Medeniyet inşâsında ölçü (22)

Genel nitelikler ilim ile anlaşılırken, ayrıntılar mârifetle bilinir. Bu nedenle şeytan ayrıntıya gizlenir. Şeytanın alt edilmesi, mârifet yolculuğu ile mümkündür. Diğer bir ifâdeyle, cehâleti yenmek ilimle, inkârı yok etmek ise mârifetle mümkündür. Bu dünyada cehâleti alt eden birey, zamanla cehlini de yok eder.

İNSAN için dört hayat türü vardır. Bunlar metafizik/gayb, anne karnı, dünya ve âhiret hayatıdır. Metafizik (gayb) hayatın iki yüzünden bahsedilebilir: Birincisi, hiç gerçekleşmeyecek olan; diğeri ise, şimdilik gerçekleşmiş ancak ileride vuku bulacak olandır. İnsan anne karnına düştüğünde ikinci durum gerçekleşmiş olur.

Ortalama dokuz ay gibi bir süre zarfında anne karnında inşâ şeklinde yaşar insan. Bu sürede fizik beden gelişimi dünya hayatına hazır hâle gelir. Beslenmesini de tamamen özel bir yuvada, tamamen anneye bağlı bir kordon ile gerçekleştirir.

Dünya’ya teşriflerine şâhit olanlar, bebek olarak gelen çocuğun bütün ihtiyaçlarını da koruma altına alırlar. Erişkin birey olana kadar anne şefkatinin koruması altında yaşayan bir çocuk erişkin bir birey olduğunda ise bütün sorumluluklar omuzlarına biner.

En zirve sorumluluk ise kim olunduğu, nereden gelinip nereye gidildiğine dairdir. Kişi iç dünyasında vicdan, kalp, muhakeme, mantık, zekâ ve akıl gibi cihazlarla ciddî bir gayret, çalışma ve azimle bulunan kul olma irâdesine dair ortaya bir tercih koyar.

Ortaya konulan tercihin yokluk, ateizm, inançsızlık, putperestlik veya İlâhî nizama hâkim Bir Yaratıcının varlığına olan bir kabulleniş mi olduğu önemlidir. Vicdan terâzisinde akıl, kalp ve zekâ ile Yaratıcının insanın bütün cihazlarınca kabul ve itaati mühimdir.

Bir çocuğun anne karnı olan ikinci evinden dünya hayatı olan üçüncü evrede teşrif ettiği yer, o çocuğun vatanıdır. Anne babası hangi şehirli olursa olsun, çocuğun vatanı, doğduğu şehirdir. Çünkü kordon bağından ayrıldıktan sonra aldığı ilk nefes, bu dünyanın da ilk verileridir. Dünya hayatına dair bütün veriler hava zerreciklerinden çocuğun bünyesine nüfuz eder. Hayatın direği olan nefes alıp verme, ömrün boncuk taneleridir.

Hava zerrecikleri bilime dair verilerin omurgasını oluşturduğu gibi ilme de beşiklik eder. Vatan olarak idrak edilen yerin dünyanın her yerinde aynı havayı teneffüs etmesinin de tanıtıcı olması nedeniyle beşikten mezara kadar öğrenmenin önemini ortaya koyar.

Öğrendikçe toprak, bitki ve hayvan gibi farklı hayat sahipleri de anlaşılır. Evrende en önemli canlının insan olduğu idrak edilir. Kişi akıl, kalp ve vicdan ile çevreyi dolaştığında, kendisine bir tercihin sunulduğunu da öğrenir.    

İnsan hayat buldukları bu dünyada karşılaştırma, kıyaslama, muhakeme, hesaplama, mantık, zekâ, akıl, kalp ve vicdan gibi özelliklerden faydalanarak öğrenir. Bu öğrenme yolculuğunda insanın kendi emeği, çalışması, gayreti, azmi ve devamlılık üzerine kurulu talepkârlığı öğrenme aşamalarını kat etmeye yardım eder.

