Medeniyet inşâsında ölçü (27)

Aklı başında hiçbir kişi gıda üzerinden milletini istendik yöne çevirmeye kalkışmaz, tehdit etmez. Bu durum sadece para kazanmak için fırsatçılıkla da açıklanacak gibi görünmüyor. Bizim kültür ve medeniyetimizde “açlık” ile terbiye, sadece “oruç” ile anlaşılır. Bunun haricindeki girişimlerde ise iyi bir niyet gözetilmez.

İNSAN bedenen, manen, ruhen ve öğrenme açısından gelişmeye müsait potansiyelde bir canlıdır. İnsan akıl ve şuur yönüyle hayvan, bitki ve maddelerden ayrılarak farklı bir değer kazanır.

Her insan yaşadığı toplumun yapıtaşlarından birini oluşturduğu için, bizim kültürümüzde devletin yaşaması, insanın yaşamasına bağlanmıştır. Bu yapıtaşlarına, devlete, geleneğe, maya ve dokuya her fırsatta saldırının arkasında yatan en önemli nedenlerin başında yapıtaşlarını harekete geçirerek devlet yapısını çökertmek yatar.

Devletin ayakta durması, yaşaması ve daim olması doğrudan insanın yaşamasına bağlı olduğundan, can alırcasına insanımızın boğazı içeriden ve dışarıdan sıkılıyor. Son aylarda ekonomi üzerinden saldırılara bakıldığında astronomik yükselişlerin olduğu gıda ürünlerinin başında ayçiçek yağı ve limon tuzu gibileri gelmektedir. Limon tuzu ve ayçiçek yağlarının akranlarına oranla beş altı kat fazla artışla önde gitmesi, bu gıdaların özellikle seçilmiş olabileceğini akla getiriyor.

Bu tür gıda ürünleri dar gelirli vatandaşlarımızın tercihleri arasında yer alır. Dünyanın bir salgın hastalıkla mücadele ettiği şu aşamada yekvücut olmak elzem iken, ekonomik sıkıntıların pandemiden etkilendiği gerçeğini de unutmadan, ekonomideki astronomik artışın nedenini sadece fırsatçılık ile açıklamak yetersiz kalıyor.

Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde kırkı Çin, Hindistan ve ABD’de yaşıyor. Sadece Çin ve Hindistan’da yaşayanlar dünya nüfusunun yüzde otuz altısına tekabül ediyor. Pandemi sürecindeki sokağa çıkma yasaklarının olduğu aşamada Çin ve Hindistan’daki hava kirliliğinin neredeyse bitme aşamasına gelmesi canlı bir örnektir. Atmosfer kirliliğinin akıl ve şuur yönüyle hayvan, bitki ve maddelerden ayrılan insan ve insan kaynaklı teknolojik ürünlerden çıktığı söylenebilir. 

Sokağa çıkma yasağının olduğu periyotta petrolün varil fiyatı üçte iki oranında düşmüştü. Şimdilerde ise savaş dönemlerini aratmayacak şekilde astronomik şekilde ikiye ve üçe katlandı. Normalde pandemi devam ettiği için petrol fiyatlarının şimdikinin yarısı olması gerektiğini matematik olarak görmek mümkün. Burada da sadece pandemi etkisi olarak görülemeyecek etkenler olduğu açıktır.

İsraf ve zamanın şartlarına göre lüzumsuz işlerin olması da işin cabasıdır. Bir tarafta fakir fukara geçim derdindeyken, bir tarafta servetlerini ikiye katlayanların varlığı, zengin-fakir uçurumunu arttırmıştır. Son dönemde yapılan ciddi maaş artışları uçurumu kapatacak gibi görünüyor ancak ekonomi üzerinden saldırının da devam ettiği bir gerçek. Saldırıların lokomotifi de kurlar olarak görünüyor.   

Ermenistan ile Türkiye arasında bir dönem sıkıntı çıkmış ve iletişim kesilmişti. O dönem Ermenistan’a buğday yardımı yapanlar aziz milletin omuzlarında yükselmişlerdi. Ermenistan’a yapılan yardımı insanlık adına anlaşılabilir, ancak omuzlarında yükseldiği bu aziz milleti ekonomi üzerinden köşeye sıkıştırmaya çalışmak nereye konulacak?

Türkiye, gıda açısından kendisine yetebilecek yedi ülkeden birisidir. Böyle bir gerçek ortadayken ekonomi plânlamasının, gelir dağılımının, iş gücü katılımının, nitelik-nicelik dengesinin ve ivmelenmenin en azından dünyayı sarsan salgın hastalık haricinde eksikliklerin de olduğunu ifade eder.

