BOYUTSUZ ize “nokta” denir.
Bir şeyin bulunduğu veya geçtiği yerde bıraktığı nişana da “nokta” denir. Eni,
boyu, yüksekliği ve derinliği olmayan kavrama “parçacık” denir. Bu parçacık ile
nokta, birbiriyle örtüşür. Ne birbirinin aynısı, ne de birbirinden tam olarak
farklıdır. Noktayı melekût âlemine, parçacığı ise misâl âlemine atfetmek yanlış
olmaz.
Nokta
yazının ilk çıkış kaynağı, parçacık ise maddî cisimlerin temsil edildiği
kavramdır. Her maddî cisim, kütle merkezine nokta konularak ve parçacık olarak
kullanılır. Bir taş, bir çiçek, bir hayvan ve bir insanın da temsili parçacık
olur.
Birbirleriyle
etkileşim ve iletişimde olan iki ve daha fazla cismi bir parçacık temsil
edebilir. Bilimsel dünyada, maddesel cisimlerde bu durum “indirgenmiş kütle”
olarak kullanılır. Bu indirgenmiş kütlenin merkezine nokta konularak temsilî
bir parçacık elde edilmiş olunur. Bu kavram, tarih boyunca medeniyetlerin
kullandığı bir ifade tarzıdır.
Günümüzde
“parçacık” kavramı Batı’nın kullandığı bir kelime iken, Doğu medeniyetinde ise
batıdan çok önceleri parçalar yoksa “cevher-i fert”, parçalar varsa “cisim”
şeklinde ifadeler kullanılmıştır. Burada cevher-i ferdi nokta, parçaların
olduğu cisimleri parçacık/madde olarak kullanmak yanlış olmaz. Günümüzde
kullanılan hâliyle parçacıkta maddî cisim zorunluluğu aranmıyor, yalnız
cisimleri temsil eden indirgenmiş kütlede cisim zorunluluğu vardır. Buraya
kadarlık olan girişte hiç de bildiğimiz gibi her şeyin sonunda
görünmüyor nokta. Hakikati ifade eden bitmiş bir cümle de nokta ile bitmiyor.
Bir
cismin herhangi bir yöndeki uzantısına “boyut” denir. Bu hâliyle nokta ve
parçacık boyutsuzdur. Bu nokta bir yöne doğru uzatıldığında çizgi elde edilir.
Nokta bir yöne doğru uzatılırken çizilen yönden sapmalar oluşturulursa eğri
elde edilir. Başka bir değişiklik katılmaz ise çizgi doğruyu, eğri ise çemberi
oluşturur.
Özellikle
matematikte çember ve daire kavramlarının birbirinden farklı kullanıldığını
burada belirtmek gerekir. Çember; düzlem üzerinde belirlenen sabit bir yere eşit
uzaklıktaki noktalar kümesinin oluşturduğu kapalı eğriye denir. Çember
tarafından sınırlandırılan ve çemberin de dâhil olduğu düzlemsel alana daire
denir. Kısaca çemberin içi boş, dairenin ise içi doludur.
Bir
nokta en, boy ve yükseklik eşit olacak şekilde birbirine dik üç farklı yönde
uzatılırsa küre elde edilir. Çember, daire ve küre çevresindeki bütün noktalar
üst üste gelmeksizin ve karışmaksızın doğrudan merkeze bağlıdır. Noktanın en,
boy ve yükseklik uzantısı birbirinden farklı olursa o zaman da elipsoid elde
edilir. Diğer bütün geometrik şekillerin böyle bir düşünceyle elde edilmesi
mümkündür.
Daire
bir alan içerirken, küre ve elipsoid hacim oluşturur. Hacim, bir cismin
boşlukta veya uzayda kapladığı yerin miktarına denir. Bu şekli ile nokta, bir
cisme veya bedene bürünmüş olur. Günümüzde bilinen hâliyle Büyük Patlama Teorisi (Big Bang), bilinen evrenin yaklaşık 13,8
milyar yıl önce aşırı yoğun ve sıcak bir noktadan meydana geldiğini savunan ve
geniş şekilde kabul gören kozmolojik bir modeldir. Burada ifade edilen aşırı
yoğun ve sıcak nokta, cisme veya bedene bürünmüş her şeyi içinde barındıran
eşsiz bir parçacıktır. Buradaki ilk maddî parçacık, öz barındırdığı için
orijinal bir hâle sahiptir.
