Beşinci kol faaliyetleri
GEÇMİŞTE çok sık duyduğumuz ancak son yıllarda tekrar gündeme gelen “beşinci kol faaliyeti” ne anlama geliyor? Sorunun cevabını araştırdığımızda, karşımıza şu tanım ve yorumlar çıkıyor: Beşinci kol, fiilî müdahale ile ele geçirilemeyen bir kitleyi ya da devleti propaganda, casusluk, sabotaj ya da terör yoluyla manevî etkiye maruz bırakmak suretiyle müdahaleye uygun hâle getirmek ya da fiilî savaş esnasında savaşı daha kolay kazanmak için yapılan her türlü manevî yıkıcı çalışmadır.[i]
Sanılanın tam aksine sessiz ve sakin bir şekilde yürütülen bir savaş stratejisi olan beşinci kol faaliyeti, silahlarla hâkim olunamayan yerlere birtakım propagandalar ve casuslukla hâkim olmanın adıdır. Tank ve tüfekler geri plânda kalır ve halklar hükümetlere karşı kışkırtılmaya çalışılır. Bunun için medya bir silah olarak kullanılabilir. Sinsice yürütüldüğü için de silahlı savaşlardan daha tehlikeli görülür.[ii]
Bilinen anlamıyla “beşinci kol faaliyeti” kavramı, 1936 yılında İspanya İç Savaşı’nda ortaya çıkmış ve ilk kez milliyetçi General Emilio Mola tarafından kullanılmıştır. Mola’ya başkenti kuşatmadan önce dört birlikten hangisinin ilk olarak şehre gireceği sorulmuş, Mola ise başkent içerisinde gizli bir birlik olarak bekleyen beşinci bir kolun varlığından söz etmiştir. Savaş sona erdiğinde ise bahsi geçen birliğin hayâlî bir birlik olduğu, içeride bilgi toplamak adına birkaç düzine Mola yanlısı kişinin varlığından ibaret olduğu anlaşılmıştır.[iii]
Beşinci kolun amacı, toplum arasındaki birliği bozarak onun herhangi bir zararlı etken karşısında mukavemet etmesini engellemektir. Aslında bir nevi toplum mühendisliğidir. Zira bu faaliyetlerin başaktörleri hem toplum yapısını, hem de toplumun eğilimlerini çok iyi bilirler. Ancak, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın da belirttiği gibi, küresel güçlerin emperyalist emelleri için giriştikleri toplum mühendisliği, dünyayı eşi görülmemiş felâketlere sürüklemiştir.[iv]
Sürekli dilimizde olan dezenformasyon kelimesi, “çeşitli yanlış bilgi türlerini kullanarak kamuoyunu etkilemek ve gerçeği çarpıtmak veya gizlemek için kasıtlı bir şekilde bilgi kirliliği ve enformasyon düzensizliği yaratmak” şeklinde tarif edilebilir.
Beşinci kol çalışanları
1-Özel olarak yetiştirilmişler: Bunlar beşinci kol teşkilatının en değerli çalışanlarıdır. Ekibin beynini oluştururlar.
2-Bilim zümresi, sanatçılar, film yıldızları: Bu kişiler daimî görevli olmayan, daha çok tek ya da birkaç görev için ülkeye sokulan şahıslardır.
3-Yerli unsurlar: Bunlar çoğunlukla ayrı bir ideolojiyi benimsemiş, devlet otoritesine aykırı hareket edenler ya da devletin yaptıklarından hoşlanmayanlardır.
4- Çıkarcı kesim: Bu kişiler çıkarları için parayla satın alınır ve her türlü işte kullanılabilirler.
5- Hiç bilmeyerek alet olanlar.[v]
Beşinci kol faaliyetleri devlet arayışında olan ve ortak vatandaşlık bağıyla yeterince aidiyet hissine kavuşamamış, kendi varlıklarının devamı ve “dâvâ”ları için dışarıdan destek talep eden, devlet içinde kendilerinden olan kişilerin faaliyetleriyle de iktidara ulaşmanın bir yolunu bulan azınlıklar tarafından da sıkça kullanılan bir yöntem olarak değerlendirilebilmektedir.[vi]
Bu cümleden yola çıkarak özellikle Birinci Dünya Savaşı öncesinde İmparatorluğun yıkılmasında rol oynayan Masonları ve Sabetayistler başta olmak üzere Ermeni ve Rum azınlıkların faaliyetlerini yeniden düşünebiliriz. Günümüzde bölgeleri ve ülkeleri istikrarsızlaştıran ve büyük ekonomik ve can kayıpları yaşatması dolayısıyla başta terör örgütleri ve faaliyetleri olmak üzere medya kanalları (sosyal medya, paylaşım siteleri vesaire), yayımlanan kitap, dergi ve gazeteler, TV dizileri, ünlü kişiler (şarkıcı, oyuncu, sporcu gibi), iş dünyası, hedef ülke içerisinde oluşturulan STK’lar veya siyâsî partiler, darbeler ve daha pek çok kullanıma açık aktör, kurum, kuruluş ve benzeri unsurlar aracılığıyla beşinci kol faaliyetleri yürütülebilmektedir.[vii]
“Beşinci kol” adı altında yürütülen faaliyetler birbirinden bağımsız ya da tek başına gibi görünse de aslında bir bütün olarak uygulanır. Beşinci kol, faaliyet yürüteceği devlete ait toplumun psikolojisini ve sosyolojiyi en iyi şekilde analiz ettikten sonra çalışmalara başlar.
Beşinci kol faaliyetlerinin icrasında en etkili araç medyadır. Medya artık günümüzde toplumu fert fert kuşatan ve onu istediği yöne kanalize edebilecek en güçlü bir aygıttır. Medya kavramının içine TV, sinema, gazete ve tüm dijital platformu dâhil edebiliriz.
