Medeniyet inşâsında ölçü (3)

Biyolojik sistemlerdeki döngülerin en mükemmeli elbette insanda oluşur. Çünkü insan, diğer varlıklara göre en mükemmel yapıdadır. Salınımlar ve tekrarın çizdiği ölçü/kader, en olgun düzeyde insanda anlam kazanır. Kas sistemleri, sinir sistemleri ve iyon iletişimlerinin olduğu bütün organlarda salınım olayının farklı yüzleri görülür. Benzer durumlar ruh, akıl, bilinç ve şuur gibi özelliklere de sirâyet eder, onları da etkiler.

İKİ arkadaşın birbirinden habersiz ve eş zamanlı olarak benzer olayları düşünebildikleri biliniyor. Karar alınması gereken bir konuda aile bireylerinin çoğu aynı noktaya parmak basarlar. Telefon görüşmelerinde tarafların birbirlerine, “Tam ben de seni arayacaktım” ifadeleri, malûmun ilâmıdır.  

Birbirlerini tanımayan ve aynı konuda çalışanların benzer sonuca ulaşabildikleri bir vakıadır. Bazı Nobel ödüllerinin farklı gruplara verilmesinin arka yüzü de budur. Günümüzde benzer konularda çalışanların birbirinden bağımsız olarak benzer keşifleri giderek artmaktadır. 

Tarihin aynı dönemlerinde, birbirleriyle temasları olmamasına rağmen insanlar bazen benzer konuları benzer yaklaşımlarla ele almışlardır. Özellikle iletişimin düşük olduğu tarih süreçlerinde farklı kıtalardaki insanlar benzer konulara benzer çözümler üretmişlerdir. 

Bazı tarihî olayların farklı bölgelerde uygun ortamı beklediği ve ortam oluşunca daha önceki olanlara benzer şekilde vuku bulduğu görülmüştür. İnsanlar olaylara önem atfettiklerinde olgular mevcût karaktere baskın hâle gelmiştir. İnsanların bu ve benzer durumlarda zorunluluk hâllerinin etkin olduğu görülmektedir.

Günümüz fen bilimlerinde olayların büyük bir kısmı sebep-sonuç ilişkisine göre açıklanmaktadır. Ancak yukarıda sayılan durumlar göz önünde bulundurulduğunda, olayları sadece sebep-sonuç bağlantılarına göre ele almak yeterli değildir. Tarihsel olaylar canlı bir bilinçtir ve bunlarla uğraşanlar olaylarla iç içedir. Fen bilimlerindeki bazı olaylar sadece sebep-sonuç ilişkisiyle açıklanamıyorsa, bazı tarihsel olaylar da sebep-sonuç ilişkisiyle açıklanamamaktadır. Öyle ki, küçük bir ordunun büyük ordulara karşı zafer kazandıkları bir vakıadır.

Tarihin kökeni hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Benzer tarih dönemlerinde benzer olaylara benzer çözümler getirilmesi, insanı merkeze almıştır. Tarihî olayların dikkate alınmaması, bir toplumu makro düzeyde anlamsız hâle getirir; mikro anlamda insandaki hâfıza kaybı da aynı etkiyi oluşturur. 

“İyi olacak hastanın, hekim ayağına gelir” şeklindeki atasözümüz ile “Öğrenci hazır olduğunda, öğretmen gelir” şeklindeki Çin sözünün bir öteki yüzünde, insanın kendi kaderi/ölçüsü vardır. Olayların, hastalıkların ve sorunların da bir ömrü vardır. Bunların ömürleri nihâyete erme zamanı geldiğinde, bu duruma vesîle olacak unsurlar hemen insanın yanı başında peyda olurlar.    

