Medeniyet inşâsında ölçü (19)

Bilimsel ifadeler, yönlü olup olmadıklarına göre vektör veya skaler olarak isimlendirilirler ve böyle işlem görürler. İçi durağan su dolu bir kaptaki cismin askıda kalması vektörel ifadeden hareketle, borudan düzgün akan bir su ise skaler ifadeyle açıklanır. Ancak elde edilen sonuç aynıdır. Bu da şu anlama gelir: Olayın mahiyeti değişmezken insanların olayları anlama biçimleri (idrak) değişebilir.

ULUSLARARASI Ağırlıklar ve Ölçüler Bürosu’nda iki yılda bir toplantı yapılır. Bilim ve teknolojideki son gelişmeler ışığındaki hassasiyete göre uzunluk, kütle, ışık hızı ve zaman gözden geçirilerek ortak bir değer belirlenir.

Fransa’nın başkenti Paris yakınlarındaki Saint-Cloud bölgesinde bulunan Pavillon de Breteuil binasında bulunan Uluslararası Ağırlıklar ve Ölçüler Bürosu’ndaki birimlerin çoğunluğu dış duyularla anlaşılan ölçülere aittir. İç duyulara ait böyle bir çalışma pek fazla olmadığı gibi, iç duyuların ne kadarını Batı’nın kabul ettiği de şüphelidir.

Dokunma, tatma, koklama, işitme ve görme gibi dış duyular genel kabul olduğu için uzmanlık alanları içerisine girmiştir. Bunları ölçen çok sayıda teknolojik cihaz gelişmiştir. Görme sınırları zorlanarak gece görüş dürbünleri ve elektronik mikroskoplar gibi çok sayıda teknolojik cihaz günümüzde mevcuttur.

Akıl, kalp, ruh, vicdan ve lâtife gibi iç duyulara ait cihazlar yapmak belki mümkün bile değil. Ancak bunların kullanımına yönelik verileri elde etmek, sistematikleştirmek pekâlâ mümkündür. Sosyal açıdan bu alanlarla ilgili çok sayıda çalışma yapılsa da elde edilen verilerin bir ölçü birimi şeklinde kullanımına ait çalışmalar hakkında “Yok” denilebilir.

Modern Batı’dan, iç duyularla alâkası pek olmadığından, bunlara dair veriler sunması beklenilmez. Doğu’nun bu uğurda yeteri kadar potansiyeli olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak bunun da tedavülde olduğunu söylemek neredeyse imkânsızdır. Açıkçası aklı, kalbi ve vicdanı doğru kullanmayı ne derece biliyoruz?  

Bunlara ek olarak, benlik/ego/ene, idrak, hırs, arzu, şöhret, kin, öfke, nefret, tutku, cimrilik, aşk, sevda, şehvet, câh, riyaset, humûl, ihtiras, adalet, hoşgörü, fazilet ve zulüm gibi his ve duyular ne derece insanlık adına doğru kullanıma sahip? Ya da bunların doğru kullanımına dair ölçüler var da kullanım kılavuzu mu yok? En azından ego/benlik/ene ne derece doğru bir ölçü birimi olarak kullanılıyor?

Bu uğurda yol almak için en azından dış duyularla algılanabilen ve bazı bilimsel verilerle doğru ölçü olarak kullanımı neticesinde ortaya çıkarılan günlük olaylardan örneklerle dış/iç duyuların ve diğer his/duyuların ölçü olarak kullanımına olan ihtiyaca kapı aralamaya gayret gerekiyor.   

İçi su ile dolu bir kaba konulan cisim askıda kaldığında, bu durum durgun sıvıdaki basınçtan hareketle kolayca anlaşılır. Yani cisim suda askıda kalıyorsa, cismi yukarı kaldıran kuvvetler ile aşağı iten kuvvetler eşit demektir.

Borudan sabit hızla akan su ile içi su dolu bir kapta askıda kalan cisim aynı kapıya çıkar. Kap içinde duran su ilk bakışta akla daha uygun dururken, borudan sabit hızla akan bir suyun durumu biraz uzak durur. Buradaki ölçü; suyun borudan akış hızında bir değişimin olmaması, fark ortaya çıkmamasıdır. Ancak bunu ilk bakışta kabul etmek çok olası değildir. 

