Medeniyet inşâsında ölçü (31): Medeniyet tercihi

Yeni medeniyet öyle olmalı ki, göz görmeli, öz görmeli, görüş görmeli, kalp kavramalı, kulak işitmeli. Onda yanılgı olmaz, günah olmaz, kast olmaz. Onda bağışlama ve esirgemenin aşikâr kılındığı oluşlar vardır. Kısacası ölümlü yalanlar gidip ölümsüz gerçekler gelir.

karşılaştırıp değerlendirme sonucuna göre kaç birim geldiğinin tespiti, o niceliği bilinir ve anlaşılır kılar. Aksi durumda varlığı bir mevcudiyet gösterse de katma değeri yüksek bir değerlendirmeye alınması olası değildir.

Ölçülemeyen veya birimler cinsinden hakkında malûmat sahibi olunamayan her nesne belirsizlik içerir. En azından değerlendirmeye alınması mümkün görünmez. Klasik görüş böyle bir veri ortaya koyarken Kuantum görüşe göre ölçüm yapılamayan her şey yok hükmündedir. Ölçme ve değerlendirme bu açıdan hayatın mihenk taşlarından biridir. Bir şeyin şeklini ve niteliğini ölçü ile belirleyip inşâsını amaç edinmek bir düşünce ve bir plân iken, bu plânın gerçekleştirilip aşikâr edilmesi varlığa rücudur. Böyle ikili bir oluşumda bir şeyi nitelemek veya belirtmek, insanların sorumluluklarının da kayıt altına alınmasının başlangıcını gösterir. Böyle ikili bir durumda gerçekleşmemiş olan plân üzerinde değişiklikler yapılabilirken, gerçekleşmiş plân üzerinde değişiklik yapılmaz.

Böyle bir düşünce sistemi ileride gerçekleşecek ve şimdi vuku bulmuş olarak iki ana kategoride bilinir. Gelecekte gerçekleşecek bir durumu önceden bilme “kadîm”, vuku bulduktan sonra bilme ise “hâdis” olarak isimlendirilir. Zaman öncesinde plânlanıp zamanı geldiğinde eşyanın yaratılmasının ölçü olarak görülmesinde bir bahis olmaz. Plânın vuku bulma süreci ilâhî sıfatlarla irtibatlıdır.

Gelinen dünyada her ülke kendi medeniyet anlayışını ortaya koyma düşünce ve gayretinde olabilir. Diğer ülkelerin ne tür bir medeniyet anlayışında olduğu, Türkiye’nin çok dikkate almak zorunda olduğu bir tasavvur değildir. Zira büyük bir tekelci medeniyet anlayışı dünyayı kasıp kavurmaktadır. Türkiye’nin önünde kendi medeniyetini inşâ etmesi için üç tercih görünüyor: Birincisi, mevcut Batı medeniyetinin veya bunun dünyadaki yansımasının olduğu gibi almaktır. İkincisi, mevcut medeniyetlerin içerisinden süzdüğü değerleri kendisine göre yoğuracağı yeni bir medeniyet anlayışıdır. Sonuncusu ise geçmiş, mevcut ve geleceğe dair verileri değerlendirdiği yeni bir medeniyet tasavvuru oluşturmasıdır.

Birinci tür medeniyet anlayışı bütün dünyaya yayılma politikasında olmakla birlikte, bu durum ülkelerin değerlerini ve kendi geçmişlerini hiçleştirip mevcudu sıradanlaştırmıştır. Bu tür medeniyet anlayışı aynı zamanda nedensellik, maddiyat ve güç odaklı olduğundan, değerleri ve bireyleri madde düzlemine hapsetmektedir. Madde ise yalnızca eşyanın işlenmiş ikinci hâli olarak görülebilir. Diğer bir ifadeyle, maddeye dair iki tarz düşünce ve plânın ikinci hâli olarak anlamak daha doğru görünmektedir. Yine diğer bir ifadeyle, değişime müsait olmayan eylem olarak düşünmek de mümkün.

