HER âlemin kendine mahsus özellikleri
vardır. Bunlardan hareketle o dünyanın analizi çıkarılır ve buna göre işlem
yapılır. Bu işlemlerin tamamı âlemin sahip olduğu ölçülerle kavranır ve ona
göre anlaşılır. Âlemler arasındaki irtibat ise geçişleri sağlayan dönüşümlerle
sağlanır.
Böyle bir ilişki maddî dünyalarda
olduğu gibi manevî âlemlerde de geçerlidir. Maddî dünyalarda büyük ve küçük
ölçekteki özellik ve geçişler makro ve mikro dünyaların büyüklüklerinden en az
birisiyle ifade edilir. Manevî âlemlerde de benzer durumlar varken bu âlemlere
sınır konulamayacağından kavramlar üzerinden gidilmektedir.
Bu kavramlar insan zihninde belli
kıyas, sınırlama ve anlayışlar oluştursa da bunların her bir birey için ayrı
ayrı kabul olduğunu ifade etmek çok güçtür. Zira insan değişme ve gelişmeye
müsait orijinal bir canlı olduğundan, her dönem anlayışında da farklılıklar
oluşur.
Ortaya çıkan farklılıkların
optimize edilmesi için manevî âlemlere ait kavramlarda lafızla mânâ arasındaki
bağ için farklı metodolojik yapılara rastlanmaktadır. Bu tasnifler insanların
kavrayışlarını ortak paydada buluşturmayı amaç edinmiştir.
Maddî dünyanın makro ve mikro
özellikleriyle bunlar arasındaki geçişler en azından fen olaylarında müşahhas
örnek teşkil eder. Bunlar holistik bir bakışın sağlanmasında önemli
yapıtaşlarını oluştururlar. Bu dünyaların malzemelerini kavrarken görme, işitme,
koku alma, tat alma ve dokunma organları devreye girer.
Bu organlar en azından maddî
dünyanın olaylarını kavramada kıyas ve sınır aralıklarına sahip olduğundan,
makro ve mikro dünyaları kavramada insana büyük katkı sağlarlar. İnsan gözü 400
ile 800 nanometre aralığındaki ışıkları/dalgaları görür. İnsan kulağı 20 ile 20
bin Hertz arasındaki sesleri işitir. Diğer organların da bu şekilde sınır
aralıkları vardır.
Maddî dünyanın makro kısmındaki
olayların kavranmasında ve anlaşılmasında temel olan durumlar eylemsizlik,
dinamik ve etki-tepki olarak genel bir hâkimiyetle anlaşılır. Bir cismin üzerine
haricî bir kuvvet ya da etki yapılmadıkça cisim mevcut durumunu korur. Bunun
daha açık ifadesi ise, hızında bir değişiklik olmaması olarak
görülmesidir.
Etki-tepki
Dinamik olarak ifade edilen durumda
ise cisim üzerine bir kuvvet etki ettiğinde cismin hızı zamanla değişime uğrar.
Cismin kütlesiyle hızdaki değişimin çarpımı olan kavram ise “dinamik”
ifadesinin bir tür göstergesi olarak anlaşılır. Makro dünyanın anlaşılmasında
yararlanılan üçüncü ve son kavram “etki-tepki”dir. Buna göre de bir sistemde
etki varsa mutlaka tepki de olacaktır.
Bu makro dünyanın üç kavramına
başka pencereden bakmakta yarar vardır. Eylemsizlik sisteminde sosyal bir durum,
oluşum ve yapılanma olarak görülebilir. Dinamik hâlini alan sosyal bir yapının
toplumdan alabileceği beklentiler sosyal yapının çalışmasında verdiği çaba ile
doğru orantılıdır. İki kişi veya iki sosyal grup arasında bir sürtüşme varsa
tarafların her ikisinin de bunda katkısı vardır. Birisi tek başına sorumlu
değildir. Zira ilk etkiyi yapan tarafa karşı taraf tepkisiz kaldığında olay ve
sürtüşme gerçekleşmeyecektir.