Medya, toplumlar üzerinde baskın bir güç ve etkin bir yönlendirme aracıdır. Görünür amacı toplumu bilgilendirmek ve eğlendirmek olsa da medya elindeki bu güç ile toplumları kendi oluşturduğu sanal gerçekliğe inandırarak onu istediği şekilde yönlendirmekte ve zihinlerde algılar oluşturarak zamanla bu algıları olgulara dönüştürmeye çalışmaktadır. Medya aracılığı ile devletin toplumuna yönelik genel ahlâkı zedeleyen ve toplumun mevcut kültür seviyesini düşüren dizi ve filmleri devreye sokarak faaliyetlerini destekler. Ayrıca halk içerisinde sevilen, itibar görmüş aktör, aktris ve sanatçıları da dâhil ederek medyanın gücü arttırılmaya çalışılmaktadır.[viii]
Türkiye’deki bazı medya organlarının birtakım odaklar ve yabancı servisler tarafından desteklendiği yıllardır öne sürülen kuvvetli bir iddiaydı. Özellikle merhum Uğur Mumcu ve yakın zamanda kaybettiğimiz merhum Ahmet Kekeç gibi gazetecilik mesleğinin iki önemli ustasının, ciddi veriler ve bulgular ışığında sıklıkla dile getirdiği bu konu şu sıralar tekrar ülke gündemini meşgul etmektedir.[ix] Örneğin Amerikan Chest Foundation adlı vakfın son yayınladığı verilere göre, son 10 yıl içinde isimleri de verilen Türkiye’deki bazı medya kuruluşlarına 3 milyon 535 bin 574 dolar destek sağlandığı açıklandı. Desteklenen kuruluşlar arasında bölücü terör örgütü PKK’nın medya uzantıları da var ki bu destek de 44 bin 676 dolar. Ayrıca Norveç Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde, Türkiye’de bulunan derneklere ve medya kuruşlarına verilen fonlar ve miktarları yayınlandı. Norveç’ten fon desteği alan kuruluşların arasında, ABD’li vakıftan da fon aldığı ortaya çıkan bir yayın şirketi de var.[x]
Sürekli dilimizde olan dezenformasyon kelimesi, “çeşitli yanlış bilgi türlerini kullanarak kamuoyunu etkilemek ve gerçeği çarpıtmak veya gizlemek için kasıtlı bir şekilde bilgi kirliliği ve enformasyon düzensizliği yaratmak”[xi] şeklinde tarif edilebilir. Manipülasyon ise başkalarının duygu, düşünce ve davranışlarını çeşitli yöntemlerle ona hissettirmeden değiştirmeye çalışmaktır.[xii] Manipülasyon, gerçek bir bilginin ya da görüntünün kandırma amacıyla değiştirilmesi demektir.[xiii] Dezenformasyon ve manipülasyon ise iletişim alanının yanı sıra siyasetten sosyolojiye, reklâmdan sinemaya, diplomasiden sağlığa, turizmden kültür-sanata, güvenlikten eğitime kadar çok geniş bir skalada her alanı ilgilendirmektedir.
Yanlış bilgi, sahte haber ve bilgi düzensizliği gündelik hayatın tüm aşamalarında karşımıza çıkabilmekte, duygularımızı ve düşüncelerimizi şekillendirebilmektedir. Bu nedenle kitle iletişim araçlarından özellikle de sosyal medya platformlarından ulaşılan bilgi, haber ve içeriklere karşı septik bir yaklaşım sergilenmelidir. Dezenformasyon ve manipülasyon konusu günümüz iletişim koşullarında patolojik bir hâle bürünmüştür. Sosyal medyada kaynağı belirsiz ve kontrolsüz hesaplardan yapılan paylaşımlar geniş kitleleri çok hızlı etkileyebilmekte ve kritik konularda ikna da edebilmektedir. Hayatî konularda sosyal medya kullanıcılarının resmî hesapları ya da konuyla ilgili otoriteleri takip etmek yerine sahte ve bot hesapların yanı sıra negatif algı yönetimi amaçlayan hesaplara itibar etmesi bu patolojik durumu daha da derinleştirmektedir.[xiv]
Kontolsüz medya, toplumu manipüle etmeye dönük asparagas haberlerden genel ahlâkî ve millî değerleri tahrip edecek filmlere kadar kullanmayacağı yol yoktur. Hele bizde olduğu gibi dışarıdan yönetilen ve belirli bir azınlığın elinde olan güdümlü medya aslında toplum içine atılan pimi çekilmiş bir bombadır.
“İnsanlığın anlam arayışına çare olmak bir yana en temel sorunlarına bile çözüm üretmekten aciz kalan Batı dünyasının, İslâm nizamına alternatif olarak ortaya koyduğu bütün teklifleri, sistemleri, ideolojileri ve politikaları inandırıcılığını kaybetmiştir. Bu sebeple birtakım odaklar, kendi sömürge düzenlerini devam ettirebilme yolunda bir engel olarak gördükleri merhamet dini İslâm’ı ve onun müntesiplerini her fırsatta itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır.”
“Beşinci kol” adı altında yürütülen faaliyetler birbirinden bağımsız ya da tek başına gibi görünse de aslında bir bütün olarak uygulanır. Beşinci kol, faaliyet yürüteceği devlete ait toplumun psikolojisini ve sosyolojiyi en iyi şekilde analiz ettikten sonra çalışmalara başlar.[xv]
Beşinci kol faaliyeti yürüten STK’ların Arap Baharı sürecinde en çok sosyal medya kullanılan ülke olan Mısır’daki faaliyetleri ve olaylarındaki etkinliği göz önüne alındığında aktivistleri ve özellikle gençleri nasıl organize ettiklerine dair çarpıcı örnek olarak değerlendirmek mümkündür.[xvi]
Hükümet sözcüsü Ömer Çelik’in, “Türkiye Cumhuriyeti’nin millet iradesinin tecellisi ile seçilmiş Cumhurbaşkanını Nazi destekli birtakım Avrupa diktatörleriyle mukayese çabası, beşinci kol faaliyetinin bir uzantısı olmaktan başka şey değildir. Bu yaklaşımlar Avrupa’nın üçüncü sınıf kara propoganda merkezlerine ait”[xvii] şeklindeki sözleri, bizde de benzer süreçlerin yaşandığının resmi bir beyanıdır aslında.
Medya ile en başta gençler hedef alınmakta onlar arasına uyuşturucu, fuhuş, aile birliğini bozucu kışkırtmalar, tüm ahlâkî, dinî ve millî değerlere karşı değersizleştirme, devlete karşı başkaldırı, devlet yöneticilerini iftira boyutunda yalan haberlerle itibarsızlaştırma gibi akla gelen ve gelmeyen cihetlerden bir algı bombardımanı söz konusudur. Bu faaliyetler yapılırken özellikle ekonomik kırılganlığa sahip, gelir adaletsizliği, yoksulluk ve yolsuzluğun yüksek oranlarda olduğu, insan hakları ve çocuk hakları ihlalleri gibi sorunlar merkeze konularak kışkırtıcı propagandalara zemin hazırlanır. Bu sayede hem toplumsal birliğe ve devlet idaresine karşı bir savaş başlatılır, hem de gençleri kolay yoldan nasıl zengin olunacağı yönünde şans oyunlarına ve gayrimeşru kazanç yollarına teşvik eder.
Sonuçta beşinci kol; ahlâksız ve bilgisiz bir gençlik, sadakatsiz bireyler, fizyolojik ve psikolojik açıdan rahatsız bir toplum yaratmayı amaçlar.[xviii] Türkiye’de Sağ-Sol, Türk-Kürt, Sünnî-Alevî ayrışmalarının temelinde de yine beşinci kol faaliyetleri yatmaktadır. Kültürel açıdan kozmopolit bir yapısı olan Türkiye’de farklı etnik ve mezhepsel aktörler arasında ayrışmalar çıkarılmış ve bu ayrışma hareketleri diğer ülkeler tarafından zaman zaman gizli ya da aleni şekilde desteklenmiştir. Bu desteklenme ile birlikte darbeler, terör olayları ve bazı illerde iç karışıklıklar yaşatılarak ülke iç sorunlara mahkûm edilerek bir nevi kontrol altında tutulmuştur.[xix]
RTÜK bu tür yayınlarla daha etkin mücadele etmeli ve mahkeme sürecinde gerekli hukukî düzenlemeler yapılarak bu tür yayınlara yol verilmemelidir. Bunun yanında Müslümanlar da kendi iletişim ağlarını ve medyalarını oluşturmak zorundadırlar.
