BİLİNDİĞİ üzere her yıl 12
Mart, “Mehmed Âkif Ersoy ve İstiklal Marşı Günü” olarak kutlanmaktadır. Bu yıl
İstiklâl Marşı’nın TBMM’de kabulünün yıldönümünde Yunus Emre Enstitüsü Lübnan
Kültür Merkezi’nin değerli Başkanı Sayın Cengiz Eroğlu’nun daveti üzerine
Beyrut’a giderek “Mehmed Âkif ve İstiklal Marşı” konulu bir konferans verdim.
Yunus Emre Enstitüsü misyonunu, “Türkiye'yi, kültürel mîrasını,
Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye'nin diğer ülkelerle
dostluğunu geliştirmek, kültürel alışverişini arttırmak, bununla ilgili yurtiçi
ve yurtdışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak, Türk dili,
kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurtdışında hizmet
vermek” olarak tanımlıyor.
Kültür,
sanat ve yabancılara Türkçe öğretimi ana başlıkları altında dünyanın birçok
ülkesinde gerçekleştirilecek faaliyetler ve oluşturulacak işbirlikleri ile
dünya toplumlarının Türkiye'yi daha yakından ve doğru kaynaklardan tanımasını sağlamayı
amaçlıyor Yunus Emre Enstitüsü.
Ziyaret
esnasında Beyrut ve özellikle Lübnan’ı daha yakından tanıma imkânı buldum.
Lübnan, geçen yüzyılın başlarına kadar 432 yıl Osmanlı toprağı olarak kalmış;
hâlâ Osmanlı’nın izlerini taşımakta. Hatta bazı konularda Osmanlı yasaları
işliyor. Konferanstan önce Mehmed Âkif’in şiirlerinin orijinali, Arapçası ve
Osmanlıcasından oluşan bir sergi açıldı. Gerek konferansa, gerekse sergiye
Beyrutlular yakın ilgi gösterdiler.
Konferansla
Mehmed Âkif ve İstiklâl Marşı’mızı Beyrutlulara tanıtmak amaçlanmıştı.
Konferans sonunda tanışma imkânı bulduğum bazı Beyrutlular Âkif’i daha yakından
tanıma imkânı bulduklarını, geç de olsa onu öğrendikleri için memnuniyetlerini
ifade ettiler.
Mehmed
Âkif’i anlatırken konuşmam, davetlilere
Arapça yansıtıldı. Dinleyiciler büyük bir dikkat ve ilgiyle takip ettiler.
Konferansa dinleyici olarak katılan -aslen Arnavut- bir Beyrutlu kardeşimizin
İstiklâl Marşı’nı Arapça okurken yaşadığı heyecan tarifsizdi. Yunus Emre
Enstitüsü’nün yukarıda belirtilen hizmet ve amaçlarının Beyrut’ta hakkıyla
yürütüldüğünü gördüm. Yaklaşık 150 kadar öğrenciye Türkçe, tezhip, ebru ve
öteki el sanatlarının öğretilmekte olduğunu, özellikle Türkçe kurslarına yoğun
bir ilgi olduğunu ifade ettiler.
Beyrut’ta,
başta Fransız Kültür Merkezi, İspanya ve İngiltere olmak üzere Batılı ülkelerin
kültür merkezlerinin uzun zamandan beri faaliyetlerini sürdürdüğünü, kısa süre
önce faaliyete geçmesine rağmen Yunus Emre Enstitüsü’nün Batılı ülkelere göre
daha çok rağbet görmekte olduğunu öğrendim. Bu son derece sevindirici!
Lübnan’a
gitmişken, başta Beyrut olmak üzere Lübnan’ın bugünkü durumu ve tarihi hakkında
pek çok bilgi edinme imkânı oldu. Kuzeyi ve
doğusu bir hilâl şeklinde Suriye topraklarıyla kuşatılmış olan Lübnan, güneyde
60 kilometrelik bir sınırla İsrail’e komşu; batıda ise Akdeniz’e açılıyor. Tek
meclisli ve çok partili bir rejimle yönetilen ülkenin resmî adı “El-Cumhûriyyetü’l-Lübnâniyye”.
Yüzölçümü 10 bin 400 kilometrekare olan Lübnan’ın nüfusu 4 milyon 376 bin 900
(2003 tahmini). Başşehri Beyrut (1 milyon 100 bin nüfus), diğer önemli
şehirleriyse Trablusşam (240 bin), Sayda (140 bin) ve Sur (110 bin).
Resmî dili Arapça olan Lübnan, dinî ve etnik bakımdan çok
karışık bir ülke. Derin vadiler araziyi birinden diğerine geçilmesi güç kompartımanlara
böldüğünden, buralarda çeşitli din ve etnik gruplardaki halk âdetâ ayrı
cemaatler hâlinde yaşıyor ki bu cemaatlerin başlıcaları Sünnî Müslümanlar (kıyı
kesiminde), Şiî Müslümanlar (Bikâ’ vadisinde ve güneyde), Katolik Mârûnîler
(büyük bölümü Lübnan dağlarında), Dürzîler (Lübnan dağlarının orta kesiminde),
Ortodoks Rumlar (kıyı şehirlerinde) ve Katolik Ermenilerdir (güneyin kırsal
kesimlerinde). Bunların oranı hakkında resmî istatistikler bilgi vermemekte,
gayriresmî kaynakların verdiği bilgiler de birbirini tutmamaktadır.
Lübnan,
Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi esnasında (1516) fethedilmiş, 1918 tarihine
kadar Osmanlı yönetiminde kalmış. Fransızların teşvîki ile Osmanlı yönetiminden
koparılmış. İşte o koparıldığı günden beri huzur yüzü görmemiş! Lübnan’ın ve
özellikle Beyrut’un ne kadar nüfusa sahip olduğu tahminle ifade edilmekte; çünkü
1932 yılından beri nüfus sayımı yapılmıyor, yapılmasına da engel olunuyor.
Beyrut’un
muhteşem günlerinden eser kalmamış. Beyrut gecelerinde sokaklar kedi ve
köpeklerin işgâlinde. Bir buçuk yıl önce seçim yapılmasına rağmen hâlâ yönetim
belirlenememiş. Şiîler hem dinî nikâh, hem mut’a nikâhı ile nüfus artışına hız
vermiş durumdalar.
Bir
suikast sonunda öldürülen Başbakan Refik Hariri’nin yaptırdığı cami, son
yıllarda İslâm dünyasında yapılan en muhteşem cami. Çok yönlü ve tam kapasitesi
10 bin kişilik. Her tür sosyal ihtiyaca cevap veriyor. Korumaları ile beraber
Hariri’nin kabri caminin hemen yakınında.
Ziyaret edip Fâtihâ okudum.
Son
ve en önemli olarak kaydedilmesi gereken konu, Lübnan’ı gördükten sonra Türkiye
muhabbetimin zirve yaptığı. Bu ülkede yaşayıp nîmetlerin farkında olmayanların Lübnan
gerçeğini görmeleri yerinde olur.
Ana
fotoğraftaki Beyrut nerede, bugünkü Beyrut nerede?