Medeniyet inşâsında ölçü (4)

Yûnus Emre, Mevlâna, Hoca Ahmed-i Yesevî ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi değerleri örnek olarak verdiğimizde, bu alanlarda dünya ve Türkiye’de doktora çalışmalarına bakarsak sınıfta kalırız. Sadece İngiltere’de İbnü’l-Arabî üzerine bilimsel ve süreli dergi çıkartılıyor olması dahi bu iddia için yeterlidir. Hoca Ahmed-i Yesevî konusunda teşekkürü hak eden kitaplar yazılmıştır. Peki, fikir dünyası üzerine kaç adet doktora çalışması yapıldı veya bu konuda uzman kaç doktoralı öğretim üyesi var? Bu tür eksikliklerin telâfisi kolay olmayacak ve uzun zaman alacaktır. Düşünce, STK ve cemaatler, “kendilerine adam yetiştirme” değil, ülkeye adam yetiştirme evresine geçmelidirler.

GELECEKTE yaşanacak medeniyet; disiplinler arası bilim, teknoloji ve sosyal irtibat üzerine yükselecektir. Disiplinler arası çalışmalar, bilimlerin işbirliğinin gücünde filizlenir. Bu düzlemdeki teknolojiler, eşyanın özünde deruhte olan tevhidin okunmasının bir yansımadır.

Türkiye’de disiplinler arası çalışma zikredildiğinde, genelde fen bilimlerinin yenilikçi teknolojiler için mecburî birlikteliği anlaşılır. Dünyada ise işbirliğinin sadece fen ve sosyal bilimlerin kendi içinde kalmadığı, fen-sosyal alanlar arası çalışmaların da yapıldığı görülür.

Batı, bu çalışmaları çağın gereği olarak görmekte ve en üst düzeyde kullanma gayreti göstermektedir. Bu durum Batı’da sadece madde ve çıkar amaçlı olduğundan, Batı’nın hakikati görme idraki kör olmuştur. Çünkü maddeyi mânâsızlaştırmak ve ilâhlaştırmak gibi zıt uçlara gidilmiştir. Bu da Batı’nın sosyal hayatını felç etmiştir. Etkilerinin ileriki yıllarda daha net görüleceği bu hâl, medeniyet açısından insanlığın beklentilerini karşılayamaz.

Bilim, teknoloji ve sosyal irtibat, yeni nesil medeniyet inşâsının temel ölçütlerinden birisidir. Çünkü ölçü kullanımı, medenî hayatın gereğidir. Evrende bütün eşya, olaylar ve gelişmeler belli bir düzen içinde gerçekleşiyor. Bu düzen İlâhî sıfatlarla irtibatlı iken, Batı medeniyeti bu irtibatı kesmiştir.  

Bilimler genel görünümde fen ve sosyal olarak kum saati gibi iki ana gövdeye ayrılır. Fen alanında matematik, kimya, biyoloji ve fizik gibi bilimler bir gövdeyi oluştururken, sosyal alanda felsefe, sosyoloji, edebiyat ve mistik, kum saatinin diğer gövdesini tamamlar. Bu gövdeler birbirleriyle fende fizik, sosyalda ise felsefe ile iletişim hâlindedir.

Fen bilimleri sosyal alana kural ve formüller sunarken, sosyal bilimler de düşünce ve fikir dünyasında yeni pencereleri fen için hazırlar. Bu iletişim Türkiye’de kopuktur. Batı’da ise çıkar için çalışmaktadır. Ayrıca Türkiye’de bu duruma günümüzde fazla değer verilmemektedir. Çünkü Batı felsefesinin dünya görüşü tekel oluşturmuş durumdadır. Sadece madde odaklı yorumlamaların sosyal yansımaları geçer akçedir. Felsefenin hikmet içermeyen sunumları kalıcı olmasa da dünyaya dayatılmaktadır. Bizler de bunu alıp kullanıyoruz; bizim olmayan, bizi anlamayan değerler ile nasıl “biz” oluruz?

Fen bilimlerinin madde, eşya ve faz geçişlerine dair mânâları sosyal alanda mistik değer kazanır. Madde-enerji ve madde-ışık ilişkisi, temel düzeyde incelenirken ışık ve enerji boyutu hem maddi değer sunar hem de mana anlamında veriler barındırır. Bu durum kum saati şeklinde irtibatlı olan fen ve sosyal bilimlerin yön değişikliklerini de açıklar.

Burada madde-enerji, madde-insan ve insan-ilâhî sıfatlar iletişimi, insan penceresinde maddî ve mânevî boyutu olan dış ve iç güçleri kapsar. Dış ve iç güçler, fen-sosyal disiplinlerin ortaya çıkardığı veriler ve bunların insanda oluşturduğu dünyalardır. Bu alanların ayırt edilmesi ya da kesilmesiyle insanın evrenden elde edeceği İlâhî sıfatlar ve bunların irtibatı da kesilmiş olacaktır.

