Medet ya muhalefet!

Yazıcıoğlu’nun bahsettiği sadece bu değildi; bürokraside, diplomaside, askeriyede ve maliyede yöneticiler halkın iradesini gösterdiği kesimden seçilmiyor, uygulamalar halkın iradesine karşı duran takımın tahakküm ve müfredatından kurtarılmıyordu. Ve bu durum bir de, “Biz yandaşlık yapmıyor, emaneti ehline veriyoruz” gibi tuhaf, saçma ve mesnetsiz bir izahla geçiştiriliyor. Yani denilmek isteniyor ki, “Bizde adam yok!”.

2000 yılı, İspanyol futbol kulübü Real Madrid’in dünyada futbola tahakküm kurmak adına yaptığı girişimin başlangıcıydı. Öyle özel futbolcular Real Madrid’de toplanmıştı ki takıma “Los Galactiscos” yakıştırması yapılmıştı.

2000 ile 2006 yılı arasındaki Real Madrid, kendi liginde ve uluslararası liglerde büyük başarılar kazanmanın yanı sıra bu başarılarını dünya kamuoyuna öyle büyük bir ustalıkla yansıttı ki sadece İspanya’da değil, dünyanın birçok ülkesinde taraftar sahibi oldu. Onun bu politikasını izleyen başka kulüpler de dünyada taraftar edinen kulüpler arasına girdiler.

Bu anlamda değerlendirilebilecek Türk kulübü ise Galatasaray oldu. Galatasaray, 1996 ile 2000 yılları arasında dört yıl üst üste Türkiye Birinci Lig (bugün Süper Lig) şampiyonluğunun üzerine bir de UEFA Kulüpler Ligi Kupası’nı kazanınca hem Avrupa’da tanınan bir kulüp oldu, hem de bu dört yılı görerek büyüyen Türkiye’deki nesil üzerinde etkili oldu.

Anlatmak istediğim şu ki, toplumlar başarıyı görür ve o başarının takdir edicisi olarak o başarının ardından yürürler. Başarının olmadığı yerde kayıp gerçekleşir ve taraftar kalmaz.

Türkiye’nin bir siyâsî başarı gerçeğini anlatması bakımından, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun şu tespitini hatırlatmak isterim: Yazıcıoğlu, DSP, MHP ve ANAP’tan kurulu Anasol-M koalisyonu oluşturulmadan evvel Türkiye’yi dolaşarak yaptığı millet buluşmalarında demişti ki, “Siz bizi yönetsin diye oyunuzu sağa verirsiniz, onlar iktidarı ya sele verirler, ya sola verirler”.

Hikâye şu ki, MHP sağ, ANAP sağ, FP sağ idi ve kolaylıkla bir sağ koalisyon kurulabilirdi ancak böyle bir tercih yerine sağ partiler bir araya dahi gelmeyerek iktidarı yönetmesi için DSP’nin liderliğinde buluşmuşlardı.

Yazıcıoğlu’nun bahsettiği sadece bu değildi; bürokraside, diplomaside, askeriyede ve maliyede yöneticiler halkın iradesini gösterdiği kesimden seçilmiyor, uygulamalar halkın iradesine karşı duran takımın tahakküm ve müfredatından kurtarılmıyordu. Ve bu durum bir de, “Biz yandaşlık yapmıyor, emaneti ehline veriyoruz” gibi tuhaf, saçma ve mesnetsiz bir izahla geçiştiriliyor. Yani denilmek isteniyor ki, “Bizde adam yok!”.

Bunlar olurken, Türkiye’deki muhalefet anlayışı saçma sapan bir üslûpla, Türkiye’nin siyâsetini pasifize etmek ve statik zeminde bir kör dövüşü oynatmak üzere işliyor. Yine Şehit Muhsin Yazıcıoğlu, başında Deniz Baykal’ın bulunduğu CHP’nin yürüttüğü siyâseti eleştirerek şöyle demişti: “Benim muhalefet etme hakkımı elimden alıyorsun. CHP, sen bu ülkenin başına belâ mısın?”

Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin oluşum ve işleyişini kazandıran Cumhur İttifakı’nın kuruluşuna bakınca, Yazıcıoğlu’nun siteminin hangi seviyeye dönüştüğü ortadadır. Çünkü CHP, kendi arsız muhalefet anlayışına endekslenen siyâsetle bu ülkede muhalefetin vatana ihanet çizgisinde yapılmasını arzuluyor. Buna gelemediği için MHP iktidara yakın. Yoksa MHP’nin iktidar partisi olan AK Parti’nin düşüncesinden bariz şekilde ayrıldığı noktalar var. İP’nin bulunduğu pozisyon da sırf bu durumdan kaynaklanıyor.