Petrol fiyatlarındaki artışın dört ana nedeni vardır. Bunlar pandemi, fırsatçılık, finans merkezlerinin Batı’dan Doğu’ya kayması ve bazı devletleri dize getirmek isteyen birilerinin kötü niyetleridir. Finans merkezlerinin yer değiştirmesi ve dize getirme politikaları kontrol edilebilecek gibi görünmüyor.

Salgın hastalık sürecindeki sokağa çıkma yasağının olduğu aralıkta petrol fiyatlarının üçte iki oranında düşmüş olması fırsatçılığı önleyecek imkânı sunmuştur. Toplu taşımacılık kaçınılmaz bir şekilde bütün illerde yaygınlaştırılmalıdır. Yerel yönetimlerin devlete yapacağı en büyük katkılardan biri, hiç şüphesiz toplu taşımacılığın yaygınlaştırılması olacaktır.

Her şehirde üniversite olduğu düşünüldüğünde, midibüsler ile ulaşımın sağlanması akla durgunluk veriyor. Şehre yakın ilçeler, üniversite ulaşımı ve şehir içi trafik tamamen toplu taşımaya dönüşmelidir. Mümkün olan illerde ulaşımın yeraltından olması daha mantıklıdır. Böylelikle petrol üzerinden saldırılar büyük oranda püskürtülmüş olunacaktır. Pandemi bütün dünyada olduğundan, etkisiz eleman ya da katalizör görevi görmenin ötesine geçemez; bu kullanılarak suiistimaller olmaktadır.

Arap Baharı’nın temelinde sadece petrol yoktu. İki büyük nedenden biri elbette petrol olurken, diğeri Batı’nın ürettiği teknoloji ürünlerinin Arap ülkelerinde istenen satış kotasına erişememesiydi. Sosyal medyayı en fazla kullanan ülkelerin başında Arap ülkelerinin gelmesi bu durumu açıklamaya yetiyor. Batı’nın Arap ülkelerine yeteri kadar teknoloji cihazı satmak için olayların çıkartıldığı düşüncesi önemlidir.

Türkiye’nin her on yirmi yılda bir cerrahi müdahaleye maruz kalmışlığı ülkeyi yormuş, milletimizi eğitim açısından zayıflatmıştır. Bu toplumun doğal medeniyet iddiası, kendi maya ve dokusunda vardır.

Helâl üretim, helâl nesil

Türkiye’nin gıda üzerinden tehdit edilmesi sindirilebilecek bir durum değildir. Bunun üç ana nedeni görünüyor: Köyden kente göç, gıda sektöründeki tekelleşme ve kökleri derinlerde olan çok daha farklı büyük bir plânın parçacı gibi görünen oluşum...

Köyden kente göçün iki nedeni görünüyor: Birincisi, daha rahat bir hayat sürmek ve şehrin imkânlarından yararlanmaktır. Diğeri ise, tarım ve hayvancılığın teknolojik aletler karşısındaki pozisyonunun köylerde işsizliği etkilemiş olmasıdır. Ancak doğru bir organizasyon ile bunun hâl çaresine bakılabilir.

Tekelleşme aslında her sektörde olan bir durumdur. Lâkin gıda sektöründe zincir marketlerin tekelleşmesi bütün ülkenin gıdasının beş altı elde tutulması, Türkiye gibi bir ülkenin kabul etmemesi gereken bir durumdur. Türkiye coğrafî konumu ve tarihsel süreçte oynadığı rol itibariyle sürekli olarak saldırılara maruz kalmış nadir ülkelerden birisidir. Türkiye’nin Londra-Pekin Demir İpekyolu üzerinde bulunması ve finans merkezlerinin Batı’dan Doğu’ya doğru kayması, özellikle savunma, eğitim, gıda ve giyim sektörünün ülkeyi tehdit eder konuma gelecek şekilde oluşumlara izin vermeyecek türden yapılanması gerekir. Savunma açısından ülkenin geldiği durum, eğitim, gıda ve giyim için iyi bir örnek teşkil etmektedir. Giyim sektöründe ülke belirli bir düzeydedir. Doğudaki vatandaşların giyim sektöründe fabrikalarda üretime geçiyor olması, ne kadar doğru bir iz üzerinde olunduğunun göstergesidir. Giyim sektörü şimdilik bir tehdit unsuru gibi görünmese de ileride bu sektörün olmayacağı anlamına gelmiyor.

