EVRENSEL mânâda mertebesi
bilinmeyen mutlak üstünlüğe “bilgi” denir. Günümüzde yaygın olarak kullanılan
şekliyle kâinatın (evren) veya olayların bir kısmına dair deney ve/veya
teorik/matematiksel hesaplamalar ile sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgiler
topluluğu ise “bilim” olarak tarif edilir.
Mutlak üstünlük mânâsında bilgi
varken, günümüz/modern anlamında bilim ile ilim ayrı konuşlanmıştır. Bilim;
istenilen ve belirlenen kısım, kesim ve bölümlerde veriler elde etmeye dayanıp
bir büyük akla dair fikir yürütmekten kaçınır. Bu işi genelde insanlar yapar.
Oysa ilim, bilimin sonuçlarından hareketle elde edilen verilerin ulaştırdığı en
yüce düzeye çıkıp bir yaratıcıya ulaşmayı da hedef edinir.
Artık günümüz dünyasında sosyal ve
fen bilimleri, verilerini sayısal olarak ifade etmeye özen göstermektedir. Bu
yapılırken, kendi içerisinde belli bir sistematik biçimde düzenlenmiş birçok
olayı açıklayan kurallar ve yasalar bütününe “teori/kuram” denip yola devam edilmektedir.
1922 yılında Rus kozmolog-matematikçi
Alexander Friedmann ve Belçikalı papaz Georges Lemaitre, kâinatın/evrenin
genişlediği fikrini ortaya attılar. Durağan evren görüşü varken bu düşünceyi
ortaya attıklarında ellerinde çeşitli deliller ile desteklenmiş bir teori
vardı. Bunun sonucunda bilinen kâinatın/evrenin bir başlangıcı olduğu sonucuna
ulaştılar.
Hesaplamalar sonucunda kabaca, bilinen kâinatın 14
milyar yıl önce aşırı yoğun ve sıcak bir dev çekirdekken (cevher) bir büyük patlama
(Big Bang) sonucu oluşturulduğu sonucuna ulaştılar. Bu dev çekirdeğin (cevher),
atomlaşmamış ancak bütün atom altı parçacıkları içinde barındıran maddeler
hamuru olduğu belirlendi.
Evrenin bir başlangıcı var ise, başlangıçta arta kalan ve atomlaşmamış bazı parçacıkların olacağı fikri de yeni atom altı parçacıkların keşfine ışık tuttu. Sessizliğin hâkim olduğu ânî bir patlama sonrası elektron-foton-proton plâzmasının içindeki ilk ses dalgaları peyda oldu. Bu durumun keşfi de son yıllarda Nobel Fizik Ödülü ile taçlandırıldı.
Büyük Patlama (Big Bang) Teorisi ile başlayan süreç,
1929 yılında ilk defa Edwin Hubble tarafından kâinatın genişlediğinin gözlemlenmesiyle
devam etti. 1998’de ise evrenin ivmelenerek genişlediği keşfedildi. Netîcede bir
başlangıca sahip olan kâinatın (evren) üç boyutta bir balon misâli genişlediği
netleşmiş durumdadır.
Fizik ve metafizik âlemler arasında
Günümüzde artık kâinatın bir başlangıcı olduğu
noktasında insanlık ortak paydada birleşti. Ayrışma noktalarının büyük kısmı
sadece yorumdan ibarettir. Bu kâinatı şehâdet âlemi (fizik evren) olarak
nitelendirmek holistik anlayışa daha uygundur. Şehâdet âlemi (kâinat/evren); herkes
tarafından iç ve dış duyularla
şâhit olunan, gözlenen, algılanan “şehâdet” ile “âlem” kelimelerinden oluşan, Yaratıcı’nın
varlığına alâmet teşkil eden âlemdir (fizik âlem). Modern bilim burada kalır.
Herkesin duyduğu ancak insanların
bazıları tarafından bilinemeyen âlem ise “metafizik âlem” (gayb âlemi) olarak
adlandırılır. Bu âlem holistik mânâda “melekût âlemi” olarak da isimlendirilir.
Fizik evren (şehâdet âlemi) ile metafizik evren (melekût âlemi) arasında
sürekli bir münasebet vardır.
Batı medeniyeti ve bilimcileri
metafizik ve fizik evren arasına katı hat çizip metafizik âlemi kabul etmeme
noktasına gelmişken, Gazzâlî, âlemi ruhanî ve cismanî, hissî ve aklî, ulvî ve
süflî, gayb ve şehâdet, mülk ve melekût gibi ikili tasniflerle ele almıştır1.