Toplumsal hâfızanın salınım hareketleri

Belirli zaman aralıklarında başa dönen olaya “harmonik hareket” denir. Bu hareket, düzenli olarak hep aynı konumlardan aynı özellikte oluyorsa buna da “salınım” denir. Düzgün dairesel hareket, titreşim hareketi, değişken akım ve dalga hareketi de birer salınım hareketidir. Bu salınım olayı, insanın muhatabı olan evrenin fen bilimi ile insana bakan yüzüdür. Bu ve benzeri olayların matematiksel temelleri hep aynıdır. Çevremizde gerçekleşen olayların çok büyük kısmı, aynı olgunun farklı yansımalarıdır.

Çevredeki olayların büyük kısmı bu şekildedir. Aksi durumda bilim yapılamaz. Akustik, optik, elektrik devreleri, atomik ve biyolojik sistemler de benzer döngülere sahiptir. Her bir döngü ve her bir salınım, birer hâfızadır. Bu hafıza, insanın ve insanlığın ortak yönüdür. Bu durumun herhangi bir şekilde küçümsenmesi asla söz konusu olamaz. Bu durum, fen görünümlü olarak kâinat kitabının okunmasıdır.

Biyolojik sistemlerdeki döngülerin en mükemmeli elbette insanda oluşur. Çünkü insan, diğer varlıklara göre en mükemmel yapıdadır. Salınımlar ve tekrarın çizdiği ölçü/kader, en olgun düzeyde insanda anlam kazanır. Kas sistemleri, sinir sistemleri ve iyon iletişimlerinin olduğu bütün organlarda salınım olayının farklı yüzleri görülür. Benzer durumlar ruh, akıl, bilinç ve şuur gibi özelliklere de sirâyet eder, onları da etkiler. 

Beşer, insan-ı kâmil olma potansiyeline sahip yegâne varlıktır. Bu hedefe ulaşmak maddî ve mânevî olarak çok ciddî emek ister. Bu hengâmede muhatap, bedenen DNA ise, mânevî olarak nefis ipine takılı olan benliktir. 

Maddî âlemin bütün özelliklerini taşıyan en küçük yapı “atom”, canlılar dünyasının bütün özelliklerini taşıyan en küçük yapı ise “hücre”dir. Canlının bütün kodu DNA’dadır. Bu nedenle kritik ve adlî olayların çözümünde sıkça DNA testine müracaat edilir. Batı dünyası, benlik üzerindeki eserlerinin büyük kısmını sadece maddî âlemin felsefesine dayandırma hatâsını yapmıştır. İnsan sıradanlaştırılmış, hiçleştirilmiş ve yapay zekâ ilâhlaştırılarak kendisini plâstik insan seviyesine indirgemiştir.

Oysa Doğu medeniyetleri, beşerî insan-ı kâmil olmaya çıkaracak en yakın gelişmişlik düzeyine sahiptir. Ancak bu aşamada beklentilerin karşılandığını söylemek güçtür. Çünkü Batılılar, Doğu’nun elindeki bütün değerleri teker teker okuyup kendilerine göre yorumlarlarken, Doğulularsa tedrîcen kendi değerlerini anlamak ve yoğurmaktan uzaktırlar.  

İnsanın morfik çekime yönelimi

Toplumun makro, bireyin ise mikro ölçekte analiz edilmesi, kabul görmüş genel bir durumdur. Neden-sonuç ilişkisiyle toplumları yönlendirmek mümkünken, bireyi harekete geçiren durum, daha çok değerler hazînesidir. 

Birden fazla kişinin birbirlerinden habersiz bir şekilde eş zamanlı olarak benzer şeyleri düşünmeleri ve yapmaları, morfik bir durumdur. Canlı ya da ölmüş olanlardan aynı türde olup aynı frekansta ve birbirini hiç tanımayan varlıkların zaman ve mekân farkı gözetmeksizin oluşturdukları birbirlerini etkileme eylemine “morfik alan” denir. Bir düşünce veya olayın birbirinden bağımsız olarak tekrarlanması ise morfik rezonanstır.

Demir tozları nasıl ki mıknatıs tarafından çekilirse, insan da morfik alanlardaki gruplar tarafından çekilir. O zaman morfik durum, morfik alanlar ve morfik rezonansın birbirleri ile olan sınırlarını iyi ayırt etmek gerekir.

