Medeniyet inşâsında ölçü (14)

Arapça “ebedî” kelimesi, “elif”, “bâ” ve “dal” (daal) harflerinden oluşmuştur. “Ebedî” kelimesinin Arapçasında geçen “dal” harfi, dilin yukarı doğru kıvrılarak dil ucunun alt tarafının üst ön dişlerin diş etlerine teması sûretiyle çıkarılır. Dolayısıyla “dilin altında yatan bütün işlerin âhirette ortaya dökülmesi” demektir. Diğer bir ifadeyle, insanın hakikî kimliğini en çok “dil” aşikâr eder. Bu nedenle her şeyin “sır” olmaktan çıktığı “ebedî” bir sürenin olduğu yerde “İnsan, dilinin altında gizlidir” kelâmı bu mânâya işaret eder.

KAPALI dudağın açılışı sırasında nefes verirken patlayarak çıkan ses, Arapçadaki “bâ” harfidir. “Bâ”, “elif” harfinin çanak şeklini alarak öz’den damlayan noktayla birlikte oluşur. Nokta, Arap alfabesinde nefesin ceset giymiş ilk hâli olduğu gibi, bütün fizik evrenin de bilimsel özüne (cevher) işaret eder.  

“Elif” Arap alfabesinin ilk harf iken, “bâ” ise bütün alfabelerin ikinci harfi olmasıyla cây-ı dikkattir. Fizik evren ve içindeki her şey ilkin yansıması olarak işin/görevin devam ettirilmesinde “bâ” harfi bir plân ve kader kaleminin elçisi hükmündedir.  

Evrenin en değerli varlığı olan insan, hem takvâ sahibi temiz ve seçkin kulları temsilen, hem de mânânın ayakta tuttuğu madde yönüyle, ilkin ikincisi olarak isimlerin kendisine öğretilmiş olmasıyla Hazreti Âdem’in (as) O’nun halîfesi olmaya hak kazandığını da belirtir.

Fizik evrenin metafizik yansımasındaki insan-ı kâmili “elif” temsil ederken, fizik evrende bu işi “bâ” (be) omuzlamıştır. Metafizik ve fizik evren uyumu sonucunda “elif” ile “bâ”, yeni bir ifadeye bürünür. Bu birliktelik elif’in “e” si ve “bâ” nın “b” si ile “eb” olarak ortaya çıkar. “Eb”, Arapça ana-baba için kullanılır. “Eb”, “bir şeyin icadına, ıslahına ve meydana gelmesine sebep olan” demektir. Bu nedenle “eb” kelimesinin kullanım alanı da çoğalır. “Bir şeyin ıslahı, meydana gelmesi ve kendisini gerçekleşmesi için ustanın çıraklar için hükmü ve bir hocanın öğrenci için hükmü” de benzerdir. 

“Eb” kelimesi muzaf/tamlanan olduğu zaman “ebû, ebâ ve ebî” şeklini alır. Bu nedenle Arapçada en büyük erkek çocuk için “eb” kelimesine ekleme yapılarak elde edilen “ebû, ebâ ve ebî” gibi kelimeler, babanın künyesi ya da lakabı için kullanılır.

“Eb”, Arapça “ebeveyn” kelimesinin tekili iken, çoğulu ise “übüvve” ve “âbâ”dır. Bir mesleğin ileri gelenleri anlamında da “âbâ” kullanılır. “Âbâ” kelimesinin silsile mânâsına gelen “baba” olarak kullanımı da mevcûttur. Kur’ân-ı Kerîm’de 63 defa geçen “âbâ” kelimesinden “babalar silsilesi” kastedilmektedir. Vahiy ile desteklenen akıl, buradaki silsilenin merkezinde insan ömrünün süresine de işaret ettiğini gösteriyor. Zira bu minvaldeki ölçü, kader mânâsının da içerisinde olmalıdır.

