karşılaştırıp değerlendirme
sonucuna göre kaç birim geldiğinin tespiti, o niceliği bilinir ve anlaşılır
kılar. Aksi durumda varlığı bir mevcudiyet gösterse de katma değeri yüksek bir
değerlendirmeye alınması olası değildir.
Ölçülemeyen veya birimler cinsinden
hakkında malûmat sahibi olunamayan her nesne belirsizlik içerir. En azından değerlendirmeye
alınması mümkün görünmez. Klasik görüş böyle bir veri ortaya koyarken Kuantum
görüşe göre ölçüm yapılamayan her şey yok hükmündedir. Ölçme ve değerlendirme
bu açıdan hayatın mihenk taşlarından biridir. Bir şeyin şeklini ve niteliğini
ölçü ile belirleyip inşâsını amaç edinmek bir düşünce ve bir plân iken, bu plânın
gerçekleştirilip aşikâr edilmesi varlığa rücudur. Böyle ikili bir oluşumda bir
şeyi nitelemek veya belirtmek, insanların sorumluluklarının da kayıt altına
alınmasının başlangıcını gösterir. Böyle ikili bir durumda gerçekleşmemiş olan
plân üzerinde değişiklikler yapılabilirken, gerçekleşmiş plân üzerinde
değişiklik yapılmaz.
Böyle bir düşünce sistemi ileride gerçekleşecek
ve şimdi vuku bulmuş olarak iki ana kategoride bilinir. Gelecekte gerçekleşecek
bir durumu önceden bilme “kadîm”, vuku bulduktan sonra bilme ise “hâdis” olarak
isimlendirilir.
Zaman öncesinde plânlanıp zamanı geldiğinde eşyanın yaratılmasının ölçü olarak
görülmesinde bir bahis olmaz. Plânın vuku bulma süreci ilâhî sıfatlarla irtibatlıdır.
Gelinen dünyada her ülke kendi
medeniyet anlayışını ortaya koyma düşünce ve gayretinde olabilir. Diğer
ülkelerin ne tür bir medeniyet anlayışında olduğu, Türkiye’nin çok dikkate
almak zorunda olduğu bir tasavvur değildir. Zira büyük bir tekelci medeniyet
anlayışı dünyayı kasıp kavurmaktadır. Türkiye’nin
önünde kendi medeniyetini inşâ etmesi için üç tercih görünüyor: Birincisi,
mevcut Batı medeniyetinin veya bunun dünyadaki yansımasının olduğu gibi almaktır.
İkincisi, mevcut medeniyetlerin içerisinden süzdüğü değerleri kendisine göre
yoğuracağı yeni bir medeniyet anlayışıdır. Sonuncusu ise geçmiş, mevcut ve
geleceğe dair verileri değerlendirdiği yeni bir medeniyet tasavvuru
oluşturmasıdır.
Birinci tür medeniyet anlayışı
bütün dünyaya yayılma politikasında olmakla birlikte, bu durum ülkelerin
değerlerini ve kendi geçmişlerini hiçleştirip mevcudu sıradanlaştırmıştır. Bu
tür medeniyet anlayışı aynı zamanda nedensellik, maddiyat ve güç odaklı
olduğundan, değerleri ve bireyleri madde düzlemine hapsetmektedir. Madde ise yalnızca
eşyanın işlenmiş ikinci hâli olarak görülebilir. Diğer bir ifadeyle, maddeye
dair iki tarz düşünce ve plânın ikinci hâli olarak anlamak daha doğru
görünmektedir. Yine diğer bir ifadeyle, değişime müsait olmayan eylem olarak
düşünmek de mümkün.
Bu tür medeniyet anlayışı geçmiş ve
gelecek odaklı olmayıp sadece hazır zamana odaklandığından, insanı madde, anlık
haz ve değersizliğe hapsetmeye meyyaldir. Böyle bir medeniyet oluşumunu sadece su
üstüne yazı yazmak gibi görmek mümkündür. Bu tür medeniyet anlayışının insanın
maya, doku, kültür ve potansiyelinin tamamına cevap verip yansımasını
gösterecek donanımda olacağından ciddi şüpheler bulunmaktadır. En iyimser
tarafıyla eylemsizlik, dinamik ve etki-tepki gibi üçlü bir klasik dünyaya
hapsolmuş fikir ve eylem odaklı medeniyet anlayışı, hazır Batı medeniyetini sanayi
devrimleriyle belli bir noktaya kadar taşıdı. Eylemsizlik, dinamik ve etki-tepki
gibi sebep-sonuç odaklı, nedensellik ve deterministik dünya görüşü artık insanlığı
taşıyamamaktadır. Batı maalesef çağdaş dünyayı bunalıma sokmuş ve insanlığa
yabancılaşarak maddede fâni olmuştur. Maddede fâni olan Batı’nın her geçen gün
çöküp dibe vuracağı açıktır.
