Medeniyet inşâsında ölçü (24)

Japonya ve Güney Kore gibi bazı devletler, teknolojik olarak ilerlerken ABD ve Batı’nın kültürel işgalinden kurtulamamışlardır. Kendi kural, kanun, sınır ve ölçüsünü ortaya koyamayan her toplumun başında esmeye devam edecek olan bu kasırgadan kurtulmak için toplumun değer ve ölçülerinin benimsenmiş şekilde resmî yollarla desteklenmesi ve özendirilmesi şarttır. Aksi takdirde modern yanılgılardan neşet eden ve bizim toplumumuza taban tabana zıt yeni değerlerin iliklerimize kadar işlemesi kaçınılmaz bir hâl almıştır.

“VAR” edilen her şey, hareket hâlindeyken tam dalga olarak ifade edilen “duran dalgalar” şeklinde olduğunda aşikâr olur, görülür. Görülen her şeyin mâhiyeti hakkında bilgi talep edildiğinde “her şeye” bir şekilde dokunmak, temas etmek gerekir. Bu irtibat ve temas, dokunulan nesne hakkında bilgi aktarımının aracısı olur.

Madde ve enerji belirli sınır ve şartlardaki bilgileri insanın almasına müsaade der. Bu tam anlamıyla nesne, madde ve enerjinin sınırlarını ve dilini anlamakla mümkündür. Nesnelere temas edilmesi ve nesnelerin insanın istediği yönde şekillenmesi belli şartlar altında olur. Bu şartların olmadığı durumlarda asla madde ve nesne ile iletişim sağlıklı kurulamaz ve doğru bilgi elde edilemez.

Gerek durağan, gerekse hareket hâlindeki bütün nesneler, cisimler ve maddeler belirli değerlerde özelliklere sahiptirler. Bu özelliği âdetler şeklinde düşünmek yanlış olmaz. Duyu organlarının fark ettiği sınırları aştığında âdet olan özellik sürekli olarak görülebilir. Ancak mâhiyet itibariyle özelliğin fark edilecek şekilde inşâ edilmiş olması manidardır.

Bu özelliklerin haricî etki ile bilgiye dönüşüp insanlığın yararına işlenmesi, belirli büyüklük, değer ve nitelikte olmasıyla mümkün hâle gelir. Aksi durumda belirsiz bir hâl içinde tanımlanamaz durumda olur ve gizlenir. Diğer bir ifadeyle, aynı anda ve aynı doğrultuda âdet şeklindeki özelliklerin birden fazlasını gözlemlemek mümkün olmaz. Çünkü aynı düzlemde birden fazla özelliğin gözlemlenmesi ve bilimsel verilere aktarılması etki ve temas ile olacağından, hakikî özelliğin değiştirilmesine de neden olacaktır. Bu değişen özellik değişmeden önce istenen ilk özellik olmayacaktır. Bu tür olayları sınırsız sayıda misâl ile açıklamak mümkündür. Işık üzerinden gitmek, kestirme örneklerden birisidir.

Işık, bu noktadan bakıldığında hem dalga, hem de parçacık/madde özelliği sergileyen çok nadir bir yapıdır. Işık hareket hâlindeyken dalga, durağan hâldeyken parçacık özelliğindedir. Dalga özelliğinde görünen ışık için en küçük ve en büyük ölçeklerin neler olduğu açıktır. Parçacık özelliğinde ise dış dünya ile iletişim sağlanır.

Işık tek renkli olduğunda bir foton büyüklüğüne sahipken, farklı renklerin birleşiminden oluşan ortalama görünür ışık büyüklüğüne sahip (foton) olur. Bunların hepsi en incesine kadar bir ölçü ile ayırt edilir. Bu ayırt ediliş belirli ölçü ve büyüklüktedir. Işığın parçacık özelliği kullanılarak dış dünya ve madde ile etkileşiminde belirli değerlerdeki enerji seviyesine erişmesi hâlinde iletişim gerçekleşir ve enerji değerlerinin katları şeklinde etkileşmeye devam eder.