Bu tür medeniyet anlayışı geçmiş ve gelecek odaklı olmayıp sadece hazır zamana odaklandığından, insanı madde, anlık haz ve değersizliğe hapsetmeye meyyaldir. Böyle bir medeniyet oluşumunu sadece su üstüne yazı yazmak gibi görmek mümkündür. Bu tür medeniyet anlayışının insanın maya, doku, kültür ve potansiyelinin tamamına cevap verip yansımasını gösterecek donanımda olacağından ciddi şüpheler bulunmaktadır. En iyimser tarafıyla eylemsizlik, dinamik ve etki-tepki gibi üçlü bir klasik dünyaya hapsolmuş fikir ve eylem odaklı medeniyet anlayışı, hazır Batı medeniyetini sanayi devrimleriyle belli bir noktaya kadar taşıdı. Eylemsizlik, dinamik ve etki-tepki gibi sebep-sonuç odaklı, nedensellik ve deterministik dünya görüşü artık insanlığı taşıyamamaktadır. Batı maalesef çağdaş dünyayı bunalıma sokmuş ve insanlığa yabancılaşarak maddede fâni olmuştur. Maddede fâni olan Batı’nın her geçen gün çöküp dibe vuracağı açıktır.

Sadece eylemsizlik, dinamik ve etki-tepki üçlemesinden çıkamamış bir Batı dünyası felsefe, bilim, sosyoloji ve eylemlerinde dibe çökmenin yanında profan/dünyevî bir lâdinî yapılanmanın öncülüğünü de yapmaktadır. Böyle bir gidişat tamamen toplumları ve insanlığı sıradanlaştırıp ve birer meta hâline dönüştürüp hiçleştirerek çöküşü yaşatmıştır.

Böyle bir medeniyet anlayışının hakikî mânâda yeni bir medeniyet inşâ etmesi mümkün görünmüyor. Hayatta en hakikî tercih, niceliğe rağmen niteliğin esas alınmasıdır. Hâl böyleyken Batı dünyasının tek gözlü ve tek düşünceli niceliği merkeze alıp niteliğin önüne geçirmesi, medeniyet açısından Türkiye gibi ülkelere örneklik teşkil edemez. Türkiye tek başına böyle bir anlayışı alıp ilerleme gösterse bile dibe çakılması an meselesidir.

Bu ve benzeri bir görüşün, çoğaltılacak nedenlerden dolayı Türkiye ve benzer Doğu ülkelerinin birinci tür şeklindeki medeniyet anlayışını almalarının gerçek bir faydası olmadığı gibi, bunlar toplumu ve kadim kökleri olan medeniyeti de bitirme sürecine sokacaktır. Türkiye gibi ülkeler tek başlarına böyle bir medeniyet anlayışında ilerleyemezler. Buna alternatif olarak mevcut Batı medeniyetini süzüp elde edilen bilimsel, teknik ve nedensellik odaklı değerleri kendine göre yorumladığı ikinci tür medeniyet anlayışı belki bir tercih olabilir. Böyle bir medeniyetin kazanımlarının neler olacağına odaklanmak gerekir.

Bu tür ikinci medeniyet anlayışı, mevcut medeniyetlerin içerisinden süzdüğü değerleri kendisine göre yoğuracağı yeni bir medeniyet anlayışı çıkarabilir. Bu medeniyet anlayışı, mevcut değer ve sonuçları kendi kültür, maya ve dokusuna uygun olarak karıştırıp harmanlamasını içerir. Bu karışım bir iksir olur mu, orası düşündürücüdür. Çünkü çoğu kültürün benimsediği günümüz medeniyet anlayışı, Batı’nın profan anlayışından çok farklılık gösterememiştir.

Kendi kültürel medeniyet odakları ise müzelik düzeyinde kalmış olan mevcut medeniyet anlayışı elbette bazı değerler içerecektir. Bunların değerlendirilip akademik anlamda incelenmesi önemsenmelidir. Ancak her şeye rağmen ortaya Türkiye ve benzeri ülkeler için birer iksir niteliğindeki medeniyet tasavvurunun çıkması bu ikinci tercihte de ciddî karineler barındırmaktadır.

Bir milletin medeniyet anlayışı ve medeniyet tasavvurundaki merkez ve odak noktası, o milletlerin maddî ve manevî değerlerinin günümüz teknolojisi ile uyumu neticesinde ortaya konulabilir. Bilim ve teknolojik sonuçların medeniyetin modern taşıyıcıları olarak görülmesi, kalıcı bir medeniyetin taşınmasını ortaya çıkarabilir. Aksi takdirde modern ve profan anlayış bir milletin medeniyetini yutan bir canavardan başka bir şey olmaz.

Bu nedenle günümüzde toplumların birbirine benzeyip farklılıkların zenginlik olarak görülebileceği bir ortam her geçen gün giderek tükenmektedir. Bu azalış dünya milletlerini de yeni bir medeniyet arayışına sürüklemektedir. Yeni bir medeniyet ortaya konulacak ve yeni bir medeniyet iddiasında olunduğu açıkça deklare edilecekse yeni medeniyeti mevcut profan bilimlerden ayıran farklılıklar ortaya konulmalıdır. Buradan ayrışma ile ortaya çıkacak yeni bir medeniyet iddiası, milletler nezdinde de kabul edilmelidir.