İslâm’a saldırılarda medyanın rolü ve İslâmofobi
Yeni iletişim teknolojileri ve bunların sunduğu iletişim ortamları nefret söyleminin yaygınlaşmasına, nefret suçlarının da günde me gelmesine kaynaklık etmekte, ayrıca ırkçılık ve İslâmofobi gibi olumsuz trendlerin yükselmesine de neden olmaktadır.[xx]
Batı kendi kokmuş sistemini ayakta tutmak adına kendisi için tehlikeli gördüğü kişi, kurum ve inançlara karşı yüzyıllar boyunca fiili bir savaş içindedir. Sömürge düzeninin kendisine sağlandığı uçsuz bucaksız imkânlar ile sürekli yandaşlarını fonlayan Batı entelijansiyası, amaçlarını geliştirebilmek için her fırsatı değerlendirmektedir. Avrupa’nın göbeğinde fitilini ateşlediği İslâmofobi dalgası tüm dünyayı sararken bizim gibi Müslüman ülkelerde de fonladıkları yandaş medya kuruluşları, STK’lar ve siyâsî oluşumlar ile farklı doz ve kisvede İslâmofobik faaliyetler gerçekleştirebilmektedir.
Runnymede Trust’ın İslâmofobi hakkında yaptığı “Müslüman ırkçılığı” tanımından yola çıkacak olursak, yeni bir tür ırkçılıktan da söz etmemiz gerekecektir.[xxi] Bu yönüyle ırkçılığın modern bir versiyonu olarak karşımıza çıkan İslâmofobi yani “İslâm korkusu” akımı özellikle ABD’de yaşanan ve aslında kendilerinin organize ettiği 11 Eylül saldırılarını bahane ederek ete kemiğe büründü. Bu kavram İslâm dinine ve Müslümanlara karşı duyulan nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelir. İslâm dinine ve Müslümanlara yönelik toplumsal olarak dışlama ve ötekileştirme eylemlerini ifade ediyor.[xxii]
Hepimizin de bildiği gibi bu ırkçı akım neticesinde Avrupa’da Müslümanlara yönelik sözlü ve fiziksel tacizler, ibadethaneler başta olmak üzere ev ve işyerlerine saldırılar her geçen gün artmaktadır. İslâmofobi’nin yaygınlaşmasında medya ve özellikle sosyal medya en önemli araç hâline gelmiştir.[xxiii] Özellikle film endüstrisi İslâmofobinin can damarını oluşturur. Holywood yapımı olan ve 2007’de vizyona giren The Kingdom filmi klasik örneklerden biridir. Fakat genel anlatıyı betimlemesi bakımından üzerinde durulmaya değer. Pek çoğunda olduğu gibi filmin başında teröristler Amerikalıları öldürmektedir. İzleyicideki öfke duygusunu zirve noktasına taşıyabilmek amacıyla öldürme sahnesi olabildiğince titiz bir şekilde hazırlanır. Bu yüzden sadece öldürenin kullandığı yöntemlerin detaylı anlatısına değil, aynı zamanda öldürülenlerin masumluğuna dikkat çekilir.[xxiv]
İslâmofobinin kendini gösterdiği bir diğer alan ise bilgisayar oyunlarıdır. Hızla değişip gelişen dünyada teknolojinin ilerlemesi, internet ve bilgisayar oyunlarının yaygınlaşmasıyla beraber İslâmofobi bu alanda da kendine yer bulmuştur.[xxv]
İslâm karşıtlığının şekillenmesinde ise 20 ve 21’inci yüzyıldan itibaren, kitle iletişim araçları etkin olarak rol almıştır. Televizyon, gazete ve dergilerde şiddet ve terör olayları İslâm’la ilişkilendirmeyi amaçlayan bir çerçevede sunulmuş; bazı inanç merkezli toplumsal pratikler olumsuz örnekler üzerinden irdelenmiş, bu çabalar karikatür aracılığıyla geniş kitleler için daha işlevsel hale getirilmiş; sinema yapımları ile birlikte barbar, şehvet düşkünü, gerici, şiddet taraftarı Müslüman tipolojileri üretilmiştir. Yeni iletişim teknolojileri, sunduğu yeni olanaklarla bu anlatımları herkese hitap edebilen formlara dönüştürmüştür. Böylelikle kitle iletişim araçları kendine özgü formlarıyla Batı’nın İslâm’a yönelik olumsuz bakış açısını genelleştiren ve buna süreklilik kazandıran bir işlev kazanmıştır.[xxvi]
Avrupa medyasında İslâm karşıtı yayınlara sıklıkla yer verilmektedir. Avrupa’nın İslâm karşıtı bu yayınlarının geçmişi oldukça eskiye dayanmaktadır. Medyanın olumsuz yayınlarla İslâm dinini ve Müslümanları hedef alması, İslâm’ı bilmeyen/tanımayan toplumlar üzerinde bir önyargının ve korkunun oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Avrupa medyasının İslâm’ı şiddet içerikli bir din, Müslüman kadınları tehlikeli kişiler, artan Müslüman nüfusu dini ve kriminal bir tehdit olduğu yönünde yayınları toplumları etkilemektedir.[xxvii]
İslâmofobi ve film endüstrisi
İslâmofobinin bir endüstrisi vardır. Bu endüstri yalanlar ve önyargılar ile kendini büyütmektedir ve bu büyümede medyanın etkisi çok fazladır.[xxviii] Bu endüstri faaliyetlerini sadece Avrupa’da değil Müslüman ülkelerde ve belki de en fazla bizim ülkemizde rahatlıkla yürütebilmektedir.
Dizilerin özellikle radikal Marksist-Mason ortaklığınca çekilenlerinde yoğun bir ırkçılık ve din düşmanlığı söz konusudur. Örneğin soygun gibi bütün kötü roller Kürtlere verilir ve sahtekârlık gibi roller dindarları çağrıştıran kıyafetlerin içinde olanlar üzerinden anlatılır. Bir dönemin Amerika’sı ve Güney Afrika’sında ırkçılık nasıl yapılıyorsa, bu dizilerde de ırkçılık öyle yapılmaktadır.[xxix]
Sinema filmleri ve dizilerin bireylerin kimlik oluşum süreçlerinde oynadığı rol, temsil sorununu bu platformlar için hayati bir mesele hâline getirmektedir. İslâm’a ve Müslümanlara dair bildiklerini medya dolayımıyla öğrenen bir Avrupalı için film ve dizilerde sürekli olarak olumsuzluklarla temsil edilen Müslümanlar doğal bir “öteki” olacaktır.[xxx]
İslâmofobinin kendini gösterdiği bir diğer alan ise bilgisayar oyunlarıdır. Hızla değişip gelişen dünyada teknolojinin ilerlemesi, internet ve bilgisayar oyunlarının yaygınlaşmasıyla beraber İslâmofobi bu alanda da kendine yer bulmuştur.