Aynı boyda beyaz, siyah ve gri renkte üç farklı kart yan yana konulursa hemen fark edilir. Bu kartların üçü de aynı renkte olursa ayırt edilemez. Çünkü fark ortadan kalkmıştır. Aynı renkteki kartların ayırt edilememesi ile borudan sabit hızla akan suyun ortak yönü, “fark” olmamasıdır. Ancak farkların ölçenleri aynı olmadığından, aynı renklerin fark edilememesi kabul bulurken, suyun borudan sabit hızla akması zor kabul edilmektedir. Kimi zaman kabul dahi edilmez.

Göz, aynı renkteki kartları ayırt edemezken, borudan sabit hızla çıkan suyu fark eder. Bu fark ediliş, borunun çıkış ucuna göre bir kıyastan kaynaklanmaktadır. Borunun iki ucu görünmezse, içeriden sabit hızla su aktığını insan gözü fark edemez.

İdrakin tansiyonunu ölçebilir miyiz?

Normal şartlar altında, aort atardamarda akan kan yaklaşık yirmi yedi santimetre yol alırken, kılcal damarlarda otuz üç santimetre yol alır. Bu mesafe farklılığı kanın damarlarda akış hızıyla ilgilidir. Diğer bir ifadeyle, kanın her bir damarda debisi (kesitten geçen sıvı miktarı) farklıdır ve basıncı da değişir. Tansiyon bu farklardan dolayı ölçülür. Dolayısıyla kapalı bir sistemde değişim/fark ölçümü farklı bir yol ile (göz ile değil) yapılır. Buna göre, “Dokunma duyusu ve bunun teknolojik karşılığı olan cihaz ile (tansiyon aleti) ile yapılıyor” demektir. Yani farklı bir duyu organı ve cihaz kullanılıyor. Diğer bir ifadeyle, ölçme cihazı değişiyor.

Zürafanın kalbi ile kafası arasında yaklaşık iki buçuk metre mesafe vardır. Zürafanın vücudu ile başına giden kanın düzenli bir basınç ile iletilmesi için atardamar ile başa giden damar kalınlığı değişmez.

Bilimsel ifadeler, yönlü olup olmadıklarına göre vektör veya skaler olarak isimlendirilirler ve böyle işlem görürler. İçi durağan su dolu bir kaptaki cismin askıda kalması vektörel ifadeden hareketle, borudan düzgün akan bir su ise skaler ifadeyle açıklanır. Ancak elde edilen sonuç aynıdır. Bu da şu anlama gelir: Olayın mahiyeti değişmezken insanların olayları anlama biçimleri (idrak) değişebilir.


İçi durgun su dolu bir kap içerisinde askıda kalan bir cisim ile borudan düzgün akan bir su, bilimsel olarak da aynı kanunla açıklanır. Benzer bir durum, çok sayıda olayda da geçerlidir. Her iki örnek de “eylemsizlik” yasası sınırlarındadır. Demek ki görme, dokunma, tat alma, işitme ve koku alma gibi dış duyular (keyfiyyat-ı mahsûse) ölçme cihazlarıdır. Benzer şekilde akıl, kalp, ruh, vicdan ve lâtife gibi iç duyuların (keyfiyyat-ı nefsaniyye) da ölçme cihazı olarak doğru kullanımı gereklidir. Bunun için yapılması gereken, bunların farkındalığını ortaya çıkarmak, anlamak ve bilinç düzeyini yükseltmektir.

Maddenin boyutu küçüldükçe farklı bir âleme geçilir. Maddenin bir molündeki atom miktarı olarak ifade edilen Avagadro sayısından daha küçük değerlere inildikçe klasik dünyadan kuantum dünyaya geçilir. Miktar bazından hareketle farklı bir bilim dünyasına geçilmesi, madde, enerji ve sosyal etkileri açısından yeni pencereler açtığı için önemlidir.

