İNSAN bedenen, manen,
ruhen ve öğrenme açısından gelişmeye müsait potansiyelde bir canlıdır. İnsan
akıl ve şuur yönüyle hayvan, bitki ve maddelerden ayrılarak farklı bir değer
kazanır.
Her insan yaşadığı toplumun yapıtaşlarından
birini oluşturduğu için, bizim kültürümüzde devletin yaşaması, insanın
yaşamasına bağlanmıştır. Bu yapıtaşlarına, devlete, geleneğe, maya ve dokuya
her fırsatta saldırının arkasında yatan en önemli nedenlerin başında yapıtaşlarını
harekete geçirerek devlet yapısını çökertmek yatar.
Devletin ayakta durması, yaşaması
ve daim olması doğrudan insanın yaşamasına bağlı olduğundan, can alırcasına
insanımızın boğazı içeriden ve dışarıdan sıkılıyor. Son aylarda ekonomi
üzerinden saldırılara bakıldığında astronomik yükselişlerin olduğu gıda
ürünlerinin başında ayçiçek yağı ve limon tuzu gibileri gelmektedir. Limon tuzu
ve ayçiçek yağlarının akranlarına oranla beş altı kat fazla artışla önde
gitmesi, bu gıdaların özellikle seçilmiş olabileceğini akla getiriyor.
Bu tür gıda ürünleri dar gelirli
vatandaşlarımızın tercihleri arasında yer alır. Dünyanın bir salgın hastalıkla
mücadele ettiği şu aşamada yekvücut olmak elzem iken, ekonomik sıkıntıların pandemiden
etkilendiği gerçeğini de unutmadan, ekonomideki astronomik artışın nedenini sadece
fırsatçılık ile açıklamak yetersiz kalıyor.
Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde
kırkı Çin, Hindistan ve ABD’de yaşıyor. Sadece Çin ve Hindistan’da yaşayanlar
dünya nüfusunun yüzde otuz altısına tekabül ediyor. Pandemi sürecindeki sokağa
çıkma yasaklarının olduğu aşamada Çin ve Hindistan’daki hava kirliliğinin neredeyse
bitme aşamasına gelmesi canlı bir örnektir. Atmosfer kirliliğinin akıl ve şuur
yönüyle hayvan, bitki ve maddelerden ayrılan insan ve insan kaynaklı teknolojik
ürünlerden çıktığı söylenebilir.
Sokağa çıkma yasağının olduğu periyotta
petrolün varil fiyatı üçte iki oranında düşmüştü. Şimdilerde ise savaş
dönemlerini aratmayacak şekilde astronomik şekilde ikiye ve üçe katlandı. Normalde
pandemi devam ettiği için petrol fiyatlarının şimdikinin yarısı olması
gerektiğini matematik olarak görmek mümkün. Burada da sadece pandemi etkisi olarak
görülemeyecek etkenler olduğu açıktır.
İsraf ve zamanın şartlarına göre
lüzumsuz işlerin olması da işin cabasıdır. Bir tarafta fakir fukara geçim
derdindeyken, bir tarafta servetlerini ikiye katlayanların varlığı,
zengin-fakir uçurumunu arttırmıştır. Son dönemde yapılan ciddi maaş artışları
uçurumu kapatacak gibi görünüyor ancak ekonomi üzerinden saldırının da devam ettiği
bir gerçek. Saldırıların lokomotifi de kurlar olarak görünüyor.
Ermenistan ile Türkiye arasında bir
dönem sıkıntı çıkmış ve iletişim kesilmişti. O dönem Ermenistan’a buğday
yardımı yapanlar aziz milletin omuzlarında yükselmişlerdi. Ermenistan’a yapılan
yardımı insanlık adına anlaşılabilir, ancak omuzlarında yükseldiği bu aziz
milleti ekonomi üzerinden köşeye sıkıştırmaya çalışmak nereye konulacak?
Türkiye, gıda açısından kendisine
yetebilecek yedi ülkeden birisidir. Böyle bir gerçek ortadayken ekonomi plânlamasının,
gelir dağılımının, iş gücü katılımının, nitelik-nicelik dengesinin ve
ivmelenmenin en azından dünyayı sarsan salgın hastalık haricinde eksikliklerin de
olduğunu ifade eder.