Batılılar daha çok fizik evren (şehâdet âlemi) delilleriyle ilerlediklerinden, metafizik
evrenden (melekût âlemi) fizik âleme geçişleri kabulde zorlanmışlardır. En
genel çerçevede bakıldığında, metafizik âlemden fizik âleme, fizik âlemden de
metafizik âleme devamlı bir geçişin olduğu görülür.
Son yüzyılda bu uğurda çok sayıda
bilimsel çalışma, buluş ve keşiflere de yine kendileri imza attılar. Önceleri (insana
göre) batı anlayışına göre metafizik (gayb) âlemde olan ışık, elektron, proton,
atom ve madde-ışık ilişkisi gibi kuantum konuları şimdilerde fizik âlemde de yerini
almıştır. Schrödinger, kendi ismiyle anılan dalga denklemini periyodik
cetveldeki sadece hidrojen atomu için çözmüştür.
Kuantumun keşfine kadar mekanik,
elektrik, optik ve istatistik gibi makro olaylar Newton fiziği, Maxwell
denklemleri ve termodinamik gibi konular klâsik fizik evren (şehâdet âlemi) ile
izah ediliyordu. İnsan, fizik evrenden (şehâdet âlemi) metafizik evrene (melekût
âlemine) bir merdiven misâli yolculuktadır. Gazzâlî’ye göre şehâdet âlemi
melekût âlemine yükselme yeridir ve sırât-ı müstakîme girmek, melekût âlemine
yükselmeye başlamak demektir1.
Fizik evren (şehâdet âlemi),
metafizik evrenden (melekût/gayb âlemine) büyük patlamayla birlikte bir ses ve
bir nefes hengâmesiyle çok ama çok hızlı bir başlangıç ile inkişaf etmiştir. Şehâdet
âlemi bir bedene bürünüp aşikâr edilmiştir. İslâm dünyası bu konuda çok sayıda
eser vermiş ve kafa patlatmıştır2,3. Bu konuda fen bilimleri
açısından İslâm ülkelerinin kütüphanelerindeki eserlere ihtiyaç duyulduğunu
burada not etmek gerekir.
Schrödinger’in, kendi ismiyle
anılan dalga denklemini Periyodik Cetvel’de onca atom varken sadece hidrojen
atomu için çözmesini kimse yadırgamaz4. Çünkü arkadan gelecek nesil,
diğer atomlar için bunu çözecek ve çok sayıda uzman kişi yetişecektir.
“Elif”teki varlık
Bir emek sonucu ortaya konulan
ürüne “eser” denildiği gibi, yayın, kitap, iz işaret ve soyut kavramlardaki
belirtilere de “eser” denir. İş ve oluş ise fiildir. Canlı, nesne, yer, nitelik
ve fikir gibi belirli bir şeyin adı olarak işlev gören bir kelimeye “isim”
denir. Bir kişinin taşıdığı hâle “vasf” denir. Yeni olan hâl, tavır, hâdise ve
vâkıa, “şe’n” olarak adlandırılır. Zât, kelime olarak “kimse, şahıs, tabiat”
gibi mânâlarının yanında aklî ilimlerde “bir şeyin aslı, aynı, cevheri,
mâhiyeti ve hakikati”, daha özel olarak da “varlığı başkasına bağımlı olmayan”
gibi anlamlarıyla bilinir5.
“Eser”den başlayarak, isim/esmâ
sonrasında Zât’a ulaşmak, insan olmanın gereğidir. Arapçada “Allah”, “ene”/ego
ve “isim” kelimeleri “elif” harfi ile başlar. Arapçada bu harf, sıradan bir
harf olarak görülmez. Sayma sayıları 1’den başlayarak türetilir. Bu yönüyle, “1
sayısı, diğer sayıları kapsayıcı özelliktedir” denirse yanlış olmaz. Ayrıca İbni
Arabî’ye göre, “hakikatin kokusundan nasibi olanlar için elif, bir harf değil, harflerin
özüdür”. Sayılar arasında 1’in yeri gibi... Benzer şekilde, “elif” harfi de
Arapçada toplama, cem etme ve birliktelik oluşturma mâkâmındadır. Elif, insanda
“ene”ye (ego) işaret ederken, nihâyetinde Zât’a yol verir.
