MEHMED Akif’in penceresinden eğitime bakmak için öncelikle
yaşadığı dönemi, dönemin olaylarını, olayların kahramanlarını, niçin ve
nedenlerinin bilinmesi gerekmektedir. Aksi takdirde sağlıklı bir sonuca
varılamaz.
Akif, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın ilk yarısında
yaşamış çok yönlü bir insan. “Çok yönlü bir insan” diyorum, biraz sonra bunun
ne anlama geldiğini açıklamağa çalışacağım, önce dönemine göz atmakta yarar
var.
Büyük Medeniyet kurmuş, üç kıtada hüküm sürmüş Osmanlı
Devleti çöküş dönemini yaşamaktadır. Osmanlı, Balkanlar, Ortadoğu ve
Kafkaslardaki topraklarından geri çekilmek zorunda. Dakikalarla ifade edilecek
kısa sürelerde yeni yeni felaket haberleri alınmaktadır. Devleti yönetenler,
mücadelelerini düşmana karşı değil, padişaha karşı vermektedirler. İçte bir
birlik yerine bir ihtilaf fırtınası esmektedir. Milletimiz uçurum kenarında ama
tehlikeyi göremiyor, sade bir düzlükte yürüdüğünü zannediyor.
Her kafadan bir ses çıkıyor ve eli kalem tutan herkes
kurtuluş için bir reçete yazıyordu. Herkes kendi düşüncesinin doğruluğunu,
kendi düşüncesinin bir doktrin olduğunu ileri sürüyordu. Bir bakıma tam bir
düşünce hürriyeti, öte yandan bir düşünce anarşisiydi bu. Uzun sürmedi,
düşünceler berraklaştı ve yerlerini aldılar. Aşağı yukarı üç ana düşünce
belirdi: Her şeyi tam Batı’ya dönüşmede bulan Batıcılar, Türk ırkının ve
varlığının şuuruna varmayı temel kurtuluş prensibi sayan Türkçüler ve devletin
ve milletin kurtuluşunu İslam’a tam anlamı ile sarılmakta bulan İslamcılar. Akif,
İslamcı cereyanın tam ortasında buldu kendini.
Akif’in düşünce ve eylemini değerlendirirken, “Hangi
Akif?” sorusunun cevabını aramakta yarar var. Hangi Akif? Şair Mehmed Akif, şiirleriyle
bir milleti yok olmaktan kurtaran büyük şair. Hatip Mehmed Akif, milli
mücadelede hitabına mazhar olan toplulukları arkasından sürükleyen bir insan.
Sporcu Mehmed Akif güreşte, yüzmede ve koşmada emsallerinin en önünde. Düşünce
adamı Akif, dönemine ait en özgün düşünceleri kalemi ve sözleriyle yiğitçe,
korkusuzca ifade eden insan. Devlet ve siyaset adamı Akif, zira bir dönem milletvekilliği yapmış… Ahlak
abidesi, yaptıkları ile söyledikleri arasında milimetre aykırılık bulunmayan ender
insanlardan biri.
Akif’in taşıdığı unvan ve sıfatları ihtiva eden listeyi
uzatmak mümkün, ama onun en önemli ve en önde gelen ayırıcı vasfı, “eğitimciliği”dir.
O bir muallimdir. Sadece önüne oturan öğrenciye rihle-i tedrisinde bulunanları
değil, her yaştan ve her tabakadan insanı eğitmiş ve yol göstermiştir. Arkasında
bıraktığı eserleri ile hâlâ mürebbiliğini sürdürmektedir. Hak ve hakikatin
yolunu göstermiştir.
Akif üzere mürebbiye
Vefatının üzerinden yıllar geçti. Tarihçiler, 25 yılı
bir nesil kabul etmektedirler, Akif’in vefatının üzerinden üç nesil geçmiş
bulunmaktadır. Ama o hâlâ nesilleri eğitmeye, aydınlatmaya, mürebbilik görevini
yapmaya devam etmektedir.