Petrol fiyatlarındaki artışın dört
ana nedeni vardır. Bunlar pandemi, fırsatçılık, finans merkezlerinin Batı’dan
Doğu’ya kayması ve bazı devletleri dize getirmek isteyen birilerinin kötü
niyetleridir. Finans merkezlerinin yer değiştirmesi ve dize getirme
politikaları kontrol edilebilecek gibi görünmüyor.
Salgın hastalık sürecindeki sokağa
çıkma yasağının olduğu aralıkta petrol fiyatlarının üçte iki oranında düşmüş
olması fırsatçılığı önleyecek imkânı sunmuştur. Toplu taşımacılık kaçınılmaz
bir şekilde bütün illerde yaygınlaştırılmalıdır. Yerel yönetimlerin devlete
yapacağı en büyük katkılardan biri, hiç şüphesiz toplu taşımacılığın
yaygınlaştırılması olacaktır.
Her şehirde üniversite olduğu
düşünüldüğünde, midibüsler ile ulaşımın sağlanması akla durgunluk veriyor.
Şehre yakın ilçeler, üniversite ulaşımı ve şehir içi trafik tamamen toplu
taşımaya dönüşmelidir. Mümkün olan illerde ulaşımın yeraltından olması daha
mantıklıdır. Böylelikle petrol üzerinden saldırılar büyük oranda püskürtülmüş
olunacaktır. Pandemi bütün dünyada olduğundan, etkisiz eleman ya da katalizör görevi
görmenin ötesine geçemez; bu kullanılarak suiistimaller olmaktadır.
Arap Baharı’nın temelinde sadece petrol yoktu. İki büyük nedenden biri elbette petrol olurken, diğeri Batı’nın ürettiği teknoloji ürünlerinin Arap ülkelerinde istenen satış kotasına erişememesiydi. Sosyal medyayı en fazla kullanan ülkelerin başında Arap ülkelerinin gelmesi bu durumu açıklamaya yetiyor. Batı’nın Arap ülkelerine yeteri kadar teknoloji cihazı satmak için olayların çıkartıldığı düşüncesi önemlidir.
Türkiye’nin her on yirmi yılda bir cerrahi müdahaleye maruz kalmışlığı ülkeyi yormuş, milletimizi eğitim açısından zayıflatmıştır. Bu toplumun doğal medeniyet iddiası, kendi maya ve dokusunda vardır.
Helâl üretim, helâl nesil
Türkiye’nin gıda üzerinden tehdit
edilmesi sindirilebilecek bir durum değildir. Bunun üç ana nedeni görünüyor:
Köyden kente göç, gıda sektöründeki tekelleşme ve kökleri derinlerde olan çok
daha farklı büyük bir plânın parçacı gibi görünen oluşum...
Köyden kente göçün iki nedeni görünüyor:
Birincisi, daha rahat bir hayat sürmek ve şehrin imkânlarından yararlanmaktır.
Diğeri ise, tarım ve hayvancılığın teknolojik aletler karşısındaki pozisyonunun
köylerde işsizliği etkilemiş olmasıdır. Ancak doğru bir organizasyon ile bunun
hâl çaresine bakılabilir.
Tekelleşme aslında her sektörde
olan bir durumdur. Lâkin gıda sektöründe zincir marketlerin tekelleşmesi bütün
ülkenin gıdasının beş altı elde tutulması, Türkiye gibi bir ülkenin kabul
etmemesi gereken bir durumdur. Türkiye coğrafî konumu ve tarihsel süreçte
oynadığı rol itibariyle sürekli olarak saldırılara maruz kalmış nadir
ülkelerden birisidir. Türkiye’nin Londra-Pekin Demir İpekyolu üzerinde
bulunması ve finans merkezlerinin Batı’dan Doğu’ya doğru kayması, özellikle
savunma, eğitim, gıda ve giyim sektörünün ülkeyi tehdit eder konuma gelecek
şekilde oluşumlara izin vermeyecek türden yapılanması gerekir. Savunma
açısından ülkenin geldiği durum, eğitim, gıda ve giyim için iyi bir örnek
teşkil etmektedir. Giyim sektöründe ülke belirli bir düzeydedir. Doğudaki
vatandaşların giyim sektöründe fabrikalarda üretime geçiyor olması, ne kadar
doğru bir iz üzerinde olunduğunun göstergesidir. Giyim sektörü şimdilik bir
tehdit unsuru gibi görünmese de ileride bu sektörün olmayacağı anlamına
gelmiyor.