“Madde miktarı azalınca büyük (makro) görüntülerden küçük (mikro) dünyalara geçiş olur” demek de doğrudur. Burada “mikro” kelimesi, uzunluk ölçü biriminden ziyade klasik boyutlardan kuantum boyutlara geçişte karşılaşılan küçüklüğü açıklamak açısından daha anlamlıdır.

Küçük dünyalara inildiğinde, maddenin bilinen ve alışık olunan özellikleri değişir. Altının sarı rengi, altın parçacıklarının yaklaşık bir nanometre civarındaki görünümüdür. Parçacık boyutu yirmi ve yüz nanometre civarlarına çekilirse, sırasıyla altın kırmızı ve mor görünmeye başlar. Altın kırmızı görünmeye başladığında kimyasal özellikleri de aktif hâle gelir.

Yirmi nanometre civarındaki altın kırmızı renkte görünürken, aynı boyuttaki gümüş ise sarı renkte görünür. Bakır normal şartlarda kırmızımsı renkteyken, nano ölçeklere inildikçe şeffaf hâle bürünür. “Küçük dünyalarda madde, yükünden kurtulup farklı özelliklerin sergilenmesine beşiklik ediyor” dense hata olmaz.

Maddenin küçük ölçeklere inildikçe yeni etkin özellikleri arasında termal (ısısal), yapışkanlık, ışığı soğurma ve saçma gibi özellikler sayılabilir. Bu yeni davranışlar arasında ilginç olanlardan birisi, termal (ısısal) olandır. Miktar ve boyuta bağlı değişikliğin dimağda canlandırılması daha kolay olurken, termal (ısısal) özelliğin kavranması daha karmaşıktır. Boyut ve termal kavramlarının farklı olması algılama zorluğu oluşturmaz. Sadece alışıldık ve tanıdık olunan daha yakın gelir, o kadar. Yani boyut küçüldükçe insan müdahalesinin zorluğu ve aktivasyon durumu daha aşina olunmakla ilgilidir.

Mikrodaki sıcaklığı hissetmek

Her rengin/ışığın bir uzunluğu (dalga boyu) vardır. Sıcaklık arttıkça en fazla enerjiyi en küçük boyutlu dalgaya sahip renk yayar. Çünkü küçük dalga uzunluğuna sahip renk, yüksek enerjiye sahiptir ve fazla enerjisinin bir kısmını dışarı aktarma meyli vardır. Bu durum coğrafî bölgelerde yaşayan insanlara göre de farklı tesirler gösterir. Sıcak bölgenin insanları daha sıcakken, soğuk bölgenin insanları daha ketumdur.

Hareket eden her cisim bir hareket enerjisine sahip olur. Bu enerjinin bir de termal (ısısal) karşılığı vardır. Bu cismin sahip olduğu surat ile ısı değerinin birbirine göre bir karşılığı bulunur. Buradan, hareketli bir cismin kendisini tekrarlayan periyodik durumuna karşılık bir de ısısal dalga (enerji) karşılığına ulaşılır. Bunları belirli değerlerde ölçmek ve anlamlandırmak, artık bilimin sıradan işleridir.   

Ancak bu durum makro ve mikro ölçeğin neresinde ve nasıl olduğunun da bir geçiş güzergâhıdır ki bu da gözlerden kaçıyor. Maddeler, ısınınca genişleme eğilimine girerler. Ya da fazla enerjiyle yüklenen canlılar bu enerjilerin fazlalığını atma durumuna rücû ederler.

Sistemi oluşturan maddeler arasındaki uzaklık ile ısı arasında bir bağ kurulur. Maddeler arasındaki uzaklık ısınan maddenin veya canlının hareketinden büyükse, sistem makro ölçekteki bilimsel gözle incelenebilir. Ancak maddeler arasındaki mesafe, ısınan maddenin veya canlının hareketinden küçükse, diğer bir ifadeyle ısınan cismin hareketi maddeler arası uzaklıktan büyükse, sistem mikro ölçekte değerlendirilir. Çünkü belli ısı değerindeki cisimler, hareket sahası genişledikçe ortamı etkileri altına alırlar.

