TARİHİN bağrına gömülen ve uğurlanan çok farklı şeyler vardır. Kimisi gururla, kimisi dehşetle ve kimisi de mektup gibi hüzünle uğurlanır.
Dünyanın neresi olursa olsun bir kişiye ulaşmak ve bir not bırakmak, teknoloji sayesinde saniyeler içinde gerçekleşiyor. İstisnaları geçersek teknolojinin bu kadar hızla ilettiği mesajların kalitesinin elimize ayda bir geçen o bir sayfalık mektup metinlerinin yerini asla tutamayacağından eminim.
Bu tersine orantıya sebepler nedir acaba? Mesafeler kısaldı ama kelimeler ve estetik kayboldu. Ters orantı, değil mi?
Bu yazı ile kendimce bir kıyaslamaya gideceğim elbet ama çevre denen unsurun yansıttıkları da oldukça net sonuçlar gösteriyor zaten. Hemen bir örnek vermem gerekirse, birçoğumuzun başına gelen bir durum olarak cuma mesajları olayı bize çok şey anlatır. Bazı kesimlerce adet ve alışkanlık gereği, ister samimi duygular ile olsun isterse de kendini zorunlu hissetsin tek iletişim yolu olarak kullanılmaktadır. Cumadan cumaya çoğu da kopya paylaşımlar olan bu mesajlar ile önce ekranda sonra da kısa süreliğine zihinde belli isimlere dair bir etkileşim oluşturur ve o iş orada kalır, bu kişilerin başka bir bağlantı kurmasına gerek kalmaz. Cumanın sıcaklığını kullanmak suretiyle aslında çok soğuk bir iletişim gerçekleştirilmiş olur. Düşünsenize, hazır bir resim üzerine yazılmış not, milyonlarca insan tarafından birbirine bir iletişim kurma aracı olarak iletilmekte. Emek yok, kişiye ait özel hiçbir bilgi yok, taraflar burada gerçekten ne amaçlamaktadır, anlamış değilim.
Mektup, bir kâğıt üzerindeki metin olmanın ötesinde değerler bütünüydü, içinde çok şey vardı. El işçiliği vardı mesela… İnsanın el yazısı bozuk olabilir ama kişiler öyle özenle çalışırdı ki o bozukluk bile bir değer katardı. Kâğıdın temini, kalemin hazırlanması, mektup yazımı için uygun mekân ve uygun ruh hâlinin beklenmesi, kelime seçimi ve sonrasında muhatabına göre eklenen süsleme işleri... Ne kadar özlediğimi anlatamam. Bu özlemimi gidermek adına bu yazıyı kaleme almak istedim. Umarım yayın kurulu da yazımı kabul eder de özlemimi sizlerle paylaşma imkânı bulabilirim. Burada büyüklere fazla ulaşabileceğimi sanmıyorum ama gençler ve çocuklar beni anlayacaktır. Okumak nasıl ki faydası, değeri ve önemi tartışılmaz bir konuysa, yazmak da o derece hassas bir konudur ve yazmak okumanın kanıtıdır. Okurluğu ruhuna işlemiş bir kitap kurdu, kendini dünyaya yazılar ile tanıtır. İçinde biriken taşkın nehirleri kendine saklamaz, onu paylaşabilmek için kelimelerden yapabileceği en güzel yolu yapmaya çalışır.
Cep telefonu iletilen mesajların büyük bir çoğunluğunda gerekli özen ve içtenlik sağlanamıyor. Düz bir asfalt yoldan farksız. Oysa bir mektup, güzel bir tablo olabiliyordu. Kalbimizin klavye ile arasının çok da iyi olduğunu düşünmüyorum. Oysa kalp eline bir kalem aldı mı, bir kâğıt buldu mu bambaşka bir evrene geçiyordu sanki.
