Medeniyet inşâsında ölçü (9)

Batı medeniyeti, Doğu’nun bu tür çalışmalarını neden görmezden gelir veya neden çalar? Asıl mesele de burada gizlidir! Besmeledeki “isim” kelimesinde bulunan “elif hemzesi”nin (vasl) yerini “bâ” harfi alır. Bâ’nın varlık âleminde inkişaf etmesiyle “yoktan var etme” ve “yaratma” anlamında olan nutka ulaşılır. Nutk, Rahmân’ın koruma ve muhafazasının delîlidir.

EVRENİN zamansızlık aşamasında maddenin hamuru olan cevherdeki “lepton” ailesi hangi vazîfedeyse, metrik genişlemenin ardından gelen termodinamik denge ile yapımın mümkün olmayacağı son evrede de aynı vazîfede olacaktır.

Atom kafesine girmeden önceki lepton ailesi gibi çok sayıda parçacıktan “baryon” ve “mezon” ailesinin atom çekirdeğini oluşturan hadronlar kuarklardan oluşurken, aradaki mezon alışverişi ile kararlı hâldedirler.

Bu tür parçacıkların hepsinin, hem evrenin ilk aşamasında, hem de evrenin sona ermesinde kendilerine tahsis edilen vazîfe sınırlarının dışına çıkmayacağı steril hayatları bilimsel bir gerçektir.

Buradan açıkça şu sonucu ifade etmek en doğru olandır: Evrende ne kadar atom altı parçacık varsa, kâinatın/evrenin bütün aşamalarında aynı hareket alanlarında ve kararlılıktadırlar. Bu parçacıkların hepsinin hareket alanları, onların sentetik hayat sahasıdır.

Steril hayatları olan bu tür kararlı sentetik parçacıkların, merhamet edilmeye, sevilerek ve acınarak korunmaya ihtiyaçları vardır. Ontolojik ve geleneksel olarak bakıldığında, “şefkatli, merhamet eden ve acıyan” kavramları, “rahmet” (ruhm, merhamet) kökünden türeyen “Rahmân” kelimesi tam olarak karşılıyor.

Rahmet içerikli olmak üzere merhamet, sevmek ve acımak kavramlarını barındırmak, aynı zamanda başka varlıklarla da iştirakin gerekli olduğu görev ve iş gibi özellikleri çevreleyip kuşatmak gerekiyor. Böyle holistik bir durum ise tam olarak “Rahîm” kelimesiyle anlaşılıyor.

Merhamet, sevmek ve acımak kelimelerinin tam olarak yansıması bakımından isim olarak “Rahmân”, sıfat olarak da “Rahîm” kelimelerinin, evrenin/kâinatın geneline teşmil edildiğinde her an her şeyle ilintisi gözleniyor. Burada “Vedûd” İsminin mânâ bakımından Rahîm ile yakınlık arz ettiğini, sıfat olarak da muhabbet ve sevmeyi karşıladığını belirtmek gerekir.

Sentetik hayatların steril olarak muhafaza ve idâme edilmesinde hayır vardır. Daha mükemmeli mümkün olmayan evrenin yaratılışı, hayrın en büyük tecellilerindendir. Hikmetsiz yaratılışın olmadığı evrende bu hikmet de varlığın hayır tarafıdır.

Birinciden ikinciye milyar yıllık yolculuk

Ekonomik, sosyal, kültürel ve siyâsî krizler toplumun hayır eksikliğinin bir netîcesi olarak görülebilir. Bu eksiklik ise kötü fiiller ve kötü huylar netîcesinde ortaya çıkar. Bu çıkışın varlığı, rûhun bazı yetkinliklerinin yok oluşunun bir sonucudur. Bu yok oluş, okumanın muhatabı olan insanın neyi nasıl okuyacağını bilmemek noksanlığıdır. İnsan, akıl ve düşüncenin denetimi altında rûhunu besleyen okumalarını yapabilmelidir.

Melekût/metafizik âlemden şehâdet/fizik âlemine yaratılışla geçişi, Arapçada “elif” harfinin “bâ” harfine evirilmesinde görülüyor. Bu evrilmenin taçlandırılmış hâline, “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” anlamına gelen “Bismillahirrahmânirrahîm” cümlesinde rastlanır.

Zamansızlıktan her anda bir şe’n ile tekrarsız tecellînin kayyumluk ile gerçekleştiği biliniyor. Bu kayyumluk ile yaratılışta elif’in bâ olarak yaratılışı ne ise, yokluktan varlığa geliş de, evrenin yaratılışı da odur.

