Medeniyet inşâsında ölçü (30)

Parçacık özelliği makro sistemin parçacık tanımıyla uyumlu olsa da bilimsel açıdan farklı çerçevede değerlendirilir. Manevî âlemde ise akıl, kalp, ruh, vicdan ve lâtife olarak beş iç duyusu vardır. İç âlemde bu ölçüler ile yolculuk edilir. İç âlemin bilgileri bunlar ile toplanır, değerlendirilir ve ortaya çıkarılır.

HER âlemin kendine mahsus özellikleri vardır. Bunlardan hareketle o dünyanın analizi çıkarılır ve buna göre işlem yapılır. Bu işlemlerin tamamı âlemin sahip olduğu ölçülerle kavranır ve ona göre anlaşılır. Âlemler arasındaki irtibat ise geçişleri sağlayan dönüşümlerle sağlanır.     

Böyle bir ilişki maddî dünyalarda olduğu gibi manevî âlemlerde de geçerlidir. Maddî dünyalarda büyük ve küçük ölçekteki özellik ve geçişler makro ve mikro dünyaların büyüklüklerinden en az birisiyle ifade edilir. Manevî âlemlerde de benzer durumlar varken bu âlemlere sınır konulamayacağından kavramlar üzerinden gidilmektedir.

Bu kavramlar insan zihninde belli kıyas, sınırlama ve anlayışlar oluştursa da bunların her bir birey için ayrı ayrı kabul olduğunu ifade etmek çok güçtür. Zira insan değişme ve gelişmeye müsait orijinal bir canlı olduğundan, her dönem anlayışında da farklılıklar oluşur.

Ortaya çıkan farklılıkların optimize edilmesi için manevî âlemlere ait kavramlarda lafızla mânâ arasındaki bağ için farklı metodolojik yapılara rastlanmaktadır. Bu tasnifler insanların kavrayışlarını ortak paydada buluşturmayı amaç edinmiştir.

Maddî dünyanın makro ve mikro özellikleriyle bunlar arasındaki geçişler en azından fen olaylarında müşahhas örnek teşkil eder. Bunlar holistik bir bakışın sağlanmasında önemli yapıtaşlarını oluştururlar. Bu dünyaların malzemelerini kavrarken görme, işitme, koku alma, tat alma ve dokunma organları devreye girer.

Bu organlar en azından maddî dünyanın olaylarını kavramada kıyas ve sınır aralıklarına sahip olduğundan, makro ve mikro dünyaları kavramada insana büyük katkı sağlarlar. İnsan gözü 400 ile 800 nanometre aralığındaki ışıkları/dalgaları görür. İnsan kulağı 20 ile 20 bin Hertz arasındaki sesleri işitir. Diğer organların da bu şekilde sınır aralıkları vardır.

Maddî dünyanın makro kısmındaki olayların kavranmasında ve anlaşılmasında temel olan durumlar eylemsizlik, dinamik ve etki-tepki olarak genel bir hâkimiyetle anlaşılır. Bir cismin üzerine haricî bir kuvvet ya da etki yapılmadıkça cisim mevcut durumunu korur. Bunun daha açık ifadesi ise, hızında bir değişiklik olmaması olarak görülmesidir.    

Etki-tepki

Dinamik olarak ifade edilen durumda ise cisim üzerine bir kuvvet etki ettiğinde cismin hızı zamanla değişime uğrar. Cismin kütlesiyle hızdaki değişimin çarpımı olan kavram ise “dinamik” ifadesinin bir tür göstergesi olarak anlaşılır. Makro dünyanın anlaşılmasında yararlanılan üçüncü ve son kavram “etki-tepki”dir. Buna göre de bir sistemde etki varsa mutlaka tepki de olacaktır.

Bu makro dünyanın üç kavramına başka pencereden bakmakta yarar vardır. Eylemsizlik sisteminde sosyal bir durum, oluşum ve yapılanma olarak görülebilir. Dinamik hâlini alan sosyal bir yapının toplumdan alabileceği beklentiler sosyal yapının çalışmasında verdiği çaba ile doğru orantılıdır. İki kişi veya iki sosyal grup arasında bir sürtüşme varsa tarafların her ikisinin de bunda katkısı vardır. Birisi tek başına sorumlu değildir. Zira ilk etkiyi yapan tarafa karşı taraf tepkisiz kaldığında olay ve sürtüşme gerçekleşmeyecektir.

