Medeniyetin tezahürü: İnsan inşâsı

Günümüz toplumunda yeni nesillerin yetişmesi için kâinatı, varlığı ve maddeyi Vahiy ve Hadis çerçevesinde okumayı öğretmek gerekmektedir. Eğer günümüzde bizler medeniyeti yeniden anlayacaksak, bunu en başta Efendimiz (sav), daha sonra sahabeleri ve kendi toplumumuzdan çıkan âlimlerimizi örnek edinerek sağlayabiliriz. Medeniyetin insana özgü olduğunu bilerek, edepli ve ahlâklı nesiller inşâ ederek toplumu ihya etmeliyiz.

BİR medeniyetten söz edildiğinde akla gelen tezahürleri olarak edebiyat, mimari, mûsikî ve tarih gibi nitelikler ileri sürülmektedir. Oysa medeniyet, inancın yansıması yani inancını ihlâsla yaşayanın eseridir. Tabiî bunun için de medeniyetin tezahürünü dışa vuracak boyutta inancını yaşayan ve onunla bütünleşen insan inşâsı lâzımdır. Nitekim medeniyete dair en özel örnekle Efendimiz (sav), Darü’l-Erkam gibi bir kurumda (bugünkü anlamda bir medrese örneği) sırf bu yönde bir eğitim anlayışı geliştirmişti ve insana değer verilemeyen dönemde yine insana en özel varlık olduğunu hissettirmişti.

“Medeniyet” kelimesi, ne olduğundan çok, nasıl anlaşıldığı önemli olan bir kavram içerir. Yani medeniyetin ne olduğu kanısına varmadan evvel medeniyet oluşturacak nesiller inşâ etmek, bana göre medeniyete gerçek anlamını katmaktır. Batı’nın etkisi altında kaldığımız şu dönemlerde entelektüel birikimi olan aydın insanlarımız dahi inançlarında zaafa uğramışlardır. Bu yazımda medeniyet oluşumundan kastım, medeniyet inşâ ederken nitelikli ve ahlâklı insan yetiştirme perspektifini ortaya koymaktır.

Sürekli olarak Batı etkisinde kaldığımız son yüzyılda, Batı’nın her duruma pozitivist yaklaşımı ve beraberinde getirdiği zihinsel yaklaşımlar, buna karşın bizdeki aydın kesimin yaklaşımı ve beraberinde toplumumuzun herhangi bir değer oluşturamaması, ortaya enteresan bir toplum modeli çıkarmış oldu. Bu durum, insanımızın istikametini kaybetmesine yol açtı ve günlük yaşantımızda “insan tutarsızlaştı”.

Medeniyetimizin bakış açısı ve referansları, bilindiği gibi Kur’ân ve Sünnet çerçevesindedir. Dolayısıyla Kur’ân ve Sünnet’in insan yaşamına yansıması, bizde birebir medeniyet oluşmasıdır. Bu anlamda, günümüzde yeniden bir medeniyet oluşumundan bahsedeceksek eğer, önceliğimiz bu ölçüde insan inşâ edecek (başta aile olmak üzere) kurumlar oluşturmaktır.

Kutsal Kitabımızda insana kimi yerde beşer ve âdem olarak hitap edilir. Beşer, bizim varlık olan yanımızı ifade eder. Yani insanın dış görünüşü ve maddî, özel gereksinimleri ifade eden yanıdır bu. Âdem yanımız vardır bir de. Kimseye sitem etmeden, en başta kendimde bulduğum manevî eksikliğimiz... Âdemî yanımız; iç dünyamız, bizlere üflenen manevî ruh ve gönül dünyamız… Sürekli içini dünyevî şeylerle doldurup hiçbir türlü tatmin ettiremediğimiz ve gerçek ihtiyacını veremediğimiz maneviyatımız…

İnsan, sınanandır. Beşeriyeti ve âdemiyeti arasında sınanan bir varlık... Kendisiyle, çevresiyle ve yine insanla sınanan bir varlık… Kur’ân-ı Kerim’de de böyle ifade ediliyordu: “Sizi birbirinizle imtihan edeceğiz…” Bu nedenle insan, inancı gereği beşeriyeti ve âdemiyeti arasında bir bağ kurmalıdır. Kurmalıdır ki, ne maddî, ne de manevî yönünü ihmâl eylesin!

Zira insanın yaşamdaki vazifesi, beşeriyetini âdemiyetinin emrine getirmektir. Beşer olarak kalmamak, devam etmemek ve insana bahşedilen “insan-ı kâmil” olmanın gereğini yerine getirmeye çalışmaktır. Aksi takdirde insan, beşeriyetini tatmin ederek âdemiyetinden uzaklaştığında modern psikolojinin “bunalım” dediği, ama aslında insanın gerçek yaratılış gayesinden uzaklaşması durumuyla karşılaşmasıdır. Dolayısıyla sağlıksız, ruhsuz, isteksiz ve tutarsız bir toplum oluşacaktır.