Morfik durumlar şuurlu bir morfik alan oluşturduktan sonra, bunların tekrarlanması ise morfik rezonansla taçlandırılıyor. Bu durumun tekrarlanması, bir hâfıza sonucu oluşmaktadır. Tek başına büyüyen bir tavuğun durumu, daha önceki tavukların oluşturduğu morfik alanlar sayesinde içgüdü olarak bilinen hâfızaya morfik alanlarla dönüşüyor. Bu alan, tavuklar grubunun kolektif ve ortak belleğini oluşturuyor.

Bu alanların akıllı varlıklar olmadıkları düşünüldüğünde, her an, her yerde ve her şeye hükmeden büyük bir aklın varlığını gösteriyor. Büyük akıl, canlı ve mevtânın değerlerini muhafaza etmekte ve diğerlerinin istifadesine sunmaktadır. İnsanın ölünce uyanması bu olsa gerek. Askerin kılıcı, aslında ölünce çekiliyor.    

Duran yüklü bir parçacık, etrafında elektrik alan oluşturur. Yük pozitif ise elektrik alan yükten dağılan şekilde, yük negatif ise elektrik alan toplanır vaziyettedir. Pozitif yükten başlayan elektrik alanlar negatif yükte son bulur. Diğer bir ifadeyle, bir yerde elektrik alan doğarsa, başka bir yerde batar. Vermenin almaktan üstün olduğu bir durum…   

Yüklü parçacık hareket ederse, çevresinde manyetik alan oluşturur. İletken içindeki hareketli yüklü taneciklerin hareketi, elektrik akımını oluşturur. Günlük hayatta kullanılan bu elektrik akımı “doğuştan elektrikli” otomobiller ile taçlanmış olup, Türkiye’nin gurur kaynağı olmuştur. Benzer bir durum, mıknatıslarda da görülür. Bir mıknatısın oluşturduğu manyetik alan yönü, kuzey kutuptan güney kutbuna doğrudur.

Bir yük, bulunduğu konumda kendi ekseni etrafında dönme hareketi yaparsa spin alanına neden olur. Bu yük, bulunduğu yerde yönelim yaparsa, bu kez yönelime bağlı manyetik alana da neden olur. İlâve olarak bir yüklü parçacık, duran farklı bir yük etrafında dönerse, burada da farklı bir dönmeye bağlı (felek) manyetik alan oluşur. Dolayısıyla bu, bir yükün hâllerine bağlı olarak elektrik alan, manyetik alan, spin alan, yönelime bağlı manyetik alan, dönmeye bağlı alan ve elektrik akımının kaynağıdır.    

Yukarıda da ifade edildiği gibi, atom, hücre ve DNA’nın da birer morfik alanları vardır. Buradan hareketle, vücûdunda atom, hücre ve DNA bulunduran her bir canlının da birer morfik alanı vardır. Bu alanların en gelişmiş hâli, canlılar içinde şüphesiz insanda görülür. 

Sinir sisteminin ve DNA’nın morfik alanlarından hareketle, insan hayatındaki olayları sinir sistemindeki motor alan ve beyin, kayıt altına almaktadır. Bir tür hâfıza elemanı olarak iş görür. Bilgi bir kere öğrenildiğinde, daha sonra bir başka canlı tarafından daha kolay öğrenilir. Bir fikir veya fiil daha önce bir defa başarılmış ise, bunun tekrarı çok daha kolaydır. Bunun özünde yatan neden ise, belli bir olgunluk, form, düzen ve değerin kendisini tekrarlamak istemesidir.

