SEVGİ, sonsuz
nedenlerden kaynaklanır. Kişilerden kişilere veya toplumlara göre değişir. Sınırsız
sayıda sevginin kaynağı, sınırsız sayıda peydanın delilidir. “Sevgi” kelimesi, “muhabbet”
kelimesiyle eşdeğerdir.
Sevgi/muhabbet sonsuz etkenden
neşet ettiği için iradeden daha güçlü bir istek mânâsı içerir. “Hub” kökünden
türeyen muhabbet, hem Allah’a (cc), hem de insana nispet edilir. Bu nispet,
marifetin eşdeğeri şeklinde inkişafına denk gelir.
Özellikle bizim kültürümüzde
muhabbetin derin kökleri bulunur. Buna rağmen muhabbetin nedenleri arasında
menfaat, kalıcı tat, hayırlı işler ve olgunluk görülebilir. Buna rağmen
muhabbetin sürdürülebilir olanı lezzet ve olgunluk noktasında düğümlenir. Vedûd,
kulların çok sevdiğini göstermesi açısından önemlidir.
Sıfat, fiil, isim ve tecelliler
hakkında manevî tecrübeyle elde edilen bilgi “mârifet” olarak bilinir. Buradaki
bilgi, makro ve mikro ölçekteki fen ve sosyal bilgileri kapsadığı gibi bunların
yorumlarını da içerir. Bu nedenle manevî tecrübeyle elde edilen bilgi
anlamındaki “mârifet”, bütün fennî, sosyal, makro ve mikro olaylara dair
bilimsel bilgileri tecrübe olarak yorumlar.
Bu ölçekteki bir mârifet, insanı
sınırlı sayıda olgunluk derecesine çıkarabilir. Maddî lezzetler geçici ve
sonunda azap verici olduğundan, ruhanî bir lezzet devamlılık gösterebilir. Bu
ruhanî lezzet, ruhun gıdası gibi düşünülebilir. Bu durumlar tamamen bireyin
gelişimi ve manevî olgunluğu olarak düşünülebileceği gibi, duruma bilimsel
çerçeveden de bakılabilir.
Sınırsız olgunluk ve sınırsız
sevgi/muhabbet düzeyinin boyutları ciddî uzmanlık gerektiren alanlardır. Manevî
olgunluk açısından mârifet noktasında bu topraklar yeteri kadar tecrübeye
sahiptir. Belki de, “Dünyada marifet noktasında en fazla donanım ve performans
bu topraklarda yaşanmıştır” dense abartı olmaz.
Bilgi anlamında isim olarak
kullanılan mârifet (irfan) kelimesi, ilimle eş anlamlı olarak kullanılabilir. Ancak
bazı farklılıkları da ortaya koymak gerekir. Mârifet ayrıntılı, özel ve tikel
bilgileri ifade ederken, ilim ise tümel ve genel nitelikteki bilgilere karşılık
gelir. “Cehil” ilmin karşıtı iken, inkâr ise mârifetin karşıtıdır. Bu açıdan ilim,
kelime olarak her zaman mârifetin yerine kullanılamaz.
Mârifetin manevî düzeyleri ciddî uzmanlık
gerektiren bilgi ve tecrübenin yaşanmasıyla mümkün görünüyor. Böyle bir düzeyin
yükselebileceği merdivenlerinse en yükseklerde olacağı açıktır. Böyle bir
bilginin tasavvuftaki karşılığı, “özel bilgi” anlamındaki “Mârifetullah”
düzeyidir. Böyle bir düzey, kavramsal kelimelerle ifade edilmek istenirse, Mârifetullah’ı
“Allah’ın (cc) Zâtı, Sıfatları, fiilleri ve İsimleri hakkındaki bilgi” olarak
algılamak yanlış olmayacaktır. Bu nedenle manevî olgunluk düzeyini en yükseklerde
beklemek anlamlıdır.
Bu kapıdan girildiğinde
Mârifetullah’ın bilim, ilim ve irfan gibi çok sayıda boyutları olabileceğini
öngörmek yanlış olmayacaktır. “Sevgi” sözcüğü ile doğrudan ilintili olan
Mârifetullah’ın hakikî mânâda sevgi olarak görülmesi daha anlamlı olur. Zira
gerçek sevgi, tanımakla perçinlenir.