Mektup iletişimin en zarif hâliydi
Teknolojinin muhakkak etkileri olacaktı, her istediğinizde iletişim kurabildiğimiz bir dünyada mektup değerini kaybedecekti elbet. Okullarda özellikle ilkokul sürecinde Türkçe derslerinde az da olsa işlenmeye devam eden mektubun eğitim sisteminde biraz daha geniş bir alanda yer edinmesini dilerdim. Eğitim sisteminin bir amacının da her bir çocuğu ayrı ayrı tahlil etmesi gerekliliği olduğuna inanırım. Genelde eğitim sistemi bilgi ve yetenek aktarımı üzerine kurulmaya çalışıyor. Oysa önce her bir öğrenci tek tek çözümlenmeli, her bir ruha ve kalbe ulaşıp dokunulabilmeli, yetenek ve kapasitesi masaya yatırılıp, bir taraftan benliği sağlam tuğlarla örülürken diğer taraftan hayat yolculuğunda kendisine lazım olacak bilgi ve becerileri doğru şekilde içine yerleştirilebilmelidir. Bu kapsamda diğer unsurlar yanında çocuklar iyi birer ve okur ve yazar olarak da gerekli alt yapıya kavuşturulabilmelidir. Okuduğunu anlayabilen, içindekini doğru, etkin ve güzel bir şekilde yazıya dökebilen bir zihin, geri kalan şeylerde zorlanmayacaktır. Mektuplar bu aşamada duygu ve düşüncelerin estetikliğinin gelişimi ve tahlili açısından çok faydalı bir araç olacaktır diye düşünüyorum.

Kalem çok güzel bir araç. Kaç defter bitirdim, sayamadım. Kimisini şiirler, kimisini denemeler, kimisini anılar için kullandım, kimisini ise alıntılar için kullandım. Nihayetinde yazmayı çok sevdim. Ne hikmettir bilemiyorum, bir türlü usta olamadım, uzun yıllardır bulunduğum basamağın bir üstüne çıkamadım ama vazgeçmek diye bir şey de aklıma gelmedi. En çok mektubu sevmiştim ama insan etrafında göremediği, desteğini bulamadığı bir şeyi uzun süre yaşatamıyor. Bu açıdan hüzünlüyüz tabii...
Anında iletişim kurabileceğimiz bir dünya da neden mektup yazalım?
Herkes yazar olamaz elbet ve herkes birer kitap çıkarmalı diye de bir mecburiyet veya gereklilik de yok, olsa iyi olurdu tabii ama en azından birer ikişer sayfalık metinlerimiz olsa iyi olmaz mı? Elektronik ortamdan uzakta el ve zihin işçiliğinin beraberce ortaya çıkaracağı bu küçük eserlerin bize ve çevremize yapabileceği katkıları küçümsememek, tam tersine ciddiye alıp bu konuda araştırma, tez ve eğitim çalışmaları yapmak önemli olacaktır diye düşünüyorum.
Zihin teknolojiden uzakta biraz daha rahat çalışır. Yazma eylemi, zihnin en sevdiği gıdalardandır. Hani bazı besinler olur, az bulunup değerli olan… Saf bal ürünleri gibi, bazı meyve çeşitleri ve yine nadir bulunan deniz ürünleri gibi… Bu ürünler olmadan da insan yaşayabilir tabii orası ayrı, aynı şekilde insan da yazmadan da yaşayabilir ama yazmak, az kişinin cesaret edebildiği değerli bir olgudur. Onun değerini yazarlık ruhuna işlemiş olanlar çok iyi bilir ve şöyle derler: “Yazmak nefes almak gibi, yazmazsam yaşayamam…” Evet yazmadan da yaşanır lakin yazmak insanı besleyen çok özel bir besindir. Yapılacak şey çok basit aslında; olduğu kadar, bir eser çıkarma stresinden uzakta, -ne yaşadın, ne yaşamak isterdin, insanlara ve yaşama ne mesaj vermek isterdin- arada bunları kendine ve çevrene ifade etmeye çalışsan yeter.
Zamanımız sözlü iletişimlerine bakıldığında dehşete kapılmamak elde değil. Daha ortaokul çağındaki çocukların dillerinde kullandıkları dil, dil değil, çirkin bir karalama. Bir orman katliamı gibi tek tek kelimeler budanıyor. Dil ortadan kalktıkça insan hem kendine hem çevresine uzaklaşıyor. Kendi yaşadığım günlük deneyimlerde dahi okumak ve dil üzerine belli bir yetkinliğe kavuşmamış kişilerle iletişim kurmanın ve bir konu üzerinde sağlıklı bir sonuca varmanın ne kadar güçleştiğini görüyorum. Nesillerin birbiriyle, öğretmenin öğrencisiyle, okuyanın okumayanla, yazanın yazmayan ile arasındaki mesafe ve kopukluk hiç olmadığı kadar arttı ve artmaya devam ediyor. Burada her okuyan ve yazanı bilge ve iyi birisi olarak nitelendirmiyoruz elbette. Derdimiz okumak ve yazmaktan uzaklaşmakta olan zihinlerin geçirdiği korkutucu evrimi ele almak. Önceleri farklı duygular, faklı düşünce ve durumlar için kullanılan kelime sayısı daha fazla iken artık bu sayı hızla düşüyor. Üzüntülerimizi, sevinç ve kızgınlıklarımızı her bir durum için ayrı ayrı kelimeler ile ifade etmek yerine birkaç kelime ile kapatıyoruz. Kupkuru bir dal uzatıp canlılık beklemek gibi bir şey oluyor.