Yukarıda
ifade edildiği üzere, cismi olmayan parçacığa “cevher” denilir. Cevher, “bir
şeyin özü ve mayası” anlamına gelir. Büyük Patlama ile oluştuğu kabul gören noktasal
parçacık, evrende her şeyi içinde barındıran orijinal bir öz ve orijinal bir
cevherdir. Yalnız bu cevher, çevremizde gördüğümüz madde, bitki, hayvan ve
insan değildir. Burada cevheri, maddelerin bütün özelliklerini taşıyan ve en
küçük yapı olan atomların dahi oluşmadığı, her cismi ve her maddeyi oluşturan
atom ve atom altı parçacıklar topluluğu olarak düşünmek gerekir. Bilinen
anlamıyla ne bir madde var, ne de bir tane bile atom. Cevher var!
Atomlar,
bu cevher deposundaki parçacıklar kullanılarak inşâ edildi. Atomlar bir araya
getirilerek moleküller, moleküller bir araya getirilerek de farklı madde ve
cisimler oluşturuldu. Zerre, atom anlamında kullanıldığında akla daha yatkındır.
Çünkü bir madde ve bir cismin bütün özelliklerini taşıyan en küçük yapı, atoma
karşılık gelir.
Cevherdeki
medeniyet
Cevherde
hazinesinden alınan atom altı parçacıklar, farklı miktarlarda ve çeşitli
türlerde kullanıldı ve farklı atomlar elde edildi. Bunlar kullanılarak su,
karbon, azot ve oksijen gibi yapılar oluşturuldu. Farklı madde ve cisimlere
birer vücût giydirildi. Bu şekliyle evrende sadece bedenleri olan yapılar
muhafaza edildi. Ardından buna benzer şekilde vücûdu olan madde, cisim ve
madenler, hayat özelliği ile taçlandırıldı. Bunlar da muhafaza edildi. Vücûdu
ve hayatı olanlar “bitkiler” olarak isimlendirildi. Bazı maddeler
birleştirilerek vücût ve hayatın yanına rûh katılarak “hayvanlar”
hareketlendirildi.
Hayvan
özelliklerine ek olarak “akıl ve bilinç/şuur” verilerek “insan” ile evrenin şânı
yüceltildi. İnsan evrene hükümdar eylendi. Kâinat işte böyle büyük bir hânedir!
İnsan,
önce nefsini sevdi; akraba, millet, canlılar ve evren ardından geldi. Çünkü
insan, kendisini ve çevresini tanıma yeteneğine
sahip, cevherden inşâ edilen ve cevherin en güzel mümessili olan tek varlıktır.
Böyle mükemmel bir varlık başıboş bırakılır mı?
İnsan,
nefsini kendisine en yakın bulurken evreni en uzak görür. Aralara akraba, millet
ve canlıları derecelere göre serpiştirir. Oysa insan, en basitinden geçmiş,
gelecek ve şimdiki zamanlarla çok irtibatlıdır. Geçmişe bakıp hüzünlenen olduğu
gibi, geleceğe bakıp umutlananlar da var. Şimdiki zaman bazen fark edilmez ya
da şimdiki zamanın farkındalığı gafletle örtülür. İnsan, geçmiş-gelecek ve şimdiki
zaman ayrımında bulunuyor, şimdi hayat ve şimdiki donanımı ile keşif yolculuğu
yapıyor.
İnsan,
şimdiki gününü yaşarken çevresini göz, kulak, burun, deri ve dili gibi dış
özelliklerinin yanında akıl, kalp, rûh, vicdan ve lâtife gibi iç duyularıyla da
tanımaya çalışıyor. Görünen o ki, insanın işi bayağı zor. Ne de olsa evrenin
özü, sonucu ve en güzel meyvesi olmak gibi zor bir koltukta oturuyor.
İnsanın
geçmiş ve gelecekle ilişkisi doğaldır. Çünkü doğuyor ve ölüyor. Bilinen evren,
cevher adımıyla bu kâinata ilk adımını attı ve hayat devam ediyor. Her şey bir
dalgalanma ve değişim hâlinde. Cevherin geçmişinde madde, atom, bitki, hayvan
ve insan yok. Cevher ya da Büyük Patlama Teorisi’nin tanımıyla her şeyi içinde
barındıran büyük parçacık, bu âleme gelmeden önce İlâhî hükümlerin tecelli
ettiği görünmeyen mânâ âlemindeydi. Burada konaklarken, bütün varlıkların
görüntülerinin yansıdığı yan odadaki misâl âlemine de geçti.
