EVRENİN
zamansızlık aşamasında maddenin hamuru olan cevherdeki “lepton” ailesi hangi
vazîfedeyse, metrik genişlemenin ardından gelen termodinamik denge ile yapımın
mümkün olmayacağı son evrede de aynı vazîfede olacaktır.
Atom kafesine girmeden önceki lepton ailesi gibi çok sayıda
parçacıktan “baryon” ve “mezon” ailesinin atom çekirdeğini oluşturan hadronlar
kuarklardan oluşurken, aradaki mezon alışverişi ile kararlı hâldedirler.
Bu tür parçacıkların hepsinin, hem evrenin ilk aşamasında,
hem de evrenin sona ermesinde kendilerine tahsis edilen vazîfe sınırlarının
dışına çıkmayacağı steril hayatları bilimsel bir gerçektir.
Buradan açıkça şu sonucu ifade etmek en doğru olandır:
Evrende ne kadar atom altı parçacık varsa, kâinatın/evrenin bütün aşamalarında
aynı hareket alanlarında ve kararlılıktadırlar. Bu parçacıkların hepsinin
hareket alanları, onların sentetik hayat sahasıdır.
Steril hayatları olan bu tür kararlı sentetik parçacıkların,
merhamet edilmeye, sevilerek ve acınarak korunmaya ihtiyaçları vardır. Ontolojik
ve geleneksel olarak bakıldığında, “şefkatli, merhamet eden ve acıyan” kavramları,
“rahmet” (ruhm, merhamet) kökünden türeyen “Rahmân” kelimesi tam olarak karşılıyor.
Rahmet içerikli olmak üzere merhamet, sevmek ve acımak
kavramlarını barındırmak, aynı zamanda başka varlıklarla da iştirakin gerekli
olduğu görev ve iş gibi özellikleri çevreleyip kuşatmak gerekiyor. Böyle
holistik bir durum ise tam olarak “Rahîm” kelimesiyle anlaşılıyor.
Merhamet, sevmek ve acımak kelimelerinin tam olarak yansıması
bakımından isim olarak “Rahmân”, sıfat olarak da “Rahîm” kelimelerinin, evrenin/kâinatın
geneline teşmil edildiğinde her an her şeyle ilintisi gözleniyor. Burada “Vedûd”
İsminin mânâ bakımından Rahîm ile yakınlık arz ettiğini, sıfat olarak da
muhabbet ve sevmeyi karşıladığını belirtmek gerekir.
Sentetik hayatların steril olarak muhafaza ve idâme
edilmesinde hayır vardır. Daha mükemmeli mümkün olmayan evrenin yaratılışı, hayrın
en büyük tecellilerindendir. Hikmetsiz yaratılışın olmadığı evrende bu hikmet de
varlığın hayır tarafıdır.
Birinciden ikinciye milyar yıllık yolculuk
Ekonomik, sosyal, kültürel ve siyâsî krizler toplumun hayır
eksikliğinin bir netîcesi olarak görülebilir. Bu eksiklik ise kötü fiiller ve
kötü huylar netîcesinde ortaya çıkar. Bu çıkışın varlığı, rûhun bazı
yetkinliklerinin yok oluşunun bir sonucudur. Bu yok oluş, okumanın muhatabı
olan insanın neyi nasıl okuyacağını bilmemek noksanlığıdır. İnsan, akıl ve
düşüncenin denetimi altında rûhunu besleyen okumalarını yapabilmelidir.
Melekût/metafizik âlemden
şehâdet/fizik âlemine yaratılışla geçişi, Arapçada “elif” harfinin “bâ” harfine
evirilmesinde görülüyor. Bu evrilmenin taçlandırılmış hâline,
“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” anlamına gelen “Bismillahirrahmânirrahîm”
cümlesinde rastlanır.
Zamansızlıktan
her anda bir şe’n ile tekrarsız tecellînin kayyumluk ile gerçekleştiği biliniyor.
Bu kayyumluk ile yaratılışta elif’in bâ olarak yaratılışı ne ise, yokluktan
varlığa geliş de, evrenin yaratılışı da odur.
Bilimsel
olarak 1922 yılında kâinatın/evrenin genişlediği
fikri, 1929 yılında ilk defa kâinatın genişlediğinin gözlemlenmesiyle yokluktan
varlığa bir geçiş olması bakımından kesinlik kazandı. Bu geçişin evveline dair
Batı dünyası fikir üretmekten kaçınır. Bu yokluktan varlığa ve elif’ten bâ’ya
geçişin sürdürülebilirliği, sentetik hayatların steril edilmesi için Rahmân bir
isim ve Rahîm olarak genele yayılmasıyla mümkün görünüyor.