İdareci olsaydım mektubun teknolojinin karşısında boynu bükük durmasına müsaade etmezdim
Tekrar mektup konusuna dönersem, özellikle okul çağındaki çocukların dil becerilerini geliştirmek, birbirleri ile olan iletişimlerini sağlıklı bir sürece oturtmak ve yazma becerilerini geliştirmek adına mektup yazımı çok önemli görevler üstlenebilir. Ben idareci olsa idim mektubun genel anlamda teknolojinin karşısında bu kadar boynu bükük durmasına müsaade etmezdim. Cep telefonu, tablet ve sosyal medya hayatımıza o kadar hızlı girdi ki, bir nesil, doğduğu an da bu teknolojiyi kucağında buldu. İyi bir savunma olmadan böylesi bir işgale durmak, takdir edersiniz ki mümkün değildi. Hep beraber akıntıda kaybolduk, bu akıntı bizden çok şey götürmeye devam ediyor. Teknolojinin ve sosyal medyanın iyi yanları da var, diyerek kendimizi daha ne kadar avutacağız? Teknolojiyi yok etmekten bahsetmiyoruz burada, derdimiz, kendimizi kazanmak, zihinlerin işgaline dur demek ve ne olduğun farkına varmak...
Meselâ bu tür konular mektuplarımızda işleyebileceğimiz önemli konular. Yüz yüze görüşsek, cep telefonundan mesaj ile ya da bilgisayardan mail olarak atsak olmaz mı diyeceksiniz. Olur elbet lakin adınıza gelecek bir posta, postadan çıkan bir mektup, o mektubu alıp bir köşede merakla okumanın yerini tutmaz. E postalar ve kısa mesajlar işin kolay yolu ve inanın klavye kullanırken kalp, zihin ve tuşlara basan parmaklar arındaki iletişim ile kalem ve kâğıt ile kalp arasındaki bağ bambaşka. Diğer bir durum yine anlık iletişimlerde anlık düşünce ve duygular sağlıklı bir iletişim sağlamayabilir. Oysa üzerinde çalışılmış bir mesaj, bir mektup çok daha anlamlı ve etkili olacaktır. İnsanların çok az kısmı anlık iletişimde başarılı olabilir ve bunun için iyi bir donanıma ihtiyaç vardır. Doğuştan yetenekli insanlarda var tabii, her konuda olduğu gibi, iletişimin de dâhileri olacak elbette ama bu durum istisna.
Mektup üreten insan, gönlü zengin insandır
Benim hayallerimden birisi de hazır olduğumda on beş dakikalık bir TED konuşması yapmak. On beş dakikalık konuşma için yıllarımı veriyorum ve belki daha da vermeye devam edeceğim. -On beş dakika için otuz yıl emek…- Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Mektup bir üretkenlik ürünüdür; üreten insan, gönlü zengin insandır. Üretmeyen tüketir, tüketmeyi alışkanlık hâline getiren bir kişinin esas tükettiği şey kendisidir. İletişim yaşamımızın kaçınılmaz bir parçası, aman “Ne olacak benim kime ne dediğimden, kime ne yazdığımdan?” düşüncesine sahip olmuşsa bir insan veya bir toplum, orada büyük bir kayıp var demektir.
Şahsi olarak ben, yazacak birini bulamadığımda aile fertlerime mektup yazıyorum. Bu yazı vesilesi ile uzun süredir kimseye mektup yazmadığımı fark ettim, ilk işlerimden birisi kim olursa olsun bir mektup yazmak olacak. Okurlarımdan dileyen olursa yazacağım mektubu seve seve kendileriyle de paylaşmak isterim. Bu talepte olabilecek okurumun yapması gereken tek şey “sevgi.akif@hotmail.com” adresine bir mail atması ya da mümkünse bir mektup göndermesi… Mektup gönderen okuruma en kısa sürede benden de bir mektup ulaşacağından emin olabilirsiniz.