Cevher,
şimdiki evrene geldiğinde atom, madde, maden, bitki ve hayvan ile her âlemi
gezen en özgür varlık gibi görünse de, atom, madde, maden, bitki ve hayvan
kafesinden de dışarı çıkamıyor. Sanki en güzel temsilcisi “insan” olarak görünüyor.
Bu çerçevede görülen parçacık, iki temel özelliğe sahiptir. Biri durması,
diğeri ise hareket etmesidir. Parçacığın sabit hızla hareketi “durağan”
özelliği altında incelenir. Ancak bu, günlük hayatta karıştırılıyor. Uçaklarda,
iniş ve kalkış sırasında kemer takılması zorunludur. Belirli yükseklikte ise
zorunlu değildir. Çünkü uçaklar belirli yükseklikte sabit hızla uçar. İniş ve
kalkışlarda ise değişen hızda (ivme) bir harekete sahiptir.
Parçacığın
hız olmadan durması ya da sabit hızla olması bir ölçü belirler. Evrende olan
her maddî cisme bu ölçü ile bakmak, insanlığın ortak gözü anlamına gelir.
Bilimsel anlamda buna “koordinat sistemi” denir. “Neye göre, kime göre?”
suallerinin cevabı burada yatar.
Bir
dönem Güneş dönüyor, Dünya sabit kabul ediliyordu. Başka bir dönemde ise “Güneş
sabit, Dünya dönüyor” denildi. Şimdi geçerli olan, nereden bakıldığına bağlı
olduğudur. Dünya’dan bakarsanız Güneş’i dönüyor, Güneş’ten bakarsanız Dünya’yı
dönüyor görürsünüz. Güneş Sistemi’nin dışına çıkıp bakıldığında ise ikisinin de
döndüğü anlaşılır. Bu bakış, parçacığın durması veya sabit hızla bir mihenk
olma özelliğinin bir sonucudur.
Parçacık
hareket etmeyegörsün, parçacık bulunduğu yerden bir ileri ve bir geri gidiş geliş
hareketi yapmaya başlarsa, dalga hareketi oluşturur. Bu gidiş gelişler
açılırsa, parçacığın çember üzerindeki hareketiyle aynı olduğu görülür. Yani
parçacığın dalga ve çember hareketleri birer farklı yüzdür. Parçacık tek çizgi
üzerinde gidiş gelişler yaparken üzerine bedensel bir maddî parçacık giyerse,
bu da harmonik hareket yüzü demektir. Bu tür örnekler sınırsızdır.
Yaratılıştaki
hareket
Çember,
dalga ve harmonik gibi hareketlerin olgusu, kuralı ve ilkesini açıklayan
simgeler takımına “formül” denir. Bu formül yazma durumu herkes tarafından
evrensel bir ifade tarzının çıkar yolu ve tutulan yöntemidir.
Parçacık
bir ışık şeklinde beden giyerse, küresel bir dalga şeklinde yayılır ve evren
böyle aydınlanır. Bu nedenle ışığın bu özelliğine “nur” da denir. Nokta, beden
giymiş maddî bir parçacık olarak duvara atıldığında geri yansır. Eğer nokta,
ışık bedenini giymiş bir parçacık olarak duvara atılırsa biraz geri yansır,
biraz da duvarın içerisine nüfûz eder. Bu durum, ışık ile maddenin
kabiliyetlerinin bir ölçüsüdür.
Parçacık
ve cisimlerin durağan ve hareketli hâllerinde birbirlerine geçişler ve
benzerlikler vardır. Bu durumlar farklı cisim giymiş cevherin farklı yansıma ve
tecellileridir. Bu birlikteliğin bir sonucudur. Diğer bir ifadeyle tevhîd, işte
budur!
Durağan
ya da hareket hâlindeki parçacık ve cisimler birbirleriyle iletişim ve etki
içerisinde olurlar. Bu doğal bir durumdur. Cisimler hareket ettikçe ısınırlar.
Isınan cisimler diğer cisimlerle daha fazla iletişim hâline geçerler. Çünkü
ısındıkça hızları ve dolayısıyla hareket enerjileri artar. Enerjisi artan
cisimler kuvvetle etkileşimi inkişaf ettirirler.
Maddî
cisim giymiş parçacığın çember, dalga ve harmonik özelliklerindeki yansıma,
tecelli ve tevhîd olgusunun daha üst sürümü ise bitki, hayvan ve insanda olur.
Özellikle insan, tam anlamıyla bu sürümün zirvesinin yaşandığı yerdir. İnsanın
her bir özelliği, farklı bir uzmanlık gerektirir.