Ölçü, miktar ve güç, Kur’ân’da “kader” anlamında da kullanılır. Ölçüyü bir niceliği, o nicelik için kabul edilmiş birimlerden birine göre oranlayarak değerlendirme şeklinde anlamak bu durumun en alt düzeyidir. Hakla bâtılın birbirinden ayırt edilmesi de ölçü yardımıyla yapılır. Bu ayrımın formülü olan ölçü istenen seviyede içselleştirilemediği zaman toplumlar hiçselleşir ve medeniyetler çatışır. Günümüz dünyasında bu ölçü kaybedildiği için savaşlar da kaçınılmaz hâl almıştır. Savaşların en arka plânında yatan nedenlerin başında bu ölçüsüzlük vardır.

Bilimsel veriler iki yönüyle değerlendirilerek insanlığa sunulduğunda büyük medeniyetler doğabilir. Bu yönlerin hakikate yaklaşması ve İlâhî irtibatı görmesi kolaylaşacaktır. Bu yolculukta dış ve iç güçleri düzenleyen ölçümlerde makul çerçevede kalınırsa, insanlığın tümünü kucaklayabilecek yeni medeniyet kapısı aralanmış olunur.  

Zamanla hakikatleri ifade etmenin değişebileceği ve insanlığı yanlış yönlendirme çekingenliği, Doğu toplumlarını formül yazmaktan uzak tutmuştur. Madde, eşya, olay ve sosyal ilişkinin anlaşılması devamlılık ile mümkündür. Bunların özünde deruhte olan tevhidin okunması da İlâhî sıfatlarla irtibat sağlandığında tahkikî olur. Devamlılığın kesilmesi Doğu medeniyetini zayıflatmış ve araçlara/sebeplere müracaat edip onlara hakikat yükleme hatâsı yapılmıştır. Özellikle günümüzde Müslüman toplumlarda bu hatâ “bilgi” düzeyinde kalkmış, ancak uygulama aşamasında devam etmektedir.

Batı’da ise tamamen her sonucun bir nedenini arama ve her şeyi bir şeylere bağlama gibi formül saplantısı da insanlığı ikinci plâna itmiştir. Formül, bilim ve teknoloji amaç hâline gelmiş ve kutsal bir metin gibi değerlendirilmiştir. Araç ve perde olan bu durumlar, Batı’da amaç hâline getirilerek yanlış yapılmıştır.

Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, kuantum, internet ve dijital teknoloji gibi alanlarda Batı’nın keşifleri günümüz bilim ve teknolojisinin öncüsüdür. Bu başarıya rağmen, insanlığı ihmâl eden de yine Batı medeniyetidir. Batı’da madde, para ve güç ilk sıralarda yer almakta ve insanlık noktalanma aşamasındadır. Müslüman toplumlarda bazılarının para, mâkâm, şan, şöhret ve güç peşinde koşmaları, o kişileri hangi dünyaya ait olduklarını göstermesi açısından mânidardır.

Yeni bir medeniyet kıvranışı

Dünya, yeni bir medeniyet beklentisiyle kıvranmaktadır. Bu medeniyeti başaracak olanlar fen ve sosyal alanların birlikteliğini organik düzeyde, istendik şekilde ve senkronize şekilde sunabilenler olacaktır. Bunu, madde ve sebeplere müracaat edip onlara İlâhî sıfatlar yüklemeyenler başaracaktır. Madde ve sebeplerin kutsallığından ırak, insanın değerinin ön plânda olduğu bir yapıya olan ihtiyaç kaçınılmaz düzeydedir.

Batı’da fen-sosyal irtibatlı çok sayıda doktora çalışması yapılmıştır. Bunların çok büyük kısmı özellikle Doğu toplumlarını anlama ve onlara sızma odaklı çalışmalardır. Yapılan çalışmaların yine büyük kısmında Doğu toplumlarının değerleri en ince ayrıntısına kadar araştırılmıştır ancak en zayıf noktaları hedefe konulmuştur. Bu tür çalışmalardaki bir diğer amaç da, Doğu medeniyetlerinin geleneksel düzlemde İlâhî sıfatlar ile irtibatını kesmeye yöneliktir.

Batı bu tür çalışmaları yaparken, grup, STK ve cemaatler, Batı’nın istediği bilgiyi vermekten çekinmiyor. Bu durumu fırsat bilen Batı, bu toplumun değer yargılarına ve can alıcı noktalara kamikaze dalışlar yapabiliyor. Bu nedenle özellikle Doğu toplumlarının değer yargıları üzerine yapılan çalışmaların Batılılar tarafından yapılması çok masum bir durum değildir.