Bu vesile ile ilk önce taratarak veya resmini çekerek e posta ile mektuplaşma kampanyamızı başlatmış oluruz. Açık adrese mektup, zamanımızda bazı kesimlerce güvenlik nedeni ile uygun görülemeyebilir. Amaç kalp, kalem ve kâğıdın buluşması, sonrasında çıkan ürünü ne yapacağı kişinin kendisine kalmış.
Çevremle imkân dahilinde kurduğum diyaloglarda kitap okuma, yazı, sanat ve egzersizin faydaları ve gereklilikleri konusunda bilgi, düşünce ve duygularımı paylaşmaya çalışıyorum. Zaman değerli bir sermaye, insana ve topluma faydası olmayan içeriği boş konuşmalardan ya da zaten bütün gün medyanın bağırıp çağırdığı gündemden uzak durmaya çalışıyorum. Araştırılacak, okunacak, yazılabilecek ve konuşulabilecek çok şey varken fotokopi makinesi gibi aynı şeyleri tekrar tekrar çoğaltmaya gerek yok.

Yeni nesle sesleniyorum, bir kere ruhunu yakalarsanız bu işin peşini bırakamazsınız
Temennim, ilk aşamada okullarda mektubun uygulama olarak etkinliğinin artması. Okumayı ve yazmayı seven bir nesil kazanmak, geleceğimizi kazanmaktır. Her yazımda idarecilere de ayrıca seslenmek adetim oldu. Bu çerçevede mektup konusunda da talebimi iletmek isterim. Millî Eğitim Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın idaresinde ilgili paydaşlarla bu konuda çalışmalar yapılabilir. En güzel mektup temalı bir yarışma çok iyi gider meselâ. İdarecilerimizin toplumun okur ve yazarlığını üst seviyeye çekmek için çalışmalar yapması, bu konudaki çalışmalara destek vermesi büyük önem arz etmektedir. İnsana kazandırılacak her bir değer, ülkeye kazandırılacak bir zenginlik ve güç kaynağıdır. Bir ülke için savunma sanayi dışsal tehditler nedeniyle nasıl ki hayatî öneme sahip, aynı şekilde yitik ve harap iç dünyaların savunması için de kültürel savunma dinamiklerinin oluşturulması da o kadar acil ve önemlidir.
Bir mektup, hem bir yazı hem bir kitaptır aynı zamanda. Tadını yazan bilir; hem yazar, hem okursun. Sonra süslersin. Yeni nesle sesleniyorum, bir kere ruhunu yakalarsanız bu işin peşini bırakamazsınız. Benliğimde çok derin bir izi vardır ve bu yazıyı yazdıran da bu derin bağdır. Özlemimi dile getiriyorum aslında bu satırlarda. Sadece ben, sadece birkaç kişi yazmasın, sadece okullarda bir ders konusu olarak kalmasın diye yazıyorum. Yazmak sadece ekran ve klavye ikilisine kalmasın, kalem küsmesin diye dertleniyorum…
Kalem çok güzel bir araç. Bu aracı yaratıp kullanmamızı sağlayan Rabbime sonsuz hamd ve şükr olsun; sonrasında kalemimizi yaşamımızın bir parçası hâline getirmede kimlerin emeği varsa hepsinden Allah razı olsun. Kaç defter bitirdim, sayamadım. Kimisini şiirler, kimisini denemeler, kimisini anılar için kullandım, kimisini ise alıntılar için kullandım. Nihayetinde yazmayı çok sevdim. Ne hikmettir bilemiyorum, bir türlü usta olamadım, uzun yıllardır bulunduğum basamağın bir üstüne çıkamadım ama vazgeçmek diye bir şey de aklıma gelmedi. En çok mektubu sevmiştim ama insan etrafında göremediği, desteğini bulamadığı bir şeyi uzun süre yaşatamıyor. Bu açıdan hüzünlüyüz tabii...
Bu düşünce ve duygularla yazıma burada son verirken dileğim, kitaplara ve kaleme aşık gönüllerin çoğalmasıdır. Sağlıcakla kalın…