Işık için geçerli olan durumlar madde, cisim, nesne, enerji, bitki, hayvan ve insan için de geçerlidir. Farkında olmadan gerçekleşen bu durumlar insanlığın ihtiyacı hâlinde keşfedilir. İnsanın parmak izi ne ise yürürken insana eşlik eden dalga da odur. Yani bir kişinin eklem yerlerine takılan sensörler ile elde edilen veriler grafik üzerine aktarıldığında, her bir insanın şeklinin farklı olduğu açıkça görülür. Bu durumu şu şekilde daha detaylı açıklamak mümkündür: Farklı boylardaki insanların adımları farklı iken, aynı boya sahip ancak kiloları farklı olan kişilerin adımları da farklıdır. Kilo ve boyları aynı olan kişilerin adımları arasındaki fark en az olandır. Ruh açısından ortak yönleri olduğundan, arkadaşlık kurma olayları bu ölçüler üzerinden yürür. Bunun diğer bir nedeni de çevreden alınan verilere beynin benzer tepkileri vermesidir. Böyle bir durumda karşımızda maddî bir ayrım ve farkındalık ortaya çıkmaktadır. Benzer durumlar mânevî ve fizikötesi durumlar için de geçerlidir. Özellikle spor karşılaşmalarında maddî yön açısından olaya bakıldığında, güreşte aynı kilodaki sporcuların karşılaştırılmasının nedeni budur. Yani her şey kendi cinsiyle kıyas edilir, ölçülür.

Mânevî açıdan da benzer durumlar varken, sosyal, siyasal ve toplumsal olaylarda zorunluluk olmadıkça kıyas, ölçü ve referansın alınmadığı gerçeği ile yüzleşiriz. Sosyal ve siyâsî oluşumlarda “güç”, etkin rol oynar. Batı’da böyle olduğu gibi maalesef Doğu toplumlarının büyük kısmına da bu durum sirayet etmiştir. Teşhisin tedaviden önce geldiği böyle durumlarda insanın sosyal, toplumsal ve siyasal olaylardaki doğru teşhisi hayatî öneme sahiptir. Bu teşhisten sonra, insanın doğru düzlemde hareket etmesi için ortaya konulan çözümlerin fiiliyata geçmesi ve bunların sosyal ortamda hukukî çerçevede güven altına alınması gerekir.

Sisin ortadan kaldırılması ve karışıklıktan kurtulmak için birbirini etkileyen olaylar arasında her şeyi yerli yerine koymak gerekir. Diğer bir bakışla, her şeyin yerli yerine konulması ve doğru yerleşmesinin en önemli mihenk taşı, her şeyi doğasına, fıtratına ve önemine uygun bir şekilde oturtmakla mümkündür.

Denge için fıtrat

Günümüzde fen, teknoloji, nanoteknoloji ve dijital teknoloji açısından ortaya konulan bütün istenmedik olayların sır olmaktan çıkıp adlî tıbbın cenderesine düşmesi, sosyal ve siyasal olayların sadece fen olarak görülmemesi gerektiğini açık eder. Bu durumda, sosyal, siyasal ve toplumsal olaylarda bireyin metafizik, ruhî, nefsî ve mânevî gibi çizgilerdeki ölçülerin ortaya konulması gerekir. Günümüz dünyasında hemen her alanda bir karışıklık, flûluk ve sis var. Böyle bir ortamda sosyal ve ruhî saldırılara karşı insanın güçlü durması ve toplumsal dokunun genelleşip sosyal hayata hâkim olması, ancak doğru ölçü ve hiyerarşiyle mümkündür. Aksi durumda kişi ve toplum, sosyal hayatta yabancıların saldırıları karşısında zayıf kalacaktır.

Sisin ortadan kaldırılması ve karışıklıktan kurtulmak için birbirini etkileyen olaylar arasında her şeyi yerli yerine koymak gerekir. Diğer bir bakışla, her şeyin yerli yerine konulması ve doğru yerleşmesinin en önemli mihenk taşı, her şeyi doğasına, fıtratına ve önemine uygun bir şekilde oturtmakla mümkündür.