Arapçada “elif” harfi isim olarak Allah’a (cc), sıfat olarak kayyumluğa işaret eder. Buradaki kayyumluk, “diğer harfleri kuşatıcı” mânâsındadır. Bu kuşatıcılık, harflere beşiklik ve her birini çepeçevre sarma anlamındadır. Böylece kuşatıcılıkta ortaya çıkan dairenin çevresi/orbital, merkez noktası mâkâmlarında “elif” harfi oturur. Bu özellikleri ile Arapçadaki “elif” harfi melekût/metafizik ve “be” harfi ise şehâdet/fizik âlemindedir. Yani “elif” olarak melekût âlemindeki mâkâmda iken nokta ve ene/ego olarak fizik/şehâdet âlemine aralanıyor. Aşağıda bu durum detaylandırılmıştır.
Besmele’deki bilgi
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın İsmiyle
(Bismillâhirrahmânirrahîm)…
Görüleceği üzere, Besmele’de 3 İlâhî İsim bulunurken
(Allah, Er-Rahmân ve Er-Rahîm)6, gramer olarak 4 kelime ve bir harf
(be) bulunuyor. Kelimeler ise “Er-Rahîm”, “Er-Rahmân”, “Allah” (cc) ve “İsim”. “İsim”
kelimesinin Arapçada “elif” harfi ile başladığını hatırda tutmak gerekir. Besmele
cümlesindeki unsurlar ayrı ayrı düşünüldüğünde “be” tek başına bir harftir.
Harfler tek başlarına bir mânâ ifade etmezken bitiştikleri kelimelerle çeşitli
mânâlar oluştururlar. “Be” harfi esreli şekilde “bi” olarak okunduğunda “ile”
mânâsına gelen bir bağlaç olur ve teknik açıdan “harf-i cer” kategorisinde yer
alarak kendisiyle alâkalı kelimelerin sonlarını esreli yapar. Besmeledeki “bi-ismi”,
“ismi ile” demektir. Besmeleyi oluşturan unsurlar birleştirildiğinde, “bi-ismi”
kelimesindeki “i” yani elif (hemze) düşerek “bismi” hâline gelir.
Metafizik
(gayb/melekût) âlemde Zât’ı gösteren “elif” harfi, fizik (şehâdet) âlemin
yaradılışında “be” harfinin gizli fiili durumunda bulunur. Zât’ı gösteren
“elif” harfi metafizik/gayb âlemindeyken “be” harfi fizik/şehâdet âleminde
görülür. Büyük bir yaratılış gerçekleştirilir böylece. “Bismi” hecesindeki
“elif” harfinin yazılmaması, Zât’ın esmâ ile perdelenmesi anlamındadır.
Besmeledeki
“be” harfi, “be” gelmeden önce “isim” kelimesinde bulunan vasl (elif)
hemzesinin yerini aldığında kesinlik kazanır6. “Be” harfinin Besmele!ye
eklenmesiyle varlıktan ibaret olarak nutka ulaştırılmıştır. Burada nutk, tam
anlamıyla “yoktan var etme” ve “yaratma” anlamındadır. Yaratma olmadığında
hareketsizlik (durgunluk, sabitlik) varken, sonradan yaratılma olduğunda
hareketlilik, “bismi”deki “sin” harfi ile gösterilir. Ayrıca yokluk (gayb), Besmele’deki
“mim” harfiyle birlikte mülke girmiştir. Böylece Besmele’de “be” ve “elif” arasında
fark meydana gelmiş, “elif” harfi Zât’ı, “be” harfi ise sıfatı ifade eder şekilde
yeni bir konuşlanma gerçekleşmiştir.
Bu
fark ve konuşlanma, dünyada akıllı varlık olan insanların “imtihan” sürecinde
oluşlarına da işarettir. Yukarıda ifade edildiği üzere, çevredeki eserden başlayarak, isim/esmâ
sonrasında Zât’a ulaşmak, istendik davranıştır.
Besmele’deki
“be” harfinin altındaki nokta, “var” (yaratılan her şeyi) olanları gösterir.
Her şeyin yaratılışında fizik/mülk âlemde “be” harfinin altındaki nokta
metafizik/gayp âlemdeki “elif” harfinden daha fazla hak sahibi olmuştur. Bu hak
geçişi, “be” harfinin önce şekli (melekût), sonra “be” harfinin altındaki nokta
(ceberut) ve sonunda hareke (fizik/şehâdet/mülk) olarak üç âlemin ardı sıra
yaratılmasıyla devredilmiştir. Sırasıyla “be” harfi yaratılmış, ardından “be”
harfinin altındaki nokta yaratılmış ve son olarak da hareke yaratılmıştır. Bu
yaratılmışların fiili yoktur. Bu yaratılışta hak devri, kadim fail olan “elif”in
ortaya çıkması şartına bağlanmıştır.