İslâmofobinin bizdeki temelleri
Seküler elitlerin Müslüman dünyada kolonizasyon sonrası süreçte uyguladıkları geleneksizleştirme ve İslâmsızlaştırma politikaları, bu toplumlarda yerli bir ötekinin yaratılmasında doğrudan etkili olduğu gibi yerli-İslâmofobiyi de doğurmuştur. Tarihsel süreç içerisinde şekillenen laiklik vurgusuyla beraber tepeden inmeci radikal modernleştirme projelerinin Müslüman toplumlarda yarattığı travmatik sonuçlar uzun süre etkisini sürdürdü.[xxxi]
Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte yeni rejim kendini din kökenli bir tehdit altında hissettiğinden[xxxii] Cumhuriyet’in temellerini sağlamlaştırmak ve korumak gerekçesiyle din hedef alınmıştır.[xxxiii] Bu gerekçelerle Cumhuriyet’in önde gelen bürokrat kadrosu, İslâmî geleneği yok etmeyi ve yerine bütün kurumlarıyla Batılılaşmayı yerleştirmeyi hedeflemiştir.[xxxiv] Böylece Batılılaşmak adına İslâm’ın toplumsal görünürlüğünün ve etkinliğinin azaltılması (de-İslâmizasyon) olarak tanımlanan modernleşme girişimleri ile kendi tarihsel geçmişini ve sosyokültürel yapısını yok sayma politikası uygulanmış[xxxv] ve toplum ikiye bölünmüştür. Cumhuriyet tarihi boyunca irtica ve lâiklik temaları çerçevesinde şekillenen iktidar mücadelesi günümüze kadar devam etmiştir. Bunun da temelinde dini potansiyel tehlike olarak gören Cumhuriyetçi elitlerin tedbir olarak örgütlü dinî grupları baskılayarak kontrol altında tutma[xxxvi] ve kontrol dışına çıkanları da fundamentalizm üzerinden etiketleyerek sistem dışına atma amaçlanmıştır. Ancak tek tip insan modeli oluşturmak için seküler yaşam tarzı ve katı lâiklik uygulamalarıyla dindarlar üzerinde uygulanan baskılar bir yandan Batı karşıtlığını beslerken diğer yandan da öz suçluluğa dönüşen özeleştiri ile kontrolsüz Batı taklitçiliğini de beraberinde getirmiştir. Türkiye’de başörtüsü başta olmak üzere dinî sembollerin kamusal alanda görünürlüğünün gittikçe artması iktidarı paylaşmak istemeyen statü gruplarının kendi iktidarlarını tehlikede görmelerine yol açmıştır.[xxxvii]
Türkiye’de özellikle karikatür gazeteciliği göz önünde bulundurulduğunda, yerli İslâmofobi olarak adlandırılabilecek bir yönelimden söz etmek mümkündür. Özetle hiciv üzerinden eleştirel bir içerik taşıması gerektiği düşünülen karikatürler, Türkiye’de hâkim düzenin yanında yer almış ve vesayetçi mekanizmanın devamından yana bir yayın politikası izlemiştir.[xxxviii]
Ülkemizde 1990’lı yıllarda “28 Şubat süreci” adıyla devrin iktidar seçkinleri öncülüğünde, İslâm’a karşı her türlü kara propagandanın en insafsızca yapıldığı karanlık bir süreç yaşandı. Bu süreçte de başrolü hep medya, özellikle de “ulusal medya” diye adlandırılan malûm kartel medyası oynadı. Haçlı zihniyeti artıkları, küresel ortakları ile birlikte elbirliğiyle, neredeyse “Müslümanları Anadolu’dan silmek” yarışına girmişçesine, İslâm’ın kalesine dört bir koldan saldırdılar. İslâm düşmanlığını kendisine şiar edinmiş malûm medya, geniş halk kitlelerini ağır bir dezenformasyon sağanağına maruz bıraktı. Bu yapılan zorbalık ve zulüm öyle ustaca taktik ve yöntemlerle gerçekleştirildi ki geniş halk kitleleri ve bazı saf dilli akademisyenler neredeyse bu yapılanların, “tehdit altındaki Cumhuriyet’in savunma refleksi” olduğuna inanma noktasına getirildi.
Ancak, yalan ve karalamaya dayalı zulüm kampanyası fazla uzun sürmedi. Halkın tabiriyle “takke düşüp kel göründü”. Medyanın borazanlığını yaptığı toz duman durulmaya başlayınca gerçekler seçilmeye başladı.[xxxix] 28 Şubat post-modern darbe süreci, Türkiye’de siyasal İslâmcılık, irtica ve şeriat söylemleri üzerinden İslâmofobinin gündeme geldiği en önemli dönemlerden biri olmuştur.[xl] Bu konuda Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın şu tespitleri çok manidardır: “İnsanlığın anlam arayışına çare olmak bir yana en temel sorunlarına bile çözüm üretmekten aciz kalan Batı dünyasının, İslâm nizamına alternatif olarak ortaya koyduğu bütün teklifleri, sistemleri, ideolojileri ve politikaları inandırıcılığını kaybetmiştir. Bu sebeple birtakım odaklar, kendi sömürge düzenlerini devam ettirebilme yolunda bir engel olarak gördükleri merhamet dini İslâm’ı ve onun müntesiplerini her fırsatta itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır.”[xli]
Sonuçta beşinci kol; ahlâksız ve bilgisiz bir gençlik, sadakatsiz bireyler, fizyolojik ve psikolojik açıdan rahatsız bir toplum yaratmayı amaçlar.
Medyada hortlatılan İslâm karşıtlığı
Sayın Cumhurbaşkanımızın da belirttiği gibi, Batı başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde İslâm düşmanlığı hastalığı, tıpkı kanser hücresi gibi hızla yayılmaktadır.[xlii] Türk siyasetindeki İslâm karşıtlığının arka plânında genellikle Kemalist ideolojinin din tasavvuru, Türkiye’de kendisini Sol düşünceli olarak tanımlayanların dine yaklaşımı ve siyasal alandaki iktidar çatışması gerçeğinin yattığı varsayılmıştır.[xliii] Bu ülkede iktidarın, ABD ve Avrupa ülkelerinin başını çektiği küresel sömürü politikalarına karşı durması, İsrail terör örgütünün Filistin’de yaptığı asrın en büyük ve en vahşi soykırımına karşı durması, Siyonist lobinin şimşeklerini üzerine çekmesine ve ülkemize karşı ekonomik ambargo ve yaptırımların artmasına, onların fonladığı medya aracılığı ile bilinçli ve yaygın bir dezenformasyon üretimi ile özellikle gençleri iktidara karşı kışkırtmasına sebep olmuştur.