İlk bakışta, yukarıdaki ifadenin tersi daha akla yatkın durur. Ancak burada aklın mı, yoksa omuriliğin mi çalıştığına doğru karar vermek gerekir. Maddeler arasındaki mesafe azaldıkça, ısının düşmesi gibi bir yanılgıdan veya maddeler arasındaki uzaklık arttıkça eşya daha bireysel davranışa giriyor gibi bir yanılgıdan ibarettir. Bu yanılmanın nedeni, ölçümün uzunluk ölçüsünü ısı ölçüsü olarak kullanma gibi farklı bir kullanım sonucudur. Oysa maddeler ısındıkça ısının yayılma alanı genişler ve mikro/kuantum sınırına geçilir. 

Toplumsal olaylar makro ölçekte incelendiğinden, başı ve sonu kestirilebilir. Ancak bireyin ferdî davranışları belirsizlik abidesidir. Hâlden hâle giren kalbi, insanı bir kasırga gibi savurur. 

Toplumsal anlamda mikrodaki cevheri keşfetmek

Aslında mikro ve makro ölçek geçişi gizli özelliklerin belirginleşmeye başladığı bilimsel değerler sınırının adıdır. Cisimlerde var olan özelliği belli şartlar sağlandığında ortaya çıkıyor olarak görmek daha doğrudur. Bu çıkışın değerleri kendi birimlerindeki makro ve mikro arasındaki sınırları oluşturur. Bu sınırlar maddeye ve cisimlere göre de farklılık gösterir. Demek ki, insanlarda ne cevherler var da onları ortaya çıkaracak ortam lâzım. Bu ortamı oluşturacak olanlar da aile, çevre, mahalle ve devlettir.

İnsanların merak ettiği en önemli noktalardan biri, hiç şüphesiz çevrede olup bitenlerin nihaî yerleri ve bunların arkasındaki hakikatlerdir. Nihaî noktalara dair fikrî seyahati uzunluk, zaman ve kütle gibi bariz örneklerden birisiyle açıklamak daha uygun olandır.  

Günümüzde maddenin bütün özelliğini taşıyıp da bilinen en küçük yapı, atomdur. Atom; proton, nötron ve elektrondan oluşur. Proton ve nötron kuarklardan oluşurken, elektron ise bir tür leptondur. Kuarklar da “gluon” adı verilen parçacıklar sayesinde bir arada tutulur. “Küçük dünyalara daldıkça derinlik artıyor” dense yeridir.

En küçük atom olan hidrojenin çapı, yaklaşık olarak “metrenin yüz milyarda biri” kadardır. Protonun çapı ise yaklaşık olarak “atomun çapından on bin defa daha küçüktür”. Atomun içindeki boşluksa akıllara takıladursun! Bilimsel açıdan bu değerlerden küçük uzunluklara bakmak gerekir. Zira zaten bu değerler mikro ölçekte olup üzerindeki çalışmalar son asrın ürünüdür.

Yüksek enerjili bir ışık elektrona çarparsa, ışık da elektronda bilardo topu gibi saçılır. Saçılan ışığın dalga boyunun hidrojen atomunun çapından yirmi kat daha küçük olduğu görülür. Proton çapının yüz milyar kere milyarda bir büyüklüğü, bilimsel olarak işlem yapılan uzunluklar arasındadır. Bu uzunluk atomun büyüklüğü ile kıyaslandığında, atomdan on milyon kere milyar kere milyarda bir değerine karşılık gelir. Telâffuzu bile zor olan bu uzunluğun matematiksel gösterimi, ortaokul seviyesindeki üstel sayılar konusunda rahatlıkla yapılan işlemler arasındadır. Ancak anlamlandırmada az çalışma bulunmaktadır. Bunların çoğu Batı kaynaklıdır. Bu değerlerin en azından ülkenin maya ve dokusuna uygun olarak kıyaslanıp yorumlanması, büyük erozyonu engellemeye faydalı olacaktır.

Bu mesafenin bir adı vardır: Planck uzunluğu… Bu uzunluk vakumda (havasız ortam) ışık hızı ile Planck zamanının çarpımına eşittir. Bu uzunluk mevcut uzunluklar ile kıyaslandığında, en küçük olan mesafedir. Bu uzunluğu ölçecek hiçbir araç yoktur. Ayrıca Planck uzunluğundan daha kısa yerler arasındaki farklı ölçümler yapıp elle tutulur bilimsel veriler elde etmek, en azından şimdilik imkânsızdır.