Öğrenme dinamik bir yapıdır. Çünkü bu yapının muhatabı olan insan, dinamik cihazlarla donatılmıştır. Burada “dinamik” kelimesinin anlamına dikkatle bakmak gerekir. Zamana bağlı olarak gelişen sistemler, dinamik yapılardır. İnsanoğlu hem bedenen, hem de zihnen dinamik özellikte olduğu için yeniliklerle bütünleşme eğilimindedir. Bu özelliğinden dolayı da hayatın son evresi olan âhiret için hazırlık çalışmaları aklın en temel motor gücüdür.

Öğrenilen her bir bilgi/malûmat, hayata dair birer ayrıntı ve önemli bir detaydır. Bu detaylar bir araya gelerek kocaman bir hakikat bahçesini oluşturur. Hava zerresi bu ayrıntının en temel tuğlasıdır. Zira maddelerin evrende bulunuşu statik/sükûn ya da dinamik hâlde olur. Durağan bir hava zerresi, rüzgâr ile ivmelenerek dinamik sistemlere tablacılık eder.     

Öğrenmenin en zirve ve önemli noktası, cehâletin giderilmesi aşamasıdır. Bu noktada “cehâlet” kelimesinin anlam ve kapsam alanına odaklanmak gerekir. Çünkü bu durum, erişkin bireyin karar vermesi ve tercihi noktasında aşılması gereken bir engel olarak görülür.      

Cehâlet, kelime olarak “kibir, serkeşlik, bozgunculuk ve bilgisizlik” anlamlarına gelir. Bu yelpazeden bakıldığında, cehâletin birey için ne derece tehlikeli ve noksan bir durum olduğu açıkça görülür. Bunun da en önemli mihenk noktası, kişinin kendisini aşamamış olması olarak gösterilebilir.

Cehâlete râzı olmak asla makbul bir durum olarak görülemez. Geleneksel kültürümüzde de bu böyledir. Zira beşikten mezara kadar ilim öğrenmek ya da ilmin Çin’de de olsa alınması büyük bir tercihtir. Çünkü cehâletin bilinçli olarak kabullenilişi, insanın bilgi edinme imkânını kullanmama anlamı taşır. Bu bilgi edinmenin kullanılmaması, insanı bir sonraki aşamaya taşımaz. Sorumlu olduğu alandan bilerek kaçan bireyin de yükümlülüğü yine kendisine ait olarak kalır.

İnsan, diğer varlıklardan farklılık gösterir. Bitki ve hayvanlardan çok fazla donanıma sahip olması, ne amaç için kodlandığının da bir göstergesidir. Doğuştan gelen veya deneme yanılma yoluyla öğrenen hayvanlara karşın insanoğlu, akıl, zekâ, mantık, muhakeme, kalp ve vicdan ile dinamik bir öğrenme yapısına sahiptir. Bu donanımlı yapının da bir sorumluluğu vardır. Bu donanımları kullanma ölçü ve derecesine göre, tercihte bulunduğu bir sonraki hayatta yerini alacaktır.  

Bu derece kusur ve tehlike içeren cehâletin kılcal damarlarının gezilip temizlenmesi gerekir. Bu nedenle insanın kendisi ve dışı olmak üzere iki ayrı dünyadan bakmak gerekiyor.

Bir yetişkin bireyin söz, eylem, davranış ya da inanç konularındaki bilgisizliği “cehl” kelimesiyle ifâde edilir. Kişinin kendi dışında kalan durumlara ilişkin bilgisizliği ise “cehâlet” olarak adlandırılır. Cehl ve cehâlet iç içe geçmiş gibi görünen bir yapıda olsa da iki durum arasındaki sınırların berraklaştırılması önemlidir. Cehl, yetişkin bireyin ayırıcı özelliği; cehalet ise eşya, varlıklar ve olayların vasfı olarak görülebilir. Bu durumu bir örnekle basite indirgeyerek açıklamak isabetli olacaktır: Bir kişinin su içtiğinde orucunun bozulacağını bilmemesi “cehl”; bir otomobil satışında alıcının otomobilin özelliklerini bilmemesi ise “cehâlet” kelimesiyle ifâde edilir.

Bireyin cehl oluşunun mazur ve mazeret olarak görülebilme durumları hukukî açıdan sakıncalar oluşturabileceği gibi, cehâlet açısından benzer bir durum, kişinin âhiret hayatında sakıncalar ortaya çıkarabilir. Bu nedenle hem cehl, hem de cehâlet ile mücadele kaçınılmaz olmaktadır.