Yûnus Emre, Mevlâna, Hoca Ahmed-i Yesevî ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi değerleri örnek olarak verdiğimizde, bu alanlarda dünya ve Türkiye’de doktora çalışmalarına bakarsak sınıfta kalırız. Sadece İngiltere’de İbnü’l-Arabî üzerine bilimsel ve süreli dergi çıkartılıyor olması dahi bu iddia için yeterlidir. Hoca Ahmed-i Yesevî konusunda teşekkürü hak eden kitaplar yazılmıştır. Peki, fikir dünyası üzerine kaç adet doktora çalışması yapıldı veya bu konuda uzman kaç doktoralı öğretim üyesi var? Bu tür eksikliklerin telâfisi kolay olmayacak ve uzun zaman alacaktır. Düşünce, STK ve cemaatler, “kendilerine adam yetiştirme” değil, ülkeye adam yetiştirme evresine geçmelidirler.


Dünyanın yeni medeniyet beklentisi mâkâm, para ve şan-şöhretten geçmemektedir. Batı’nın sebep-sonuç anlayışından kurtulmak zorundayız. Bir düzen içerisindeki sistemler topluluğunun sürekliliğini kuvvet, kanun veya formüllere atarak işin içinden çıkamayız. Madde-enerji, madde-insan ve insan-İlâh bağlamını gören insan-ı kâmil düzeyine odaklı iç-dış, maddî-mânevî ve benliğin köpekliğinden kurtulmaya mecburuz. Bu uğurda yenilikçi medeniyet anlayış yoluna revân olmalıyız.

Batılılarla ikna; marifet ve üretmekle anlaşılır. Dinde hassas olup aklî muhakemeden yoksun olarak ne ikna yolunu açabiliriz, ne de bu yolda ilerleyebiliriz. Bilim ve teknolojinin gelecek nesillere aktarılması, evrende var olan mükemmel bir düzenin devamlı olmasının bir netîcesidir. Bu mükemmel düzenin Hükümdarı; şimdiki olayları, geçmişi ve geleceği bilen İlâhî sıfatlarla irtibatlıdır. Sözde bu irtibatı kabul edip günlük yaşantıda mâkâm, para ve şöhret ile yola devam etme eylemi büyük bir hatâdır.   

Doğu toplumlarının fikir dünyasına Batı’nın fikir elbisesi dar gelmektedir. Ne yazık ki, bu yolla İlâhî sıfatlarla irtibatlı kader kaleminin hakikati yazması güçleştiriliyor. İlk Haçlı Seferi’nin Birinci Sanayi Devrimi’nin başarılmasının hemen akabinde yapılmış olması dikkati celp etmelidir. Günümüzde, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin sadece dijital teknoloji ayağı olan SİHA’ların getirisi göğsümüzü kabartıyor. Bu tür başarıların artarak ülkenin her yerine ve her alanına yayılması gerekiyor.

Demek ki, kader anlamında kullanılan güç, hakikî mânâsına İlâhî sıfatlarla irtibatlı olduğunda erişir. Buradan niteliğin ne derece önemli olduğu, niceliğin ise çağın bir alâmeti olduğu ortaya çıkıyor. Hayat, hürriyet ekseninde kıvrılır. İnsanın en birinci ihtiyacı olan bu hürriyet ve nitelik siyâsî niceliğe fedâ edilmeden, medeniyetin inşâ temeli atılmalıdır.

İnsanlar lîsan ile anlaşırken, madde-insan iletişimi bilim ile yapılır. Bilimsel sonuçlar aslında evrenseldir. Toplumlar sadece bu sonuçları kendi istekleri doğrultusunda yorumlarlar. Yorum yaparken evrensel olan sonuçlar değişime uğratılır.

Ülkemizde yeni neslin kabul edeceği yorumlar; fennî ve sosyal alanların birlikteliğinden çıkan, insanın değerini ortaya koyan, pozitif felsefî ve sosyolojik kavramlaştırmanın çelişkilerinden uzak olmalıdır. İnsanı merkeze alan, maddî/mânevî ihtiyaçlarını karşılayan, bilimsel sonuçları İlâhî sıfatlarla irtibatlandıran, düzensizlik ve yok olma tehlikesinin ötesine geçen bir yola mecburuz.  

Batı dünyası maddî-mânevî, madde-insan ve insan-İlâh gerçeklerini Doğu dünyası kadar doğru açıklayacak potansiyelde değildir. Çünkü Batı maddeyi “amaç” edinirken, Doğu medeniyeti ise onunla “kâinat kitabı” olarak irtibat kurmuştur. Sebep-sonuç ilişkisinin ve ilk Muharrik noktasının ilerisine geçememiş Batı dünyası, dünyanın beklediği yeni medeniyeti inşâ edemez. Bunun yanında Doğu toplumları da bünyesinde olan potansiyeli kullanamamaktadır. İnsanlığın böyle bir beklenti için varlık göstermesi elzem olmuştur.  