“Eb” kelimesinin ilginç yönlerinden bir tanesi de çoğul olarak “âbâ” kelimesinin gök cisimleri için de kullanılır olmasıdır. Bu gök cisimlerinin hem durağan/sâbit, hem de gezen cisimleri kapsaması ise işi daha da önemli noktaya taşıyor.

Günümüzde astronomik çalışmaların çok büyük çoğunluğu bile klâsik bilim çerçevesince yapılmaktadır. Bu klâsik yaklaşım içerisinde işin oturtulduğu temel, tam olarak sâbit/durağan ve hareketli koordinat sistemler üzerinden yürümektedir. Eylemsizlik koordinat sistemi olarak adlandırılan bu yaklaşım, Newton yasalarının birincisi olarak bilinen durumla aynıdır.

Ayrıca Newton yasalarının üç tane olduğunu ve sonuncu yasanın bizzat Newton tarafından ifade edilirken birinci ve ikinci yasaların daha önceden farklı tarzlarda ifade edilmiş olunabileceğini belirtmek gerekir. Ancak bu ifadelerin orijinallerine detaylıca bakmak elzemdir. Ayrıca Newton’un, “sir” unvanını almasını sağlayan İngiliz Kraliyet Ailesinin sözünün dışına çıkabileceği asla söylenemez.

“Sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım”

“Âbâ” kelimesinin “babalar silsilesi” için kullanılırken gök cisimleri için de kullanılıyor olması, ilk duyulduğunda akla uzak dursa da dikkatli bakıldığında tam bir uyum içinde olduğu görülür. Zira kâinat kitabının okunması da istendiğinden, bu birlikteliğin olması tam isabetli bir durumdur.

“Âbâ” kelimesi “felekler” anlamına da gelir. “Felek” kelimesi, gök cisimlerinin devri için kullanıldığı gibi, herhangi fiziksel bir olayın bir tam devri için geçen süre (periyot) olarak da kullanılır. Âhir zaman insanlarının Peygamberinin ömrünün 63 sene olması, Kur’ân-ı Kerîm’de 63 defa geçen “âbâ” kelimesinden gizli hazînelerin de anahtarına işaret eder. Bu silsileden hareketle, bilimsel bir metodoloji ile gerekli hesaplamalar yapılarak insanlık, dünya ve evren için en geniş felek süresi olan kıyâmetin en doğru tarihine yaklaşılması mümkündür.  

Bir insan ömrü ve bir gök cisminin en büyük periyodu için aynı “âbâ” kelimesinin kullanılması, tam anlamıyla şapka çıkarılacak bir durumdur. “İnsan küçük bir evren, evren ise büyük bir insan” ifadesinin kaynağı tam anlamıyla işte budur! Bu sadece bir benzetme değil, gerçekten “âbâ” kelimesi ile ifade edilen mevcudattaki birliğin tam karşılığıdır.

“Hakikat, vahiy ile desteklenen akıl yoluyla bulunabilir” ifadesi, yukarıda belirtilen “evren” ve “insan” iki direği üzerinde yükselir. Akıl öyle kullanılmalıdır ki, zekâ israf edilmediği gibi, ülkeye ve dünyaya yeni bir vahiy üslûbuyla inşâ edilen yeni bir nefes üflensin…

Yeni bir buluş, yeni bir kavram ortaya konulduğunda bunun işaretlerinin Kur’ân-ı Kerîm’de olduğunun söylemine hepimiz şâhit olmuşuzdur. Elbette temkinli olmak ve hâddi aşmamak gerekir; lâkin bu durumun “olduktan” sonra ifade edilmesinin medeniyet inşâsında bir ölçü olarak etkisi çok düşüktür. Oysa “olmadan önce” ifade edilebilecek söylemler çok daha fazla tesirli olacaktır. Ancak bu işin o kadar kolay olduğu ifade edilemez.


