“VAR” edilen
her şey, hareket hâlindeyken tam dalga olarak ifade edilen “duran dalgalar”
şeklinde olduğunda aşikâr olur, görülür. Görülen her şeyin mâhiyeti hakkında
bilgi talep edildiğinde “her şeye” bir şekilde dokunmak, temas etmek gerekir. Bu
irtibat ve temas, dokunulan nesne hakkında bilgi aktarımının aracısı olur.
Madde ve enerji belirli sınır ve
şartlardaki bilgileri insanın almasına müsaade der. Bu tam anlamıyla nesne,
madde ve enerjinin sınırlarını ve dilini anlamakla mümkündür. Nesnelere temas
edilmesi ve nesnelerin insanın istediği yönde şekillenmesi belli şartlar
altında olur. Bu şartların olmadığı durumlarda asla madde ve nesne ile iletişim
sağlıklı kurulamaz ve doğru bilgi elde edilemez.
Gerek durağan, gerekse hareket hâlindeki
bütün nesneler, cisimler ve maddeler belirli değerlerde özelliklere
sahiptirler. Bu özelliği âdetler şeklinde düşünmek yanlış olmaz. Duyu
organlarının fark ettiği sınırları aştığında âdet olan özellik sürekli olarak
görülebilir. Ancak mâhiyet itibariyle özelliğin fark edilecek şekilde inşâ
edilmiş olması manidardır.
Bu özelliklerin haricî etki ile bilgiye
dönüşüp insanlığın yararına işlenmesi, belirli büyüklük, değer ve nitelikte
olmasıyla mümkün hâle gelir. Aksi durumda belirsiz bir hâl içinde tanımlanamaz
durumda olur ve gizlenir. Diğer bir ifadeyle, aynı anda ve aynı doğrultuda âdet
şeklindeki özelliklerin birden fazlasını gözlemlemek mümkün olmaz. Çünkü aynı
düzlemde birden fazla özelliğin gözlemlenmesi ve bilimsel verilere aktarılması
etki ve temas ile olacağından, hakikî özelliğin değiştirilmesine de neden
olacaktır. Bu değişen özellik değişmeden önce istenen ilk özellik olmayacaktır.
Bu tür olayları sınırsız sayıda misâl ile açıklamak mümkündür. Işık üzerinden
gitmek, kestirme örneklerden birisidir.
Işık, bu noktadan bakıldığında hem
dalga, hem de parçacık/madde özelliği sergileyen çok nadir bir yapıdır. Işık
hareket hâlindeyken dalga, durağan hâldeyken parçacık özelliğindedir. Dalga
özelliğinde görünen ışık için en küçük ve en büyük ölçeklerin neler olduğu
açıktır. Parçacık özelliğinde ise dış dünya ile iletişim sağlanır.
Işık tek renkli olduğunda bir foton
büyüklüğüne sahipken, farklı renklerin birleşiminden oluşan ortalama görünür
ışık büyüklüğüne sahip (foton) olur. Bunların hepsi en incesine kadar bir ölçü
ile ayırt edilir. Bu ayırt ediliş belirli ölçü ve büyüklüktedir. Işığın
parçacık özelliği kullanılarak dış dünya ve madde ile etkileşiminde belirli
değerlerdeki enerji seviyesine erişmesi hâlinde iletişim gerçekleşir ve enerji
değerlerinin katları şeklinde etkileşmeye devam eder.