Türkiye’de de Batı’daki aynı yöntemler uygulanarak medya tarafından fundafobik ve İslâmofobik perspektif öne çıkarılmıştır. Yakın geçmişte medyanın da önemli katkısıyla dindarlara yönelik genel algı, mevcut siyasal düzenden rahatsız oldukları ve imkân buldukları takdirde şeriat getirecekleri, kadınları kara çarşafa sokacakları, alkolün yasaklanacağı, toplu yaşam alanlarının haremlik-selâmlık olacağı ve Türkiye’yi Suudi Arabistan/İran/Afganistan yapmak istedikleri gibi gerçeklikten uzak önyargılar yönünde olmuştur. Yıllardır ülkeyi yöneten siyasal İslâmcıların bu algıları destekleyecek uygulamalar sergilemedikleri gibi mevcut toplumsal ve siyasal sisteme entegre oldukları gerçeği ortadayken aslında üretilmiş bu korkuların yersiz olduğu açıkça görülmüştür.[xliv]
Haçlı zihniyeti artıkları, küresel ortakları ile birlikte elbirliğiyle, neredeyse “Müslümanları Anadolu’dan silmek” yarışına girmişçesine, İslâm’ın kalesine dört bir koldan saldırdılar. İslâm düşmanlığını kendisine şiar edinmiş malûm medya, geniş halk kitlelerini ağır bir dezenformasyon sağanağına maruz bıraktı.
İslâmofobi ifade özgürlüğüne sığar mı?
Diyanet-Sen Genel Başkanı Ali Yıldız da medyanın İslâm karşıtlığı yayınlarını ifade özgürlüğü kılıfı ile yaptığına dikkat çekiyor. Kitle iletişim medyası, sosyal medya İslâmofobik yaklaşım ve tavırları “ifade özgürlüğü” adı altında etkin bir şekilde meşrulaştırmaktadır. İslâm’ı “siyâsî, militan” diye yaftalama çabası gösteren medya, eylemlerin siyâsî, ekonomik ve askerî sebeplerini vurgulamak yerine Müslümanların bir şekilde dâhil olduğu bütün olayları dinî amaçlarla gerçekleştirilmiş olaylar olarak resmetmektedir.
Günümüz medyasında İslâm coğrafyasındaki bireyler ve devletler, özellikle terörizm, uluslararası çatışma ve insan hakları ihlali gibi temel sorunlarla ilişkilendirilerek gündeme getirilmektedir. Bu yapının en yaygın olarak görüldüğü medya türleri; haberler, filmler ve televizyon dizileridir.
İslâm’ın özellikle medyatik temsili meselesi ele alındığında, Oryantalizmin içselleştirilmesi olarak adlandırılabilecek bir yönelimin varlığı kendisini açık biçimde hissettirmektedir. İslâmî yaşam stillerinin kamusal görünümlerinin medyatik algılanışına dair amprik veriler, Türkiye gibi bir ülkede İslâmofobinin varlığına işaret eder niteliktedir. Nitekim Türkiye’de özellikle dış habercilik ve karikatür gazeteciliği göz önünde bulundurulduğunda, “yerli İslâmofobi” olarak adlandırılabilecek bir yönelim, kendisini açık bir biçimde göstermektedir.[xlv]
Ülkemizde de yayınlanan birçok dizide son zamanlarda fiziksel şiddetin yanı sıra İslâm algısı bağlamında nefret, tehdit, korku ve intikam gibi şiddet unsurlarına yer verilmektedir. Bu dizilerin yansıtmaları ile İslâm’la şiddet olayları arasında kurulmaya çalışılan bağın daha da güçlenmesine sebep olmaktadır.
İslâmofobi ABD ve Batı medyasının dünyaya uyguladığı tahakkümün önemli bir parçasıdır. Medya sayesinde İslâmofobinin hayat bulması ve yaşamını sürdürmesi kuvvetle muhtemel olmuştur. İslâmofobinin gündemde kalmasını sağlayan ve her an besleyen diziler, derin ve dolaylı bir anlatımla medyanın ve siyasetin stratejik bir ajansı konumundadır. İnsan hakları ve inanç özgürlüğü açısından bakıldığında dahi büyük bir hak ihlaâi olan İslâmofobi ve İslâm karşıtı ırkçılık, akıl dışı gerekçelerle sürekli canlı tutulmaya, yaşatılmaya çalışılmaktadır. Müslümanların bu iki fitneye karşı uyanık olması şarttır. Tüm bunlara karşı mücadele etmek sadece Müslümanların değil, dünya barışını savunan vicdanlı tüm birey ve kurumların aslî görevidir.”[xlvi]
İslâm karşıtı diziler ve özellikleri
Son yıllarda benzer konularda TV ekranlarında peş peşe görmeye başladığımız İslâm karşıtlığı içeren diziler bunun en tipik örnekleridir. Sosyal medya üzerinden de sürekli desteklenen İslâm karşıtı bir algı bombardımanı ile gençlerin İslâm’dan koparılarak deist veya ateist olmaları istenmektedir.
Medyada Müslümanların hoşgörüsüz, radikal, kadınlara karşı şiddet uygulayan eğitimsiz insanlar olarak gösterilmesi sıradan bir izleyici veya okuyucunun İslâmiyet ile radikalliği eşdeğer olarak görmesine ve Müslümanlara önyargıyla yaklaşmasına sebep olmaktadır. İslâmî sembol ve figürler sadece marjinal internet sitelerinde değil, ana akım medya şirketlerince de çarpıtılmaktadır. Haberler, tartışma programları, filmler ve benzeri medya ürünlerinin yanı sıra siyâsî ve dinî konuşmalarda da İslâm ve Müslümanlara dair olumsuz ve sıradan ifadeler kullanılmaktadır.[xlvii] Yine bu tür film ve dizlerde rolü gereği modern yaşantıyı sürdüren ve başrolü uhdesinde tutarak izleyicilere büyük oranda etki eden karakterlerin kahir ekseriyetinin dindar olmadığı, bunun yanında gündeliğe giden temizlikçi gibi izleyicinin genellikle öykünmediği rolleri üstlenen ve statü gereği ekonomik, sosyal ve kültürel alanda alt sınıfta olduğu hissedilen karakterlerin bir kısmının dindar olduğu çok rahatlıkla gözlemlenebilir.[xlviii]
Bilindiği üzere medya organlarında dinin istismar edilmesi dijital platformların kurulmasıyla ortaya çıkmamıştır. Ana akım medyanın alternatifi olmadığı dönemlerde şov programlarında ya da dizi ve filmlerde yer alan dindar karakterlerin önemli bir kısmı sahtekâr, sapkın ve azgın kimseler olarak gösterilmiştir. Özellikle dinî liderler (imam ve müezzin gibi) muhtelif karakterler üzerinden alaycı ve küçümseyici bir tutumla ekrana yansıtılmıştır.[xlix]
Medya, gerçekleşen bir olayın hangi boyutunun seyirciye gösterilip hangi boyutunun gizleneceğine, söz konusu olayın nasıl bir dil kullanılarak aktarılacağına karar vermekte, bu bağlamda izler kitleyi yönlendirmektedir.[l] Medya kuruluşları politik yahut ekonomik çıkarlarının şekillendirdiği kimlik politikalarına göre belli bir toplumsal grubu ön plâna çıkarırken farklı bir grubun üstünü örtebilmekte yahut bunlara dair yanlış temsillere yer verebilmektedir.[li] Medya, yer verdiği temsillerle kişilerin birtakım toplumsal gruplara karşı sahip olduğu algıyı şekillendirmekte, zamanla bu algılar birer “toplumsal gerçeklik” hâlini almaktadır.[lii] Temsil yoluyla insanlara belirli kalıplar sunulmakta, izler kitlenin kendisine, ötekine ve olaylara nasıl bakacağı şekillendirilmektedir.[liii]
Ekranlarda gösterime giren ve hemen hemen her bölümünde ayrı bir skandala imza atan bazı diziler lâiklik üzerinden İslâm düşmanlığı yapmayı bir adet hâline getirmiştir. Bu dizilerin yayınlandığı bazı kanalların sahipleri arasında yabancıların ve özellikle Yahudilerin olması, yapımcılarının bir kısmının mezhep taassubu ile bilinen kişiler olması, senaristlerinin arasında FETÖ ile iltisaklı olduğu iddia edilen kişilerin yer alması asla tesadüf değildir.