Bilimsel olarak 1922 yılında kâinatın/evrenin genişlediği fikri, 1929 yılında ilk defa kâinatın genişlediğinin gözlemlenmesiyle yokluktan varlığa bir geçiş olması bakımından kesinlik kazandı. Bu geçişin evveline dair Batı dünyası fikir üretmekten kaçınır. Bu yokluktan varlığa ve elif’ten bâ’ya geçişin sürdürülebilirliği, sentetik hayatların steril edilmesi için Rahmân bir isim ve Rahîm olarak genele yayılmasıyla mümkün görünüyor.

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle” olan besmelede 3 İlâhî Esmâ ve 4 kelime bulunuyor. İsimler “Allah”, “Rahmân” ve “Rahîm”… Kelimeler ise “Allah”, “Rahmân”, “Rahîm” ve “isim”…  

Gayb/metafizik/melekût âlemde elif harfi, Allah’ı (cc) gösterir. Bilinen/fizik/şehâdet âlemde elif kendisi görünmez, bunun yerine bâ harfi yaratılışta yerini alır. Elif harfinin yazılmaması, Zât’ın Esmâ ile perdelenmesidir. Elif’in yerine “bâ” harfinin besmeleye eklenmesiyle, tam anlamıyla yoktan var etme, yaratma ve Yaratanın kim olduğuna dair silsile ortaya konur. Burası imtihan dünyası olduğundan, bu varlığı kimlerin nasıl okuyacağının da ifadesi gösterilir.

Besmeledeki “bâ” harfinin altındaki nokta, evrende ne varsa onların temsilidir. Bilimsel mânâda buna “kütle merkezi” denir. Aynı zamanda insanın da kütle merkezidir. Bu nokta, her şeyin inşâ malzemesidir aynı zamanda. İnsan burada ciddî bir muhataplığa sahiptir.

Bu nokta, her şeyi temsil etmesi ve her şeyin harcı olması nedeniyle okumanın, kim tarafından ve nasıl yapılacağının da açık ifadesidir. Okumayı yapacak olan kişi, “bâ” olmadan önceki “elif”ten, insana verilen “ene/ego”nun yine elif ile okunacağını da görendir.

Okuma işlemi, “Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alâk, 1) âyetinde ifade edildiği üzere, elif’ten bâ’ya geçişte, her şeyi yaratan Rabbin adıyla (Esmâsıyla) okunmasının istenmesidir. Okuması gerekenlerse bütün insanlardır. Okunmanın, her an her şeyin “yeniden” yaratılmakta olduğunu görerek, eserden fiile, fiilden isme, isimden vasfa, vasıftan şe’n’e ve şe’n’den Zât’a geçiş sürecini kusursuz tamamlayarak yapılması istenmektedir.

Allah’ın (cc) varlığına, birliğine ve peygamberlerin doğruluğuna işaret eden deliller, mûcizeler ve Kur’ân-ı Kerîm sûreleri olarak tarif edilen âyetlerin okunması gerekir. “Onlara gerek içinde yaşadıkları âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz” (Fussilet, 53) ifadesi, okumanın insan nefsinde olan elif’in Esmâya (hazîne) bakın yüzü ile yapılacağını açıkça göstermektedir.

Bu okuma sürecinin muhatapları olan insanlar, her devir ve âlemde ve de şeyde yoktan var edilmenin her inkişafına lâyık birer pozisyonda durdurulur. Evrenin başında ne ise, sonunda da aynı malzemelerin bulundurulması, koruma ve muhafazayla mümkündür. Bu iş Rahmân tarafından yapılır. Koruma ve muhafazanın her şeyde tecelli etmesi ve her maddede sürdürülebilir yeniden yaratılışın devamı da Rahîm tarafından yapılıyor.


Bu yönüyle, besmeledeki “Rahmân” ve “Rahîm” kelimeleri, besmeledeki Allah (cc) İsminin sıfatı olmuştur. Bu sıfat özellikleri hem Kur’ân, hem de kâinat kitabı (evren) ile besmele arasında iletişimi sağlar. Bu pencereden açıkça görüleceği üzere, Rahmân ve Rahîm kelimeleri Allah’tan (cc) başkasına nispet edilemez.