Bu anlamda “adam olmak” lâfını âdem olan boyutumuza geçmekten kasıtla anlayabilirsek, işte bu, gerçek bir medeniyet oluşturacaktır! Aksi hâlde beşeriyet olan tarafımız gittikçe kuvvetlenecek ve yaratılış gayemiz yok olacaktır. Dolayısıyla okuyarak gerçek ilme ulaşmak ve ilmî satırlardan ziyade kendi benliğimizle bütünleştirmek, ilmî marifetimizle gerçekleştirmek, insan olarak imtiyazımız olmalıdır.

Modern ve çağdaş psikolojinin sürekli değişik tanımlamalarıyla tam bir insan tanımı yapılamamaktadır. İslâmiyet’in her türlü üstünlüğü yüklediği insan, modern felsefe içerisinde Allah’tan koparıldıkça gerçek yaşantısındaki yerini yitirdi, kutsallığından uzaklaştı ve gittikçe aşağılara çekiliyor. Bu noktada insanımıza çekidüzen verecek, ona gerçek değerine hatırlatacak olan ışık, başta Kur’ân-ı Kerim, Peygamberimiz ve önder âlimlerimizdir. Öncelikli olarak da tasavvuf ilmi, insanı baştan inşâ edecek ve kendi değerini yine kendisinin bulmasına yardım edecektir.

Modern felsefenin giderek rasyonelleştirdiği insan, sadece beşerî eksiklerini tatmin eden yani kendi tercihlerini kendi yapan, akıl dışı hiçbir yol göstericiye itimat etmeyen, her zaman kendi adına faydalı olanı seçen insandır. Bu düşünce yapısında insan bir medeniyete değil, sadece kendi içine ve ihtiyaçlarına hapsolunmuştur. Kısaca insan, sadece üreten ve ihtiyacı olmadığını bile tüketen hiçbir ahlâkî değer yargısı gözetmeyen hayatını devam ettirmek gayesindeki insandır.

Oysa dinî bir terbiye almış olan insan, önceliği maddî ihtiyaçlarına vermez. Ahlâkî değerleri her şeyin üzerinde tutar ve yüceltir. İçselleşmiş bu değerlerle insan zor durumda da olsa ahlâkî olana aykırı davranmaz, davranamaz. İşte bu, başlı başına bir medeniyettir! Çünkü aslolan, istemediğin durum olduğunda bile aynı kalmaktır.

Medeniyetin oluşturacağı sosyal düzen, bir inancın yansıması olarak cereyan eder. Bu sebeple modernleşme akımı içinde vereceğimiz her türlü eserin bizim inanç dünyamızı yansıtması gerekmektedir. Örneğin ibadet yerlerimizin yapımında Batı’nın aksine suret figürleri bulunmamaktadır. Bu, medeniyete inancın yansımasıdır. Eğer aksi bir durumla özenti veya çağa ayak uydurma isteğiyle gerçekleştirecek olursak, bu, kendi benliğimizden uzaklaşmamızla kalmayacağı gibi, tam bir medeniyetsizlik düzeni oluşturacaktır.

Tam bu noktada kendi tarihinden, kültüründen, geçmişinden, gelenek ve göreneğinden hiç bilmiyormuş ya da içinde değilmiş gibi yapan insanımız, Batı’ya özenti bir yana ortaya karışık ve tutarsız bir düzensizlik çıkarmaktadır. Kendi toplumundaki medeniyeti inancın yansıması gibi gerçekleştirmekten nedense yüksünen modern çağ insanı, medeniyeti dış görünüşlerde ve pahalı yerlerde gezmekte, yemekte arayan, kısaca medeniyeti ahlâkî değerlerin yansımasından ziyade beşerî ihtiyaçların giderilmesi olarak gerçekleştiren maneviyatı boş insandır.

Bugün medeniyetimizi, geçmişte öncülüğünü toplumda vasıflı insanlar yapmıştır. Bir Ahmed Yesevî, Mevlâna, Yûnus Emre ve daha nice medeniyet önderi, yaşadıkları dönem bir yana, bugün dahi topluma ışık tutan görüşleri ile gerçek medeniyet tasavvurunu ortaya koyan isimlerdir. Son dönem aydınlarının, din adamlarının ve entelektüellerinin aksine, bu insan-ı kâmil âlimlerimiz, yaşadıkları dönemlerde ve sonraki tüm yüzyıllarda toplumun dayanağı olan eserler ortaya çıkarmışlardır.

Günümüz toplumunda yeni nesillerin yetişmesi için kâinatı, varlığı ve maddeyi Vahiy ve Hadis çerçevesinde okumayı öğretmek gerekmektedir. Eğer günümüzde bizler medeniyeti yeniden anlayacaksak, bunu en başta Efendimiz (sav), daha sonra sahabeleri ve kendi toplumumuzdan çıkan âlimlerimizi örnek edinerek sağlayabiliriz. Medeniyetin insana özgü olduğunu bilerek, edepli ve ahlâklı nesiller inşâ ederek toplumu ihya etmeliyiz.