İlim, ilim bilmek midir?

Bilen/kişi ile bilinen/nesne arasındaki ilişki, “bilgi” olarak ifâde edilir. Bu bilgi bir birey tarafından sahip olunduğu (bilindiği) için malûmattır. Bilim ise, sözlük anlamında bir olayın veya evrenin bir bölümünü konu olarak seçip deney, gözlem ve diğer yöntemlerle sonuç çıkarma işidir. 

Bir şeyi gerçek yönleriyle kavrayıp hakikatle örtüşen kesin inanç olarak işlev gören kavram ise ilimdir. Genel olarak bilim ile ilim benzer durumları ifâde etse de zamanla dinî bilgiler için ilim, fen bilgileri için bilim kullanılmıştır. Bu durum tarif açısından ortaya konulsa da netîcede tam kabul edilesi bir durum değildir.    

Zira yetişkin bireyin son hayat yolculuğuna geçişi için ondan önceki dünya hayatında Yaratıcının üç şekilde tanınma yolu vardır. Bunlardan birisi de evrenin okunmasıdır. Bu okuma işi, bilim olarak çıkılan yolculukta ilimle istenilen inanç sistemine (İslâm) ulaşılması aşamalarıdır. Modern zamanlarda ilim ile bilimin ayrı dünyaların kavramları olarak gösterilmesi akıllıca bir iş olmadığı gibi, kasıtlı da bir ısrardan ibârettir.  

Kuantum fiziğini ilk keşfeden Max Planck, bilimsel yolculuğun en sonunda bir mabetle karşılaşıldığını ve kapısında da “İman et!” ifâdesinin bulunduğunu belirtir. Bilim ile çıkılan yolda hakikatle ulaşılan netîcenin ilim cephesinden hareketle yetişkin bir bireyin tercihini Bir Yaratıcıdan yana kullanıp kullanmayacağı mühimdir. 

İlim ile eş anlama gelen diğer bir kelime ise “mârifet”tir. Mârifet/irfan, her şeyin ilim ile bağlantısını kurar. Diplere indikçe mârifetin aklın gözü olduğu görülür. Anne karnından dünyaya teşrif eden çocuğun nefes alıp verirken oluşan hava kabarcıkları evrende bir iz bırakır.

Genel nitelikler ilim ile anlaşılırken, ayrıntılar mârifetle bilinir. Bu nedenle şeytan ayrıntıya gizlenir. Şeytanın alt edilmesi, mârifet yolculuğu ile mümkündür. Diğer bir ifâdeyle, cehâleti yenmek ilimle, inkârı yok etmek ise mârifetle mümkündür. Bu dünyada cehâleti alt eden birey, zamanla cehlini de yok eder.

Ayrıntıdaki yanlışların ortadan kaldırılması, insanın diğer canlılardan farklı olan akıl, zekâ, kalp, kıyas, muhakeme, mantık ve vicdan gibi özellikleri ile mümkündür. Bu yolculukta insanın yardımcısı olan ilim ve hikmetin Allah’ın (cc) Sıfatları arasında yer aldığı hatırda tutulmalıdır.     

Bu şekilde, mârifetle İlâhî Nizamın Sahibini kabulleniş ve idrak ediş bir ruh kazandırır. Aslında bu ruh, baştan itibâren öze dönüşte kendisine eşlik eden erişkin bireyin aşikâr olan sırrın da keşfidir. Diğer bir ifâdeyle, “Bu mânâdaki ilim, aslında ruh olarak işlev görmüş” dense yanlış olmaz.

Her şeyin ilim/bilim vasıtasıyla bağlantısını kuran mârifet, isim, sıfat ve fiiller ile Allah’ı (cc) tanıtıcı olur. Bu nedenle Türkiye’de açık ve net olarak, gerek fen, gerekse sosyal bilimlerde en azından seçmeli ders olarak “Bilimin/İlmin Mârifetullah Boyutları” isimli bir ders okutulmalıdır.