Işık için geçerli olan durumlar
madde, cisim, nesne, enerji, bitki, hayvan ve insan için de geçerlidir. Farkında
olmadan gerçekleşen bu durumlar insanlığın ihtiyacı hâlinde keşfedilir. İnsanın
parmak izi ne ise yürürken insana eşlik eden dalga da odur. Yani bir kişinin
eklem yerlerine takılan sensörler ile elde edilen veriler grafik üzerine
aktarıldığında, her bir insanın şeklinin farklı olduğu açıkça görülür. Bu
durumu şu şekilde daha detaylı açıklamak mümkündür: Farklı boylardaki
insanların adımları farklı iken, aynı boya sahip ancak kiloları farklı olan
kişilerin adımları da farklıdır. Kilo ve boyları aynı olan kişilerin adımları
arasındaki fark en az olandır. Ruh açısından ortak yönleri olduğundan,
arkadaşlık kurma olayları bu ölçüler üzerinden yürür. Bunun diğer bir nedeni de
çevreden alınan verilere beynin benzer tepkileri vermesidir. Böyle bir durumda
karşımızda maddî bir ayrım ve farkındalık
ortaya çıkmaktadır. Benzer durumlar mânevî ve fizikötesi durumlar için de geçerlidir. Özellikle
spor karşılaşmalarında maddî yön açısından olaya bakıldığında, güreşte aynı kilodaki sporcuların
karşılaştırılmasının nedeni budur. Yani her şey kendi cinsiyle kıyas edilir,
ölçülür.
Mânevî açıdan da benzer durumlar varken, sosyal, siyasal ve toplumsal olaylarda zorunluluk olmadıkça kıyas, ölçü ve referansın alınmadığı gerçeği ile yüzleşiriz. Sosyal ve siyâsî oluşumlarda “güç”, etkin rol oynar. Batı’da böyle olduğu gibi maalesef Doğu toplumlarının büyük kısmına da bu durum sirayet etmiştir. Teşhisin tedaviden önce geldiği böyle durumlarda insanın sosyal, toplumsal ve siyasal olaylardaki doğru teşhisi hayatî öneme sahiptir. Bu teşhisten sonra, insanın doğru düzlemde hareket etmesi için ortaya konulan çözümlerin fiiliyata geçmesi ve bunların sosyal ortamda hukukî çerçevede güven altına alınması gerekir.
Sisin ortadan kaldırılması ve karışıklıktan kurtulmak için birbirini etkileyen olaylar arasında her şeyi yerli yerine koymak gerekir. Diğer bir bakışla, her şeyin yerli yerine konulması ve doğru yerleşmesinin en önemli mihenk taşı, her şeyi doğasına, fıtratına ve önemine uygun bir şekilde oturtmakla mümkündür.
Denge
için fıtrat
Günümüzde
fen, teknoloji, nanoteknoloji ve dijital teknoloji açısından ortaya konulan
bütün istenmedik olayların sır olmaktan çıkıp adlî tıbbın cenderesine düşmesi,
sosyal ve siyasal olayların sadece fen olarak görülmemesi gerektiğini açık
eder. Bu durumda, sosyal, siyasal ve toplumsal olaylarda bireyin metafizik,
ruhî, nefsî ve mânevî gibi çizgilerdeki ölçülerin ortaya konulması gerekir. Günümüz dünyasında hemen her
alanda bir karışıklık, flûluk ve sis var. Böyle bir ortamda sosyal ve ruhî
saldırılara karşı insanın güçlü durması ve toplumsal dokunun genelleşip sosyal
hayata hâkim olması, ancak doğru ölçü ve hiyerarşiyle mümkündür. Aksi durumda
kişi ve toplum, sosyal hayatta yabancıların saldırıları karşısında zayıf
kalacaktır.
Sisin ortadan kaldırılması ve
karışıklıktan kurtulmak için birbirini etkileyen olaylar arasında her şeyi
yerli yerine koymak gerekir. Diğer bir bakışla, her şeyin yerli yerine
konulması ve doğru yerleşmesinin en önemli mihenk taşı, her şeyi doğasına,
fıtratına ve önemine uygun bir şekilde oturtmakla mümkündür.
Bu yapılırken en güvenilir dayanak
benzer olaylar arasında kıyas yapmaktır. Kıyas yapmanın bilimsel adı farkı
ortaya çıkarmaktır. Sosyal ve toplumsal olaylarda farkın ortaya çıkarılması ancak
güvenilir ölçü ile mümkündür.
Batı dünyası, modernizm ve çağdaşlığın
dünyaya pazarladığı sosyal oluşumlar, hakikî mânâda gerçek ölçü ve hiyerarşiye
sahip değildirler. Bu nedenle Batı’nın dünyaya medeniyet sunma potansiyeli bulunmamaktadır.