Dikkat
edilirse, maddeden insana kadar her bedende gezen cevher, aslında bu şâhit
olduğumuz âlem (şahâdet âlemi/âlem-i şuhûd) ile misâl (âlem-i misâl) ve melekût
âlemlerinin (âlem-i melekût) de geçiş güzergâhında bulunur. Şahâdet âlemindeki mânâ
ve geçişler sebeplere müracaat edip onlara tesir vermemekte anlamlaşır. Her bir
madde, bitki, hayvan ve insan, cevherin cevelânıdır. Bu cevelân, formüller ile
bilim, teknoloji ve sanayiye bir geçiş yapar. İnsanlığın hizmetine sunulur. Bu
cevher, şahâdet âleminde böyle girmedik delik bırakmaz. Evreni köstebek
yuvasına çevirir. Duran ve hareket eden vücût
giymiş cevher, aslında şimdiki zaman ve geçmiş/gelecek mânâsında varlığı ile
yokluğu eşit olan âlemlerde hareket eder. Yazar bozar tahta ve Levh-i Mahfuz
işte budur!
Şahâdet
âleminden âlem-i misâl ve âlem-i melekûta geçişler olur. Cevher bu evrene ait
ise, öbür âleme geçişler bunun temsili ile mümkündür. Yani âlem-i misâl,
şahâdet âlemi ile rûhlar âlemi arasında geçiş; şahâdet âlemi de melekût âlemine yükselme
yeridir. İnsanda nefis ölür, rûh ölmez. Beden parmaklıklarından kurtulur. Geçişleri
doğru yapan bâkî hâl alır. Bunun tek şartı vardır: Varlığı ile yokluğu eşit
olan âlemlerin hepsine Hükmedecek Olanı görmek…
Varlığın (bu evren) ve yokluğun (metafizik âlem) eşit
olmasını mânâ ile anlamlandırmak daha akıllıcadır. Çünkü madde bir mânâ olursa
anlam kazanır ve ayakta kalır. “Varlığı ile yokluğu eşit olmak” ifadesini
anlamak, her bir şeyde Her Şeyin Sahibini kavramakla mümkündür.
Yukarıda ifade edilen, cevherin köstebek yuvasına çevirdiği bu
evreni, yuvanın penceresinden mâbud oluşunda bir ve tek olduğunu zihin ve kalp
yoluyla kabul etmek gerekir. Büyük hikmetler, büyük işaretler insanın keşfini
bekliyor!
Son
söz
Cevherin
gezdiği fizik ve metafizik âlemlerde (cevherin temsilcisi) tesadüf görünmüyor,
karışık ve anlamsız bir durum da yok. Böyle olsa formüller yazılamazdı. Genel bir olguyu, bir kuralı veya ilkeyi açıklayan
simgeler takımına “formül” demiyor muyuz? Kural varsa kural koyucu da vardır. Cevherin
gezdiği yerler mânâsız değildir.
Bir bina varsa proje de vardır. Bu evren varsa projesi de
vardır. Evrenin projesi, varlığı ve yokluğu eşit olduğu, âlemlerin aslına,
köküne ve özüne işaret eder. Bu öz, verilen sözü gösterir. Bu âleme gelmeden
evvel ne söz vermişti insanoğlu, bu âleme geldi ne yapıyor? Mühim olan da
budur!
Görünen o ki, her şey her şeye bu şekilde bağlıdır. Işık
parçacığı örneğinde olduğu gibi, her yere tesir ve nüfuz edilen bir olgu var.
Maddî vücût ve özel şekiller geçici birer handır. Aslolan özdür. Bu mükemmel
ilişki ve senkronize hareket, bazılarınca tesadüf ve ihtimâle bağlanarak hatâ
yapılmıştır.
Hareketi veren kim ise, bereketi veren de O’dur. Cevheri,
atomu, maddeyi, bitkiyi, hayvanı, insanı ve evreni metafizik âlemden fizik
âleme geçiş olarak görmek mümkündür. Geçici bir süre teşahhusâttır.
Nokta, cevher ve parçacık kiminse, gezdiği, dolaştığı, eştiği
yuva ve pencere de O’nundur. Bu sahipliğin isteğine lâyık olmak gerekir. Görünen
o ki, bildiğimiz gibi her şeyin sonu
değildir nokta. Muhatabı “nokta” olmayan bir nokta dahi gösteremezsiniz. Noktasız
bir hayatı düşünmek hatâdır. Bu noktadan da hayatı düşünmek gerekir.
Buyurun, âlemdeki mânâların cilvelerini
gösteren nokta kalemiyle yazılan kitabı okumaya…