Biraz önce onun muallimliğini değerlendirebilmek için
önce yaşadığı dönemi iyi bilmenin gerekliliğine işaret etmiştim. Ama en
önemlisi, hayatını ve bizim edebiyatımızın bir başyapıtı olan Safahat’ı iyi okumak,
anlamak lazım. Akif’in hayatı, yeni nesiller için başlı başına örnek alınması
gereken abidevî bir kişilik numunesidir. Akif, şiirleri, makaleleri, verdiği dersler
ve çevirdiği çağdaş İslam mütefekkirlerinin eserleriyle halkına ve aydınlara
gerçekleri anlatmaya çalıştı, İslam’dan kopmanın felaketlerini gösterdi, sefaletimizin
maddi ve manevi sebeplerini tespit ederek kurtuluşun yol haritasını çizdi ve gittikçe
resmiyet kazanan ve taraftar bulan Batıcı düşüncenin sık sık tenkidini yaptı.
“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” derken, o,
muallimliğinin bir gereğini yapıyordu. Üst üste gelen felaketler, Balkan
Savaşı, Birinci Cihan Harbi, şiir ve yazıları ile onu velut bir yazar
yapmıştır. Safahat, bir bakıma bu yıkıntıların safha safha anlatılışı,
duyuruluşu, yıkıntıların Akif’in ruhunda bıraktığı acı izlerin derinleşmesi,
toplanışı, tespit edilişidir. Safahat, sanki tarihimizin o dönemine ait acıklı
günlerin yaşanmış ve yapraklara geçirilmiş yas destanıdır.
Harp süresince kalemini kılıç gibi kullanmıştır. Hadiseler
onu bir mürebbi, bir muallim, bir ahlak abidesi haline getirmiştir. Kendini
şöyle ifade ediyor: “Hayır, hayal ile
yoktur benim alışverişim./ İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim./ Budur
benim en beğendiğim meslek,/ Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek.”
Devlet-i ebed müebbed Osmanlı’nın yıkılışına seyirci
kalmamıştır. Yıkımı durdurmak için çareler üretmektedir. Felakete karşı eğitimi
kullanarak çöküşü önlemeye çalışmaktadır. Mektep, muallim ve talebe üçlüsüne
bakışı bugün bile geçerliliğini korumaktadır. Öğretmenin, öğrenmenin, kısaca
mektebin temel niteliklerini anlatırken son derece titizdir. Sözlerinde bir
hikmet, kelimelerinde bir diriliş pırıltısı bulunmaktadır.
“Hülâsa, milletin efradı bilgiden mahrûm./ Unutmayın şunu lâkin zaman,
zaman-ı ulûm./ Zaman, zaman-ı ulûm olmasaydı böyle yine,/ -Kemal-i şevk ile
mâdem atılmışız dine-/ Zavallının yüzü yok cehle, anlaşılmadı mı?/ Demek ki
atmalıyız ilme doğru ilk adımı./ Mahalle mektebidir işte en birinci adım,/
Fakat bu hatveyi ilkin tasarlamak lazım.”
Akif, önce insanların bilgisizlikten kurtarılmasına işaret ediyor, zamanın bilgi çağı olduğuna parmak basıyor ve bilime, öğrenmeye teşvik ederek eğitimde işe mahalle mektebinden başlamanın ne kadar önemli olduğunu açıkça ifa ediyor, “Adım atarken önce iyi tasarlamak lazım” diyor.