Çiçek, hayvan ve insanın genetik kodları farklıdır. Embriyolojik gelişme aşamasında morfik alan, DNA molekülü üzerinde etkin rol oynar. Bu rol, türün devamını sağlar. Dolayısıyla bu aşamada bile evrimin imkânsız olduğu açıktır. Diğer bir ifadeyle, canlıların farklı kodlarındaki rollerinin de farklı olması, öğrenilmiş bilginin aktarılmasından başka bir şey değildir. Embriyodan başlayarak bir insanda bilgi, kavrama, uygulama, analiz ve sentez gibi özellikler gerçekleşir. Aynı fikir ve bilgi, farklı kişilerde gelişim, davranış ve tepkilere yön veriyor.

Her maddeye bir dalga eşlik eder. Benzer şekilde morfik alanlarda canlı ile birlikte yolculuğa başlar. Günümüzde doğrudan madde transferi hâricindeki çoğu olay eş zamanlı olarak gerçekleşiyor. Mevcût hâlde bir cismin 3 boyutlu çizimi bir ülkede yapılmışken, farklı bir ülkede çıktısını alabilir yani projeye bir ülke, esere ise farklı bir ülke beşiklik etmiş olur.

Bu durumu farklı kıtalarda yaşayan, birbirlerini tanımayan ve aynı lîsanı konuşmayan ancak aynı şeyi düşünen insanlar için düşünmek yanlış değildir. DNA için bu durum tasavvur edildiğinde, bilgi aktarımının devam ettiği ve nesillerin devamı bu yolla gerçekleştiği görülebilir. Buna “morfogenetik alan” denir. DNA, özünde hâfıza ve bu kaydın geleceğe taşınmasına beşiklik etmektedir. Aynı türün canlıları bu durumu taklit eder ve idame ettirirler.

Bilginin aktarımı

İnsanoğlu kalıtsal olarak aktarılan özelliklerini ebeveynlerinden morfik alanların kodladığı DNA yoluyla alıyor. Morfik alanlara müdahale edildiğinde, istenmedik özelliklerin ve rahatsızlıkların bertaraf edilmesi de mümkündür. Genetiği belirleyen genlerin mayoz veya mitoz bölünme ile bir sonraki nesle aktarılması da bu yol ile sağlanmaktadır. Bu aşamada kusurların oluşması, morfik alanların düzeyi ile ilgilidir.

Bunlara ek olarak, canlının DNA’sında meydana gelen herhangi bir bozukluk ya da DNA’nın okunmasında meydana gelen bir aksaklık, bir sonraki neslin problemli olmasını veya protein sentezini doğrudan olumsuz etkileyerek canlının yapısının bozulmasına neden olabilmektedir.

DNA’nın okunması veya ona bağlanmasıyla ilgili her hücresel süreç, onun tanınması, paketlenmesi veya değişime uğratılmasına etki ederek onun mekanik yapılarını da kullanır veya değiştirir. İnsan DNA’sı; tını, titreşim, harf ve sözcüklerden etkilenebilir. Bunun olumlu ve olumsuz yanları olabilir. Olumsuz yanları, “kusurlar” olarak ifade edilmişti. Olumlu yanı ise, “hastalıklı bölgenin söz dinleyen DNA ile tedavi edilmesidir”. Bu şekildeki bir telkin ve etki, diğer bütün hastalıklara da şifâ olarak kullanılabilir. İnsanlık tam da bu aşamada yeterli donamına sahip bulunmaktadır.  

İnsan vücûduna maddî olarak etki eden morfik alanlar mânevî olarak da etkindir. Bu mânevî yönün insana bakan tarafı olduğu gibi evrene bakan da bir tarafı vardır. Evrene bakan yönü ile bu yaşadığımız evren, “âlem-i şahâdet” olarak ifade edilmiştir. Bu evrenin büyük patlama öncesi ise “âlem-i misâl” olarak Doğu medeniyetlerince ifade edilmiştir. Batı medeniyeti âlem-i misâl hakkında sınıfta kalmıştır. Batı’da biri çıkıp âlem-i misâlden bahsederse, bilinmelidir ki, kökleri Doğu medeniyetindedir. Bazı Doğu medeniyetlerinin geri kalması dinî bir sorun değil, insanların tembellik ve işi ehline vermeme problemidir.