Sadece eylemsizlik, dinamik ve
etki-tepki üçlemesinden çıkamamış bir Batı dünyası felsefe, bilim, sosyoloji ve
eylemlerinde dibe çökmenin yanında profan/dünyevî bir lâdinî yapılanmanın
öncülüğünü de yapmaktadır. Böyle bir gidişat tamamen toplumları ve insanlığı
sıradanlaştırıp ve birer meta hâline dönüştürüp hiçleştirerek çöküşü
yaşatmıştır.
Böyle bir medeniyet anlayışının
hakikî mânâda yeni bir medeniyet inşâ etmesi mümkün görünmüyor. Hayatta en
hakikî tercih, niceliğe rağmen niteliğin esas alınmasıdır. Hâl böyleyken Batı
dünyasının tek gözlü ve tek düşünceli niceliği merkeze alıp niteliğin önüne
geçirmesi, medeniyet açısından Türkiye gibi ülkelere örneklik teşkil edemez.
Türkiye tek başına böyle bir anlayışı alıp ilerleme gösterse bile dibe çakılması
an meselesidir.
Bu ve benzeri bir görüşün, çoğaltılacak
nedenlerden dolayı Türkiye ve benzer Doğu ülkelerinin birinci tür şeklindeki
medeniyet anlayışını almalarının gerçek bir faydası olmadığı gibi, bunlar toplumu
ve kadim kökleri olan medeniyeti de bitirme sürecine sokacaktır. Türkiye gibi
ülkeler tek başlarına böyle bir medeniyet anlayışında ilerleyemezler. Buna
alternatif olarak mevcut Batı medeniyetini süzüp elde edilen bilimsel, teknik
ve nedensellik odaklı değerleri kendine göre yorumladığı ikinci tür medeniyet
anlayışı belki bir tercih olabilir. Böyle bir medeniyetin kazanımlarının neler
olacağına odaklanmak gerekir.
Bu tür ikinci medeniyet anlayışı, mevcut
medeniyetlerin içerisinden süzdüğü değerleri kendisine göre yoğuracağı yeni bir
medeniyet anlayışı çıkarabilir. Bu medeniyet anlayışı, mevcut değer ve
sonuçları kendi kültür, maya ve dokusuna uygun olarak karıştırıp harmanlamasını
içerir. Bu karışım bir iksir olur mu, orası düşündürücüdür. Çünkü çoğu kültürün
benimsediği günümüz medeniyet anlayışı, Batı’nın profan anlayışından çok
farklılık gösterememiştir.
Kendi kültürel medeniyet odakları
ise müzelik düzeyinde kalmış olan mevcut medeniyet anlayışı elbette bazı
değerler içerecektir. Bunların değerlendirilip akademik anlamda incelenmesi
önemsenmelidir. Ancak her şeye rağmen ortaya Türkiye ve benzeri ülkeler için
birer iksir niteliğindeki medeniyet tasavvurunun çıkması bu ikinci tercihte de ciddî
karineler barındırmaktadır.
Bir milletin medeniyet anlayışı ve
medeniyet tasavvurundaki merkez ve odak noktası, o milletlerin maddî ve manevî
değerlerinin günümüz teknolojisi ile uyumu neticesinde ortaya konulabilir.
Bilim ve teknolojik sonuçların medeniyetin modern taşıyıcıları olarak görülmesi,
kalıcı bir medeniyetin taşınmasını ortaya çıkarabilir. Aksi takdirde modern ve
profan anlayış bir milletin medeniyetini yutan bir canavardan başka bir şey
olmaz.
Bu nedenle günümüzde toplumların birbirine benzeyip farklılıkların zenginlik olarak görülebileceği bir ortam her geçen gün giderek tükenmektedir. Bu azalış dünya milletlerini de yeni bir medeniyet arayışına sürüklemektedir. Yeni bir medeniyet ortaya konulacak ve yeni bir medeniyet iddiasında olunduğu açıkça deklare edilecekse yeni medeniyeti mevcut profan bilimlerden ayıran farklılıklar ortaya konulmalıdır. Buradan ayrışma ile ortaya çıkacak yeni bir medeniyet iddiası, milletler nezdinde de kabul edilmelidir.