Tîn, çekirdek, ruh ve can

“Eb” kelimesi, muzaf olduğu zaman “ebû” şeklini alarak yer/madde, bitki/ağaç ve hayvan için de kullanılır. Maddenin bütün özelliğini taşıyan en küçük yapı atom, canlının bütün özelliğini taşıyan en küçük yapı ise hücredir. Ağaçlarda soyun devamını sağlayan ve ağacın bütün özelliğini taşıyan ek küçük yapı ise çekirdektir.

Periyodik cetvelde çok sayıda element bulunmaktadır. Her element için atom, o elementin bütün özelliklerini taşır. Atomların boyutları elementlere göre değişir. Özellikle atomların boyutlarını etkileyenler, atomun içinde bulunan parçacık sayılarıdır (elektron, proton). Bu nedenle, “En küçük atom, hidrojen atomudur” dense yerinde olur.

Hücreler de bitki, hayvan ve insana göre değişir. En donanımlı ve karmaşık hücre yapısının insanda olduğu malûmdur. “Hücre” kelimesi Lâtincede “küçük odacık” anlamına gelen “cellula” kelimesinden türetilmiştir. Genel olarak boyu en uzun hücre kalamar nöronları, hacimsel olarak en büyük hücre devekuşu yumurtası ve en küçük hücre de mikoplazma bakterisidir.

İnsan vücûdundaki en büyük hücre bir kadının yumurtası iken, insan vücûdundaki en küçük hücre ise erkeğin sperm hücresidir. En iyi davranılmada “anne”, “anne”, “anne” ve sonra “baba” olması, bu noktadan manidardır. İnsanoğlu hem doğmadan önce, hem de doğduktan sonra bir yuva (hücre, ev) içinde hayat bulur.

Buradan anlaşılacağı üzere, insan vücûdundaki en büyük ve en küçük hücreler kadın ve erkeğin bir bütün olarak düşünüldüğünde (“eb”) bulunmaktadır. Dolayısıyla neslin devamında en küçük ve en büyük hücrelerin rol almasının zorunlu olması, veled ve validesi bulunanların ilâh olamayacağına vurulan en büyük mühürdür. Bu nedenle ilâh olarak Allah’tan (cc) başka bir şey aranması akla muhâldir. 

Meyve çekirdekleri arasında en küçüklerden biri incir çekirdeğidir. Arapçada incir, “tîn” kelimesidir. “Tîn”, toprağın su ile karışımı olan “çamur” veya “balçık” anlamına da gelir. Bu mânâda insanın hammaddesi “tîn”dir.

Bunlara ek olarak, insanın evrende bulunan sayısız varlıkların en güzeli olduğu için yemin konusunu teşkil ediyor oluşu dikkat çekicidir. Bu nedenle “tîn” kelimesini sadece “incir” mânâsına hapsetmemek gerekir.  

Tîn Sûresi’nde Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve İslâmiyet’in doğduğu yerlere yemin edilerek, üç dinin Tevhid akîdesinde birleştiğine ve bu nedenle geçerli dinin İslâmiyet olduğuna büyük bir işaret vardır. Bazı camilerde Cuma hutbelerinde bu konuyla ilgili âyetin (Âl-i İmrân, 19) okunması bu nedenledir.

Tîn Sûresi’nde geçen “ahsen-i takvîm” kelâmı, bedenen, zihnen, hissen ve kalben en üstün varlığın insan olduğunu ortaya çıkarıyor. İnsan dünyadaki sayısız varlığın en güzelidir. Fizik evrende “insan” ve “ene”, “elif” harfi ile de sembolize edilir. Fiziksel bedenen insanın hammaddesi “tîn”, en derinde DNA ve mânevî boyutta “ego/ene”ye karşılık gelmesi tesadüf değildir.