Kütle çekimi, elektriksel çekim ve duran bir cismi hareket ettirmek için kullanılan kuvvet kavramı, tekrarlanabilir birer formüller zincirinin farklı yerdeki etkileridir. Elektriksel kuvvetler kullanılarak atom, molekül ve maddenin hakikati anlaşılmaktadır. Bu kolaylık; farklı madde, olay ve süreçlerde bir ilim, irade ve kudreti işaret etmektedir. Bu işaret bilime aykırı olarak Batı tarafından şiddetle reddedilmiştir.

Batı’nın bunca çalışmasına rağmen kuvvete ilâhlık atfetmeleri; ilim, irade ve kudretin gösterdiği yaratma, yaşatma ve öldürme gibi her an her şeye müdâhil olan İslâm Muharrik anlayışına karşı çıkmak için kasıtlı olarak yapılmaktadır.  

Sorumluluk almak, insanların kaçındığı özelliklerin başında gelir. Her şeyi kuşatan bilim/ilim, evrende her şeyin gizli ve aşikâr bir vâkıfiyetini gösterir. Bu durum insanın maddî ve mânevî bir ölçüyü esas almasını gerekli kılar. Bu ölçü, insanın açıkladıklarından ve kalplerinde sakladıklarından haberdar olan bir kudreti “ilâh” kabul edinmeyi gerektirir. İşte Batı’nın tam da kaçtığı sorumluluk budur!

Batı’da üretilen bilim Doğu medeniyetleri dokusuna uygun yorumlanmadan ithal edildiği için, Doğu toplumları Batı felsefe ve sosyoloji yorumlarının dışında hareket edememektedir. Bu pencereden görülen ölçü ve analizin, ego/ene ve evrim gibi hassas ve derunî kısmı farklı birer yazı konusu olmakla birlikte, bu yorumların Müslüman toplumların büyük kısmında yapılması hayatî öneme sahiptir.  

Batı ve Doğu’nun hürriyet anlayışı bu sorumluluğu bu tür ölçüde ayrı tutmaktadır. Batı her şeyi yapmayı özgürlük görürken, Doğu her şeyi İlâhî sıfatlarla irtibatlandırmayı hürriyet olarak algılamaktadır. Buradaki ölçü; insana verilen “tercih” özelliğinin farklılıklar içerisinde hakikati bulabilme iradesi olmalıdır. Aslında insanın bu dünyaya gönderiliş ve sınanmasının sırrı da burada gizlidir. Bu ölçünün toplumları, devletleri ve medeniyetleri ne kadar ayrıştırdığı ortadadır. Batı’nın ölçüsü, Holistik dünya anlayışını silmiş, bütünlüğü kaldırmış, ayrışma ve savaş prensibini kabul etmiştir.

İrtibat ve son söz

İlâhî sıfatlarla irtibat; fen-sosyal odaklı yorumlar ile evrenin okunması, İlâhî kitapların sonuncusu ve Son Peygamber gibi üç farklı temel yolla anlaşılabilir.

Fen-sosyal odaklı İlâhî irtibat; nitelik, nicelik, yer, sıra ve evrendeki elementler gibi yorumlardan oluşan kitabın harflerini kelime ve cümlelere dökebilmekle mümkündür. Buradan hareketle her bir madde, eşya, insan, canlı ve enerji gibi varoluşlar, birer sıfat ve isme tanıklık eder.

Bu varlıklar; kuvvet, kudret, güç ve sosyal iletişim gibi kalemlerin ucundan dökülmüş olduğu şüpheden vareste bir şekilde idrak edilir. Bu kalem hiç şüphesiz, Kalem Tutucuya işaret eder. Kalem ve mülk hangi irtibatın eseri ise evrendeki bütün eserler de O’nundur. Diğer bir ifadeyle, tarlayı eken de, mahsulatı toplayan da aynı irtibattır.

Bu pencere; atom ve atomun içinde bulunduğu galaksinin de aynı kudret irtibatının eseri olduğunu gösterir. Böylece Batı’dan değiştirilmeden alınan felsefe ve sosyoloji yorumları, toplumun doku ve değer yapılarıyla uyumlu hâle gelir.

Bir mührün sahibini göstermesi gibi, insan da fen-sosyal alan birlikteliğinin sonucunda, kendisinde olan tercih ölçüsüyle, İlâhî sıfatlarla irtibatı sağlayan bilim/ilim, kuvvet, kudret, güç ve malikiyeti anlar. Bu uğurda toplumun ve değerlerin yapısına uygun bilimsel yoruma acilen el atılmalıdır. Bu durum kendimizi tanımlamayı ve bizi biz yapan değerlere erişmeyi sağlar. Aksi durumda Batı’nın bize diktiği donu giymeye devam ederiz.