Eğitim hakkı, çocuk yaşta evlilik ve zorla örtünme gibi olayların işlendiği bu dizilerde konu edildiği halde 28 Şubat’ta yaşanan zulümler ve özellikle başörtülü kızlarımızın eğitim haklarının ellerinden alınması anlatılmaz, gösterilmez; sadece birkaç cümle ile geçiştirilir. Her fırsatta evlilik yaşına vurgu yapılır ve genelleme yapılarak Müslümanların kızlarını çocuk yaşta evlendirdikleri vurgusu yapılır. Bunun altında da sürekli gündeme getirilen Hazreti Aişe’nin 9 yaşında evliliği iftirası ve dahası Hazreti Aişe düşmanlığı vardır ki bunu yapanların Şii kökenli olmaları dahi manidardır. Aslında buradan hareketle işin ucu Hazreti Peygamber’e dayandırılmak istenmektedir.
Her ne kadar çocuk yaşlarda uyuşturucu ve madde kullanımı konularını dizilerinde konu edinen bu kesim, yıllarca yıkılması gereken bir tabu olarak hedef aldıkları bekâret kavramını bir yana bırakırsak henüz 12-13 yaşlarında cinsel ilişkiye giren çocukları da bu dizilerinde gündeme getirmez. Bu durum dolaylı olarak masum bir hata olarak gösterilirken, sosyal medyalarında ise cinsel özgürlük olarak lanse edilir. Tesettürlü genç kızların aile ve mahalle baskısı ile örtünmeye zorlandığı işlenerek hem de...
Oruç ibadeti üzerinden de oruçlu kişinin oruç tutmayana saygı göstermesi gerektiği bir olgu olarak dayatılır. Oysa oruç tutmayanın tutana karşı daha saygılı ve dikkatli davranması gerekliliği atlanır. Bu dizilerde İslâmî kesimi temsil eden kişilerin sık sık kendilerinden olmayanları tekfir etmeleri de bir genelleme ile verilir ki Ehl-i Sünnet akaidine sahip kimse, karşısındakileri tekfir edemez. Yine el kesme gibi cezalar tarikat veya cemaatlerin uygulayacağı bir husus değildir. Burada da İslâmofobik unsurlar bilerek işlenmiş, Müslümanlar şiddet yanlısı olarak gösterilmek istenmiştir.
Yine günümüzü konu alan bir dizide kızların okutulmaması ballandırıla ballandırıla anlatılırken, ülkede lise eğitiminin bile zorunlu olduğu gerçeği özellikle unutturulur. Hatta artık birçok cemaat ve tarikat mensuplarının kendi özel eğitim kurumları ve hatta özel vakıf üniversiteleri olduğu gerçeği de es geçilir. Yine bu dizilerde kötülenen cemaat veya tarikatların arkasında profesörler, başhekimler, avukatlar, bürokratların olduğu yani bu yapıların devlet içine sızdığı vurgulanır ama bunların yüksek tahsil yaptıkları da atlanır. Oysa dizlerde vurgulanan bu yapıların sadece kendi öğretilerini öğreten kapalı medrese usulü eğitimleri olduğu ve bilgisayar, tablet vs. teknolojik ögelere gavur icadı diye uzak durulduğu yani cahil bir kesim olduğu işlenir. Bir yandan da derin devlet ve istihbarat örgütlerinin bu yapıların içinde olduğu ve sergilenen olumsuz tavırların bunlar eliyle işlendiği de gösterilirken, derin bağlantıları olan bu kişilerin asıl amaçlarının insanları dinden soğutmak olduğu da belirtilmez.
Bunca çelişkilerine rağmen bu diziler ekranlarda arz-ı endam etmeye devam ediyorlar. Özellikle son yerel seçimlerde iktidarın oylarının düşmeye başlaması ile bu çevrenin İslâm karşıtı söylem ve eylemlerinde gözle görülür bir artış vardır. Bu düşünceye hizmet eden medya da kendisine durumdan vazife çıkararak, tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi İslâmofobik yayınlarını artırmıştır. Amaç, olası bir iktidar değişikliğinde toplumu manipüle ederek, yapmayı plânladıkları operasyonlara karşı toplumsal bir kabul oluşturmaktır. Bu projede yer alan sermayenin yurt dışı bağlantıları, yapımcı ve senaristlerin ya mezhep taassubu ile hareket eden seküler kişiler olması ya da farklı bağlantıları ile hedef aldıkları kesimden intikam almak düşüncesinde olmaları tesadüfî değildir. Ayrıca tasavvufa karşı olan ve dinî meselelerde kendileriyle ters düşen grupların hedef gösterilmesinden memnuniyet duyarak kendi medyaları aracılığı ile bu dizilere destek çıkan dinî yapılar da yarın aynı okların hedefi olacaklarını unutmamalıdırlar. Zira yukarıda değindiğimiz çelişkiler ile malûl olan bu dizilerin amacının ekrana yansıttıkları olumsuzlukları düzeltmek olmadığı da aşikârdır.
Cumhuriyet tarihi boyunca irtica ve lâiklik temaları çerçevesinde şekillenen iktidar mücadelesi günümüze kadar devam etmiştir. Bunun da temelinde dini potansiyel tehlike olarak gören Cumhuriyetçi elitlerin tedbir olarak örgütlü dinî grupları baskılayarak kontrol altında tutma ve kontrol dışına çıkanları da fundamentalizm üzerinden etiketleyerek sistem dışına atma amaçlanmıştır.