Yeni bir tercih sorunu

Modern dünya maalesef bunalım sürecini yaşamaktadır. Gelişen dijital teknoloji ve sosyal medyanın içeriği de ağırlıklı olarak bu bunalımı tetiklemektedir. Bilgi, belge ve habere ulaşmanın hızı akılları düşündürecek derecededir. Böyle bir teknolojinin istenen düzeyde olması için içeriğinin kabul edilebilir donanımda olması gerekir. İçerik açısından yeterli donanıma sahip bir sosyal medyanın ve yeni bir medeniyet anlayışının üretimleri ancak beklentileri karşılayabilecek potansiyelde olabilir. Dünyanın bilim, felsefe ve sosyoloji açısından dibe vuruşu, kadim medeniyet beklentisini hiçe çıkarmıştır. Tamamen iyi niyetle bile düşünülse, eylemsizlik, sebep-sonuç ve nedensellik ilkesiyle hareket eden felsefe ve sosyoloji gibi bilimlerin profan yapıdan sıyrılmaları kolay olmayacaktır.

Açık olarak Türkiye ve benzeri ülkelerin önünde yeni bir medeniyet tasavvuru kaçınılmaz görünmektedir. Bunun başarılması için karar, plân ve inşâ aşamalarının gerçekleştirilmesi gerekir. Geçmiş, mevcut ve geleceğe dair verilerin değerlendirildiği insanlığın hizmetine sunulması gereken yeni bir medeniyet, mecburi hâl almıştır. Profan (lâdinî/dünyevî) bilimlerin Batı’nın tekelci yorumundan kurtulduğu yeni bir yorumu zorunludur. Bu şekildeki bir yorum bilimleri profan (lâdinî/dünyevî) hantal ve karikatürist yapıdan kurtarır. İki yüzü olan Batı’nın olumlu yüzünün dışlanmaması ve değerlendirilmesi sağlanmış olur. İnsanlık bu aşamaya kolay gelmedi, bu nedenle şimdilik çoğunluğun hâkim olduğu Batı’nın olumsuz (ırkçı, küçümseyici, güç odaklı, profan/lâdinî/dünyevî) yönüne bakıp olumlu yönünü dışlamak doğru olmaz.

Bu aziz millet, Selçuklu’dan itibaren toplumların saadetini eylem ve fiilleriyle ortaya koymuş bir aşamayı dünyaya hediye etmiştir. Bundan sonra böyle bir medeniyet yaşanmadı. Bu nedenle Selçuklu ve Osmanlı’nın kadim değerlerinin asrın idrakine uygun bir şekilde inkişaf ettirilmesi, yorumlanması ve mayalanması gerekir. Buradan elde edilecek veriler tamamen akademik olarak bir değerlendirme sürecinden sonra yetkili birimlerin kullanımına sunulmalıdır. Bu birimler, inşâ etmek istenilen medeniyetin yapıtaşları olarak kullanmalıdırlar. Kökleri derinlere inmeyen bir medeniyetin arşa yükselmesi mümkün değildir.

Mevcut hâlde maddî ve manevî değerlerin önde olduğu geniş bir yelpazede yeni medeniyet anlayışına dair doktora çalışmaları, araştırmalar ve incelemeler konusunda uzman büyük bir değerlendirme heyetinden geçirilerek formel hâle sokulması elzemdir. Mevcut hâlden elde edilen bu değerler ile geçmişe dair değerler uyumlu hâle getirilerek yetkili heyetlere sunulmalıdır. İnsanlık adına ortaya konulacak yeni medeniyet tasavvurunun hatları çizilmeli ve Batı’nın olumlu yönü, Selçuklu/Osmanlı medeniyetinin kadim kökleri ve geleceği inşâ edecek değerler birlikte toplanılarak yeniden değerlendirilmelidir. Değerlendirilen ve insanlık yararı taşıyan bu verilerin ilkokuldan itibaren düzeyine göre müfredatta yerlerini almaları sağlanmalıdır. Zira müfredatta olmayan bu tür yeni anlayışın medeniyetin sürdürülebilir olması açısından zorunluluk niteliği vardır.

