2000 yılı, İspanyol
futbol kulübü Real Madrid’in dünyada futbola tahakküm kurmak adına yaptığı
girişimin başlangıcıydı. Öyle özel futbolcular Real Madrid’de toplanmıştı ki
takıma “Los Galactiscos” yakıştırması yapılmıştı.
2000
ile 2006 yılı arasındaki Real Madrid, kendi liginde ve uluslararası liglerde
büyük başarılar kazanmanın yanı sıra bu başarılarını dünya kamuoyuna öyle büyük
bir ustalıkla yansıttı ki sadece İspanya’da değil, dünyanın birçok ülkesinde
taraftar sahibi oldu. Onun bu politikasını izleyen başka kulüpler de dünyada
taraftar edinen kulüpler arasına girdiler.
Bu
anlamda değerlendirilebilecek Türk kulübü ise Galatasaray oldu. Galatasaray,
1996 ile 2000 yılları arasında dört yıl üst üste Türkiye Birinci Lig (bugün
Süper Lig) şampiyonluğunun üzerine bir de UEFA Kulüpler Ligi Kupası’nı
kazanınca hem Avrupa’da tanınan bir kulüp oldu, hem de bu dört yılı görerek
büyüyen Türkiye’deki nesil üzerinde etkili oldu.
Anlatmak
istediğim şu ki, toplumlar başarıyı görür ve o başarının takdir edicisi olarak
o başarının ardından yürürler. Başarının olmadığı yerde kayıp gerçekleşir ve
taraftar kalmaz.
Türkiye’nin
bir siyâsî başarı gerçeğini anlatması bakımından, Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun
şu tespitini hatırlatmak isterim: Yazıcıoğlu, DSP, MHP ve ANAP’tan kurulu
Anasol-M koalisyonu oluşturulmadan evvel Türkiye’yi dolaşarak yaptığı millet
buluşmalarında demişti ki, “Siz bizi yönetsin diye oyunuzu sağa verirsiniz,
onlar iktidarı ya sele verirler, ya sola verirler”.
Hikâye
şu ki, MHP sağ, ANAP sağ, FP sağ idi ve kolaylıkla bir sağ koalisyon
kurulabilirdi ancak böyle bir tercih yerine sağ partiler bir araya dahi
gelmeyerek iktidarı yönetmesi için DSP’nin liderliğinde buluşmuşlardı.
Yazıcıoğlu’nun
bahsettiği sadece bu değildi; bürokraside, diplomaside, askeriyede ve maliyede
yöneticiler halkın iradesini gösterdiği kesimden seçilmiyor, uygulamalar halkın
iradesine karşı duran takımın tahakküm ve müfredatından kurtarılmıyordu. Ve bu
durum bir de, “Biz yandaşlık yapmıyor, emaneti ehline veriyoruz” gibi tuhaf,
saçma ve mesnetsiz bir izahla geçiştiriliyor. Yani denilmek isteniyor ki,
“Bizde adam yok!”.
Bunlar
olurken, Türkiye’deki muhalefet anlayışı saçma sapan bir üslûpla, Türkiye’nin
siyâsetini pasifize etmek ve statik zeminde bir kör dövüşü oynatmak üzere işliyor.
Yine Şehit Muhsin Yazıcıoğlu, başında Deniz Baykal’ın bulunduğu CHP’nin
yürüttüğü siyâseti eleştirerek şöyle demişti: “Benim muhalefet etme hakkımı
elimden alıyorsun. CHP, sen bu ülkenin başına belâ mısın?”
Türkiye’de
Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin oluşum ve işleyişini kazandıran Cumhur
İttifakı’nın kuruluşuna bakınca, Yazıcıoğlu’nun siteminin hangi seviyeye
dönüştüğü ortadadır. Çünkü CHP, kendi arsız muhalefet anlayışına endekslenen
siyâsetle bu ülkede muhalefetin vatana ihanet çizgisinde yapılmasını arzuluyor.
Buna gelemediği için MHP iktidara yakın. Yoksa MHP’nin iktidar partisi olan AK
Parti’nin düşüncesinden bariz şekilde ayrıldığı noktalar var. İP’nin bulunduğu
pozisyon da sırf bu durumdan kaynaklanıyor.
Bütün
bunlar her yanıyla belliyken, iktidar partisi, kendi hükmetme gücünü kullanmak
yerine CHP’nin ürettiği yalan ve tehditlere cevap verme yolunu seçerek siyâset
işletiyor.