Yüce Bir Yaratıcıya olan gerçek
sevginin de O’nu Mârifetullah boyutlarında tanımakla gerçekleşeceğini düşünmek
yanlış olmayacaktır. Bu nedenle çok sayıda Mârifetullah boyutundan sadece
bilimle ilgili olanına kısa bir bakış, en azından medeniyet açsından çok önemli
görünüyor.
Bilime hakikî sevgi
kanalından bakmak
Bugün kâinata dair bakış materyalist
pencereden görüldüğünden, durumun acıtıcı olabileceği de düşünülmektedir.
Kâinatın sadece materyalist bakışa bırakılması Müslümanlar açısından sıkıntılı
bir durumdur. Müslümanların gerek görüş, gerekse kul olarak kâinat anlayışını
hem kişisel dert, hem de medeniyetimiz açısından zarurî bir durum olduğunu derk
etmeleri mühimdir.
Bu nedenle çok sayıda Mârifetullah
boyutundan bilimle başlamak isabetli olacaktır. Bilim, belli bir olayın kesitini
alıp incelese bile yorum açısından önemli yerlere parmak basar. Bilim ve
ilgilendiği evrene dair ne varsa hepsi hakkında bir şeyler söylemek mümkündür.
Çünkü bilimsel veriler yorumlanır, anlamlaştırılır ve insanlığa yararlı hâle
getirilir.
Bilimin tarafsız yorumu gerçekten
bakir alanların başında gelmektedir. Özellikle Müslüman toplumlarda bilimsel
yorumlar Batı’dan tamamen ithal edilmiş görünüyor. Bu çok tehlikeli ve üzerine
şiddetle düşülmesi gereken konuların başında gelmektedir. Bugün deist, ateist
ve benzer oluşumlara şahit oluyorsak, bunun ilk nedenleri arasında işte Batı’nın
bu bilimsel yorumlarını ithal etmekten kaynaklanmaktadır. Böyle bir durumunsa
çok da farkında olunduğunu ifade edemeyiz. Zira Batı’nın Mârifetullah yoksunu
bilimsel yorumları, Müslüman coğrafyasında müfredat ve ders kitaplarında sıklıkla
yer almaktadır. Bunların ayıklanması ve yerine kâinat ile barışık yorumların
konulması imanî bir zorunluluktur.
Bir asır öncesine kadar kâinata
dair görüşlerin tamamen materyalist çerçevede kalan mekanik, evrim ve sosyoloji
çerçevesinde kaldığı söylenebilir. Sosyolojinin de mekanik anlayışı desteklemek
üzere kasıtlı çıkarılmış bir bilim olduğunu unutmamak gerekir. Böylece sosyoloji,
Evrim Teorisi ve Newtoncu mekanik anlayış, insanlığın kâinat anlayışını
oluşturmaktaydı. Buna göre en iyimser şekliyle Yüce Bir Yaratıcı, kâinatı büyük
patlama (Big Bang) ile yaratarak birbirini tetikleyen dişlilerin çarkları
görüntüsüne sahip (makine gibi) bir evren anlayışı peyda oldu.
Bu tür evren anlayışı, aciz ve
yetersiz tek hücreli canlılardan çok hücreli canlılara geçişin olduğunu iddia
eden Evrim Teorisi anlayışına da destek verdi. Ne garip bir durum ki, bilimsel
bir anlayış olarak ortaya sürülen bu görüş, sadece bir teoriden ibaretken,
acizlerin harika canlıların oluşmasına yapıtaşı oluşturduğu bilgisi üzerine
inşâ ediliyor. Bu, tamamen bir yorumdan ibarettir. Bu yorum her sonucun bir
sebebe bağlanması şeklindeki akıl yürütmesinden esinlenmektedir. Evrim Teorisi
tam olarak böyle bir esinlenmenin sonucu olarak yürüyor.
Sosyolojide de toplumların dinamik
yapısını göz önünde bulundurarak nedensellik ilkesiyle bir yorum bilimi ortaya
sürülmüştür. Bu yorumların tarafsız olarak neticelendirilmesinin insanlığın
yararına olacağı açıktır. Ancak her şeyde sebep-sonuç ilişkisi arandığından, bu
tür mekanik yorumlar, çözüm yerine temizlenmesi zor dert tohumları ekmektedir.
Bir asır öncesinde başlayan yeni
bilimsel sonuçlara göre sebeplerin sonuçları doğurmadığı, her durumun bir
karşılığı olmadığı açık hâle geldi. Kesin sonuçlar yerine olasılık bakışı
kendisini kabul ettirdi. Böylece sebep-sonuç ilişkisine göre makro olaylar
nedensellikle açıklanırken, mikro düzeyde kalan atom ve atom altındaki olaylar
olasılık yoğunluğu ile açıklanmaya başlandı.