Yeni medeniyet tasavvurunda üç temel kıyastan yararlanmaktan asla geri durulmamalıdır: Batı ve diğer dünyanın olumlu yönü, kadim geçmişteki bilimsel, sosyal ve toplumsal kazanımlar ve de geleceğe dair zirve bir atılım… Bunların gerçekleşmesi neticesinde yeni bir medeniyet tasavvuru mümkün görünüyor. Batı’ya entegre bir eğitim, Batı’ya özenen bir gençlik ve Batı odaklı bilimsel yorumlardan neşet eden insanlık zihniyetinin maruz kaldığı düşüşten çıkmış bir anlayış, ancak böyle bir medeniyetin mümkün olduğunu gösterebilir.

Zaman ve mekân ölçeğinde çağın kozmik, anınsa hikmet odaklı kadim verilerini ortaya sermek kolay olmayacaktır. Bunun için Klasik, Kuantum, modern, tarihsel ve sosyolojik verilerin tarih nezdinde yeni verilere ışık tutacak durumları ortaya konulmalıdır. Bu öyle bir medeniyet tasavvuru olmalıdır ki bîhemtâ olan Zât-ı Akdes’e kalbin fuâd versiyonu ile muhataplık yolculuğuna neşet ettirmelidir.

Her işarete işaret

Bu yeni medeniyet tasavvuru, Yüce Bir Yaratıcının yarattıklarının penceresinden her şeyi görecek derecede yoğunlaşmayı amaç edinmelidir. Bu amaç yeni bir medeniyet tasavvurun tanımından beslenmelidir. Başka medeniyetlerin tanımından hareketle yeni bir medeniyet anlayışı kurulmayacağı, artık itiraza mahâl bırakmamalıdır. İnşâ edilecek yeni medeniyet, okumanın satır satır okumaktan ziyade sadr sadr okumayı temel alan ve lüb’ün lüb’üne inecek yolu esas almalıdır.

Evrendeki bütün işaretler insanın muhatabıdır. Bu muahtaplık birer kelime, satır ve kitap hükmündedir. Bu muahtaplık bir bütün olarak insanın kalbine nakış nakış dokunmayı amaç edinir. Böyle bir kalp evrende olan bütün nişane ve işaretlere karşılık geldiğinde, hedeflenen medeniyet inşâ edilmiş demektir. Böyle bir hedefin ortaya konulması, metin üzerinde kalarak ilerlemenin mümkün olmayacağını da açık etmiş olur. Böyle bir şekilde yaşanan hayat ve medeniyet kalıcı olacaktır.

Kalbi evrene muhatap olan insan, toplum ve milletler canlarının dertlerine düşmezler. Can derdinden sıyrılan milletler medeniyetin zirvesini yaşarlar. Yeni medeniyeti lâyıkıyla yaşayan milletler keder yaşamaz, güven içinde sağlıklı ve steril bir hayat sürerler. Böyle bir hayat süren milletler nedensellik, güç merkezli ve profan (lâdinî/dünyevî/) anlayışın parmaklıklarından kurtulmuşlar demektir. Bu tür medeniyete muhatap olan toplumlar, en aydın devirlerini yaşarlar, onların kalpleri yumuşar ve apaçık bir huzuru tesis ederler. Kalpleri ibret alarak hakikati işiten birer kulağa sahip birey hâline girerler. Gözler açık, kalpler keskindir ve derinlik sahibi bir hâle bürünürler.

Yeni medeniyetin tesis edilmesiyle gece ve gündüzün birbirini kovalamasında, evrenin, galaksilerin, sistemlerin, Dünya’nın ve hayatın yaratılmasında akleden kalp insanda müşahhas bir bedene bürünür.

Yeni medeniyet öyle olmalı ki, göz görmeli, öz görmeli, görüş görmeli, kalp kavramalı, kulak işitmeli. Onda yanılgı olmaz, günah olmaz, kast olmaz. Onda bağışlama ve esirgemenin aşikâr kılındığı oluşlar vardır.  Kısacası ölümlü yalanlar gidip ölümsüz gerçekler gelir.

Dünyanın yükünden kurtulmuş bir medeniyet, insanlığa böyle bir getiri sunacağından, acilen bu yönde fiilî bir atılım şarttır. Böyle bir medeniyetin yapıtaşları niceliğe, gündelik siyasete ve ölümlü yalanlara feda edilmemelidir. Bu uğurda yapılacak en önemli inanç, bu medeniyetin ilk ve en önemli adayı, hiç şüphesiz aziz Türkiye’dir. En azından böyle bir medeniyetin inşâsı gündelik siyasete feda edilirse vebalini kimse omuzlayamaz.