Dolayısıyla savunma stratejileri gıda ve eğitim için de aynen uygulanmalıdır. Eğitimde Batı ürünlerinin kopyala-yapıştır şeklindeki ilerlemesinin yerini düşünce ve fikir ekseninde ürün üretecek şekilde yapılandırmak önem arz etmektedir. Eğitimde geçirilen her yıl, kayıp nesil demektir.

Gıda fiyatlarındaki astronomik artışlar şu an itibariyle aziz millete çevrilmiş bir pozisyonda duruyor. Dolayısıyla eğitimde milletin değerleriyle uyumlu ve karakterli kişilerin yetişmesi, gıdanın tehdit unsuru olmasını bir nebze azaltır. Ancak gıdanın tehdit unsuru olarak kullanılması, bir noktadan da eğitimin çıktısıdır. Yani sadece güçlülerin hayatta kaldığı zayıfların ise güçlüler tarafından yendiği gibi bir mantık silsilesi eğitimin omurgası olmamalıdır.

Teknoloji devi ve dünyanın ileri gelen bazı zenginlerinin gıda sektörüne atılmaları bilinçli bir ilerleyişin sonucudur. Ata tohumu ve yerel ürünlerin önde tutulması doğru bir yoldur ancak acıyı dindirmek için ne kadar yeterli olduğu zamanla anlaşılacaktır. Olaylar olduğunda gerçeği fark etmek her defasında ülkeye pahalıya mâl oluyor.

Dolayısıyla hastalıklı bünye gerçek anlamda doğru teşhis edilmeli tedavisi de hemen yapılmalıdır. Olayların olmasında ancak anlaşılan teşhis bir nihaî hedefin balyozlarıdır, ülkeye her zaman zarar verir. Oysa akıl ve şuur sahibi canlı insanın teşhiste nokta atışı yapması, özellikle bu asırda çok kolaydır. İyi yetişmiş ve donanımlı nesil ve aklın gözü olan bilimi maddî ve manevî açıdan kullanmak bu iş için yeterli olacaktır.

Savunma, sağlık ve insan donanımı açısından Türkiye’nin her şartta kendi yağı ile kavrulması zorunludur. Savunmaya yukarıda değindik. Sağlık ise beynin, aklın, şuurun ve donanımın yeterli olmasıyla zirve yapacaktır. İnsan donanımının maddî ve manevî değerleri omuzlayacak şekilde olması zorunludur.

Devletin yaşamasını insanın yaşamasına bağlayan kadim kültürümüz, ilim, irfan ve hissikablelvuku ekseninde potansiyeli olan bir yapıya sahiptir. Modern bilimin bunlar ile yorumlanması işi kolaylaştırır. Dokunma, tatma, koklama, işitme ve görme gibi dış duyular yanında akıl, kalp, ruh, vicdan ve lâtife gibi iç duyulara ait cihazların yoğurulması noktasındaki informel geleneğin formel olarak devlete katacağı çok şey vardır.

Yapılan bunca doğru işin birileri tarafından hiç destek bulmayacak olması, savunma projelerinin hedef alınması ve gıda sektörünün aziz millete karşı kullanılması normal değildir. İnsanın nefsinin terbiyesi açısından “oruç” ibadetinin geleneksel kadim kültürümüzdeki konumu ortadayken gıda üzerinden ekonomik darboğaz yapılması, kültür ve medeniyet çatışmasına işaret ediyor olabilir.

Aklı başında hiçbir kişi gıda üzerinden milletini istendik yöne çevirmeye kalkışmaz, tehdit etmez. Bu durum sadece para kazanmak için fırsatçılıkla da açıklanacak gibi görünmüyor. Bizim kültür ve medeniyetimizde “açlık” ile terbiye, sadece “oruç” ile anlaşılır. Bunun haricindeki girişimlerde ise iyi bir niyet gözetilmez.

Döviz kurları ve gıda ürünlerinin artışlarının at başı gitmesi, zorunlu hâller dışında oturup konuşması gereken taraflarca çözülebilir. Bunun için zorunlu hâller dışındakilerin anlaşılır artışa indirgenmesi, tarafların niyetlerini de ortaya koyacaktır. İnsanın sadece ekonomiye odaklandırılması, sabırlı fakir-fukara insanları, şüpheli işlerden sakınanları, şükreden zenginleri üzüyor.