Bilim insanları o kadar çok formül arasında boğulmuş olmalı ki “her şeyin kuramı”nı ararken Planck uzunluğu/mesafesi birimini kullanmaktadırlar. Hazreti Ali (ra)’ye atfedilen “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı” sözünü haklı çıkarırcasına, “her şeyin kuramı” için bilinen en küçük uzunluk olan Planck mesafesi, en küçük uzunluk birimi olarak imdada yetişmektedir. Ötesi yok!

En azından uzunluk birimi için Planck mesafesi, varılan son kapı oluyor. “İlerisi imkânsız” tabelâsı bizi karşılıyor. Ancak kıyas yapmanın önünde ise hiçbir engel bulunmuyor.

Uzunluk için verilen bu örneği zaman, kütle, ağırlık ve hacim gibi dış duyu ile algılanabilen cisimlere uygulamak mümkün. İç duyulardan ise aklı kullanmanın, kalbi çalıştırmanın, ruha bakmanın, vicdanla tartmanın ve lâtifelerle beslemenin ölçülerini de ortaya koymak gerekmiyor mu?

Benlik (ego, ene), insana verilen en değerli emanet; ölçme aleti olarak kullanım kılavuzu ise bulunmamakta. Bu uğurda ne bir bilimsel çalışma, ne de bir değerler manzumesi akla gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, benliğin (ego/ene) ölçme birimi olarak nasıl kullanılacağına dair somut veriler sunulamamıştır.

Sosyal olayları “bireyin davranışları ve toplumun tepkileri” olarak iki ana kategoride incelemek gerekir. Toplumsal olaylar makro ölçekte incelendiğinden, başı ve sonu kestirilebilir. Ancak bireyin ferdî davranışları belirsizlik abidesidir. Hâlden hâle giren kalbi, insanı bir kasırga gibi savurur. Bireye ait olan benlik, akıl, kalp, vicdan, ruh ve lâtife gibi değerlerin ölçü birimi olarak kullanım kılavuzunu Batı ortaya koyamaz. Bunu yapacak olan Doğu ise vicdan ile cüzdan arasında sıkışmış durumdadır. Bu sıkışıklıktan kurtulmanın yegâne çaresi, modern dünyaya başkaldırıp kendi maya ve dokularımızla medeniyet inşâ edebileceğimiz ölçüleri ortaya koymaktır.

Yukarıda ölçüler ile maddî evrenin uzunluk sınırları örnek olarak verildi. Diğer kavramları da böyle yapmak mümkündür. Yalnız mânâ, manevî yön ve diğer çok kıymetli donanımların ölçü birimi olarak kullanımına dair sistematik çalışmalar yapmak gerekiyor.

Asrın bilimsel getirilerine yüz çevirerek manevî ölçü birimleri oluşturulamaz. Asrın getirileri olumlu ya da olumsuz örnekler oluşturacağından, kıyas olarak ele alınıp yola devam edilir. Batı’nın ahlâksızlığına karşın Anadolu irfanının ahlâkı arasındaki fark bile bu uğurda yol almaya katkı sunacaktır.

Böyle bir “insan ölçü birimleri fihristi”nin inşâ yeri ancak Doğu olabilir. Doğu içerisinde Türkiye, Mısır, Fas ve Cezayir gibi adımlar ile yürümeye başlandığında Asya da yürüyüşe dâhil olacaktır. Bu yürüyüşe lisansüstü tezlerle başlanmalıdır.

Yürüyüşe başlanılacak ülkeler, sahip oldukları tozlanmış ve lekelenmiş değerli donanımlardır. Bu değerlerin asrın idrakine uyarlanması gerekir. Bu tozları temizlemek ve tozları silkeleyerek mânâ, gayb ve metafizik âlemin değerlerini aşikâr edecek hakikatlere ölçü birimleriyle saykal vurmak gerekiyor.