Atom ve hücre için de hareket, günümüzde farklı kelimelerle ifade edilse de, “âbâ” kelimesinin karşılığı olan felek (orbital), periyot/dönem/devir de geçerlidir. Böylece, en genel mânâda hayatın “çokluk içinde vahdet” olarak görüleceği bir kapıları açan anahtar elde edilir. 

Burada her şeyin “bir” ile bağlantısı olduğunun delili olarak “âbâ” kelimesinin bu mânâsı bir ölçü olarak durur. Bu pencerede vahiy ile desteklenen aklın geliştirdiği üslûp, göz ile güneş arasındaki bağlantıyı ortaya çıkarır.

“Eb” kelimesinin “valide” kısmına bakan yüzü, Arapçada “ümm” olarak kullanılır. Burada “ümm”, “çocuğun kendisinden doğduğu kadın” olarak biyolojik anneyi ifade eder. Peygamber Efendimiz (sav) için kullanılan “ümmi” kelimesine bu pencereden “ism-i mensub” olarak bakıldığında,  “anneden doğduğu gibi tertemiz” mânâsına geldiği de anlaşılır.

Ayrıca “ümmi” kelimesinin “dönülecek yer” ve “süt emziren” anlamlarında da kullanılır olması mühimdir. Bu kelimenin “süt emziren” anlamında Hazreti Peygamber’in sütannesinin olacağına işaret dikkat çekicidir. Ayrıca “bâ” harfi, Arapça “kulübe” ve “ev” olarak “yuvayı” temsil etmesiyle buradaki mânâyı doğrular.  

Bedenî, zihnî ve kalbî olarak insanın evrendeki yeri, önemi ve sorumluluğu Tîn Sûresi’nde açıkça ortaya çıkıyor. İnsanın bizzat kendi irade ve isteği olmadan Allah’ın (cc) kulunu kötü yola sevk etmesi söz konusu değildir. Hakikatin, “evren” ve “insan” gibi iki direk üzerinde yükseldiği, bunun da vahiy ile desteklenen akıl yoluyla bulunabildiği yukarıda ifade edildi. Tîn Sûresi’nde geçen “ahsen-i takvîm” terkibinin “insanın diğer canlılardan farklı olarak iki ayak üzerinde durabilmesi” şeklinde yorumlanması manidardır.

“Eb” kelimesinin çoğulu olan “âbâ” ifadesinin bir tam devir için “felekler” anlamına da geldiğini belirtmiştik. “Felek” kelimesi, en yüksek düzeyde ömrün tamamlaması evresi olarak da kullanılır. Bu evreler dilimlere ayrıldığında, bölünebilen zaman parçalarıyla karşılaşılır.

Her mevsim bir devri gösterdiği gibi, yıl da bir dönemi gösterir. Bu pencereden bakıldığında bir yıl, dört farklı feleğin birleşiminden oluşan daha büyük periyodu olan yeni bir felektir. İnsan için en büyük devir/felek, insanın kendi ömrüdür.

Zihnen son bulması düşünülemeyen süre, “ebed”dir. Zaman bölünebilir ancak “ebed” bölünemez. Nisa Sûresi 122’nci âyette, insanların son bulmasını düşünmediği süre “ebedî” olarak ifade edilmektedir. Arapça “ebedî” kelimesi, “elif”, “bâ” ve “dal” (daal) harflerinden oluşmuştur. “Ebedî” kelimesinin Arapçasında geçen “dal” harfi, dilin yukarı doğru kıvrılarak dil ucunun alt tarafının üst ön dişlerin diş etlerine teması sûretiyle çıkarılır. Dolayısıyla “dilin altında yatan bütün işlerin âhirette ortaya dökülmesi” demektir. Diğer bir ifadeyle, insanın hakikî kimliğini en çok “dil” aşikâr eder. Bu nedenle her şeyin “sır” olmaktan çıktığı “ebedî” bir sürenin olduğu yerde “İnsan, dilinin altında gizlidir” kelâmı bu mânâya işaret eder.