Bu tür sosyal ve bireysel olaylara verilebilecek örneklerden bir diğeri de günlük hayatta kullanılan elektronik devrelerdeki akımı sağlayan parçacıkların tek başlarına değil de etkin bir kütle ile hareket etmeleridir. Bir insanın bireysel hareketleri ile toplum içindeki hareketlerin farklılık göstermesi örnek olarak görülebilir.

Mikro dünyanın cismi ise insana doğrudan bilgi aktarmaz. Bu dünyanın parçacığı ve sistemi hakkındaki bütün bilgiler dalga fonksiyonu şeklinde bünyesinde barındırır. Parçacığın ölçülmek istenen özelliğini matematiksel olarak elde edebilmek için ölçülmek istenen özelliği temsil eden durumun sanal eşleniğinin tersinin kendisine eşit olması ve birbirleriyle doğru orantılı olmaları gerekir. Elde edilen bu durumların toplanabilir ve zamanla dinamik kuantum özelliğe sahip olmasının yanında simetrik/asimetrik özelliklerini taşıması zorunludur.

En azından atomik düzeyde bu durumlar olduğunda mikro dünyada bilimsel çalışmalar yapılabilir. Maddî dünyanın makro ve mikro ölçeğinde işlem yaparken karşılaşılan durum makro için klasik, mikro için de kuantum ile karşılaşılır. Kuantum durumunun atomik dünya olduğunu hatırda tutmak gerekir. Buradan elde edilen sonuca göre atomlar bir araya gelerek maddenin özelliği hakkında bilgi toplanabilir. Ancak bir maddenin özelliği bilindiğinde o maddeyi oluşturan bütün atomların özelliklerinin bilindiği anlamı çıkmaz. Bu durumun sosyal olarak anlaşılmasında ise bir toplumu oluşturan bireylerin özelliklerinden hareketle toplumun özelliklerini çıkarmak mümkündür. Ancak bir toplumun özellikleri bilindiğinde o toplumu oluşturan bireylerin özelliklerinin bilinmesi mümkün değildir.    

Maddî dünyanın makro (klasik) ve mikro (atomik/kuantum) özellikleri birbirlerine geçişlerde birebir eşlenik yapmanın mümkün olmadığını göstermiştir. Bunun nedenleri arasında makro dünyada bir cismin parçacık özelliği ile işlem ve bilim yapılırken, mikro dünyada bir cismin dalga özelliği kullanılmaktadır.


Nano-ölçü

Bir makro dünyanın parçacığı duvara çarparsa geri yansırken, mikro dünyanın dalgası duvara çarptığında bir kısmı yansırken bir kısmı da duvardan geçer. Günümüzde buna teknolojik olarak transistörlerin çalışma prensibi örnek olarak verilebilir. Maddî dünyanın makro ve mikro ölçeklerinde sırasıyla klasik ve kuantum/atomik düzeyde olaylar kendi kuralları ile açıklanmaktadır. Makro ve mikro dünyanın sınır bölgesi ise tam olarak nanometre ölçeğidir. Nanometreden büyük ölçekler makro, küçük olanlar ise mikro dünyanın bilimleri ile incelenmesi durumunda doğru bilgiler elde edilir.

Burada nanometrenin (metrenin milyarda biri) dördüncü sanayi devriminin bir ayağı olan nanoteknolojinin referans noktası olduğunu belirtmekte yarar var. Zira dördüncü sanayi devriminin diğer ayağının dijital teknoloji olduğunu belirtmekte gerekir.

Makro dünyada diğer bir durum ise göreceli/rölativistik durumdur. Bilinen ve günlük hayattaki makro bilimlerin yapıldığı ölçek ışın hızından küçük hızlardaki cisimlerin olduğu yerdir. Göreceli/rölativistik dünya ise ışık hızından daha büyük hızlarla hareket eden parçacıkların incelendiği dünyadır. Eğer bir cisim hem ışık hızından daha yüksek hızlarda hareket ediyor, hem de nano ölçeğinden küçük bölgede ise o zaman kuantum alan bilgisi ile cismin incelenmesi ve hakkında bilgi toplanması gerekir. Aksi takdirde ışık hızından hızlı ve nano ölçekten küçük parçacıklar hakkında doğru bilgi elde etmek mümkün değildir.  