Yeni bir tercih sorunu
Modern dünya maalesef bunalım
sürecini yaşamaktadır. Gelişen dijital teknoloji ve sosyal medyanın içeriği de
ağırlıklı olarak bu bunalımı tetiklemektedir. Bilgi, belge ve habere ulaşmanın
hızı akılları düşündürecek derecededir. Böyle bir teknolojinin istenen düzeyde
olması için içeriğinin kabul edilebilir donanımda olması gerekir. İçerik
açısından yeterli donanıma sahip bir sosyal medyanın ve yeni bir medeniyet
anlayışının üretimleri ancak beklentileri karşılayabilecek potansiyelde
olabilir. Dünyanın bilim, felsefe ve sosyoloji açısından dibe vuruşu, kadim
medeniyet beklentisini hiçe çıkarmıştır. Tamamen iyi niyetle bile düşünülse,
eylemsizlik, sebep-sonuç ve nedensellik ilkesiyle hareket eden felsefe ve
sosyoloji gibi bilimlerin profan yapıdan sıyrılmaları kolay olmayacaktır.
Açık olarak Türkiye ve benzeri
ülkelerin önünde yeni bir medeniyet tasavvuru kaçınılmaz görünmektedir. Bunun
başarılması için karar, plân ve inşâ aşamalarının gerçekleştirilmesi gerekir. Geçmiş,
mevcut ve geleceğe dair verilerin değerlendirildiği insanlığın hizmetine
sunulması gereken yeni bir medeniyet, mecburi hâl almıştır. Profan (lâdinî/dünyevî)
bilimlerin Batı’nın tekelci yorumundan kurtulduğu yeni bir yorumu zorunludur. Bu
şekildeki bir yorum bilimleri profan (lâdinî/dünyevî) hantal ve karikatürist
yapıdan kurtarır. İki yüzü olan Batı’nın olumlu yüzünün dışlanmaması ve değerlendirilmesi
sağlanmış olur. İnsanlık bu aşamaya kolay gelmedi, bu nedenle şimdilik
çoğunluğun hâkim olduğu Batı’nın olumsuz (ırkçı, küçümseyici, güç odaklı,
profan/lâdinî/dünyevî) yönüne bakıp olumlu yönünü dışlamak doğru olmaz.
Bu aziz millet, Selçuklu’dan
itibaren toplumların saadetini eylem ve fiilleriyle ortaya koymuş bir aşamayı
dünyaya hediye etmiştir. Bundan sonra böyle bir medeniyet yaşanmadı. Bu nedenle
Selçuklu ve Osmanlı’nın kadim değerlerinin asrın idrakine uygun bir şekilde
inkişaf ettirilmesi, yorumlanması ve mayalanması gerekir. Buradan elde edilecek
veriler tamamen akademik olarak bir değerlendirme sürecinden sonra yetkili
birimlerin kullanımına sunulmalıdır. Bu birimler, inşâ etmek istenilen
medeniyetin yapıtaşları olarak kullanmalıdırlar. Kökleri derinlere inmeyen bir medeniyetin arşa yükselmesi mümkün
değildir.
Mevcut hâlde maddî ve manevî
değerlerin önde olduğu geniş bir yelpazede yeni medeniyet anlayışına dair doktora
çalışmaları, araştırmalar ve incelemeler konusunda uzman büyük bir
değerlendirme heyetinden geçirilerek formel hâle sokulması elzemdir. Mevcut hâlden
elde edilen bu değerler ile geçmişe dair değerler uyumlu hâle getirilerek
yetkili heyetlere sunulmalıdır. İnsanlık adına ortaya konulacak yeni medeniyet
tasavvurunun hatları çizilmeli ve Batı’nın olumlu yönü, Selçuklu/Osmanlı
medeniyetinin kadim kökleri ve geleceği inşâ edecek değerler birlikte
toplanılarak yeniden değerlendirilmelidir. Değerlendirilen ve insanlık yararı
taşıyan bu verilerin ilkokuldan itibaren düzeyine göre müfredatta yerlerini
almaları sağlanmalıdır. Zira müfredatta olmayan bu tür yeni anlayışın
medeniyetin sürdürülebilir olması açısından zorunluluk niteliği vardır.
