, kenara çekilir.

Öyle bir niyet taşımıyorsa bile, partinin içi fokur fokur kaynar ve önüne konulan istifa belgesine sadece imza atmak düşer payına.

Burada öyle bir durum asla yaşanmadı. Parti içi kaynasa bile ocağın ateşini kısmayı bildi. Bakın, bu da bir başarıdır. Rakip olan ve olabilecek herkesin defterini dürünce, delegeleri hizaya sokup mesafeyi de kontrol edince, problem kendiliğinden çözülüveriyor.

Şapkadan tavşan çıkarmaya ne gerek var? Böylesi daha büyük sihirbazlık.

Bu imajinasyon üzerinden devam edecek olursak, Kemal Bey’in yaptığı, tavşandan şapka çıkarmak sayılır.

Bütün bu başarılar, bütün bu numaralar, iktidara gelmek için yeterli olmuyor tabiî. Sadece partideki genel başkanlık koltuğunu korumaya yarıyor.

*

Genel seçimlerden bir türlü galip çıkamadı. Referandumlardan istediği sonucu alamadı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise aday olmaya bile cesaret edemedi. Başkalarını aday gösterdi.

“Ekmeleddin Bey” ile “Gel bakalım Muharrem” tecrübeleri hatırımızda hâlâ. Bir de Gül’ü aday gösterme çabası, hevesi, arzusu…

İtiraz yüksek sesle ve şiddetle geldiği için aday gösteremedi.

Şimdi ne oldu da birden oraya göz dikti?

Hangi yeteneği keşfedildi?

Arada gizli gizli açık öğretimde okuyup bir fakülte mi bitirdi yoksa?

On iki buçuk senedir kullandığı arabanın yeni bir özelliğini keşfeden adamın durumuna benzedi bu iş.

Vay be, bu da mı varmış?

Bunca sene sonra cumhurbaşkanı olup ülkeyi yönetecek yeteneği mi ortaya çıktı?

“Adayımıza Altılı Masa’daki liderler karar verecek” deyip uzun zamandır hep kendini dayatıyor.

Doğrusu, masadaki en büyük partinin başındaki kişi olarak hakkıdır ama “Bunca senedir niye o cesareti gösteremedi?” diye de düşünüyor insan.

Kaç aydan bu yana hep tekil konuşuyor.

“Ben yaparım”, “Ben ederim”, “Ben gelince şöyle yapacağım, böyle yapacağım”…

İyi ki adaylığı açıklanmadı!

En son Sivas’ta bir televizyonda görüldü.

Haber şöyle:

“Kılıçdaroğlu, ‘Bir de Kılıçdaroğlu’nu deneyelim denmeli’ dedi.”

Konuk olduğu televizyonda söyledi ama bu sözlerinin bütün ülke kanallarına ve gazetelerine yansıyacağını elbette biliyordu.

“Deneyelim” denmeliymiş.

Niye?

Memlekete kastımız mı var? Zorumuz ne? Mazoşist miyiz? Kendimize acı çektirmekten, sıkıntıya sokmaktan haz mı alacağız?

ABD ile iyi geçinmek adına manda peşine mi düşeceğiz?

Denersek ne olacağını biliyoruz.

Bütün projeleri durduracağını evvelce bizzat açıklamıştı. Müteahhitlere ödeme yapmayacağını söyleyip yatırımcıları tehdit etmişti.

Şaka diye algılamadı hiç kimse. Ne kadar ciddî olduğu belli.

Şimdiki iktidar ne yaptıysa, tersine çevirecek.

Yurt dışı operasyonlara “Hayır” oyu verdiklerini unutmadık. Akdeniz’deki haklarımızdan nasıl bir kalemde vazgeçileceğini adımızdan iyi biliyoruz.

Dahasını saymaya gerek yok.

Zaten saymaya kalksak sayfalar dar gelir.

Yirmi yıllık icraatın yaptığı hizmetleri Erdoğan bile bir çırpıda sayamaz, hepsini hafızasında tutmanın imkânı yok.

Seçmenler önümüzdeki seçimde sandığa giderken “Bu defa da Kılıçdaroğlu’nu deneyelim” demeliymiş.

Neyini deneyelim?

Bu ülke deneme tahtası mı? Milletin kaderiyle oyun mu oynayacağız?

Denemeye değmez.

Selçuk Ural’ın yıllar öncesinde kalan bir şarkısı vardı. Yüz defa “Güle güle sana, yolun açık olsun” diyordu.

Biz de seçim zamanı öyle diyeceğiz: “Git yat, biraz dinlen, toparlan…”

Zira evdeki bulgurdan da olacak seçimden sonra.