Maddî dünyanın mikro ölçeğinde evrenin hareketliliği, evrene dair bilinmezlikler, çift oluşumlar ve ihtimâl durumları olduğu görülmektedir. Makro dünyada ise daha çok kesinlik ve cismin hakkında bilgi elde etmenin duyu organları, teknolojik cihazlar ve ölçme araçlarıyla toplanması mümkündür.

Toplum bilim olan sosyoloji nedensellik ilkesiyle ilerlerken, kuantumsa elektronun içinde ne olduğu, cep telefonlarının nasıl çalıştığı, bilgisayar işlemcilerinin nasıl çalıştığı, ABS sistemlerinin çalışma prensipleri ve insan beyninin kanallarının nasıl çalıştığına dair bilgiler elde etme olarak iş görür. Kuantum ölçeğindeki bu olayların sosyal olarak bireyin davranışlarında ve davranışsal özelliklerinde sosyolojik ilgisini çekmemesi, sorgulanmayı gerektirmektedir.

Mikro ölçekteki cisimler hareket ederken kendilerine madde dalgası eşlik eder. Diğer bir ifadeyle, kuantum/mikro/atomik ölçekte bir parçacık dalga hareketi ile ilerler ve enerji alışverişini parçacık/cisim özelliği ile yapar. Parçacık özelliği makro sistemin parçacık tanımıyla uyumlu olsa da bilimsel açıdan farklı çerçevede değerlendirilir. Manevî âlemde ise akıl, kalp, ruh, vicdan ve lâtife olarak beş iç duyusu vardır. İç âlemde bu ölçüler ile yolculuk edilir. İç âlemin bilgileri bunlar ile toplanır, değerlendirilir ve ortaya çıkarılır.

Bunlardan farklı olarak beş adette insanın lâtifeleri mevcuttur. Bunlar “kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâ”dır. İnsanlar daha çok akıl, kalp, sır, vicdan ve ruh hakkında konuşmaktadırlar. Zira bazı lâtifelere erişmek ve idrak etmek kolay görünmüyor.  

Gerek iç duyu, gerek lâtife ve gerekse yaygın olan kullanıştaki özellikler, “kalp ve ruh” ortak olarak yer alır. Buradaki kalbin lâtife-i Rabbaniye olarak değerlendirilmesi daha çok öne çıkmaktadır. Ayrıca bunlar arasındaki bağlantılar da önem arz etmektedir.

Maddî dünyanın makro ve mikro ölçekteki durumlarının benzerlerinin manevî âlemde çok daha fazlasını ve çok daha detaylısını görmek mümkündür. Manevî âlemde her bir duyu, lâtife ve hassenin geniş kullanım alanları vardır. Bunların her biri kullanıldıkları yere göre farklılık göstermelerinin yanında farklı âlemlerin de şahitleridirler. Bunun için detaylı bir çalışma şart görünüyor.

Burada manevî âlemin hasse ve lâtifeleri hakkında detaylı bir çalışmaya girmeden maddî âlemdeki makro ve mikro düzeylerindeki geçişlerin benzerlerinin manevî âlemde de olduğuna kapı aralanacaktır. Zira sadece burası bir kitap hacminde potansiyele sahiptir.

Kapı ve yapı

Akıl, dış dünyadan gelen verileri kalbe gönderen, evrenin arka plânında işleyen ince ve lâtif mânâları açık eden bir yapıdır. Akıl maddi âlemden ziyade mana âleminin bir latifesi olarak görülebilir.   

Akıl, kâinatın arka plânında işleyen ince ve lâtif mânâları görüp onları açığa çıkaran bir vasıtadır. Yani mânâ âleminin bir anahtarı ve rehberi konumundadır. Aklın dünya işlerini yönetmek ve maddeye dayalı bilgilerin teknolojiye aktarımına bakan yüzü bir ise, mânâ âlemine bakan yüzü bindir. Günümüz dünyasında binlerce âlemin maalesef “bir”in yanında sönük kalması manidardır. 

