Mehmed Âkif, İstiklâl Marşı ve Beyrut

Lübnan, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi esnasında (1516) fethedilmiş, 1918 tarihine kadar Osmanlı yönetiminde kalmış. Fransızların teşvîki ile Osmanlı yönetiminden koparılmış. İşte o koparıldığı günden beri huzur yüzü görmemiş! Lübnan’ın ve özellikle Beyrut’un ne kadar nüfusa sahip olduğu tahminle ifade edilmekte; çünkü 1932 yılından beri nüfus sayımı yapılmıyor, yapılmasına da engel olunuyor.

BİLİNDİĞİ üzere her yıl 12 Mart, “Mehmed Âkif Ersoy ve İstiklal Marşı Günü” olarak kutlanmaktadır. Bu yıl İstiklâl Marşı’nın TBMM’de kabulünün yıldönümünde Yunus Emre Enstitüsü Lübnan Kültür Merkezi’nin değerli Başkanı Sayın Cengiz Eroğlu’nun daveti üzerine Beyrut’a giderek “Mehmed Âkif ve İstiklal Marşı” konulu bir konferans verdim.

Yunus Emre Enstitüsü misyonunu, “Türkiye'yi, kültürel mîrasını, Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye'nin diğer ülkelerle dostluğunu geliştirmek, kültürel alışverişini arttırmak, bununla ilgili yurtiçi ve yurtdışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak, Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurtdışında hizmet vermek” olarak tanımlıyor.

Kültür, sanat ve yabancılara Türkçe öğretimi ana başlıkları altında dünyanın birçok ülkesinde gerçekleştirilecek faaliyetler ve oluşturulacak işbirlikleri ile dünya toplumlarının Türkiye'yi daha yakından ve doğru kaynaklardan tanımasını sağlamayı amaçlıyor Yunus Emre Enstitüsü.

Ziyaret esnasında Beyrut ve özellikle Lübnan’ı daha yakından tanıma imkânı buldum. Lübnan, geçen yüzyılın başlarına kadar 432 yıl Osmanlı toprağı olarak kalmış; hâlâ Osmanlı’nın izlerini taşımakta. Hatta bazı konularda Osmanlı yasaları işliyor. Konferanstan önce Mehmed Âkif’in şiirlerinin orijinali, Arapçası ve Osmanlıcasından oluşan bir sergi açıldı. Gerek konferansa, gerekse sergiye Beyrutlular yakın ilgi gösterdiler. 

Konferansla Mehmed Âkif ve İstiklâl Marşı’mızı Beyrutlulara tanıtmak amaçlanmıştı. Konferans sonunda tanışma imkânı bulduğum bazı Beyrutlular Âkif’i daha yakından tanıma imkânı bulduklarını, geç de olsa onu öğrendikleri için memnuniyetlerini ifade ettiler.

Mehmed Âkif’i anlatırken konuşmam,  davetlilere Arapça yansıtıldı. Dinleyiciler büyük bir dikkat ve ilgiyle takip ettiler. Konferansa dinleyici olarak katılan -aslen Arnavut- bir Beyrutlu kardeşimizin İstiklâl Marşı’nı Arapça okurken yaşadığı heyecan tarifsizdi. Yunus Emre Enstitüsü’nün yukarıda belirtilen hizmet ve amaçlarının Beyrut’ta hakkıyla yürütüldüğünü gördüm. Yaklaşık 150 kadar öğrenciye Türkçe, tezhip, ebru ve öteki el sanatlarının öğretilmekte olduğunu, özellikle Türkçe kurslarına yoğun bir ilgi olduğunu ifade ettiler.

Beyrut’ta, başta Fransız Kültür Merkezi, İspanya ve İngiltere olmak üzere Batılı ülkelerin kültür merkezlerinin uzun zamandan beri faaliyetlerini sürdürdüğünü, kısa süre önce faaliyete geçmesine rağmen Yunus Emre Enstitüsü’nün Batılı ülkelere göre daha çok rağbet görmekte olduğunu öğrendim. Bu son derece sevindirici!

Lübnan’a gitmişken, başta Beyrut olmak üzere Lübnan’ın bugünkü durumu ve tarihi hakkında pek çok bilgi edinme imkânı oldu. Kuzeyi ve doğusu bir hilâl şeklinde Suriye topraklarıyla kuşatılmış olan Lübnan, güneyde 60 kilometrelik bir sınırla İsrail’e komşu; batıda ise Akdeniz’e açılıyor. Tek meclisli ve çok partili bir rejimle yönetilen ülkenin resmî adı “El-Cumhûriyyetü’l-Lübnâniyye”. Yüzölçümü 10 bin 400 kilometrekare olan Lübnan’ın nüfusu 4 milyon 376 bin 900 (2003 tahmini). Başşehri Beyrut (1 milyon 100 bin nüfus), diğer önemli şehirleriyse Trablusşam (240 bin), Sayda (140 bin) ve Sur (110 bin).

Resmî dili Arapça olan Lübnan, dinî ve etnik bakımdan çok karışık bir ülke. Derin vadiler araziyi birinden diğerine geçilmesi güç kompartımanlara böldüğünden, buralarda çeşitli din ve etnik gruplardaki halk âdetâ ayrı cemaatler hâlinde yaşıyor ki bu cemaatlerin başlıcaları Sünnî Müslümanlar (kıyı kesiminde), Şiî Müslümanlar (Bikâ’ vadisinde ve güneyde), Katolik Mârûnîler (büyük bölümü Lübnan dağlarında), Dürzîler (Lübnan dağlarının orta kesiminde), Ortodoks Rumlar (kıyı şehirlerinde) ve Katolik Ermenilerdir (güneyin kırsal kesimlerinde). Bunların oranı hakkında resmî istatistikler bilgi vermemekte, gayriresmî kaynakların verdiği bilgiler de birbirini tutmamaktadır.

Lübnan, Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi esnasında (1516) fethedilmiş, 1918 tarihine kadar Osmanlı yönetiminde kalmış. Fransızların teşvîki ile Osmanlı yönetiminden koparılmış. İşte o koparıldığı günden beri huzur yüzü görmemiş! Lübnan’ın ve özellikle Beyrut’un ne kadar nüfusa sahip olduğu tahminle ifade edilmekte; çünkü 1932 yılından beri nüfus sayımı yapılmıyor, yapılmasına da engel olunuyor.

Beyrut’un muhteşem günlerinden eser kalmamış. Beyrut gecelerinde sokaklar kedi ve köpeklerin işgâlinde. Bir buçuk yıl önce seçim yapılmasına rağmen hâlâ yönetim belirlenememiş. Şiîler hem dinî nikâh, hem mut’a nikâhı ile nüfus artışına hız vermiş durumdalar.

Bir suikast sonunda öldürülen Başbakan Refik Hariri’nin yaptırdığı cami, son yıllarda İslâm dünyasında yapılan en muhteşem cami. Çok yönlü ve tam kapasitesi 10 bin kişilik. Her tür sosyal ihtiyaca cevap veriyor. Korumaları ile beraber Hariri’nin kabri caminin hemen yakınında.  Ziyaret edip Fâtihâ okudum.

Son ve en önemli olarak kaydedilmesi gereken konu, Lübnan’ı gördükten sonra Türkiye muhabbetimin zirve yaptığı. Bu ülkede yaşayıp nîmetlerin farkında olmayanların Lübnan gerçeğini görmeleri yerinde olur.

 

 Ana fotoğraftaki Beyrut nerede, bugünkü Beyrut nerede?