Bu tür sosyal ve bireysel olaylara
verilebilecek örneklerden bir diğeri de günlük hayatta kullanılan elektronik
devrelerdeki akımı sağlayan parçacıkların tek başlarına değil de etkin bir
kütle ile hareket etmeleridir. Bir insanın bireysel hareketleri ile toplum
içindeki hareketlerin farklılık göstermesi örnek olarak görülebilir.
Mikro dünyanın cismi ise insana
doğrudan bilgi aktarmaz. Bu dünyanın parçacığı ve sistemi hakkındaki bütün
bilgiler dalga fonksiyonu şeklinde bünyesinde barındırır. Parçacığın ölçülmek
istenen özelliğini matematiksel olarak elde edebilmek için ölçülmek istenen
özelliği temsil eden durumun sanal eşleniğinin tersinin kendisine eşit olması
ve birbirleriyle doğru orantılı olmaları gerekir. Elde edilen bu durumların
toplanabilir ve zamanla dinamik kuantum özelliğe sahip olmasının yanında
simetrik/asimetrik özelliklerini taşıması zorunludur.
En azından atomik düzeyde bu
durumlar olduğunda mikro dünyada bilimsel çalışmalar yapılabilir. Maddî
dünyanın makro ve mikro ölçeğinde işlem yaparken karşılaşılan durum makro için
klasik, mikro için de kuantum ile karşılaşılır. Kuantum durumunun atomik dünya
olduğunu hatırda tutmak gerekir. Buradan elde edilen sonuca göre atomlar bir
araya gelerek maddenin özelliği hakkında bilgi toplanabilir. Ancak bir maddenin
özelliği bilindiğinde o maddeyi oluşturan bütün atomların özelliklerinin
bilindiği anlamı çıkmaz. Bu durumun sosyal olarak anlaşılmasında ise bir toplumu
oluşturan bireylerin özelliklerinden hareketle toplumun özelliklerini çıkarmak
mümkündür. Ancak bir toplumun özellikleri bilindiğinde o toplumu oluşturan
bireylerin özelliklerinin bilinmesi mümkün değildir.
Maddî dünyanın makro (klasik) ve mikro (atomik/kuantum) özellikleri birbirlerine geçişlerde birebir eşlenik yapmanın mümkün olmadığını göstermiştir. Bunun nedenleri arasında makro dünyada bir cismin parçacık özelliği ile işlem ve bilim yapılırken, mikro dünyada bir cismin dalga özelliği kullanılmaktadır.
Nano-ölçü
Bir makro dünyanın parçacığı duvara
çarparsa geri yansırken, mikro dünyanın dalgası duvara çarptığında bir kısmı
yansırken bir kısmı da duvardan geçer. Günümüzde buna teknolojik olarak transistörlerin
çalışma prensibi örnek olarak verilebilir. Maddî dünyanın makro ve mikro
ölçeklerinde sırasıyla klasik ve kuantum/atomik düzeyde olaylar kendi kuralları
ile açıklanmaktadır. Makro ve mikro dünyanın sınır bölgesi ise tam olarak
nanometre ölçeğidir. Nanometreden büyük ölçekler makro, küçük olanlar ise mikro
dünyanın bilimleri ile incelenmesi durumunda doğru bilgiler elde edilir.
Burada nanometrenin (metrenin
milyarda biri) dördüncü sanayi devriminin bir ayağı olan nanoteknolojinin
referans noktası olduğunu belirtmekte yarar var. Zira dördüncü sanayi
devriminin diğer ayağının dijital teknoloji olduğunu belirtmekte gerekir.
Makro dünyada diğer bir durum ise göreceli/rölativistik
durumdur. Bilinen ve günlük hayattaki makro bilimlerin yapıldığı ölçek ışın
hızından küçük hızlardaki cisimlerin olduğu yerdir. Göreceli/rölativistik dünya
ise ışık hızından daha büyük hızlarla hareket eden parçacıkların incelendiği
dünyadır. Eğer bir cisim hem ışık hızından daha yüksek hızlarda hareket ediyor,
hem de nano ölçeğinden küçük bölgede ise o zaman kuantum alan bilgisi ile
cismin incelenmesi ve hakkında bilgi toplanması gerekir. Aksi takdirde ışık
hızından hızlı ve nano ölçekten küçük parçacıklar hakkında doğru bilgi elde
etmek mümkün değildir.