Aklın bir olan yüzü, maddenin mahiyet ve gerçekliğine nüfuz edip ilim sıfatı düzeyinde kalır. Aklın mânâ âlemine bakan yüzü ise ilimlerin arkasındaki sırra erişmek olarak görülür ki düşünen kalp olarak görülmesi yanlış olmaz. Bu yönüyle aklın “lâtife-i Rabbaniye” olarak zikredilmesi alışkanlıktandır.

Sır, insanların merak ettiği nadide değerlerden biridir. Alışkanlık halinde kişinin kendisinde saklı tutuğu ve yapmayı azmettiği şey olarak bilinse de daha derinlerde gizli olan anlamında “sır”, daha gizli anlamında ise “ahfa” olarak kullanılır. Bu bilinmezlik, bilinmemesi için derç edilmiş bir yapı değildir. Bu durum aklın, eşyanın perde arkasındaki hakikatine bakan binlerce yüzünden her birinin keşfedilmesi gerektiğine bir kapı aralamaktır. Zira burada her bir perdeden bir esmaya yol vardır.

En azından kalp, dünyanın kabul ettiği bir lâtifedir. Batı’da sadece yürek, sevgi ve muhabbet âlemine açılan bir pencereden ibaret görünmenin ötesinde Doğu medeniyetlerinde sınırsız âlemlere açılan bir yapıdır. Bu sınırsız yapıya girmeden manevî âlemin iç duyu ve lâtifelerinden olan “kalp” kelimesine odaklanmak gerektiği görüşündeyiz. Böylece diğer hasse ve lâtifeler de benzer şekilde değerlendirilebilir. 

“Dönüşen şey”

Kalbi tanımlayan en iyi ifade, “bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek” tanımıdır. Kalp, sahibini bütün esmaya lâyık bir hâle dönüştürme potansiyeline sahip bir lâtifedir. Buna ek olarak kalp, insanın merkezine yerleştirilmiş karar verme noktasında olan en önemli mevkidedir. Dış dünyadan gelen veriler akıl ile hislerin toplamını temsil eden vicdan ile doğru-yanlış ayrımı yapıp fikir olarak dimağ kanalları ile kalbe iletilir.

Kalp mânâsına karşılık gelecek şekilde Kur’ân ve hadislerde “fuâd, sadr, lüb, nühâ ve rû” kelimelerinin kullanıldığı görülmektedir. Buradan anlaşılacağı üzere kalbin farklı bir makam ve boyutu olduğu açıktır. Kalbin akıl ve sır ile ilişkisi noktasında önemli ve ince bir detayda durduğu düşünülebilir. Kalp “fuâd” makamındayken dış dünya denilen çevredeki veriler akıl ve sır âlemlerinde değerlendirilerek eserlerden fiillere, oradan İlâhî Esmaya, Vasf ve Şe’n’den sonra da Zât’a giden İlâhî tecellileri seyretme mahallinde bulunur.

“Sadr” makamında beden, nefs, kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâ mertebelerinden biri olarak İlâhî bilginin kaynağı şeklinde işlev hâlindedir kalp. Akla güç veren İlâhî bir “lüb”, kalbin özü şeklinde değerlendirilebilir. Akleden kalbi olanlara kötülüklerden alıkoyan akıl anlamında “nühâ” kelimesi kullanılmıştır. Olan, biten ve nihayete eren olaylara ise “rû” makamındaki kalp ile bakılmaktadır. 

Kalbin fuâd, sadr, lüb, nühâ ve rû makamlarındayken akıl ve sır ile olan ilişkileri farklı düzlemlere karşılık geldiği görülmektedir. Her bir düzlemde farklı moda geçildiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.

Manevî âlemin sadece kalp lâtifesine bu kısa bakışın detaylandırılması ve diğer lâtifelerle düzeylerinin de detaylı bir işleyiş haritası elzem görünmektedir. Böyle bir haritalama işleminin sosyolojiden psikolojiye ve adlî tıptan ruh bakımına kadar geniş bir yelpazede yeni çalışma ve bilim dallarına kapı aralayacağı şüphesizdir.