Boyutsuz
ize “nokta” denir. Eni, boyu, yüksekliği, derinliği olmayan ve her şeyin kütle merkezini
temsilen kullanılan kelime ise “parçacık”tır. Bu parçacık, noktanın bıraktığı
iz üzerinde hareket eder. Buradaki “nokta” fizik biliminde kullanılan bir
tabirken, Besmele’deki “be” harfinin altındaki nokta ise her şeyi temsil eden
noktadır.
Buraya
kadar olan kısımda Besmele’deki “elif” harfinin gayb/metafizik âleminde Zât’ı,
“be” harfinin altındaki noktanın da yaratılmış olan her şeyi gösterdiği unutulmamalıdır.
Bu nokta, boyutsuz olarak başlayıp, bir yöne hareket ettiğinde bir çizgi hâline
bürünür. Hareketine eğim verdiğinde bir çember ve içinde daire oluşturur. Üç
boyutta ise bir küre yüzeyi çizer. Kürenin çevresindeki bütün noktalar
birbirlerini kesmeden ve üst üste gelmeden merkez noktaya bağlıdır.
Bu
küre en azından Dünya gezegeni ve hayatı, merkez ise hem insanın bilinç merkezi,
hem de yeniden Besmele’deki “be” harfinin altındaki noktaya işaret eder. Bu
durumda, Besmele’deki “be” harfinin altındaki noktanın çizgi (elif) ve küreden
hareketle evrenin en mükemmel donanımlı yaratılmışı olan insana işaret ettiği sonucuna
ulaşılır. Bu hâliyle “elif” harfi yeniden fizik (şehâdet, mülk) âleminde varlık
kazanır. Buradaki “elif”; insan, ene/ego ve Allah (cc) kelimelerinin ilk
harfidir. “Be” harfi altındaki nokta, işaret ettiği evrende ne varsa hepsinde
mükemmel bir eseri görüp o eserin fiil, isim ve en sonunda Zât’a ulaşma
sürecini kapsar.
Diğer
bir ifadeyle fizik/şehâdet âlemde ne varsa hepsinden bir “Oku!” emri ve bu emre
muhataplığı gösterir. Arapçada “oku” kelimesinin ve bunu okuması gereken “insanın”
da “elif” harfiyle başlaması mânidardır. Buradaki “ene/elif” birer perde hükmündedir.
Bu perdenin yırtılıp Besmele’deki “be” harfinin altındaki noktaya, buradan melekût
âlemdeki “elif” ve en sonunda asıl fiil sahibi olan Allah’a (cc) ulaşmak
gerekir. “Allah, insanı Rahmân sûretinde
yarattı” (Buharî, İsti'zân, 1; Müslim, Birr, 115, Aden, 28) hadîsini buradaki
mânâda anlamak yanlış olmaz. “Biz emaneti
göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek
istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim,
çok bilgisizdir” mealindeki (Ahzâb, 72) âyette yer alan emanet, “elif”
harfinin fizik/şehâdet/mülk âlemindeki konuşlanmış hâlidir7. Böylece
“elif”, gayb (metafizik) âleminde Zât’ı gösterirken, mülk (fizik) âleminde
insanı ve özünde insana emanet olarak nefsine takılan ene/ego/benliği
göstermektedir. “Nefsini bilen Rabbini bilir” sözünden maksat tam da budur! Buradaki
“bilmek”, Esmâ-i
İlâhiye’nin (hazîne) anahtarı ile kapıyı açmaktır. Yûnus Emre, “Benlik
(ene) dâvâsını bırak, muhabbetten olma ırak” diyerek bu mânâyı kastetmiştir. Çünkü
Marifetullah’a muhabbet ile çıkılır.
İpin
bir ucu noktada, diğer ucu…
“Onun
şeklini tamamladığım ve ona Rûhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için
secdeye kapanın” (Hicr, 29)8 âyetinde, besmeledeki “be” harfinin
altındaki noktayla başlayan bu evrende hayatın nasıl başladığına, bir nefes,
bir ses ve bir rûh verildiğine şâhit olunur. Bu ses ve nefesin Büyük Patlama
(Big Bang) ile sessizlikten hareket ve sesliliğe geçişi ifade ettiği gibi,
insanın kendi ene/ego/benlik perdesini yırtıp “Hû” ses ve nefesi göstermesi
gerektiğine ve secdeye işaret vardır.