Bu yapılırken en güvenilir dayanak benzer olaylar arasında kıyas yapmaktır. Kıyas yapmanın bilimsel adı farkı ortaya çıkarmaktır. Sosyal ve toplumsal olaylarda farkın ortaya çıkarılması ancak güvenilir ölçü ile mümkündür.

Batı dünyası, modernizm ve çağdaşlığın dünyaya pazarladığı sosyal oluşumlar, hakikî mânâda gerçek ölçü ve hiyerarşiye sahip değildirler. Bu nedenle Batı’nın dünyaya medeniyet sunma potansiyeli bulunmamaktadır. Değerlerden yoksun bir anlayışın değer üretmesi mümkün değildir. Bu gerçek ortadayken, Batı özentisi ve Batı ile yarışa girip Batı’yı geçme hedefi, teknoloji haricinde bir anlam ifade etmez. Böyle bir anlayışa sahip Doğu toplumlarında da Batı’da olduğu gibi yeni ve doğru dokuya sahip medeniyet inşâsı mümkün değildir. Olsa olsa düşmanın kayığına binmek olur bu.  

Ruhsal düzensizliğin hâkim olduğu Batı toplumlarındaki kasırga etkisi büyük oranda Doğu toplumlarına da sirayet etmiş vaziyettedir. Karışıklığın yanındaki ruhî düzensizlik, en azından Doğu toplumlarınca kolayca çözülebilecek bir durum değildir. Çünkü her ilâç her hastalığa derman olmaz. En iyimser yönüyle bugünün kıyas, ölçü ve verileri dünya insanlığı için ciddî eksiklikler barındırmaktadır. Sadece madde odaklı bir çözüm önerisinin mânâya hitap edemeyeceği mihenkten bakıldığında, her elbisenin her topluma uymayacağı açıktır.  

İnsan maddî bedene sahip olduğu kadar mânâ, ruh, his, şevk ve heyecana da sahiptir. Bu nedenle modern dünyanın insana ait olarak görme hastalığı vardır. Görme hastalığı olandan görme ile ilgili makbul veriler sunması beklenilmez. İşte Batı böyle bir evrede duruyor! Kör gören gözlere çare olamıyor.

Günümüzde normal olan ile anormal olan, haklı ile haksız, doğru ile yanlış, siyah ile beyaz aynı kefeye konuluyor. Birbirine eşit olmayan böyle bir durum bilimsel netice veremez. Çünkü birbirleri cinsinden değillerdir. Kendi cinsinden olmayanlarla en azından bilimsel olarak kıyas yapılamaz. Kıyas yapılamayan bir durumsa ölçü olarak kullanılamaz.

Bir fikrin değerli, kıymetli ve ölçü olarak kullanılabilmesi, fikrin doğruluğu, evrenselliği ve insan odaklı uygulamalara haiz olmasına bağlıdır. Bir fikrin etnisite, yerel, sosyal ve siyasal olarak ifade edilmesi insan odaklı evrenselliğe taban tabana zıt olduğundan, özgül ağırlığı olmayan bir duruma kayar. Böylece dünyanın beklentilerini karşılayacak bir fikirde medeniyet inşâ edilemez.

Batı’nın kendi kıyas ve ölçüsü sadece profan bir duruma dayalı yaşantıları idame eder, tevhidî ortamda bir etkinliği olmaz. Profan yaşantılar tevhidî peydaların şanına bir katkı sunmaz. Böyle oluşumlardan olan “hoşgörü” yanılgısının müminlerin kapısına ne denli dayandığına şahit olduk. Evrensel anlamda kıyas ve ölçü ortaya konulmuş olsaydı böyle bir acı tecrübe yaşanmazdı.

Hakikî mânâda bir tesiri olmasa da profan, modern ve güç odaklı maddî ilerleyişin temsil edici özelliğin yaygın oluşu niceliğin egemen olduğunu gösterir. Oysa kıyas ve ölçü ile ortaya konulacak bir anlayış insan merkezli olacağından, niteliğin ezildiği ve yaygınlaştığı (bu nedenle de) Doğu toplumlarında hayat tarzları Batı’ya benzemiştir. Toplumun kendisine ait olan değerlerin büyük çoğunluğu ise birer his, hassasiyet ve duygu aşamasında kalmıştır. Kısaca, “Söz kısmında kalıyor” dense yanlış olmaz.