Üstelik Rahmân ve Rahîm kelimeleri sırasıyla muhafaza ve iştirak noktasında seçilmeye de işaret eder. Rahmân, bu dünya hayatındaki bütün insanlara olan rahmeti işaret ederken; Rahîm ise imtihan dünyasından sonraki âhirette sadece müminleri kapsayan rahmeti ifade eder. Bu nedenle yaratılmış olmak, aynı zamanda sorumlulukları yerine getirmeyi de kapsar. 

Nutku tutulan seyir

Evrenin yaratılması (Büyük Patlama), insanın yaratılması ve elif’ten sonra bâ’nın noktasının yaratılması birer koruma ve muhafazanın sonucudur. Baştakini ve sondakini bilecek bir akıl, bütün durumları şe’n’e ile inşâ edebilir.

Korumanın ve muhafazanın esâsı, bir fabrikadan çıkan ürünün her defasında benzerinin çıkması gibidir. Bu ise evrensel olarak yasalar veya kanunlar olarak bilim dünyasında kabul görür. Bu yasalardan biri de Dinamik Yasaları’dır. Dinamik Yasaları, Kuantum keşfedilene kadar fizik evrenin (şehâdet) çoğu olayının açıklandığını ifade eden değişmez kanunlar gibiydiler.

Kuantumun keşfinden sonra Dinamik ve Kuantum Yasalarının hitap ettiği ya da çözdüğü sorunların sınırları çizildi. Atom altında bilgilerin en doğru çözümünün Kuantum ile elde edildiği sonucuna ulaşıldı. Ancak matematiksel olarak ortaya konulan problemlerin hemen hepsinde benzer diferansiyel denklemlerin çözümü mânidardır.

Ortaya çıkan ortak matematiksel denklem, sadece Rahmân olan Zât tarafından sürdürülebilir bir gerçektir. Kazanma ve kaybetme imtihanlardan birisi de burada yatar. Dinamik Yasaları’ndan ilk iki tanesi İslâm coğrafyasında dillendirilse de Batı tarafından görülmez. Tam bir aşırma işlemi yapılmıştır.

Aynı mesafeyi daha kısa sürede kat etmenin adına “hız” diyen Doğu medeniyetinin tanımı Dinamik Yasaları’nda yer alırken, İngiliz Kraliyet Ailesi, Newton’a bu hakikati gizlediğinden dolayı “Sir” unvanı vermiştir.

Yine aynı şekilde, hızdaki değişimin adının Doğu medeniyeti tarafından ifade edilmesine rağmen, Newton bu konulara son derece titiz davranarak efendilerinin isteğini yerine getirir. Etki-Tepki Yasası’nı ekleyerek “Evrensel Dinamik Yasa” olarak kendi adıyla yayınlar. Çok sayıda kitabı olan Newton’un iki kitabı fizikle ilgilidir. Bunlar mekanik ve optikle olan kitaplarıdır. Diğerleri falcılık ve buna benzer alanlara dairdir. Newton’un fizikle ilgili kitaplarını Leibniz’in defalarca düzelttiğini burada not edelim.

Batı medeniyeti, Doğu’nun bu tür çalışmalarını neden görmezden gelir veya neden çalar? Asıl mesele de burada gizlidir! Besmeledeki “isim” kelimesinde bulunan “elif hemzesi”nin (vasl) yerini “bâ” harfi alır. Bâ’nın varlık âleminde inkişaf etmesiyle “yoktan var etme” ve “yaratma” anlamında olan nutka ulaşılır. Nutk, Rahmân’ın koruma ve muhafazasının delîlidir. Newton, tam da bu delîli ortadan kaldırmak adına Rahmân ve nutk bağlantısını kesme görevini üstlenmiştir. Böylece İslâm coğrafyasının nutku tutulmuştur!

Bu tamamen ve kasıtlı olarak yapılan bir plândır. Çünkü kalp gözü kapalı olanları uyandırmak, hatalılara/günahkârlara merhamet ile bakmak ve musîbetleri ortadan kaldırmak için rehberlik eden Rahmân İsminden elde edilecek feyzi ortadan kaldırmak istemenin bir sonucudur bu. Eğer Rahmân İsminden elde edilecek bu bağlantı kesilirse, Batı, dünyaya hükmedeceğini düşünüyor. Elde edilen bilimsel sonuçlar değil, bilim postuna bürünmüş yorumcuların görüşleri bilim olarak pazarda satılıyor.