Her alanda bizimle savaşıyorlar

Mal, baş olma, dünya arzuları ve övülme sevgileri insanı toplumdan uzaklaştırmaya başlar. Kişinin toplumdan ayrışacak şekilde oluşumlara iterek farklı dehlizlere yelken açtırır. En basitinden, nefsi kibir, gurur, iddiacılık, bencillik ve her türlü kötülüğe giden yolları bu istenmedik özellikler sağlar. Bu topraklarda cerrahi müdahale her zaman için eğitime yön verme, gençliği istendik yere çekme ve baş olmanın yabancı ülkelerce takip edildiğini göstermektedir.

Gıda ürünleri ve döviz kurlarındaki astronomik artışlar, zorunlu hâller dışında ve pandemi etkisiyle topluma cerrahi müdahaleyi çağrıştırıyor. Türkiye’nin her on yirmi yılda bir cerrahi müdahaleye maruz kalmışlığı ülkeyi yormuş, milletimizi eğitim açısından zayıflatmıştır. Bu toplumun doğal medeniyet iddiası, kendi maya ve dokusunda vardır. Özellikle Batı ve yabancılar bu medeniyet iddiasından nefret etmektedirler. Asla böyle bir şeye izin vermek istemiyorlar. Bunun için de tek yaptıkları, millî iradenin her defasında kendi istedikleri yönde evirilmesi için canhıraş savaşmaktır.

Son dönemde astronomik artışlar bu durumu tetiklemektedir. İyi niyetli olup olayı anlamayanların bunu fark edip toplumun yanında durmaları şarttır. Diğerlerinin ise zaten amaçları bu yöndedir. Onlar Ayasofya’yı, Viyana’yı ve İstanbul’u unutmadılar, bize ise Kudüs’ü, Karabağ’ı ve Endülüs’ü unutturmak istediler. Şimdilerde de aynı oyunlar sahneleniyor. Bu sahnelenen oyunun tutması için her yolu deniyorlar.

Bütün saldırılardan çıkıp her türlü saldırıyı püskürtmenin iki yolu görünüyor: Birincisi, devletin yaşamasının insanımızın yaşamasına bağlı olduğunu ortaya koyan kadim kültürümüzden hareketle insanımızın eğitim sürecinin son derece donanımlı bir yapıya dönüştürülmesi gerekiyor. Sadece teknik özelliklerle izin ve salahiyet alınan eğitim kurumları yerine maddî ve manevî açıdan donanımlı yetişerek çift kanatlı nesillerin sahada olmaları için atılımlar gerekiyor. İnsanımızın insan odaklı yetişmesinden taviz verilmemesi gerekiyor.

Bunun için de akademi ve iletişim başkanlığınca sıkı bir koordine ile doktora tezleri yaptırılmalı ve teşhisler ortaya konulmalıdır. Teşhisler ortaya konulmadan yapılacak her tedavi, içerisinde istenmedik durumları da barındıracaktır. Bu alanda en az yüz binlerce doktora çalışmasına acil ihtiyaç vardır.   

Toplum iradesine balans ayarı çekilmemesi için tali yollardan baş olmak istenilmesini, cerrahi müdahaleye heves edilmesini, topluma tepeden bakılmasını ve darbe istenmesini besleyen büyük küçük bütün kılcal damarlardaki teşhisler ortaya konulmalıdır. Bunun için de en az yüz binlerce doktora tezine acil ihtiyaç bulunuyor.

Hem insanımızın doku, maya ve geleneğe uygun olarak yetişmesi, hem de toplum iradesine balans ayarı çekmek istenmesi hakkındaki doktora çalışmaları bir merkezde toplanıp “ölçü” çerçevesince alanında uzman, ehliyet ve liyakat sahibi ekipler tarafından yürürlüğe konulmalıdır. Zira bu tezlerden çıkacak en önemli sonuçlar arasında Anadolu’nun 1071 öncesi döneme çevrilmek istenmesi, Türk-İslâm sentezinin yerle yeksan edilmek istenmesi, Müslüman halkların sadece belirli alanlarda yaşamasına izin verilmek istenmesi ve Tevhid inancının bu topraklarda yeşermemesi için Batı’nın bütün eğitim tohumlarının ekilmek istendiği açıkça görülebilir. Böyle bir tehlikeye karşı ne zaman harekete geçilirse o kadar az zarar olacaktır. Böyle bir teşhisin kökleri kurutulmadan topluma cerrahi müdahale yapmak isteyenler bitmeyecektir.