Bir bardağı masanın üzerine
koyduğunuzda ve kimse dokunmadığında, gidip o bardağı yerinden alabilirsiniz.
Ancak bir elektronu bir yere koyduğunuzda gidip o elektronu yerinden almak
sadece ihtimâle bağlıdır. Elektronun her dem hareket etme eğilimi, sürekli
canlı kalma isteği mevcuttur. Benzer şekilde, mikro ölçekteki bütün olaylar ve
maddeler de hareketlerine devam etme eğilimine sahiplerdir.
Makro ölçekte gördüğümüz, bardağın
sürekli bardak olarak kalması ise tamamen mikro ölçekteki parçacıkların birer
disk gibi süratle dönmelerinden kaynaklanmaktadır. O kadar süratle dönüyorlar
ki biz onları katı bir bardak gibi görüyoruz. Bu bardak uzun asırlar masa
üzerinde kalsa değişiklik fark edilecektir. Ömründen yaşlar gidecektir.
Kapadokya bölgesi buna en canlı
örnektir. Hâlâ oluşumu devam eden Peribacalarından olduğu gibi ömrünü
tamamlayanları da mevcuttur. Aslında evrendeki bütün maddeler böyledir. Tek
fark, bir insanın ömür içerisinde bu değişikliği fark edecek kadar süreye sahip
olmayışıdır.
Bilimsel sonuçlar insana Yüce Bir
Yaratıcıyı tanıtacak şekilde yorumlanmalıdır. Bir asır önce kuantum ile
başlayan böyle bir yorum yolu açılmışken, bilim insanlarında da savrulmalar
yaşanmaya başlanmıştır. Zira kuantumun olasılık bakışı tam anlamıyla Yüce Bir
Yaratıcıyı tanıtacak şekle koyulmuştur.
Olasılık dalgasının hâkim olduğu
yeni bilimsel verilere göre duran ve tam dalga şeklinde olması esası ortaya
çıkmıştır. Modern bilimsel verinin ulaştığı bu verinin, Peygamber Efendimizin,
“Kâinat duran dalgalardan meydan gelmiş bir denizdir” sözünün tam karşılığı
olması, asla tesadüf değildir. Demek ki elde edilen verilerin gerek geleneksel,
gerekse bilimsel olarak tarafsız bir şekilde yorumlanması çok önemlidir.
Bu durum, aslında kesikli
durumların sürekliliğinden başka bir şey değildir. Dönüş (dalgalanma) o kadar
hızlı cereyan etmektedir ki sürekli olarak görünmektedir. Kesikli durumun sürekli
görüntüsü ve algısı en büyük sınav sorularından biri olarak yanılgılara neden
olmaktadır. Esas ve öz gözden kaçmaktadır. Süreklilik görüntüsündeki madde
karşısındaki aldanmalar da devam etmektedir.
Bilimin özü ve aslı, hakikati haykırıyor olandır. Gıdaların özünün de bal olduğu herkesin malûmu. Nahl Sûresi’nin yirminci ayetindeki “sürekli yaratılan” ifadesi, kesikli hâllerdeki metafizik (gayb âlemin) âlemden fizik (şahadet âlemi) âleme geçişin birer numunesidir. Bu geçişteki Yüce Yaratıcının her dem müdahalesi ve yaratması o kadar anlık zaman diliminde gerçekleşmektedir ki fark edememekteyiz. Ancak bilimsel çalışma ve ileri teknolojiye sahip cihazlarla bunu derk edebiliyoruz.
Her an öldürmek, her an diriltmek
kudreti
Evren başta yaratılmış ve sonra da
Yüce Yaratıcı köşesine çekilip evrene müdahale etmeden duruyor “değildir”! Her
an her şeye ve her yönüyle müdahale ediyor, yaratıyor. Yaratılış bitmiş değil.
Bu yaratılış o kadar hızlı cereyan ediyor ki yaratılış hızındaki devamlılık
sürekli ve katı birer madde gibi önümüzde duruyor.