Anne karnında su ile muhafaza edilen bebek, dünyaya geldiğinde nefes alıp verdiği hava ve görmeye başladığında ışık ile yolculuğa başlar. Ruh anlamında kullanılabilecek olan ilim; su, hava, dalga ve ışık gibi bilimsel verilerle eşya, toprak, bitki, hayvan ve insan gibi ne varsa mârifetin kuşatılması altında olduğunu gösterir. Bu şekildeki bir bilim/ilim, ancak aklın gözü olabilir.

Bir yağmur damlası, bir hava kabarcığı, kanda akan bir alyuvar, havada uçan bir uçak, elektronik devrelerde dolaşan akım ve binlerce bilimsel olay veya aynı matematiksel ifâdenin farklı türlerinin olması, bilime bir bakışın olması gerektiğini ortaya koyuyor. Batı’nın teknolojik gelişmeler için evirdiği bilimin doğrudan çeviri şeklinde okutulması, medeniyet inşâsında bir fikir vermeyecektir. Diğer bir ifâdeyle, Batı’nın niceliksel elemanları olmaktan öteye geçmeyecektir.

Mârifetin devamlılığının esas olduğu, yolculuğun donanımından açıkça fark edilebilir. Bu kadar donanımla süreklilik sağlanması için mârifetin donanımla bir bağı olması gerekir. İşini ve mesleğini seven bir kişi, çalışmalarında sıkılmaz. Mârifet üzere yol alan kişinin de yolculuğunun devamlılığı, donanım ile muhabbet edilmeye bağlıdır.

Düşünmek, bilim yapmak, üretmek ve ilimle mârifet yolculuğuna çıkmak zor iştir. Bunu yapan insan sayısı da o ölçüde azdır. Bir işte devamlılık esas olduğu gibi, zahmeti bol olan mârifet yolculuğunun da itici gücü muhabbettir.

Bilimsel çalışmalar yapanlar bilirler; zahmetle üretilen her bilimsel makale, yayınlandığında farklı bir lezzet verir insana. Ne kadar çalışma yaparsanız yapın, en son çalışmanın yayınlanmasını beklemek, ilk çalışmanın yayınlanmasını beklemek gibidir. Burada insanı tetikleyen ve bunca bilimsel çalışmaya katlanmaya, emek vermeye iten neden, muhabbet içindeki lezzettir.

İnsanlar farklı kişiler ya da mesleklerle iştigal edebilirler. Bunların nedenlerinden biri lezzet ise, diğerleri menfaat, olgunluk veya hayr olabilir. İşinden ve çalışmasından lezzet alan kişinin kalbi ve aklı mesut olur. Şevk ve gayrete gelen birey ise ruhunu besleyerek aklına kuvvet ve kalbine gıda depolamış olur. Bu tür bir muhabbetin söze dökülmesi, muhabbetin kişiden uzaklaşmasına neden olur. Gerçek öğrenme eylem ve fiil ile olduğundan, yapılan bir mârifet yolculuğunun sözle insanlara duyurulması, iyiliğin, işin ve ilmin de azalmasına neden olacaktır.

Diğer varlıklardan neden farklı olduğunu yukarıda ifâde ettiğimiz insanoğlu, işini en güzel şekilde yapmalı, bilimini üretmeli ve mârifet yolculuğunda devamlılığı esas kılmalıdır. Üstünlük taslama ya da başka bir amaç için mârifet yolculuğu yapmak makbul yol değildir.

Yapılan işte toprak gibi mütevazı, deniz gibi cömert ve güneş gibi şeffaf olduktan sonra, insanların takdirini kazanmak çok da önemli değildir. İmkânsız gibi görünen nice olaylar böyle bir hengâmede açık olur. Böyle kişiler gerçek anlamda hür/özgür olurlar ve kalpleri sırlar mezarlığına dönüşür. Anlamanın zirvesi bu şekilde idrak edilir. Bu şekilde hayatı anlayan ve hayata bakan kişi uzağı yakın eder; aksi durumda yakını uzak kılmaya mahkûmdur.

Bilimin/ilmin Mârifetullah boyutları olmadan ve sadece Batı endeksli pozitif akıl ile beslenen nesil, mâkâm, para ve güce dayalı çıkarlardan öteye geçemeyecek duruma düşer. Bu düşüş büyük bir yangına dönüşmeden, fikrî iktidar olma yolunda ilmin mârifet ölçüleri idrak edilmelidir.