Medeniyet inşâsında ölçü (33)

Mârifetullah’ın bilim, ilim ve irfan gibi çok sayıda boyutları olabileceğini öngörmek yanlış olmayacaktır. “Sevgi” sözcüğü ile doğrudan ilintili olan Mârifetullah’ın hakikî mânâda sevgi olarak görülmesi daha anlamlı olur. Zira gerçek sevgi, tanımakla perçinlenir.

SEVGİ, sonsuz nedenlerden kaynaklanır. Kişilerden kişilere veya toplumlara göre değişir. Sınırsız sayıda sevginin kaynağı, sınırsız sayıda peydanın delilidir. “Sevgi” kelimesi, “muhabbet” kelimesiyle eşdeğerdir.  

Sevgi/muhabbet sonsuz etkenden neşet ettiği için iradeden daha güçlü bir istek mânâsı içerir. “Hub” kökünden türeyen muhabbet, hem Allah’a (cc), hem de insana nispet edilir. Bu nispet, marifetin eşdeğeri şeklinde inkişafına denk gelir.

Özellikle bizim kültürümüzde muhabbetin derin kökleri bulunur. Buna rağmen muhabbetin nedenleri arasında menfaat, kalıcı tat, hayırlı işler ve olgunluk görülebilir. Buna rağmen muhabbetin sürdürülebilir olanı lezzet ve olgunluk noktasında düğümlenir. Vedûd, kulların çok sevdiğini göstermesi açısından önemlidir.

Sıfat, fiil, isim ve tecelliler hakkında manevî tecrübeyle elde edilen bilgi “mârifet” olarak bilinir. Buradaki bilgi, makro ve mikro ölçekteki fen ve sosyal bilgileri kapsadığı gibi bunların yorumlarını da içerir. Bu nedenle manevî tecrübeyle elde edilen bilgi anlamındaki “mârifet”, bütün fennî, sosyal, makro ve mikro olaylara dair bilimsel bilgileri tecrübe olarak yorumlar.

Bu ölçekteki bir mârifet, insanı sınırlı sayıda olgunluk derecesine çıkarabilir. Maddî lezzetler geçici ve sonunda azap verici olduğundan, ruhanî bir lezzet devamlılık gösterebilir. Bu ruhanî lezzet, ruhun gıdası gibi düşünülebilir. Bu durumlar tamamen bireyin gelişimi ve manevî olgunluğu olarak düşünülebileceği gibi, duruma bilimsel çerçeveden de bakılabilir.

Sınırsız olgunluk ve sınırsız sevgi/muhabbet düzeyinin boyutları ciddî uzmanlık gerektiren alanlardır. Manevî olgunluk açısından mârifet noktasında bu topraklar yeteri kadar tecrübeye sahiptir. Belki de, “Dünyada marifet noktasında en fazla donanım ve performans bu topraklarda yaşanmıştır” dense abartı olmaz.

Bilgi anlamında isim olarak kullanılan mârifet (irfan) kelimesi, ilimle eş anlamlı olarak kullanılabilir. Ancak bazı farklılıkları da ortaya koymak gerekir. Mârifet ayrıntılı, özel ve tikel bilgileri ifade ederken, ilim ise tümel ve genel nitelikteki bilgilere karşılık gelir. “Cehil” ilmin karşıtı iken, inkâr ise mârifetin karşıtıdır. Bu açıdan ilim, kelime olarak her zaman mârifetin yerine kullanılamaz.

Mârifetin manevî düzeyleri ciddî uzmanlık gerektiren bilgi ve tecrübenin yaşanmasıyla mümkün görünüyor. Böyle bir düzeyin yükselebileceği merdivenlerinse en yükseklerde olacağı açıktır. Böyle bir bilginin tasavvuftaki karşılığı, “özel bilgi” anlamındaki “Mârifetullah” düzeyidir. Böyle bir düzey, kavramsal kelimelerle ifade edilmek istenirse, Mârifetullah’ı “Allah’ın (cc) Zâtı, Sıfatları, fiilleri ve İsimleri hakkındaki bilgi” olarak algılamak yanlış olmayacaktır. Bu nedenle manevî olgunluk düzeyini en yükseklerde beklemek anlamlıdır.

Bu kapıdan girildiğinde Mârifetullah’ın bilim, ilim ve irfan gibi çok sayıda boyutları olabileceğini öngörmek yanlış olmayacaktır. “Sevgi” sözcüğü ile doğrudan ilintili olan Mârifetullah’ın hakikî mânâda sevgi olarak görülmesi daha anlamlı olur. Zira gerçek sevgi, tanımakla perçinlenir.