Değerlerden yoksun bir anlayışın değer üretmesi mümkün değildir. Bu gerçek
ortadayken, Batı özentisi ve Batı ile yarışa girip Batı’yı geçme hedefi,
teknoloji haricinde bir anlam ifade etmez. Böyle bir anlayışa sahip Doğu
toplumlarında da Batı’da olduğu gibi yeni ve doğru dokuya sahip medeniyet inşâsı
mümkün değildir. Olsa olsa düşmanın kayığına binmek olur bu.
Ruhsal düzensizliğin hâkim olduğu Batı
toplumlarındaki kasırga etkisi büyük oranda Doğu toplumlarına da sirayet etmiş
vaziyettedir. Karışıklığın yanındaki ruhî düzensizlik, en azından Doğu
toplumlarınca kolayca çözülebilecek bir durum değildir. Çünkü her ilâç her
hastalığa derman olmaz. En iyimser yönüyle bugünün kıyas, ölçü ve verileri dünya
insanlığı için ciddî eksiklikler barındırmaktadır. Sadece madde odaklı bir
çözüm önerisinin mânâya hitap edemeyeceği mihenkten bakıldığında, her elbisenin
her topluma uymayacağı açıktır.
İnsan maddî bedene sahip olduğu
kadar mânâ, ruh, his, şevk ve heyecana da sahiptir. Bu nedenle modern dünyanın
insana ait olarak görme hastalığı vardır. Görme hastalığı olandan görme ile
ilgili makbul veriler sunması beklenilmez. İşte Batı böyle bir evrede duruyor!
Kör gören gözlere çare olamıyor.
Günümüzde normal olan ile anormal
olan, haklı ile haksız, doğru ile yanlış, siyah ile beyaz aynı kefeye konuluyor.
Birbirine eşit olmayan böyle bir durum bilimsel netice veremez. Çünkü
birbirleri cinsinden değillerdir. Kendi cinsinden olmayanlarla en azından
bilimsel olarak kıyas yapılamaz. Kıyas yapılamayan bir durumsa ölçü olarak
kullanılamaz.
Bir fikrin değerli, kıymetli ve
ölçü olarak kullanılabilmesi, fikrin doğruluğu, evrenselliği ve insan odaklı
uygulamalara haiz olmasına bağlıdır. Bir fikrin etnisite, yerel, sosyal ve
siyasal olarak ifade edilmesi insan odaklı evrenselliğe taban tabana zıt
olduğundan, özgül ağırlığı olmayan bir duruma kayar. Böylece dünyanın
beklentilerini karşılayacak bir fikirde medeniyet inşâ edilemez.
Batı’nın kendi kıyas ve ölçüsü
sadece profan bir duruma dayalı yaşantıları idame eder, tevhidî ortamda bir
etkinliği olmaz. Profan yaşantılar tevhidî peydaların şanına bir katkı sunmaz.
Böyle oluşumlardan olan
“hoşgörü” yanılgısının müminlerin kapısına ne denli dayandığına şahit olduk.
Evrensel anlamda kıyas ve ölçü ortaya konulmuş olsaydı böyle bir acı tecrübe
yaşanmazdı.
Hakikî
mânâda bir tesiri olmasa da profan, modern ve güç odaklı maddî ilerleyişin temsil
edici özelliğin yaygın oluşu niceliğin egemen olduğunu gösterir. Oysa kıyas ve
ölçü ile ortaya konulacak bir anlayış insan merkezli olacağından, niteliğin
ezildiği ve yaygınlaştığı (bu nedenle de) Doğu toplumlarında hayat tarzları Batı’ya
benzemiştir. Toplumun kendisine ait olan değerlerin büyük çoğunluğu ise birer
his, hassasiyet ve duygu aşamasında kalmıştır. Kısaca, “Söz kısmında kalıyor”
dense yanlış olmaz.
Çare ne?