Sonuç
İslâmofobinin Müslümanlar üzerinde pek çok olumsuz etkisi bulunmaktadır. Irkçılığın da bir simgesi olan İslâmofobi, bugün dünyada yaşayan Müslümanların dinlerini yaşamaları hususunda büyük bir sorun arz etmektedir. Müslümanlar, toplum içinde ibadetlerini yerine getirirken birçok sıkıntı ve sorunlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Özellikle Müslüman kadınlar açısından oldukça sıkıntılı süreçler yaşanmaktadır. Bilhassa istihdam ve eğitim alanında kadınlar hem dinleri, hem de cinsiyetleri nedeniyle çifte ayrımcılığa maruz kalmaktadır.[lv]
Cumhurbaşkanımız, ülkemizdeki İslâmofobik faaliyetleri şu şekilde özetlemiş: “Nüfusunun çok büyük bir bölümünü Müslümanların oluşturduğu bir ülkede ezana, camiye, başörtüsüne, dinî ibadetlere tahammül edemeyenlere rastlayabiliyoruz. Ülkemizde yıllardır süren laiklik tartışmalarının gerisinde, dinî özgürlüklerin korunmasından ziyade yasaklanması niyetlerinin yol açtığı gerilimler vardır. Devletle vatandaşını karşı karşıya getiren bu çarpık zihniyet, darbelerin de en büyük bahanelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok partili siyâsî hayatımızın kara lekeleri olan 1960 ve 1980 Darbeleri ile 28 Şubat müdahalesinin argümanlarına baktığımızda bu gerçeği hep birlikte görüyoruz, görebiliriz.”[lvi]
Günümüz İslâm toplumlarının tarihî süreçlerinden kaynaklı örf ve geleneklerinin zamanla İslâm’ın kuralları olarak sunulması, Selefilerin ve seküler modernistlerin dine yönelik önemli eleştirilerinin başında gelmiştir. Zira örf ve geleneklerin sarmalındaki din, yanlış telakkilere yol açmıştır. İslâm başlangıçtaki hızlı yayılım dönemlerinde de olduğu üzere dinin ana prensipleri ile çelişmeyen örf ve geleneklere hoşgörüyle yaklaşmış ve bunu kültürel zenginlik olarak görmüştür. Ancak net sınırlamalar yapılmayınca zamanla ulus gelenekleri dinin yerini almaya başlamıştır.[lvii]
Maalesef Müslüman toplumların genelinde olduğu gibi Türkiye’de de İslâm’ın ruhu ile çelişmeyen, zamanın ruhuna uygun bir ahlâk felsefesi ve fıkıh anlayışı geliştirilememiştir. Hem kapitalizmin, hem de sosyalizmin alternatifi oldukları dile getirilse de bunların hâkimiyetini kıracak etkin bir sosyokültürel, ekonomik ve siyasal düzen kurulamamıştır. Aksine, iktidara geldikleri veya aktif faaliyetlerini yürüttükleri yerlerde adaletsizlik, liyakatsizlik, yolsuzluk ve insan hakları ihlâlleri noktasında kendilerinden öncekileri aratmadıkları yönünde ciddi eleştiri almışlardır.[lviii]
Bunun yanında, 28 Şubat sürecinde sırf yapacakları operasyonları meşru kılmak adına sahte cemaat ve tarikatlar icat edip bunların başına şeyhler, müritler üreten ve bunları günlerce ekranlarda reklâm edenleri unutmamak gerekir. Yine CIA’nın organize ettiği FETÖ benzeri yapılanmaları bahane ederek dine ve dindarlara saldırılmamalıdır. FETÖ’nün din algısı üzerindeki tahribatını anlamak açısından 15 Temmuz sonrası İlâhiyat Fakültesi öğrencilerinin din ve cemaat algısını araştırmak üzere yapılan çalışmanın sonuçları dikkat çekicidir. Çalışmaya katılanların yarısında din kavramı şüphe ile karşılanırken, cemaat kavramı da yüzde 63,5 oranında şüphe, yüzde 20,4 oranında ise nefret duygusu ile tanımlanmıştır. Cemaat/tarikat liderlerine bakış da yüzde 56,8 oranında olumsuz etkilenmiştir.[lix]
Uzun bir tarihsel geçmişe sahip toplumsal dinamiklerden biri olan geleneksel dinî gruplar, FETÖ ve benzeri yapılar yüzünden toptancı bakışla ötekileştirilerek yok sayılmamalıdır. Ancak bu yapıların da kendilerini özeleştiriye tâbi tutmaları önemlidir. Devlet’te kadrolaşma adına kifayetsiz muhterisleri kendinden diye koruyan, müntesiplerinin yanlışlarını örten, kendi liyakatsiz müntesibini makama getirebilmek için liyakatli ve ehliyetli bir başkasına iftira atıp hakkında dezenformasyon yapan, bulunduğu makamda Devlet’in imkânlarını şahsına veya grup çıkarına kullanan, müntesiplerinin sayısı üzerinden siyasetle pazarlığa oturan, liderlerini kutsallaştıran ve çıkar amaçlı dini alabildiğine kullanan bu tür yapılar fundafobi ve devamında büyük oranda içsel olmak üzere İslâmofobiyi tetikledikleri gibi, topluma ve dine de büyük zarar vermişlerdir.[lx]
Evet, İslâmî kesim kendi kendini hesaba çekmek zorundadır. Kendi özeleştirisini yapıp kendisine çekidüzen vermeyen İslâmî yapılar, pireyi deve yapmakta mahir olan bu medyanın radarına girdiklerinde en acımasız eleştirilere ve hakaretlere maruz kalacaklarını unutmamalıdırlar. Terazinin bir kefesine kendimizi ve yaptıklarımızı koyarken diğer kefesine Kur’ân ve Sünnet’i koyarak yaptıklarımızın meşru olup olmadığını test etmek zorundayız.
Yapılması gerekenler konusunda Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın şu sözleri manidardır: “Dünyanın her yerindeki vicdan sahibi siyasetçileri, aydınları, medya mensuplarını, din düşmanlarını, din adamlarını İslâm düşmanlığı hastalığına karşı harekete geçirmek gerekir. Bu tehdide maruz kalan tüm toplumların ve ülkelerin bir araya gelerek, uluslararası alanda güçlü bir iletişim ağı kurmaları şarttır. İnsanlığın tamamının huzuru ve güvenliği için hayati öneme sahip İslâm düşmanlığının önüne geçilmesi çabaları, oluşturulacak ‘ortak akıl’ mekanizmaları ile yürütülmelidir. Aksi takdirde çok vakit ve enerji harcandığı hâlde oldukça az neticenin alındığı verimsiz bir tabloyla karşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır. Dünyadaki mültecilerin çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyor, iç çatışmalarda en çok Müslümanlar ölüyor, sefalet en çok Müslümanlar arasında görülüyorsa, ortada öncelikle çözülmesi gereken birlik, beraberlik ve dayanışma sorunu var demektir. İslâm dünyası kendi arasında vahdeti tesis ettiğinde, İslâm düşmanlığına karşı verilecek mücadelenin kısa sürede neticeye ulaşması mümkündür. Aksi takdirde, hep konuşulan, hep tartışılan ama işe yarar tek bir adımın bile atılamadığı mevcut kısır döngü hâli sürüp gider.”
RTÜK bu tür yayınlarla daha etkin mücadele etmeli ve mahkeme sürecinde gerekli hukukî düzenlemeler yapılarak bu tür yayınlara yol verilmemelidir. Bunun yanında Müslümanlar da kendi iletişim ağlarını ve medyalarını oluşturmak zorundadırlar. Bunun için dindar kesim sanat, edebiyat ve mûsikî konularını yeniden ele almalı ve bu alandaki boşluğu mutlaka doldurmalıdır. Gençlerimizi bu alanlara yönelterek hem onları seküler tuzaklara kaptırmamalı, hem de zinde tutmalıyız. Böylece kendi insan kaynağımızı değerlendirmeliyiz. Yaşanan mağduriyetler film ve dizilerle gündeme getirilmelidir. Dinimiz ve ülkemiz üzerine oynanan oyunlar çarpıcı senaryolarla bu dizilerde ve filmlerde çarpıcı bir şekilde işlenmelidir. Ayrıca yazılım konusunda da aktif hâle gelerek kendi eğitici animasyonlarımızı, çizgi filmlerimizi ve bilgisayar oyunlarımızı üretmeliyiz.