Günümüzde Allah’a (cc) inanıp bu
yolda ilerlerken inanca aykırı o kadar çok açıklama yapan bilim insanlar var ki
bunun en birinci nedeni, “Yaratılış hızındaki değişimi sürekli görüp her an
yaratılış yerine ilk başta evren yaratıldı” inancına aldanmalarıdır. Böyle bir
durum ise zaten sebep-sonuç ilişkisinin hüküm sürdüğü Batı’nın mekanik
görüşünün ta kendisidir.
Kesikli ve her an yaratılıştan
sürekli görüntüye geçildiğinde, her şeyin her şeye bağlı olduğu ve bir elektron
ile bir ışık tanesinin (fotonun) birbirlerini etkilediği gibi, bunların evrende
hareket etmesi için evrenin de aynı Yüce Yaratıcı tarafından bilinmesi, akla
uygun olandır. Böyle bir durum en küçük mikro maddenin yaratılması için her
şeyden haberdar olmak gerekir. Sonradan olanlar önceden olanlardan haberdar
olamayacağına göre, zamana kayıtlı olmadan her şeyi gören bir gözün varlığı
kaçınılmaz bir gerçektir.
Müslüman toplumlar ile Batı toplumu
arasında ciddî görüş farklılıkları vardır. Makro ölçekte deterministik
düşüncedeki Batı’ya karşın Batı’nın bilimsel yorumlarını ithal eden bir Doğu
toplumu mevcuttur. Yapılması gereken, medeniyetin inşâsında Doğu düşüncesinin,
bilimin Marifetullah ölçülerini ortaya koyması şartıdır. Batı, madde ve
sebepleri ilâh gibi görmeye başladığında, Doğu toplumlarının Allah (cc) inancı,
taklidî inançtan öteye geçmeyecektir. Çünkü sebepleri ilâhlaştıran Batıcıl bilimsel
yorum Doğu tarafından ithal edildiğinde, sorgulanmadan/yorumlanmadan
alınmaktadır. İşte buradaki ciddî vebâl ve sorumluluk Müslümanların omuzlarında
duruyor!
Yaratılmışların ve sebeplerin ilâh
olamayacağını görmek için tırlar dolusu kitap yüklenmeye gerek yoktur. Mahiyet
itibariyle her şey ilme ve Marifetullah’a bağlıdır. Esas olan, bu mahiyetin ne
olduğuna tarafsız gözle odaklanmaktır. Evreni incelerken bilimin ulaşacağı
yegâne marifet, sadece Marifetullah olarak görünüyor. Aradakilerin tamamının
birer perde ve sınav sorusu olduğu unutulmamalıdır.
İyi sonuçların yetersiz ve aciz
sebepler ile yaratılması aslında birer işarettir. Bu, yanılmanın bir
göstergesidir. Yetersiz sebeplerin mükemmel sonuçlar oluşturamayacağının
anlaşılmasına bir işarettir.
Rızık garanti altındadır. Zira
rızkın gök ve yer arasındaki ilişkisi, müdahaleye açık bir duruma işaret
etmektedir.
Güneş vasıtasıyla hareketlenen
gıdaların kinetik enerji ile meyvelere nüfuz ettirilmesi, hava atmosferindeki
en küçük ışık parçacıklarının işin içinde olduğunu gösteriyor. Köklerden ve
topraktan alınanların gerek şart olduğu söylense de yeter şart olmadığı
açıktır. Köklere ilâhlık vermek, şirke kapı aralamaktır. Göklerle iletişime
geçmek ise İlâhî nizama uyum demektir.
Sebep ve sonuçlar aynı mahiyette
olduğundan, fark edilmesi güç olmaktadır. Her ikisinin de mahiyeti ilme bağlı
olduğundan, iki hâlde de bilimsel neticeleri tarafsız ve objektif
değerlendirmek zorunlu hâl almaktadır. Aynı hızla giden iki otomobil birbirine
göre duruyormuş gibi göründüğünden, aynı anda yaratılan sebepler ile sonuçlar
da birbirlerinin muharrikleri gibi görünebilmektedir. Sebep perdesini açıp Mârifetullah
sonucuna ulaşan biri bilim penceresinden baktığında, er kişi olur.
Kişi, bilmediğinin düşmanı kesilir. İlmin mahiyetini bilip Mârifetullah’a ulaşamayanların Yüce Yaratıcı’ya düşman kesilmeleri bu yüzdendir. Çok sayıdaki bilim erbabı kişinin de bilimsel sonuçların işaret ettiği İlâhî kudreti görmezden gelmeleri, bir sonraki adım olan sorumluluktan kaçmaktır.