Bütün bunlar her yanıyla belliyken, iktidar partisi, kendi hükmetme gücünü kullanmak yerine CHP’nin ürettiği yalan ve tehditlere cevap verme yolunu seçerek siyâset işletiyor.

Bir CHP’li olarak İlhan Kesici çıkıp “Merkez Bankası’nın 128 milyar dolar problemi yok, MB gayet şeffaf şekilde çalışıyor!” diyor ve iktidar partisi Kesici’nin bu çıkışında derman arıyor.

CHP’li Engin Altay, “Umarım Erdoğan’ın sonu Menderes gibi olmaz” diyor ve iktidar partisi Altay üzerinden CHP’nin darbe seviciliği hakkında konuşuyor.

Keza 104 emeklinin yayınlattığı bildiri de aynı türdendi…

Veya İP’li Ümit Özdağ’ın İP’nin bazı yöneticileri hakkındaki açıklamaları, Özdağ pek muteber biriymiş gibi iktidar partisince kullanılıyor.

Hâlbuki AK Parti, tek başına iktidar olduğu ilk günden itibaren yaptıklarıyla oylarını bir süre arttırdı. Fakat AK Parti, Galatasaray’ın dört yıl üst üste kazandığı ve üzerine de UEFA Kupası’nı kaldırdığı sürecin sosyolojik kazanımlarının aksine, gösterdiği performansla daha çok taraftar kazanmak yerine taraftar kaybetti. Daha doğrusu AK Parti’nin iktidarında bir taraftar ikâmesi süreci yaşanarak başlangıçta AK Parti’yi destekleyenler başka alanlara kayarken, ülke siyâseti, AK Parti’yle yola devam edilmesi gerektiğini ortaya koydu. Türkiye, siyâset anlamında alternatif üretmek adına hem iktidar, hem de muhalefet tam bir körlük yaşıyor zira.

İçim cız ediyor!

Geçtiğimiz günlerde Türk halk müziği sanatçısı Erkan Oğur ile Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın üzerinden bir polemik yaşandı. Kalın’ın icra ettiği bir ezgiye düzenleme yaptığı için sol cenah tarafından eleştirilen Oğur, “Aslında benim de içim cız etmişti” diyerek bir açıklamada bulundu.

İşte Yazıcıoğlu’nun “Siz sağa verirsiniz, onlar sele verirler, ya sola verirler” diye anlattığı hikâye burada da gerçekleşiyor. Doğrusu bu hikâye maalesef hep böyle!

Oğur çok önemli bir virtüöz. Bizzat kendisine has ses veren bağlama ve gitarlar üretmiş, Türk halk müziğinde önemli araştırma ve eserlere imza atmış biri. Onunla sanat icra etmek için aynı seviyede olmak gerek. İbrahim Kalın ise çırak adayı dahi olamaz. Çünkü o, bağlamayı hobi olarak çalıyor, türkü söylemeyi meslek olarak icra etmiyor. Bir de Kalın, sadece memur. Ama çok önemli bir mevkide memur.

Fakat Türkiye’de kıyametler koparken, birçok cephede sert savaşlar verirken, Cumhurbaşkanlığı’nın sözcüsü olmakla memur olan kişiyi bir polemiğin hâlâ centilmen kalmaya çalışan tarafı olarak görüyoruz. Derdimiz ne? Kime yaranmak istiyoruz?

Oğur’un içi ona göre bir İslâmcı ile iş yapmaktan da cız etmiş olabilir, çırak dahi görmediği birine yardım etmekten de. Peki, Kalın’ın içi ne zaman cız edecek? Meselâ Türkiye’yi bu polemikle konuşturduğu için cız edecek mi? Veya meselâ bizim tarafta Erol Parlak gibi daha üst düzey bir virtüöz varken niçin Oğur’u seçtiğiyle ilgili cız edecek mi? Yahut da Türkiye bu kadar cephede savaşırken, işiyle meşgul olmak yerine tek parçalık albüm çıkartmaya çalıştığı için içinin bir parçası titreyecek mi?

İktidar partisi, neyi savunacağını, nasıl savunacağını, ne edip de işin içinden çıkacağını şaşırdı. Erdoğan’ın yerinde olsam, Türkiye’yi bu tür polemiklerle meşgul kılan bütün kadroları lağveder, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin işleriyle meşgul olacak kişilerle yürürdüm.