Yüce Bir Yaratıcıya olan gerçek sevginin de O’nu Mârifetullah boyutlarında tanımakla gerçekleşeceğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Bu nedenle çok sayıda Mârifetullah boyutundan sadece bilimle ilgili olanına kısa bir bakış, en azından medeniyet açsından çok önemli görünüyor.

Bilime hakikî sevgi kanalından bakmak

Bugün kâinata dair bakış materyalist pencereden görüldüğünden, durumun acıtıcı olabileceği de düşünülmektedir. Kâinatın sadece materyalist bakışa bırakılması Müslümanlar açısından sıkıntılı bir durumdur. Müslümanların gerek görüş, gerekse kul olarak kâinat anlayışını hem kişisel dert, hem de medeniyetimiz açısından zarurî bir durum olduğunu derk etmeleri mühimdir.

Bu nedenle çok sayıda Mârifetullah boyutundan bilimle başlamak isabetli olacaktır. Bilim, belli bir olayın kesitini alıp incelese bile yorum açısından önemli yerlere parmak basar. Bilim ve ilgilendiği evrene dair ne varsa hepsi hakkında bir şeyler söylemek mümkündür. Çünkü bilimsel veriler yorumlanır, anlamlaştırılır ve insanlığa yararlı hâle getirilir.

Bilimin tarafsız yorumu gerçekten bakir alanların başında gelmektedir. Özellikle Müslüman toplumlarda bilimsel yorumlar Batı’dan tamamen ithal edilmiş görünüyor. Bu çok tehlikeli ve üzerine şiddetle düşülmesi gereken konuların başında gelmektedir. Bugün deist, ateist ve benzer oluşumlara şahit oluyorsak, bunun ilk nedenleri arasında işte Batı’nın bu bilimsel yorumlarını ithal etmekten kaynaklanmaktadır. Böyle bir durumunsa çok da farkında olunduğunu ifade edemeyiz. Zira Batı’nın Mârifetullah yoksunu bilimsel yorumları, Müslüman coğrafyasında müfredat ve ders kitaplarında sıklıkla yer almaktadır. Bunların ayıklanması ve yerine kâinat ile barışık yorumların konulması imanî bir zorunluluktur.

Bir asır öncesine kadar kâinata dair görüşlerin tamamen materyalist çerçevede kalan mekanik, evrim ve sosyoloji çerçevesinde kaldığı söylenebilir. Sosyolojinin de mekanik anlayışı desteklemek üzere kasıtlı çıkarılmış bir bilim olduğunu unutmamak gerekir. Böylece sosyoloji, Evrim Teorisi ve Newtoncu mekanik anlayış, insanlığın kâinat anlayışını oluşturmaktaydı. Buna göre en iyimser şekliyle Yüce Bir Yaratıcı, kâinatı büyük patlama (Big Bang) ile yaratarak birbirini tetikleyen dişlilerin çarkları görüntüsüne sahip (makine gibi) bir evren anlayışı peyda oldu.

Bu tür evren anlayışı, aciz ve yetersiz tek hücreli canlılardan çok hücreli canlılara geçişin olduğunu iddia eden Evrim Teorisi anlayışına da destek verdi. Ne garip bir durum ki, bilimsel bir anlayış olarak ortaya sürülen bu görüş, sadece bir teoriden ibaretken, acizlerin harika canlıların oluşmasına yapıtaşı oluşturduğu bilgisi üzerine inşâ ediliyor. Bu, tamamen bir yorumdan ibarettir. Bu yorum her sonucun bir sebebe bağlanması şeklindeki akıl yürütmesinden esinlenmektedir. Evrim Teorisi tam olarak böyle bir esinlenmenin sonucu olarak yürüyor.

Sosyolojide de toplumların dinamik yapısını göz önünde bulundurarak nedensellik ilkesiyle bir yorum bilimi ortaya sürülmüştür. Bu yorumların tarafsız olarak neticelendirilmesinin insanlığın yararına olacağı açıktır. Ancak her şeyde sebep-sonuç ilişkisi arandığından, bu tür mekanik yorumlar, çözüm yerine temizlenmesi zor dert tohumları ekmektedir.