Dolayısıyla savunma stratejileri
gıda ve eğitim için de aynen uygulanmalıdır. Eğitimde Batı ürünlerinin kopyala-yapıştır
şeklindeki ilerlemesinin yerini düşünce ve fikir ekseninde ürün üretecek
şekilde yapılandırmak önem arz etmektedir. Eğitimde geçirilen her yıl, kayıp
nesil demektir.
Gıda fiyatlarındaki astronomik
artışlar şu an itibariyle aziz millete çevrilmiş bir pozisyonda duruyor. Dolayısıyla
eğitimde milletin değerleriyle uyumlu ve karakterli kişilerin yetişmesi,
gıdanın tehdit unsuru olmasını bir nebze azaltır. Ancak gıdanın tehdit unsuru
olarak kullanılması, bir noktadan da eğitimin çıktısıdır. Yani sadece
güçlülerin hayatta kaldığı zayıfların ise güçlüler tarafından yendiği gibi bir
mantık silsilesi eğitimin omurgası olmamalıdır.
Teknoloji devi ve dünyanın ileri
gelen bazı zenginlerinin gıda sektörüne atılmaları bilinçli bir ilerleyişin
sonucudur. Ata tohumu ve yerel ürünlerin önde tutulması doğru bir yoldur ancak acıyı
dindirmek için ne kadar yeterli olduğu zamanla anlaşılacaktır. Olaylar olduğunda
gerçeği fark etmek her defasında ülkeye pahalıya mâl oluyor.
Dolayısıyla hastalıklı bünye gerçek
anlamda doğru teşhis edilmeli tedavisi de hemen yapılmalıdır. Olayların olmasında
ancak anlaşılan teşhis bir nihaî hedefin balyozlarıdır, ülkeye her zaman zarar
verir. Oysa akıl ve şuur sahibi canlı insanın teşhiste nokta atışı yapması,
özellikle bu asırda çok kolaydır. İyi yetişmiş ve donanımlı nesil ve aklın gözü
olan bilimi maddî ve manevî açıdan kullanmak bu iş için yeterli olacaktır.
Savunma, sağlık ve insan donanımı açısından
Türkiye’nin her şartta kendi yağı ile kavrulması zorunludur. Savunmaya yukarıda
değindik. Sağlık ise beynin, aklın, şuurun ve donanımın yeterli olmasıyla zirve
yapacaktır. İnsan donanımının maddî ve manevî değerleri omuzlayacak şekilde
olması zorunludur.
Devletin yaşamasını insanın
yaşamasına bağlayan kadim kültürümüz, ilim, irfan ve hissikablelvuku ekseninde
potansiyeli olan bir yapıya sahiptir. Modern bilimin bunlar ile yorumlanması
işi kolaylaştırır. Dokunma, tatma, koklama, işitme ve görme gibi dış duyular
yanında akıl, kalp, ruh, vicdan ve lâtife gibi iç duyulara ait cihazların
yoğurulması noktasındaki informel geleneğin formel olarak devlete katacağı çok
şey vardır.
Yapılan bunca doğru işin birileri
tarafından hiç destek bulmayacak olması, savunma projelerinin hedef alınması ve
gıda sektörünün aziz millete karşı kullanılması normal değildir. İnsanın
nefsinin terbiyesi açısından “oruç” ibadetinin geleneksel kadim kültürümüzdeki
konumu ortadayken gıda üzerinden ekonomik darboğaz yapılması, kültür ve
medeniyet çatışmasına işaret ediyor olabilir.
Aklı başında hiçbir kişi gıda
üzerinden milletini istendik yöne çevirmeye kalkışmaz, tehdit etmez. Bu durum sadece
para kazanmak için fırsatçılıkla da açıklanacak gibi görünmüyor. Bizim kültür
ve medeniyetimizde “açlık” ile terbiye, sadece “oruç” ile anlaşılır. Bunun
haricindeki girişimlerde ise iyi bir niyet gözetilmez.
Döviz kurları ve gıda ürünlerinin
artışlarının at başı gitmesi, zorunlu hâller dışında oturup konuşması gereken
taraflarca çözülebilir. Bunun için zorunlu hâller dışındakilerin anlaşılır
artışa indirgenmesi, tarafların niyetlerini de ortaya koyacaktır. İnsanın
sadece ekonomiye odaklandırılması, sabırlı fakir-fukara insanları, şüpheli
işlerden sakınanları, şükreden zenginleri üzüyor.
