Mehmed Âkif ve Safahât

Bir milletin yükselmesi ve ilerlemesi için iki büyük kudret vardır: İlim ve faziletli olmak… Âkif her fırsatta etrafındakilere ve gençliğe bu ikbâl ve saadet yolunu her daim göstermiştir. İşte, Mehmed Âkif Ersoy’un büyüklüğü buradadır!

“SAFAHÂT”, memleket dâvâları üzerine kafa yoranları, cemiyetimizde görülen gerilikleri, eksiklikleri, kusurları bir ayna gibi yansıtan, ülkemizin kalkınması ve felâketlerden kurtulması için yol gösteren şahâne bir manzum eserdir. Bugün dahi hâlletmeye çalıştığımız memleket meselelerimizin, problemlerimizin birçoğu bu şahâne kitapta dile getirilmiştir.

Yurdumuzun ve milletimizin meselelerini ve dertlerini Âkif kadar canlı, tâze, kuvvetli bir tarzda anlatabilen ve bunlara tedbirler, çareler düşünen başka kaç şâirimiz olmuştur acaba?

Mehmed Âkif yalnızca yaşadığı devri değil, yarının problemlerine de ışık tutabildiği için büyüklüğünü ve önemini daima muhafaza etmiştir, edecektir.

Âkif, konularını içinde yaşadığı ortam ve şartlardan seçen toplumcu bir şâir, bir fikir adamıdır. O sanatı sanat için değil, toplum için bir vasıta olarak kullanmıştır. Denilebilir ki, “Safahât, Âkif’in idealist, vatansever, imanlı ve eşsiz bir karakter taşıyan sesleriyle doludur”.

Mehmed Âkif’te iman ile vatanseverlik âdeta iç içedir. Bütün arzusu tembel ve geri kalmış, her türlü ilerlemeden mahrum olan İslâm dünyasını uyandırmak, Avrupa memleketleri seviyesine çıkarmaktır. O, “Kur’ân’dan alıp ilhamı, asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı” diyebilecek kadar müstesnâ ve ileri görüşlü bir şâirdir.

Âkif, ahlâkı ve karakteri itibariyle bugünkü Türk gençliğine ideâl bir örnek olarak gösterilen sıra dışı bir insandır. O, inandığı dâvâyı sonuna kadar savunur, hiç kimseye dalkavukluk yapmazdı: “Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim/ İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim.”

Âkif, kendi şahsî üzüntülerini asla dile getirmemiştir. Ne söylemişse milletimiz için söylemiştir. Toplumdaki yaraları dile getirmekle kalmaz, onlara ne şekilde çâre bulunacağını da göstermiştir.

Memleketin içine düştüğü bunca kötü durumdan kurtulmanın ve muasır medeniyet seviyesine yükselmenin şart olduğuna inanır. Hem kendi milletimizin, hem de başka ülkelerde yaşayan Türklerin ve Müslümanların geri kalmışlıktan kurtulmalarını, kalkınıp ileriye gitmelerini ister. İyi ahlâk sahibi olmamızı, çalışmamızı, üç yüz yıllık ilmî gerilememizi ancak bu şekilde telâfi edebileceğimizi ifâde eder. Yirminci asrı “ilimler asrı” olarak vasıflandırır ve bizim de bu asra ayak uydurmamızı tavsiye eder. Hurâfelik, taassup gibi dinimizin asıl kaynağıyla yakından uzaktan alâkası olmayan bâtıl itikadlara şiddetle karşı çıkar. İslâmiyet’in beşeriyetle beraber yürümesi gerektiğini anlatır.

Mehmed Âkif’e göre memleket, harap ve bakımsız bir hâlde idi. Halk, câhil ve uyanık olmadığından sefil ve fakir bir hayat yaşıyordu. Ahlâk iyice bozulmuştu. Halk azmini kaybetmiş, gaflet ve şaşkınlık içinde bulunuyordu. Millette birlik ve beraberlik yoktu. Her biri bir türlü düşünen çeşitli zümreler türemişti. Halk ile aydınlar arasında büyük bir mesafe vardı. Aydın tabaka halkla ilişkisini kesmiş, yanlış bir yol takip ediyordu. İnsanlar çalışmıyor, tevekkülü yanlış anlıyorlardı. Bütün işleri Allah’a havâle edip kahvehâne köşelerinde tembel tembel vakit harcıyorlardı. Âkif’e göre memleketi kalkındırmak, bulunduğu noktadan en yüksek seviyeye çıkarmak için halkı asırlarca süren uykusundan uyandırmak gerekiyordu.

Millî birlik ve beraberlik teşkil edip azimle çalışmak ve milletin gayretlerini bir noktada toplamak lâzımdı. İleri bir toplum olabilmek için eğitime önem vermek ve bu konuda büyük rol oynayabilecek ilkokullara ilgi göstermek gerekirdi. Ancak bu metodla ilim ve fende Avrupa seviyesine erişebileceğimize inanıyordu. Memleket mektepler, fabrikalar, ticarethanelerle süsleneceği yerde kahvehâne ve meyhânelerle dolmuştu.

Maddî alandaki durumumuz bu hâlde iken, mânevî sahadaki manzaramızı da Âkif şöyle resmetmek istiyordu: Türk milleti özü sözü sağlam, merhametli, faziletli, mert ve dürüst, vazifeşinas insanlardan mürekkep, aynı zamanda da hamiyetli, yüksek vasıflı ve ahlâklı bir millet hâline gelmelidir. Zenginler memleket ve millet meseleleriyle yakından ilgilenmelidirler. Aydınlar ile halk arasındaki mesafe kapanmalı ve halka ışık tutacak yol gösterilmelidir. Milletin aslî uzviyetinden olmayan ve başka milletleri kopya eden taklitçilikten vazgeçilmelidir. Halkın ruhundan ve benliğinden neşet eden gelenek ve âdetler muhafaza edilmeli ve mazisine saygı gösterilmelidir.

Bir milletin yükselmesi ve ilerlemesi için iki büyük kudret vardır: İlim ve faziletli olmak… Âkif her fırsatta etrafındakilere ve gençliğe bu ikbâl ve saadet yolunu her daim göstermiştir. İşte, Mehmed Âkif Ersoy’un büyüklüğü buradadır!