[i] Beşinci kol, https://tr.wikipedia.org/wiki/Be%C5%9Finci_kol
[ii] 5. kol faaliyetleri ne demektir?, https://www.yeniakit.com.tr/haber/5-kol-faaliyetleri-ne-demektir
[iii] Emine Çelik ve Göktuğ Sönmez, STK’ların Beşinci Kol Faaliyetlerindeki Rolü, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, (İSMUS), VII/2 (2022), s. 1-24
[iv] https://www.diyanet.gov.tr/tr-tr/Kurumsal/Detay/35376
[v] Umut Berhan Şen, 5. Kol Faaliyetleri ve Medya Bağlantıları Üzerine, https://sahipkiran.org/2021/08/03/5-kol-faaliyetleri-ve-medya-baglantilari-uzerine/
[vi] Radnitz, S. (2018). The Real or Imagined Infiltration of Fifth Columns in the Post-Soviet Region, PONARS Eurasia Policy, No. 548. Aktaran Çelik ve Sönmez, 2022
[vii] Ahmet Yeten, Yeni Dünyanın Yeni Cephesi: Beşinci Kol, 2020, https://www.kelambaz.com/
[viii] https://www.haberturk.com/besinci-kol-faaliyeti-nedir-besinci-kol-nasil-calisir-2602950
[ix] Şen, 2021
[x] Şen, 2021
[xi] Dezenformasyonla Mücadele Rehberi, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Yayınları, Ankara 2023
[xii] Barbaros Özdemir, Manipülasyon Ne Demek?, https://www.erdempsikiyatri.com/manipulasyon-ne-demek
[xiii] Dezenformasyonla Mücadele Rehberi
[xiv] Fahrettin Altun, Toplumlar Arası İletişimde Yeni Dönem Enformasyon Savaşından Dezenformasyon Savaşına, Paradigma Yayınları, İstanbul 2023
[xv] Yeten, 2020
[xvi] Çelik ve Sönmez, 2022
[xvii] https://www.indyturk.com/node/287621
[xviii] Beşinci kol, https://tr.wikipedia.org/wiki/Be%C5%9Finci_kol
[xix] Yeten, 2020
[xx] Fahrettin Altun, Hakikatin İktidarı mı, Dezenformasyon ve Manipülasyonun Sultası mı?, age.
[xxi] Ali Murat YEL, Medya ve Sinemada Temsil Edilme Biçimleriyle İslâm Karşıtlığı, Medya ve Din Araştırmaları Dergisi (MEDİAD), 1(1), 5-16. 2018
[xxii] Döndü Çınar, İslâmofobi’nin Üretilmesinde Medyanın Rolü, Genç Mütefekkirler Dergisi, Yıl: 2, Cilt: 2, Sayı:2, Aralık-2021
[xxiii] Çınar, 2021
[xxiv] Yusuf ÖZKIR, İslâm Karşıtlığının Kurucu Aktörü Film Endüstrisi, https://www.sabah.com.tr/, 31 Ekim 2020
[xxv] Batuhan Kalaycı, “Bilgisayar Oyunlarındaki İslâmofobi”, Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi 1/2 (2018), 38.
[xxvi] Mustafa Temel, “Türkiye’de Medya ve İslâmofobi Araştırmaları” Medya ve Din Araştırmaları Dergisi, 2019
[xxvii] Çınar, 2021
[xxviii] Çınar, 2021
[xxix] Dr. Abdulkadir Turan, Din Karşıtı Dizilere Karşı Durmak, https://dogruhaber.com.tr
[xxx] Şükrü Balcı, Muhammet Emin Çifçi, “Makul”ü Öldürmek: Kalifat Dizisinde Müslüman Kimliğinin Temsili, Medya ve Din Araştırmaları Dergisi (MEDİAD), 4(2), s. 237-250.
[xxxi] Bayraklı ve Yerlikaya, 2017
[xxxii] Ali Çarkoğlu & Binnaz Toprak, Değişen Türkiye’de din, toplum ve siyaset. TESEV Yayınları, s. 15 2006
[xxxiii] Cansu Kaya & Abdulvahap Akıncı, Türkiye’de İslâmofobinin yansımaları. Global Journal of Economics and Business Studies, 7(1), s. 85. 2018
[xxxiv] Naci Bostancı, Cumhuriyet’i anlamak: Kurucu ideoloji, ekonomi ve siyasete dair. Timaş Yayınları. s. 86, 2008
[xxxv] Bayraklı ve Yerlikaya, 2017
[xxxvi] Çarkoğlu & Toprak, 2006, s. 15
[xxxvii] Ali Gür, Türkiye’de Fundafobinin İslâmofobi’ye Dönüşümü ve Medyanın Rolü, Medya ve Din Araştırmaları Dergisi, Haziran 2024, 7(1), 103-125
[xxxviii] Bayraklı ve Yerlikaya, 2017
[xxxix] Durmuş Ali Arslan, Dünyada Ve Türkiye’de Medya Ve İslâmofobi, Dünya İnsan Bilimleri Dergisi, 2019(2), 28-52.
[xl] Gür, 2024
[xli] https://www.diyanet.gov.tr/tr-tr/Kurumsal/Detay/35376
[xlii] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/127994
[xliii] Gür, 2024
[xliv] Gür, 2024
[xlv] Enes Bayraklı ve Turgay Yerlikaya, Müslüman Toplumlarda İslâmofobi: Türkiye Örneği. Ombudsman Akademik, 7, s. 58-59, 2017
[xlvi] Ali Yıldız, İslâm Düşmanlığı İslâmofobi, https://www.diyanetsen.org.tr/İslâm-dusmanligi-İslâmofobi
[xlvii] Büşra Kepenek, “Güncel Raporlar Işığında Avrupa’da Yükselen İslâm Düşmanlığı”, Uluslararası Politik Araştırmalar Dergisi 2/3 (Aralık 2016), 71.
[xlviii] Yalçın Lüleci, “Türk Sineması ve Din”, Din ve Hayat: İstanbul Müftülüğü Dergisi 22 (2014), 151.
[xlix] Handan Karakaya, “Türk Sinemasında Din Adamı Tiplemesi”, Munzur Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 6/12 (2018), 64-69
[l] Yel, 2018
[li] Sibel Fügan Varol, Medyada yer alan temsillerin kimlik edinme sürecindeki rolü. The Journal of Academic Social Science Studies(26), 301-313. 2014
[lii] Şadiye Deniz. Türkiye’de yazılı basında kadınların siyasal temsili: 3 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri. Journal of Yaşar University, 5(19), 3199-3220, 2010
[liii] Fatih Söğüt, Yeni medya ve temsil: İnternet gazeteciliğinde cinsiyet kimliklerinin sunumu, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi (AKİL)(31), 212-231. 2019
[liv] Çarkoğlu & Toprak, 2006, s. 15
[lv] Kepenek, 2016
[lvi] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/127994
[lvii] Gür, 2024
[lviii] Gür, 2024
[lix] Gür, 2024