Maddî dünyanın mikro ölçeğinde
evrenin hareketliliği, evrene dair bilinmezlikler, çift oluşumlar ve ihtimâl durumları
olduğu görülmektedir. Makro dünyada ise daha çok kesinlik ve cismin hakkında
bilgi elde etmenin duyu organları, teknolojik cihazlar ve ölçme araçlarıyla toplanması
mümkündür.
Toplum bilim olan sosyoloji nedensellik
ilkesiyle ilerlerken, kuantumsa elektronun içinde ne olduğu, cep telefonlarının
nasıl çalıştığı, bilgisayar işlemcilerinin nasıl çalıştığı, ABS sistemlerinin
çalışma prensipleri ve insan beyninin kanallarının nasıl çalıştığına dair
bilgiler elde etme olarak iş görür. Kuantum ölçeğindeki bu olayların sosyal olarak
bireyin davranışlarında ve davranışsal özelliklerinde sosyolojik ilgisini
çekmemesi, sorgulanmayı gerektirmektedir.
Mikro ölçekteki cisimler hareket
ederken kendilerine madde dalgası eşlik eder. Diğer bir ifadeyle,
kuantum/mikro/atomik ölçekte bir parçacık dalga hareketi ile ilerler ve enerji
alışverişini parçacık/cisim özelliği ile yapar. Parçacık özelliği makro
sistemin parçacık tanımıyla uyumlu olsa da bilimsel açıdan farklı çerçevede
değerlendirilir. Manevî âlemde ise akıl, kalp, ruh, vicdan ve lâtife olarak beş
iç duyusu vardır. İç âlemde bu ölçüler ile yolculuk edilir. İç âlemin bilgileri
bunlar ile toplanır, değerlendirilir ve ortaya çıkarılır.
Bunlardan farklı olarak beş adette
insanın lâtifeleri mevcuttur. Bunlar “kalp, ruh, sır, hafî ve
ahfâ”dır. İnsanlar daha çok akıl, kalp, sır, vicdan ve ruh hakkında konuşmaktadırlar.
Zira bazı lâtifelere erişmek ve idrak etmek kolay görünmüyor.
Gerek iç duyu, gerek lâtife ve
gerekse yaygın olan kullanıştaki özellikler, “kalp ve ruh” ortak olarak yer
alır. Buradaki kalbin lâtife-i Rabbaniye olarak değerlendirilmesi daha çok öne
çıkmaktadır. Ayrıca bunlar arasındaki bağlantılar da önem arz etmektedir.
Maddî dünyanın makro ve mikro
ölçekteki durumlarının benzerlerinin manevî âlemde çok daha fazlasını ve çok
daha detaylısını görmek mümkündür. Manevî âlemde her bir duyu, lâtife ve hassenin
geniş kullanım alanları vardır. Bunların her biri kullanıldıkları yere göre
farklılık göstermelerinin yanında farklı âlemlerin de şahitleridirler. Bunun
için detaylı bir çalışma şart görünüyor.
Burada manevî âlemin hasse ve lâtifeleri
hakkında detaylı bir çalışmaya girmeden maddî âlemdeki makro ve mikro
düzeylerindeki geçişlerin benzerlerinin manevî âlemde de olduğuna kapı
aralanacaktır. Zira sadece burası bir kitap hacminde potansiyele sahiptir.
Kapı ve yapı
Akıl, dış dünyadan gelen verileri
kalbe gönderen, evrenin arka plânında işleyen ince ve lâtif mânâları açık eden
bir yapıdır. Akıl maddi âlemden ziyade mana âleminin bir latifesi olarak
görülebilir.
Akıl, kâinatın arka plânında
işleyen ince ve lâtif mânâları görüp onları açığa çıkaran bir vasıtadır. Yani
mânâ âleminin bir anahtarı ve rehberi konumundadır. Aklın dünya işlerini
yönetmek ve maddeye dayalı bilgilerin teknolojiye aktarımına bakan yüzü bir ise,
mânâ âlemine bakan yüzü bindir. Günümüz dünyasında binlerce âlemin maalesef “bir”in
yanında sönük kalması manidardır.