Bir asır öncesinde başlayan yeni bilimsel sonuçlara göre sebeplerin sonuçları doğurmadığı, her durumun bir karşılığı olmadığı açık hâle geldi. Kesin sonuçlar yerine olasılık bakışı kendisini kabul ettirdi. Böylece sebep-sonuç ilişkisine göre makro olaylar nedensellikle açıklanırken, mikro düzeyde kalan atom ve atom altındaki olaylar olasılık yoğunluğu ile açıklanmaya başlandı.

Bir bardağı masanın üzerine koyduğunuzda ve kimse dokunmadığında, gidip o bardağı yerinden alabilirsiniz. Ancak bir elektronu bir yere koyduğunuzda gidip o elektronu yerinden almak sadece ihtimâle bağlıdır. Elektronun her dem hareket etme eğilimi, sürekli canlı kalma isteği mevcuttur. Benzer şekilde, mikro ölçekteki bütün olaylar ve maddeler de hareketlerine devam etme eğilimine sahiplerdir.

Makro ölçekte gördüğümüz, bardağın sürekli bardak olarak kalması ise tamamen mikro ölçekteki parçacıkların birer disk gibi süratle dönmelerinden kaynaklanmaktadır. O kadar süratle dönüyorlar ki biz onları katı bir bardak gibi görüyoruz. Bu bardak uzun asırlar masa üzerinde kalsa değişiklik fark edilecektir. Ömründen yaşlar gidecektir.

Kapadokya bölgesi buna en canlı örnektir. Hâlâ oluşumu devam eden Peribacalarından olduğu gibi ömrünü tamamlayanları da mevcuttur. Aslında evrendeki bütün maddeler böyledir. Tek fark, bir insanın ömür içerisinde bu değişikliği fark edecek kadar süreye sahip olmayışıdır.

Bilimsel sonuçlar insana Yüce Bir Yaratıcıyı tanıtacak şekilde yorumlanmalıdır. Bir asır önce kuantum ile başlayan böyle bir yorum yolu açılmışken, bilim insanlarında da savrulmalar yaşanmaya başlanmıştır. Zira kuantumun olasılık bakışı tam anlamıyla Yüce Bir Yaratıcıyı tanıtacak şekle koyulmuştur.

Olasılık dalgasının hâkim olduğu yeni bilimsel verilere göre duran ve tam dalga şeklinde olması esası ortaya çıkmıştır. Modern bilimsel verinin ulaştığı bu verinin, Peygamber Efendimizin, “Kâinat duran dalgalardan meydan gelmiş bir denizdir” sözünün tam karşılığı olması, asla tesadüf değildir. Demek ki elde edilen verilerin gerek geleneksel, gerekse bilimsel olarak tarafsız bir şekilde yorumlanması çok önemlidir.

Bu durum, aslında kesikli durumların sürekliliğinden başka bir şey değildir. Dönüş (dalgalanma) o kadar hızlı cereyan etmektedir ki sürekli olarak görünmektedir. Kesikli durumun sürekli görüntüsü ve algısı en büyük sınav sorularından biri olarak yanılgılara neden olmaktadır. Esas ve öz gözden kaçmaktadır. Süreklilik görüntüsündeki madde karşısındaki aldanmalar da devam etmektedir.

Bilimin özü ve aslı, hakikati haykırıyor olandır. Gıdaların özünün de bal olduğu herkesin malûmu. Nahl Sûresi’nin yirminci ayetindeki “sürekli yaratılan” ifadesi, kesikli hâllerdeki metafizik (gayb âlemin) âlemden fizik (şahadet âlemi) âleme geçişin birer numunesidir. Bu geçişteki Yüce Yaratıcının her dem müdahalesi ve yaratması o kadar anlık zaman diliminde gerçekleşmektedir ki fark edememekteyiz. Ancak bilimsel çalışma ve ileri teknolojiye sahip cihazlarla bunu derk edebiliyoruz.


Her an öldürmek, her an diriltmek kudreti

Evren başta yaratılmış ve sonra da Yüce Yaratıcı köşesine çekilip evrene müdahale etmeden duruyor “değildir”! Her an her şeye ve her yönüyle müdahale ediyor, yaratıyor. Yaratılış bitmiş değil. Bu yaratılış o kadar hızlı cereyan ediyor ki yaratılış hızındaki devamlılık sürekli ve katı birer madde gibi önümüzde duruyor.