Besmele’den hareketle
böyle bir yaratılışa işaret, kusursuz bir durumdur. Çünkü Zât,
şeylere ilişmekten münezzehtir. Diğer bir ifadeyle, değişme ve durağanlık Zât
için sabittir.
Elif’in
satıra (Besmele) inmesi ile âlemin “yaratılış” süreci başlamış, “be” ile aşikâr
olarak görünmüş ve “be”nin altındaki nokta ile şehâdet âlemindeki her şeyin
“her an yeniden” yaratılmakta olduğu ifade edilmiştir. Böylece melekût ve
şehâdet âleminde birleşme (muttahide) olunca zâhir (görünür, açık) hâl oluşmuştur.
Durağan evren görüşüne alternatif
olarak 1922 yılında ortaya atılan “genişleyen evren” ve en nihâyetinde
ivmelenerek hareket eden kâinatın bir başlangıcı olduğu, ses ve nefes ile de
hayat bulduğu ortadadır. Bu buluşlara imza atanların Batılı ve papaz olmaları,
çalışmanın (fiilî duânın) bir ürünüdür.
Besmele ile bütün yaratılış sırları
teker teker açıklanmıştır. Ancak fiilî duâ olan çalışmanın, bilim açısından
yoğunlaştırılmış meşguliyetin önemi ve disiplinler arası işbirliği mühimdir.
Burada Besmele’den hareketle her şeyin yaratılışının nasıl açıklandığına sadece
bir örnek olarak bakıldı. Besmele’ye her şeyin yaratılışını yükleyen akıl, her
şeye ve her sûreye başka neler yükledi kim bilir? Kapıdan içeri girip görülmesi
gereken hazîne burada durmaktadır.
1200’lü yıllarda bu tür
açıklamaları açıkça ortaya koyan İbni Arabî, Yûnus Emre ve Mevlâna gibi çok
sayıda değer ile Müslümanlar arasında ciddî mesafeler oluşmuştur. Dünya, fen ve
sosyal ayrımı yapmaksızın iş birliğine (collaboration) en azından yüz yıldır
açıkken, Müslümanlar kendi alanlarında bile iş birliğine (collaboration) son
yıllarda başlama ihtiyacını ancak duymuştur.
Bu uğurda yüzlerce ve binlerce ipucu, pencere ve
ışık varken gündelik hayattan sıyrılamamak ve bilimin/ilmin hak ettiği düzeyde
olmayışı, Zât’a giden yolda büyük sekte oluşturmaktadır. “Elif” kelimesi ile Besmele’deki “be”
harfinin altındaki noktadan hareketle yaratılışın anlaşılması nasıl aşikâr
olmuş ise, bunun gibi binlerce durum, Müslüman bilim/ilim adamlarını
beklemektedir.
Bu
uğurda yapılması gereken üç ana nokta bulunmaktadır: Birincisi sürekli, düzenli
ve bir netîce odağında çalışma (fiilî duâ); ikincisi fen ve sosyal alanlardaki
bilimsel (ilim) iş birliği; sonuncusu da Kur’ân’ı maksat alan bakışa hâkim olma
idrakine odaklanmak…
Bu
üç durum yapıldığında yeni bir medeniyetin inşâ edileceğinden hiç şüphe
edilmemelidir. Elbette marifet iltifata tâbidir, olmazsa olmaz şarttır.
Yararlanılan kaynaklar
1https://islamansiklopedisi.org.tr/melekut--gayb-alemi
2Kitap Adı: Alemin Yaratılışı, Yazar:İbn Arabi,
Çevirmen:Ekrem Demirli, Yayınevi: Litera, İlk Baskı Yılı: 2015, Dil: Türkçe,
Barkod: 9786059925198
3Yaratılış Hikmetleri, İmam Gazzali, ISBN: 6055902551, Yayın 2018.
4Atom ve Molekül Fiziği, Yazarlar: B. H. Bransden, C. J. Joachain, Çeviri: F.
Köksal, H. Gümüş, 1999
5https://islamansiklopedisi.org.tr/zat
6Fütuhat-ı Mekkiyye 1. Cilt, Çevirmen: Ekrem Demirli,
2014, ISBN: 9756329993
7https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Ahz%C3%A2b-suresi/3605/72-73-ayet-tefsiri
8https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Hicr-suresi/1831/29-35-ayet-tefsiri