Her alanda bizimle
savaşıyorlar
Mal, baş olma, dünya arzuları ve
övülme sevgileri insanı toplumdan uzaklaştırmaya başlar. Kişinin toplumdan ayrışacak
şekilde oluşumlara iterek farklı dehlizlere yelken açtırır. En basitinden,
nefsi kibir, gurur, iddiacılık, bencillik ve her türlü kötülüğe giden yolları
bu istenmedik özellikler sağlar. Bu topraklarda cerrahi müdahale her zaman için
eğitime yön verme, gençliği istendik yere çekme ve baş olmanın yabancı
ülkelerce takip edildiğini göstermektedir.
Gıda ürünleri ve döviz kurlarındaki
astronomik artışlar, zorunlu hâller dışında ve pandemi etkisiyle topluma cerrahi
müdahaleyi çağrıştırıyor. Türkiye’nin her on yirmi yılda bir cerrahi müdahaleye
maruz kalmışlığı ülkeyi yormuş, milletimizi eğitim açısından zayıflatmıştır. Bu
toplumun doğal medeniyet iddiası, kendi maya ve dokusunda vardır. Özellikle
Batı ve yabancılar bu medeniyet iddiasından nefret etmektedirler. Asla böyle
bir şeye izin vermek istemiyorlar. Bunun için de tek yaptıkları, millî iradenin
her defasında kendi istedikleri yönde evirilmesi için canhıraş savaşmaktır.
Son dönemde astronomik artışlar bu
durumu tetiklemektedir. İyi niyetli olup olayı anlamayanların bunu fark edip
toplumun yanında durmaları şarttır. Diğerlerinin ise zaten amaçları bu
yöndedir. Onlar Ayasofya’yı,
Viyana’yı ve İstanbul’u unutmadılar, bize ise Kudüs’ü, Karabağ’ı ve Endülüs’ü
unutturmak istediler. Şimdilerde de aynı oyunlar sahneleniyor. Bu sahnelenen
oyunun tutması için her yolu deniyorlar.
Bütün
saldırılardan çıkıp her türlü saldırıyı püskürtmenin iki yolu görünüyor:
Birincisi, devletin yaşamasının insanımızın yaşamasına bağlı olduğunu ortaya
koyan kadim kültürümüzden hareketle insanımızın eğitim sürecinin son derece
donanımlı bir yapıya dönüştürülmesi gerekiyor. Sadece teknik özelliklerle izin
ve salahiyet alınan eğitim kurumları yerine maddî ve manevî açıdan donanımlı
yetişerek çift kanatlı nesillerin sahada olmaları için atılımlar gerekiyor. İnsanımızın
insan odaklı yetişmesinden taviz verilmemesi gerekiyor.
Bunun
için de akademi ve iletişim başkanlığınca sıkı bir koordine ile doktora tezleri
yaptırılmalı ve teşhisler ortaya konulmalıdır. Teşhisler ortaya konulmadan
yapılacak her tedavi, içerisinde istenmedik durumları da barındıracaktır. Bu
alanda en az yüz binlerce doktora çalışmasına acil ihtiyaç vardır.
Toplum iradesine balans ayarı
çekilmemesi için tali yollardan baş olmak istenilmesini, cerrahi müdahaleye
heves edilmesini, topluma tepeden bakılmasını ve darbe istenmesini besleyen büyük
küçük bütün kılcal damarlardaki teşhisler ortaya konulmalıdır. Bunun için de en
az yüz binlerce doktora tezine acil ihtiyaç bulunuyor.
Hem insanımızın doku, maya ve geleneğe uygun olarak yetişmesi, hem de toplum iradesine balans ayarı çekmek istenmesi hakkındaki doktora çalışmaları bir merkezde toplanıp “ölçü” çerçevesince alanında uzman, ehliyet ve liyakat sahibi ekipler tarafından yürürlüğe konulmalıdır. Zira bu tezlerden çıkacak en önemli sonuçlar arasında Anadolu’nun 1071 öncesi döneme çevrilmek istenmesi, Türk-İslâm sentezinin yerle yeksan edilmek istenmesi, Müslüman halkların sadece belirli alanlarda yaşamasına izin verilmek istenmesi ve Tevhid inancının bu topraklarda yeşermemesi için Batı’nın bütün eğitim tohumlarının ekilmek istendiği açıkça görülebilir. Böyle bir tehlikeye karşı ne zaman harekete geçilirse o kadar az zarar olacaktır. Böyle bir teşhisin kökleri kurutulmadan topluma cerrahi müdahale yapmak isteyenler bitmeyecektir.