Çare ne?

Ortaya çıkan bu tabloya göre modernizm ve güç odaklı yaşantıların Doğu toplumlarındaki gelenek, değer ve dokuları ortadan kaldırdığı görülmektedir. Yaşanmayan ve hayatta bir eylem ayağı bulunmayan, ancak toplumun hassas olduğu değer, his, duygu ve düşünceler sosyal hayattan silinmeye yüz tutmuştur.  

Hikmetin olmadığı ve sadece felsefî odaklı bakışın da bizim değerlerimizi omuzlayacak gibi görünmemesi, masaya yatırılması gereken ciddî bir sorunu ortaya çıkarmaktadır. Bunların en başında hiç şüphesiz sınırları, kuralları ve ölçülerini ortaya koymak gibi acil bir çözüm gerekiyor. Bu kural, sınır ve ölçülerin özellikle Batı’dan esen kültürel kasırgaya direnecek yapıda olması şarttır. Bu uğurda nicel ve nitel olarak hem toplum, hem de devlet kurumları harekete geçmelidir.  

Japonya ve Güney Kore gibi bazı devletler, teknolojik olarak ilerlerken ABD ve Batı’nın kültürel işgalinden kurtulamamışlardır. Kendi kural, kanun, sınır ve ölçüsünü ortaya koyamayan her toplumun başında esmeye devam edecek olan bu kasırgadan kurtulmak için toplumun değer ve ölçülerinin benimsenmiş şekilde resmî yollarla desteklenmesi ve özendirilmesi şarttır. Aksi takdirde modern yanılgılardan neşet eden ve bizim toplumumuza taban tabana zıt yeni değerlerin iliklerimize kadar işlemesi kaçınılmaz bir hâl almıştır. Buna “Dur!” demedikçe, en azından kültürel olarak Batı’nın aparatı olmaktan kurtulmak zor olacaktır. Modern yanılgıların gerçek gibi kabul görmesi, hem Batı düşüncesinin düşmanca saldırılarına beşiklik etmesi, hem de toplumun bakış açısının değişmesine yataklık etmesi bakımından işten bile değildir.  

Şu aşamada kültürel kasırganın sadece bazı aile ve az sayıda fikir erbabınca fark edilmiş olması, tehlikenin olmadığı veya toplumu değersizleştirmeyeceğini ifade etmez. Gerek günlük hayatta, gerekse metinler üzerinden giderek saha çalışmasıyla tehlikenin bilimsel olarak ortaya konulması gerekmektedir. Tehlike ortaya konulurken ne kadar tahribata neden olacağı ortaya çıkacaktır. Tehlike ihmâl edilerek toplumsal dokunun korunacağını düşünmekse büyük bir yanılgıdır. Çünkü tehlike bir anda ortaya çıkmaz. Kademe kademe ilerlerken her alana adım adım sirayet edip kontrol altına aldığı sosyal, siyasal ve fikir dünyasındaki işgal tehlikesini son derece korkutucu hâle sokar. Toplum ve sosyal hayatın içerisinde gündelik olarak çıkılan yolda ekonomik rahatlık, maddî ihtiyaçların giderilmesi ve günübirlik hayatlar, tehlikenin mızrapları olup büyük hataya düşülmesine sebep olmaktadır.

Sosyal alanlardaki benzer sorunlar siyasal alanları doğrudan etkilediği için siyâsî kişilerin toplumsal niceliğe cevap verme zorunluluğu toplumun en alttan en tepeye kadar tehlike çemberi ile kuşatılmasına neden olmuştur. Gündelik hayatta ayakta duranların siyâsî etkileşimi de ilk sıraya koymaları, bu durumu toplumun niteliklerini kaybettiği noktasına getirmektedir. Birey, aile, mahalle, şehir ve ülkenin modern Batı kasırgasından kurtulmasının tek yolu, toplumun doku, değer ve gelenek kökleriyle ilgili sınır ve ölçülerin ortaya konulup esas alınması şartına bağlıdır. Ölçünün olmadığı yerde doğru sonuçların alınması mümkün değildir.