“Rahmân ve Rahîm
olan Allah’ın ismiyle” olan besmelede 3 İlâhî Esmâ ve 4 kelime bulunuyor.
İsimler “Allah”, “Rahmân” ve “Rahîm”… Kelimeler ise “Allah”, “Rahmân”, “Rahîm” ve “isim”…
Gayb/metafizik/melekût âlemde
elif harfi, Allah’ı (cc) gösterir. Bilinen/fizik/şehâdet âlemde elif kendisi
görünmez, bunun yerine bâ harfi yaratılışta yerini alır. Elif harfinin
yazılmaması, Zât’ın Esmâ ile perdelenmesidir. Elif’in yerine “bâ” harfinin
besmeleye eklenmesiyle, tam anlamıyla yoktan var etme, yaratma ve Yaratanın kim
olduğuna dair silsile ortaya konur. Burası imtihan dünyası olduğundan, bu
varlığı kimlerin nasıl okuyacağının da ifadesi gösterilir.
Besmeledeki “bâ” harfinin altındaki nokta, evrende ne varsa
onların temsilidir. Bilimsel mânâda buna “kütle merkezi” denir. Aynı zamanda
insanın da kütle merkezidir. Bu nokta, her şeyin inşâ malzemesidir aynı
zamanda. İnsan burada ciddî bir muhataplığa sahiptir.
Bu nokta, her şeyi temsil etmesi ve her şeyin harcı olması
nedeniyle okumanın, kim tarafından ve nasıl yapılacağının da açık ifadesidir. Okumayı
yapacak olan kişi, “bâ” olmadan önceki “elif”ten, insana verilen “ene/ego”nun
yine elif ile okunacağını da görendir.
Okuma işlemi, “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alâk, 1) âyetinde
ifade edildiği üzere, elif’ten bâ’ya geçişte, her şeyi yaratan Rabbin adıyla
(Esmâsıyla) okunmasının istenmesidir. Okuması gerekenlerse bütün insanlardır. Okunmanın,
her an her şeyin “yeniden” yaratılmakta olduğunu görerek, eserden fiile,
fiilden isme, isimden vasfa, vasıftan şe’n’e ve şe’n’den Zât’a geçiş sürecini
kusursuz tamamlayarak yapılması istenmektedir.
Allah’ın (cc) varlığına, birliğine ve peygamberlerin
doğruluğuna işaret eden deliller, mûcizeler ve Kur’ân-ı Kerîm sûreleri olarak
tarif edilen âyetlerin okunması gerekir. “Onlara gerek içinde yaşadıkları
âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz”
(Fussilet, 53) ifadesi, okumanın insan nefsinde olan elif’in Esmâya (hazîne)
bakın yüzü ile yapılacağını açıkça göstermektedir.
Bu okuma sürecinin muhatapları olan insanlar, her devir ve âlemde ve de şeyde yoktan var edilmenin her inkişafına lâyık birer pozisyonda durdurulur. Evrenin başında ne ise, sonunda da aynı malzemelerin bulundurulması, koruma ve muhafazayla mümkündür. Bu iş Rahmân tarafından yapılır. Koruma ve muhafazanın her şeyde tecelli etmesi ve her maddede sürdürülebilir yeniden yaratılışın devamı da Rahîm tarafından yapılıyor.
Bu yönüyle, besmeledeki “Rahmân” ve “Rahîm” kelimeleri,
besmeledeki Allah (cc) İsminin sıfatı olmuştur. Bu sıfat özellikleri hem Kur’ân,
hem de kâinat kitabı (evren) ile besmele arasında iletişimi sağlar. Bu
pencereden açıkça görüleceği üzere, Rahmân ve Rahîm kelimeleri Allah’tan (cc)
başkasına nispet edilemez.
Üstelik Rahmân ve Rahîm kelimeleri sırasıyla muhafaza ve iştirak
noktasında seçilmeye de işaret eder. Rahmân, bu dünya hayatındaki bütün
insanlara olan rahmeti işaret ederken; Rahîm ise imtihan dünyasından sonraki
âhirette sadece müminleri kapsayan rahmeti ifade eder. Bu nedenle yaratılmış
olmak, aynı zamanda sorumlulukları yerine getirmeyi de kapsar.