Bir grup hakkında en iyi bilgiye, o grupla yaptığı morfik akımların etkileşimiyle iletişime geçenler sahip olur. Morfik alanlardaki bir bilginin de bilinmesi ve yaşanması, sözün eyleme dökülmesiyle mümkündür. En olgun insan bile alnını secdeye götürmeden kapıdan içeri giremez, öldüğünde uyanamaz.

Beyin, iyon hareketleri ve canlı hücrelerdeki oluşumlar hayatın devamını oluşturdukları için, özünde her şey, her an oluyor. Dil, din, sosyal çevre ve kültür içinde olan herkes bir bağlantı hâlindedir. İnsanların birlikte yaşama zorunluluğu da buradan kaynaklanmaktadır.     

Bir sosyal grubun bilgi ve deneyimi paylaşılmak istendiğinde, ortak morfik alana girilmesi gerekir. Bu alan her sosyal grup için geçerlidir. İnsanın morfik alanı bu durumu çoğu zaman ihtiyaç hâline getirebilir. Futbol maçına veya kıraathanelere gitmek, hattâ arkadaşlarla toplanıp sohbet etmek bile bu mânâda değer kazanır. “Gönül ne kahve ister, ne kahvehane./ Gönül sohbet ister, kahve bahane” sözünün tam yansıması budur! Çünkü sohbet, marifete açılan kapıdır. Marifete gitmek ise morfik alan yolundan geçer.

Morfik formlar, birliktelikte etkiyi en üst düzeye taşırlar. Cuma namazında insanlar zaman ve mekân üstü “morfik alana” girerler. Geleneksel alanlara ne kadar sâdık kalınırsa, bireye faydası da o oranda yüksek olur. Birbirini tanımayan bireylerin oluşturdukları morfik alanların etkisi budur. Bu etki ile her yola çıkılır. Böyle bir alandaki küçük bir askerî grup, büyük orduları yener!  

Son söz

Yaşayanların birlikteliği uyum hâlinde olduğunda, oluşan ortak alandaki enerjinin etkisi de bireyler üzerinde yüksek olur. Bazı ölmüş mânevî liderlerin etkilerinin devam ediyor olması, morfik alanların oluşturduğu birlikteliğin birer sonucudur. Kişinin hedeflerini gerçekleştirmesi yolunda birebir, yakın ve topluluk hâlinde ortak çalışma yürütmek için yaşam koçuna veya mânevî ekollerdeki mürşide uymak ihtiyacı da buradan kaynaklanmaktadır.

İki hâlde de asıl maksat, kaynağa ulaşmaktır. Hem asıl, hem de hedef, insan-ı kâmil olan gelişmişlik düzeyine erişmektir. Bu durum, koçlukta âlem-i şehadet, geleneksel durumda ise holistik bir şekilde hem âlem-i şehadet, hem de âlem-i misâl düzeyinde pişmektir. İnsan doğru bir davranışı öğrendiğinde, onun hem kendisini, hem de grubu etkileme gücü artar.

Algılar verilerden oluşmaktadır. Algıyı arttırmak için verileri daha fazla ve daha detaylı toplamak gerekir. Verilerin daha detaylı toplanması demek, kaynağa akan suyollarının çoğaltılması demektir. İnsan-ı kâmil yolunda her bir insan birer suyolu hükmünde olduğundan, birliktelikten kuvvet doğacaktır. Bu kuvvet DNA ve sinir sitemlerine etki edecek ve gelecek, daha güzel inşâ edilecektir.    

Bir hedefe (insan-ı kâmil) birlikte varmak, yalnız varmaktan daha hızlı, daha kazançlı ve daha kolaydır. Bir hastalığı tedavi ederken olumlu düşünmek, olumsuz düşünmeye göre daha doğrudur. Olumlu düşünmekse daha kestirme yoldur. Doğruyu yaşamak, kazancı bol ve uyanması kolay bir yoldur.