Bir
CHP’li olarak İlhan Kesici çıkıp “Merkez Bankası’nın 128 milyar dolar problemi
yok, MB gayet şeffaf şekilde çalışıyor!” diyor ve iktidar partisi Kesici’nin bu
çıkışında derman arıyor.
CHP’li
Engin Altay, “Umarım Erdoğan’ın sonu Menderes gibi olmaz” diyor ve iktidar
partisi Altay üzerinden CHP’nin darbe seviciliği hakkında konuşuyor.
Keza
104 emeklinin yayınlattığı bildiri de aynı türdendi…
Veya
İP’li Ümit Özdağ’ın İP’nin bazı yöneticileri hakkındaki açıklamaları, Özdağ pek
muteber biriymiş gibi iktidar partisince kullanılıyor.
Hâlbuki
AK Parti, tek başına iktidar olduğu ilk günden itibaren yaptıklarıyla oylarını
bir süre arttırdı. Fakat AK Parti, Galatasaray’ın dört yıl üst üste kazandığı
ve üzerine de UEFA Kupası’nı kaldırdığı sürecin sosyolojik kazanımlarının
aksine, gösterdiği performansla daha çok taraftar kazanmak yerine taraftar
kaybetti. Daha doğrusu AK Parti’nin iktidarında bir taraftar ikâmesi süreci
yaşanarak başlangıçta AK Parti’yi destekleyenler başka alanlara kayarken, ülke
siyâseti, AK Parti’yle yola devam edilmesi gerektiğini ortaya koydu. Türkiye,
siyâset anlamında alternatif üretmek adına hem iktidar, hem de muhalefet tam
bir körlük yaşıyor zira.
İçim
cız ediyor!
Geçtiğimiz
günlerde Türk halk müziği sanatçısı Erkan Oğur ile Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü
İbrahim Kalın üzerinden bir polemik yaşandı. Kalın’ın icra ettiği bir ezgiye
düzenleme yaptığı için sol cenah tarafından eleştirilen Oğur, “Aslında benim de
içim cız etmişti” diyerek bir açıklamada bulundu.
İşte
Yazıcıoğlu’nun “Siz sağa verirsiniz, onlar sele verirler, ya sola verirler” diye
anlattığı hikâye burada da gerçekleşiyor. Doğrusu bu hikâye maalesef hep böyle!
Oğur
çok önemli bir virtüöz. Bizzat kendisine has ses veren bağlama ve gitarlar
üretmiş, Türk halk müziğinde önemli araştırma ve eserlere imza atmış biri.
Onunla sanat icra etmek için aynı seviyede olmak gerek. İbrahim Kalın ise çırak
adayı dahi olamaz. Çünkü o, bağlamayı hobi olarak çalıyor, türkü söylemeyi
meslek olarak icra etmiyor. Bir de Kalın, sadece memur. Ama çok önemli bir
mevkide memur.
Fakat
Türkiye’de kıyametler koparken, birçok cephede sert savaşlar verirken, Cumhurbaşkanlığı’nın
sözcüsü olmakla memur olan kişiyi bir polemiğin hâlâ centilmen kalmaya çalışan
tarafı olarak görüyoruz. Derdimiz ne? Kime yaranmak istiyoruz?
Oğur’un
içi ona göre bir İslâmcı ile iş yapmaktan da cız etmiş olabilir, çırak dahi
görmediği birine yardım etmekten de. Peki, Kalın’ın içi ne zaman cız edecek? Meselâ
Türkiye’yi bu polemikle konuşturduğu için cız edecek mi? Veya meselâ bizim
tarafta Erol Parlak gibi daha üst düzey bir virtüöz varken niçin Oğur’u seçtiğiyle
ilgili cız edecek mi? Yahut da Türkiye bu kadar cephede savaşırken, işiyle
meşgul olmak yerine tek parçalık albüm çıkartmaya çalıştığı için içinin bir
parçası titreyecek mi?
İktidar partisi, neyi savunacağını, nasıl savunacağını, ne edip de işin içinden çıkacağını şaşırdı. Erdoğan’ın yerinde olsam, Türkiye’yi bu tür polemiklerle meşgul kılan bütün kadroları lağveder, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin işleriyle meşgul olacak kişilerle yürürdüm.