Nutku tutulan seyir
Evrenin yaratılması (Büyük Patlama), insanın yaratılması ve
elif’ten sonra bâ’nın noktasının yaratılması birer koruma ve muhafazanın
sonucudur. Baştakini ve sondakini bilecek bir akıl, bütün durumları şe’n’e ile
inşâ edebilir.
Korumanın ve muhafazanın esâsı, bir fabrikadan çıkan ürünün
her defasında benzerinin çıkması gibidir. Bu ise evrensel olarak yasalar veya
kanunlar olarak bilim dünyasında kabul görür. Bu yasalardan biri de Dinamik
Yasaları’dır. Dinamik Yasaları, Kuantum keşfedilene kadar fizik evrenin (şehâdet)
çoğu olayının açıklandığını ifade eden değişmez kanunlar gibiydiler.
Kuantumun keşfinden sonra Dinamik ve Kuantum Yasalarının
hitap ettiği ya da çözdüğü sorunların sınırları çizildi. Atom altında
bilgilerin en doğru çözümünün Kuantum ile elde edildiği sonucuna ulaşıldı.
Ancak matematiksel olarak ortaya konulan problemlerin hemen hepsinde benzer diferansiyel
denklemlerin çözümü mânidardır.
Ortaya çıkan ortak matematiksel denklem, sadece Rahmân olan
Zât tarafından sürdürülebilir bir gerçektir. Kazanma ve kaybetme imtihanlardan
birisi de burada yatar. Dinamik Yasaları’ndan ilk iki tanesi İslâm coğrafyasında
dillendirilse de Batı tarafından görülmez. Tam bir aşırma işlemi yapılmıştır.
Aynı mesafeyi daha kısa sürede kat etmenin adına “hız” diyen Doğu
medeniyetinin tanımı Dinamik Yasaları’nda yer alırken, İngiliz Kraliyet Ailesi,
Newton’a bu hakikati gizlediğinden dolayı “Sir” unvanı vermiştir.
Yine aynı şekilde, hızdaki değişimin adının Doğu medeniyeti
tarafından ifade edilmesine rağmen, Newton bu konulara son derece titiz
davranarak efendilerinin isteğini yerine getirir. Etki-Tepki Yasası’nı
ekleyerek “Evrensel Dinamik Yasa” olarak kendi adıyla yayınlar. Çok sayıda
kitabı olan Newton’un iki kitabı fizikle ilgilidir. Bunlar mekanik ve optikle
olan kitaplarıdır. Diğerleri falcılık ve buna benzer alanlara dairdir. Newton’un
fizikle ilgili kitaplarını Leibniz’in defalarca düzelttiğini burada not edelim.
Batı medeniyeti, Doğu’nun bu tür çalışmalarını neden
görmezden gelir veya neden çalar? Asıl mesele de burada gizlidir! Besmeledeki “isim”
kelimesinde bulunan “elif hemzesi”nin (vasl) yerini “bâ” harfi alır. Bâ’nın
varlık âleminde inkişaf etmesiyle “yoktan var etme” ve “yaratma” anlamında
olan nutka ulaşılır. Nutk, Rahmân’ın koruma ve muhafazasının delîlidir. Newton,
tam da bu delîli ortadan kaldırmak adına Rahmân ve nutk bağlantısını kesme
görevini üstlenmiştir. Böylece İslâm coğrafyasının nutku tutulmuştur!
Bu tamamen ve kasıtlı olarak yapılan bir plândır. Çünkü kalp
gözü kapalı olanları uyandırmak, hatalılara/günahkârlara merhamet ile bakmak ve
musîbetleri ortadan kaldırmak için rehberlik eden Rahmân İsminden elde edilecek
feyzi ortadan kaldırmak istemenin bir sonucudur bu. Eğer Rahmân İsminden elde
edilecek bu bağlantı kesilirse, Batı, dünyaya hükmedeceğini düşünüyor. Elde
edilen bilimsel sonuçlar değil, bilim postuna bürünmüş yorumcuların görüşleri
bilim olarak pazarda satılıyor.
Bilimsel yasaların ve kuralların hükmedicisini ortadan kaldırıp sadece “Bilim bunu diyor!” demeye getiriyorlar. Bunun için de açıkça ifade edemedikleri Rahmân İsmine saldırıyorlar. Diğer bir ifadeyle, Rahmân ile müminin bağlantısını kesmeyi hedefliyorlar.