Yeni medeniyet tasavvurunda üç
temel kıyastan yararlanmaktan asla geri durulmamalıdır: Batı ve diğer dünyanın
olumlu yönü, kadim geçmişteki bilimsel, sosyal ve toplumsal kazanımlar ve de geleceğe
dair zirve bir atılım… Bunların gerçekleşmesi neticesinde yeni bir medeniyet
tasavvuru mümkün görünüyor. Batı’ya entegre bir eğitim, Batı’ya özenen bir
gençlik ve Batı odaklı bilimsel yorumlardan neşet eden insanlık zihniyetinin
maruz kaldığı düşüşten çıkmış bir anlayış, ancak böyle bir medeniyetin mümkün
olduğunu gösterebilir.
Zaman ve mekân ölçeğinde çağın
kozmik, anınsa hikmet odaklı kadim verilerini ortaya sermek kolay olmayacaktır.
Bunun için Klasik, Kuantum, modern, tarihsel ve sosyolojik verilerin tarih
nezdinde yeni verilere ışık tutacak durumları ortaya konulmalıdır. Bu öyle bir
medeniyet tasavvuru olmalıdır ki bîhemtâ olan Zât-ı Akdes’e kalbin fuâd
versiyonu ile muhataplık yolculuğuna neşet ettirmelidir.
Her işarete işaret
Bu yeni medeniyet tasavvuru, Yüce
Bir Yaratıcının yarattıklarının penceresinden her şeyi görecek derecede
yoğunlaşmayı amaç edinmelidir. Bu amaç yeni bir medeniyet tasavvurun tanımından
beslenmelidir. Başka medeniyetlerin tanımından hareketle yeni bir medeniyet
anlayışı kurulmayacağı, artık itiraza mahâl bırakmamalıdır. İnşâ edilecek yeni medeniyet,
okumanın satır satır okumaktan ziyade sadr sadr okumayı temel alan ve lüb’ün
lüb’üne inecek yolu esas almalıdır.
Evrendeki
bütün işaretler insanın muhatabıdır. Bu muahtaplık birer kelime, satır ve kitap
hükmündedir. Bu muahtaplık bir bütün olarak insanın kalbine nakış nakış
dokunmayı amaç edinir. Böyle bir kalp evrende olan bütün nişane ve işaretlere
karşılık geldiğinde, hedeflenen medeniyet inşâ edilmiş demektir. Böyle bir
hedefin ortaya konulması, metin üzerinde kalarak ilerlemenin mümkün
olmayacağını da açık etmiş olur. Böyle bir şekilde yaşanan hayat ve medeniyet
kalıcı olacaktır.
Kalbi evrene
muhatap olan insan, toplum ve milletler canlarının dertlerine düşmezler. Can
derdinden sıyrılan milletler medeniyetin zirvesini yaşarlar. Yeni medeniyeti lâyıkıyla
yaşayan milletler keder yaşamaz, güven içinde sağlıklı ve steril bir hayat
sürerler. Böyle bir hayat süren milletler nedensellik, güç merkezli ve profan (lâdinî/dünyevî/) anlayışın parmaklıklarından
kurtulmuşlar demektir. Bu tür medeniyete muhatap olan toplumlar, en aydın
devirlerini yaşarlar, onların kalpleri yumuşar ve apaçık bir huzuru tesis
ederler. Kalpleri ibret alarak hakikati işiten birer kulağa sahip birey hâline
girerler. Gözler açık, kalpler keskindir ve derinlik sahibi bir hâle bürünürler.
Yeni medeniyetin tesis edilmesiyle
gece ve gündüzün birbirini kovalamasında, evrenin, galaksilerin, sistemlerin,
Dünya’nın ve hayatın yaratılmasında akleden kalp insanda müşahhas bir bedene
bürünür.
Yeni medeniyet öyle olmalı ki, göz
görmeli, öz görmeli, görüş görmeli, kalp kavramalı, kulak işitmeli. Onda yanılgı
olmaz, günah olmaz, kast olmaz. Onda bağışlama ve esirgemenin aşikâr kılındığı
oluşlar vardır. Kısacası ölümlü yalanlar
gidip ölümsüz gerçekler gelir.
Dünyanın yükünden kurtulmuş bir medeniyet, insanlığa böyle bir getiri sunacağından, acilen bu yönde fiilî bir atılım şarttır. Böyle bir medeniyetin yapıtaşları niceliğe, gündelik siyasete ve ölümlü yalanlara feda edilmemelidir. Bu uğurda yapılacak en önemli inanç, bu medeniyetin ilk ve en önemli adayı, hiç şüphesiz aziz Türkiye’dir. En azından böyle bir medeniyetin inşâsı gündelik siyasete feda edilirse vebalini kimse omuzlayamaz.