Öğretmene ve öğretmeye bakışı
Hemen arkasından eğitimin aslî unsuru olan öğretmene
yöneliyor. Bir öğretmende bulunması gereken meziyet ve vasıfları
sıralıyor: “Muallimim diyen olmak
gerektir îmanlı./ Edebli, sonra liyâkatlı, sonra vicdanlı./ Bu dördü olmadan
olmaz, vazife çünkü büyük;/ Atıp da yazmayı bez bağlamakla dünkü hödük…” Şiirden
de anlaşılacağı gibi öğretmende dört nitelik istiyor ki öğretmen öncelikle
imanlı olmalı; iman, İslam’ın ilk şartı…
Bir başka yerde, “İman
ki ilahi o cevher, ne büyüktür;/ İmansız olan paslı yürek sine de yüktür”
diyor. Sonra “edepli olmaktır” insan için en büyük meziyet. Mevlana, edebi
insanla hayvan arasındaki tek fark olarak ifade ediyor. Edep en büyük
mertebe…
Sonra liyakat, yani ehliyet… Öğretmen, mesleğinin
hakkını vermeli. Vicdanlı öğretmen ise iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırmayı başaran
kişi.
“Ne irfandır veren ahlaka yükseklik, ne vicdandır;/ Fazilet hissi
insanlarda Allah korkusundandır.”
Akif’ten üç çeyrek asır sonra hâlâ eğitimde bir arayış
içinde bulunan Türkiye’nin, bir muallimde araması gereken üstün nitelikler, diploma
yerine önce iman, sonra liyakat ve edep. 2014-2015 öğretim yılında, bünyesinde
yaklaşık 900 bin öğretmen barındıran eğitim sistemimizde bu şablona uyan kaç
öğretmenimiz vardır?
Milletin davasında selametin geleceğine inanışın, o
ümit ve iman kaynağı, İstiklal Mücadelesi’ni zafere ulaştıranlar arasında
bizzat o varken süruru dünyalara sığmıyordu: “Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,/ Kim bilir belki yarın,
belki yarından da yakın…”
Akif, gününden söz ederken adeta bugünden söz
etmektedir: “Dalkavuk devri değil, eski
kasaid yerine/ Üdebanız ana-avrat sövüyor birbirine./ Türlü adlarla çıkan
namütenahi gazete,/ Ayrılık tohumunu bol bol atıyor memlekete./ İt yetiştirmek
için toprağı gayet münbit/ Bularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it/ Yürüyor
dine beş on maskara, alkışlanıyor,/ Nesl-i hazır bunu hürriyet-i vicdan
sanıyor.”
Asım
Olayları tespit etme bakımından gerçekçi olan bu
anlatım, bize bir taraftan maziyi hatırlatırken, bir taraftan halimizi gözler
önüne sermekte, belki yarınlarımızı ifade etmektedir, dehasının delilidir bu. Çünkü
dâhiler, geleceğe işaret eden ve geleceği aydınlatanlardır. Eğitimde
yetiştirilecek neslin protipi Asım’dır. “Asım”, Akif’in sanatında bir
merhaledir. O, Asım’la hem gününü, hem geleceğini kurtarıyor. Asım, hem devrini,
hem geleceğini kuşatıyor. Aslında Asım’la hayal ettiği bizzat kendisidir. Bizi
ve geleceğimizi Asım’a emanet ediyor. Peki, biz Asımın neslini yetiştirdik mi?
Konuyla ilgili tefekkür sahipleri, “İtiraf edelim ki
Asım ruhunun mirasına sahip bir gençlik yetiştiremedik. Ne yazık ki, Asım’ın nesli
başladığı yerde son boldu” (N. Topçu, Maarif Davası) diyorlar.
Mevlana’ya atfen bir hikâye anlatılır ya, gündüz
elinde fener dolaşıyor Mevlana’ya ne aradığı sorulduğunda, “Adam arıyorum” der;
işte bugün ülkemizde elimizde fener, Asım’ın neslini arıyoruz. Asım’ın neslini
yetiştirecek maarif sistemine, böyle bir eğitime muhtacız.
Akif’i rahmetle yâd ederken, Mithat Cemal’in bir dörtlüğü ile yazıyı bitirelim: “Toprak, sen kol kanat ol, öyle kucakla!/ Bilmezsin, o gökten de, adın da temizdi./ Ey yeryüzü, ma’bet kesilip Allah’a yüksel!/ Koynunda yatan gölge, bizim Akif’imizdi…”