Bilimsel yasaların ve kuralların hükmedicisini ortadan kaldırıp sadece “Bilim bunu diyor!” demeye getiriyorlar. Bunun için de açıkça ifade edemedikleri Rahmân İsmine saldırıyorlar. Diğer bir ifadeyle, Rahmân ile müminin bağlantısını kesmeyi hedefliyorlar.

Rahmân ve Rahîm İsimlerinin ikisinin birden Allah (cc) özel ismi dışında hiçbir isme sıfat olmadığını ve bu durumun da besmelede açıkça gösterildiğini akıllardan çıkarmamak gerekir. 

Bu duruma başka bir pencereden bakmakta yarar vardır…

Bilindiği üzere fakirlerin ihtiyacını gidermeye özen gösterenlerin başında İslâm toplumları gelir. Batılılar, fakirlerin üzerlerine basıp kazandıkça kazanmak isterler. Bunun arka plânında yatan şeytanî akıl, fakirlere yardım etmenin ve fakirlerin ihtiyaçlarını gidermenin Rahîm İsminden alınan nasiple yapılabileceğini bilmektedir. Fakirlere tepeden bakmanın ve fakirleri sömürmenin perde arkasında müminler ile Rahîm arasındaki bağı da kesmek vardır bu plânda.

İslâm toplumları ne zamanki okumayı bıraktılar ve Rahmân ve Rahîm İsimleri ile bağlantıyı kestilerse, geri kaldılar, zulüm gördüler, fakir oldular ve sömürüldüler. Rahmân ve Rahîm İsimleri, ikram ve lütuf mânâsında fiilî olarak zenginlik, bereket ve ilerleyiş göstermenin adıdır.

Rahmân ve Rahîm İsimleri, maddî olarak dünya saâdetini aralarken Lâtîf, Raûf, Vedûd ve Velî İsimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunarak kültürel zenginliğe de pencere açar. Bu nedenle biz Müslümanlar, işlerimize başlarken besmele çekeriz. “Maddî ve kültürel açıdan zengin olmak için mi Rahmân ve Rahîm İsimleri zikredilecek?” denirse, bu doğru değildir.

Mümin bir kimse, sadece Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın (cc) İsmiyle (elif-bâ geçişini düşünerek) besmele çeker ve işine başlarsa, bereket gelir, işleri hallolur, huzur bulur. Bunların olması, kalbin bu dünyaya bağlanmasını önler. Rahmân ve Rahîm İsimleri, Allah’ın (cc) tanınması açısından son derece önemlidir. Bu nedenle Allah’ın (cc) tanınmamasını hedefleyen şer odakları, Rahmân ve Rahîm İsimlerine, dolayısıyla besmeleye açık ve gizliden saldırırlar.

Bu nedenle Rahmân’dan sonra Rahîm İsminin gelmesi, sıfat-isim bağı, Müslümanlar için Allah’ın (cc) bütün Esmâsının gerçek anlam sahasını oluşturur. Şâhitlerin şehâdeti, âriflerin mârifeti ve hakikat ehlinin hakikati bulması, Rahîm İsminden sonra bütün Esmâ-i İlâhî sahasına geçişle mümkündür.

Bu hâl, insan-ı kâmilin remzinin de bir netîcesidir. Çünkü insan-ı kâmil, her şeyin özüdür. Kudret kaleminin ucu olarak bâ’nın altındaki nokta, her şeyi gezerek bir evren yaratılmasına öncülük ettiği gibi insanın nefsine bir elif çizerek insanın yaratılmasına da beşiklik etmiştir. Böylece insan başıboş bırakılmamış ve bu elif ile Rahîm İsminden sonraki sahada bulunan bütün Esmâ defterinin okumasını arzulamıştır.

Rahmân ve Rahîm İsimlerinin ikisinin birden Allah (cc) özel ismi dışında hiçbir isme sıfat olmadığını ve bu durumun da besmelede açıkça gösterildiğini akıllardan çıkarmamak gerekir. Bu hâl üzere samîmi olarak (ihlâsla) besmeleyi zikreden kişide Allah’ın (cc) damgası belirir. Bir annenin yavrusuna olan merhametinin kaynağı da budur!

Rahmân İsmi, Rahîm İsmine göre daha beliğdir. Rahîm İsmi de akıl ve iradesini kullanabilmesi noktasında insanı diğer varlıklardan ayırmakta öncüdür. Bu minvâlde, bütün bir besmelenin idraki ve zikri, insanı İlâhî bir nefes gibi gösterir.