Ortaya çıkan bu tabloya göre modernizm
ve güç odaklı yaşantıların Doğu toplumlarındaki gelenek, değer ve dokuları
ortadan kaldırdığı görülmektedir. Yaşanmayan ve hayatta bir eylem ayağı
bulunmayan, ancak toplumun hassas olduğu değer, his, duygu ve düşünceler sosyal
hayattan silinmeye yüz tutmuştur.
Hikmetin olmadığı ve sadece felsefî
odaklı bakışın da bizim değerlerimizi omuzlayacak gibi görünmemesi, masaya
yatırılması gereken ciddî bir sorunu ortaya çıkarmaktadır. Bunların en başında
hiç şüphesiz sınırları, kuralları ve ölçülerini ortaya koymak gibi acil bir
çözüm gerekiyor. Bu kural, sınır ve ölçülerin özellikle Batı’dan esen kültürel
kasırgaya direnecek yapıda olması şarttır. Bu uğurda nicel ve nitel olarak hem
toplum, hem de devlet kurumları harekete geçmelidir.
Japonya ve Güney Kore gibi bazı
devletler, teknolojik olarak ilerlerken ABD ve Batı’nın kültürel işgalinden
kurtulamamışlardır. Kendi kural, kanun, sınır ve ölçüsünü ortaya koyamayan her
toplumun başında esmeye devam edecek olan bu kasırgadan kurtulmak için toplumun
değer ve ölçülerinin benimsenmiş şekilde resmî yollarla desteklenmesi ve özendirilmesi
şarttır. Aksi takdirde modern yanılgılardan neşet eden ve bizim toplumumuza
taban tabana zıt yeni değerlerin iliklerimize kadar işlemesi kaçınılmaz bir hâl
almıştır. Buna “Dur!” demedikçe, en azından kültürel olarak Batı’nın aparatı
olmaktan kurtulmak zor olacaktır. Modern yanılgıların gerçek gibi kabul görmesi,
hem Batı düşüncesinin düşmanca saldırılarına beşiklik etmesi, hem de toplumun
bakış açısının değişmesine yataklık etmesi bakımından işten bile değildir.
Şu aşamada kültürel kasırganın sadece
bazı aile ve az sayıda fikir erbabınca fark edilmiş olması, tehlikenin olmadığı
veya toplumu değersizleştirmeyeceğini ifade etmez. Gerek günlük hayatta,
gerekse metinler üzerinden giderek saha çalışmasıyla tehlikenin bilimsel olarak
ortaya konulması gerekmektedir. Tehlike ortaya konulurken ne kadar tahribata
neden olacağı ortaya çıkacaktır. Tehlike ihmâl edilerek toplumsal dokunun
korunacağını düşünmekse büyük bir yanılgıdır. Çünkü tehlike bir anda ortaya
çıkmaz. Kademe kademe ilerlerken her alana adım adım sirayet edip kontrol
altına aldığı sosyal, siyasal ve fikir dünyasındaki işgal tehlikesini son
derece korkutucu hâle sokar. Toplum ve sosyal hayatın içerisinde gündelik
olarak çıkılan yolda ekonomik rahatlık, maddî ihtiyaçların giderilmesi ve günübirlik
hayatlar, tehlikenin mızrapları olup büyük hataya düşülmesine sebep olmaktadır.
Sosyal alanlardaki benzer sorunlar siyasal alanları doğrudan etkilediği için siyâsî kişilerin toplumsal niceliğe cevap verme zorunluluğu toplumun en alttan en tepeye kadar tehlike çemberi ile kuşatılmasına neden olmuştur. Gündelik hayatta ayakta duranların siyâsî etkileşimi de ilk sıraya koymaları, bu durumu toplumun niteliklerini kaybettiği noktasına getirmektedir. Birey, aile, mahalle, şehir ve ülkenin modern Batı kasırgasından kurtulmasının tek yolu, toplumun doku, değer ve gelenek kökleriyle ilgili sınır ve ölçülerin ortaya konulup esas alınması şartına bağlıdır. Ölçünün olmadığı yerde doğru sonuçların alınması mümkün değildir.