Günümüzde Allah’a (cc) inanıp bu yolda ilerlerken inanca aykırı o kadar çok açıklama yapan bilim insanlar var ki bunun en birinci nedeni, “Yaratılış hızındaki değişimi sürekli görüp her an yaratılış yerine ilk başta evren yaratıldı” inancına aldanmalarıdır. Böyle bir durum ise zaten sebep-sonuç ilişkisinin hüküm sürdüğü Batı’nın mekanik görüşünün ta kendisidir.

Kesikli ve her an yaratılıştan sürekli görüntüye geçildiğinde, her şeyin her şeye bağlı olduğu ve bir elektron ile bir ışık tanesinin (fotonun) birbirlerini etkilediği gibi, bunların evrende hareket etmesi için evrenin de aynı Yüce Yaratıcı tarafından bilinmesi, akla uygun olandır. Böyle bir durum en küçük mikro maddenin yaratılması için her şeyden haberdar olmak gerekir. Sonradan olanlar önceden olanlardan haberdar olamayacağına göre, zamana kayıtlı olmadan her şeyi gören bir gözün varlığı kaçınılmaz bir gerçektir.

Müslüman toplumlar ile Batı toplumu arasında ciddî görüş farklılıkları vardır. Makro ölçekte deterministik düşüncedeki Batı’ya karşın Batı’nın bilimsel yorumlarını ithal eden bir Doğu toplumu mevcuttur. Yapılması gereken, medeniyetin inşâsında Doğu düşüncesinin, bilimin Marifetullah ölçülerini ortaya koyması şartıdır. Batı, madde ve sebepleri ilâh gibi görmeye başladığında, Doğu toplumlarının Allah (cc) inancı, taklidî inançtan öteye geçmeyecektir. Çünkü sebepleri ilâhlaştıran Batıcıl bilimsel yorum Doğu tarafından ithal edildiğinde, sorgulanmadan/yorumlanmadan alınmaktadır. İşte buradaki ciddî vebâl ve sorumluluk Müslümanların omuzlarında duruyor!

Yaratılmışların ve sebeplerin ilâh olamayacağını görmek için tırlar dolusu kitap yüklenmeye gerek yoktur. Mahiyet itibariyle her şey ilme ve Marifetullah’a bağlıdır. Esas olan, bu mahiyetin ne olduğuna tarafsız gözle odaklanmaktır. Evreni incelerken bilimin ulaşacağı yegâne marifet, sadece Marifetullah olarak görünüyor. Aradakilerin tamamının birer perde ve sınav sorusu olduğu unutulmamalıdır.

İyi sonuçların yetersiz ve aciz sebepler ile yaratılması aslında birer işarettir. Bu, yanılmanın bir göstergesidir. Yetersiz sebeplerin mükemmel sonuçlar oluşturamayacağının anlaşılmasına bir işarettir.

Rızık garanti altındadır. Zira rızkın gök ve yer arasındaki ilişkisi, müdahaleye açık bir duruma işaret etmektedir.

Güneş vasıtasıyla hareketlenen gıdaların kinetik enerji ile meyvelere nüfuz ettirilmesi, hava atmosferindeki en küçük ışık parçacıklarının işin içinde olduğunu gösteriyor. Köklerden ve topraktan alınanların gerek şart olduğu söylense de yeter şart olmadığı açıktır. Köklere ilâhlık vermek, şirke kapı aralamaktır. Göklerle iletişime geçmek ise İlâhî nizama uyum demektir.

Sebep ve sonuçlar aynı mahiyette olduğundan, fark edilmesi güç olmaktadır. Her ikisinin de mahiyeti ilme bağlı olduğundan, iki hâlde de bilimsel neticeleri tarafsız ve objektif değerlendirmek zorunlu hâl almaktadır. Aynı hızla giden iki otomobil birbirine göre duruyormuş gibi göründüğünden, aynı anda yaratılan sebepler ile sonuçlar da birbirlerinin muharrikleri gibi görünebilmektedir. Sebep perdesini açıp Mârifetullah sonucuna ulaşan biri bilim penceresinden baktığında, er kişi olur.

Kişi, bilmediğinin düşmanı kesilir. İlmin mahiyetini bilip Mârifetullah’a ulaşamayanların Yüce Yaratıcı’ya düşman kesilmeleri bu yüzdendir. Çok sayıdaki bilim erbabı kişinin de bilimsel sonuçların işaret ettiği İlâhî kudreti görmezden gelmeleri, bir sonraki adım olan sorumluluktan kaçmaktır.