Aklın bir olan yüzü, maddenin
mahiyet ve gerçekliğine nüfuz edip ilim sıfatı düzeyinde kalır. Aklın mânâ
âlemine bakan yüzü ise ilimlerin arkasındaki sırra erişmek olarak görülür ki
düşünen kalp olarak görülmesi yanlış olmaz. Bu yönüyle aklın “lâtife-i
Rabbaniye” olarak zikredilmesi alışkanlıktandır.
Sır, insanların merak ettiği nadide
değerlerden biridir. Alışkanlık halinde kişinin kendisinde saklı tutuğu ve
yapmayı azmettiği şey olarak bilinse de daha derinlerde gizli olan anlamında “sır”,
daha gizli anlamında ise “ahfa” olarak kullanılır. Bu bilinmezlik, bilinmemesi
için derç edilmiş bir yapı değildir. Bu durum aklın, eşyanın perde arkasındaki
hakikatine bakan binlerce yüzünden her birinin keşfedilmesi gerektiğine bir
kapı aralamaktır. Zira burada her bir perdeden bir esmaya yol vardır.
En azından kalp, dünyanın kabul
ettiği bir lâtifedir. Batı’da sadece yürek, sevgi ve muhabbet âlemine açılan
bir pencereden ibaret görünmenin ötesinde Doğu medeniyetlerinde sınırsız âlemlere
açılan bir yapıdır. Bu sınırsız yapıya girmeden manevî âlemin iç duyu ve lâtifelerinden
olan “kalp” kelimesine odaklanmak gerektiği görüşündeyiz. Böylece diğer hasse
ve lâtifeler de benzer şekilde değerlendirilebilir.
“Dönüşen şey”
Kalbi tanımlayan en iyi ifade, “bir
şeyi başka bir şeye dönüştürmek” tanımıdır. Kalp, sahibini bütün esmaya lâyık
bir hâle dönüştürme potansiyeline sahip bir lâtifedir. Buna ek olarak kalp,
insanın merkezine yerleştirilmiş karar verme noktasında olan en önemli
mevkidedir. Dış dünyadan gelen veriler akıl ile hislerin toplamını temsil eden
vicdan ile doğru-yanlış ayrımı yapıp fikir olarak dimağ kanalları ile kalbe
iletilir.
Kalp mânâsına karşılık gelecek şekilde Kur’ân ve
hadislerde “fuâd, sadr, lüb, nühâ ve rû” kelimelerinin kullanıldığı
görülmektedir. Buradan anlaşılacağı üzere kalbin farklı bir makam ve boyutu
olduğu açıktır. Kalbin akıl ve sır ile ilişkisi noktasında önemli ve ince bir
detayda durduğu düşünülebilir. Kalp “fuâd”
makamındayken dış dünya denilen çevredeki veriler akıl ve sır âlemlerinde değerlendirilerek
eserlerden fiillere, oradan İlâhî Esmaya, Vasf ve Şe’n’den sonra da Zât’a giden
İlâhî tecellileri seyretme mahallinde bulunur.
“Sadr” makamında beden, nefs, kalp,
ruh, sır, hafî ve ahfâ mertebelerinden biri olarak İlâhî bilginin kaynağı şeklinde
işlev hâlindedir kalp. Akla güç veren İlâhî bir “lüb”, kalbin özü şeklinde
değerlendirilebilir. Akleden kalbi olanlara kötülüklerden alıkoyan akıl
anlamında “nühâ” kelimesi kullanılmıştır. Olan, biten ve nihayete eren olaylara
ise “rû” makamındaki kalp ile bakılmaktadır.
Kalbin fuâd, sadr, lüb, nühâ ve rû makamlarındayken akıl ve sır
ile olan ilişkileri farklı düzlemlere karşılık geldiği görülmektedir. Her bir
düzlemde farklı moda geçildiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır.
Manevî âlemin sadece kalp lâtifesine bu kısa bakışın
detaylandırılması ve diğer lâtifelerle düzeylerinin de detaylı bir işleyiş
haritası elzem görünmektedir. Böyle bir haritalama işleminin sosyolojiden
psikolojiye ve adlî tıptan ruh bakımına kadar geniş bir yelpazede yeni çalışma
ve bilim dallarına kapı aralayacağı şüphesizdir.