Rahmân ve Rahîm İsimlerinin ikisinin birden Allah (cc) özel ismi dışında hiçbir isme sıfat olmadığını ve bu durumun da besmelede açıkça gösterildiğini akıllardan çıkarmamak gerekir.
Bu duruma başka bir pencereden bakmakta yarar vardır…
Bilindiği üzere fakirlerin ihtiyacını gidermeye özen
gösterenlerin başında İslâm toplumları gelir. Batılılar, fakirlerin üzerlerine
basıp kazandıkça kazanmak isterler. Bunun arka plânında yatan şeytanî akıl,
fakirlere yardım etmenin ve fakirlerin ihtiyaçlarını gidermenin Rahîm İsminden
alınan nasiple yapılabileceğini bilmektedir. Fakirlere tepeden bakmanın ve
fakirleri sömürmenin perde arkasında müminler ile Rahîm arasındaki bağı da kesmek
vardır bu plânda.
İslâm toplumları ne zamanki okumayı bıraktılar ve Rahmân ve
Rahîm İsimleri ile bağlantıyı kestilerse, geri kaldılar, zulüm gördüler, fakir
oldular ve sömürüldüler. Rahmân ve Rahîm İsimleri, ikram ve lütuf mânâsında
fiilî olarak zenginlik, bereket ve ilerleyiş göstermenin adıdır.
Rahmân ve Rahîm İsimleri, maddî olarak dünya saâdetini
aralarken Lâtîf, Raûf, Vedûd ve Velî İsimleriyle anlam yakınlığı içinde
bulunarak kültürel zenginliğe de pencere açar. Bu nedenle biz Müslümanlar,
işlerimize başlarken besmele çekeriz. “Maddî ve kültürel açıdan zengin olmak
için mi Rahmân ve Rahîm İsimleri zikredilecek?” denirse, bu doğru değildir.
Mümin bir kimse, sadece Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın (cc)
İsmiyle (elif-bâ geçişini düşünerek) besmele çeker ve işine başlarsa, bereket
gelir, işleri hallolur, huzur bulur. Bunların olması, kalbin bu dünyaya bağlanmasını
önler. Rahmân ve Rahîm İsimleri, Allah’ın (cc) tanınması açısından son derece
önemlidir. Bu nedenle Allah’ın (cc) tanınmamasını hedefleyen şer odakları,
Rahmân ve Rahîm İsimlerine, dolayısıyla besmeleye açık ve gizliden saldırırlar.
Bu nedenle Rahmân’dan sonra Rahîm İsminin gelmesi, sıfat-isim
bağı, Müslümanlar için Allah’ın (cc) bütün Esmâsının gerçek anlam sahasını oluşturur.
Şâhitlerin şehâdeti, âriflerin mârifeti ve hakikat ehlinin hakikati bulması,
Rahîm İsminden sonra bütün Esmâ-i İlâhî sahasına geçişle mümkündür.
Bu hâl, insan-ı kâmilin remzinin de bir netîcesidir. Çünkü insan-ı
kâmil, her şeyin özüdür. Kudret kaleminin ucu olarak bâ’nın altındaki nokta,
her şeyi gezerek bir evren yaratılmasına öncülük ettiği gibi insanın nefsine
bir elif çizerek insanın yaratılmasına da beşiklik etmiştir. Böylece insan başıboş
bırakılmamış ve bu elif ile Rahîm İsminden sonraki sahada bulunan bütün Esmâ
defterinin okumasını arzulamıştır.
Rahmân ve Rahîm İsimlerinin ikisinin birden Allah (cc) özel
ismi dışında hiçbir isme sıfat olmadığını ve bu durumun da besmelede açıkça
gösterildiğini akıllardan çıkarmamak gerekir. Bu hâl üzere samîmi olarak (ihlâsla)
besmeleyi zikreden kişide Allah’ın (cc) damgası belirir. Bir annenin yavrusuna
olan merhametinin kaynağı da budur!
Rahmân İsmi, Rahîm İsmine göre daha beliğdir. Rahîm İsmi de
akıl ve iradesini kullanabilmesi noktasında insanı diğer varlıklardan ayırmakta
öncüdür. Bu minvâlde, bütün bir besmelenin idraki ve zikri, insanı İlâhî bir
nefes gibi gösterir.