Medeniyet inşâsında ölçü (13)

Detaylıca bakıldığında, maddenin var olan (yüzde 4) kısmı ile henüz bilinmeyen (yüzde 96) kısmının insan zihninde aynı anda kavranması gerekiyor. Bu öyle bir kavramak olmalı ki çevrede, evrende ve maddede olanların zamana bağlı olmaksızın anlaşılması gerekir. Bu tür mastar olarak bilmenin “bilgi” anlamındaki isim karşılığı “marifet”tir. Burada “marifet” kelimesi, “ilim, bilim ve irfânı kapsar”.

BİR maddenin denge noktası etrafında mekanik salınımına “titreşim”, uzayda yayılabilen ve enerji taşınmasına yol açan titreşimine ise “dalga” denir. Madde taşınımı olmadan, sadece enerjinin bir yerden başka bir yere taşınması dalga hareketiyle gerçekleşir. Tek başına “dalga” hareketine bakarak yapılan çalışmaların, bilimin özgül ağırlığını oluşturduğu görülür. 

İnsanının maddî gözle çevresinde gördüğü her şey, maddenin derinliklerinde küçük âlemlerin birlikteliğinin bir yansımasıdır. İnsanın maddî gözü bu derinliklere nüfûz edebilecek düzeyde değildir.

Maddenin dehlizlerinde aklın gerçekten alamayacağı kadar bir evren bulunmaktadır. Bu âlemin içindeki varlıklar çok farklı yöntem ve değerlerle birbirlerinden ayırt edilebildikleri gibi, dalga hareketlerine göre de ayırt edilebilirler. 

Simetrik dalgalara sahip olanlar “bozon”, anti-simetrik dalgalara sahip olanlar ise “fermiyon” olarak adlandırılır. Işık tanesi/foton ve madde içinde çiftler oluşturmuş elektronlar (Cooper çifti) bozon safında yer alırlar. Tek başlarına elektron, proton ve nötron gibi parçacıklarsa fermiyon tarafında bulunurlar.

Bozon ve fermiyonun yer değiştirmesi, “süper simetri” olarak bilinir. Bu çerçeveden bakıldığında, çevrede görülen maddelerin derinliklerinde yüzde 26 kara madde, yüzde 70 kara enerji ve yüzde 4 ise bilinen madde olduğu anlaşılır. Sonuçta maddenin yüzde 96’sı bilinmiyor.

Oysa 1900’lü yıllara kadar, “Bilime dair her şey bulunmuş ve keşfedilecek bir şey kalmamış” görüşü, kuantumun keşfiyle birlikte yerle yeksan olmuştu. Bu geçiş, insanların ne kadar bildiği değil, ne kadar bilmediğinin de bir ölçüsünü ortaya koymuştu.

Gelinen durumda maddenin yüzde 96’sının bilinmediğini ifade eden “süper simetri” çalışanlarının haklılıklarının giderek artmakta olduğu görülmektedir.

Max Planck, Newton’un evreninden kuantum ile perdeyi araladığında yeni âlemler keşfedileli 120 yıl oldu. Maddenin kuantum özelliğinin olduğu MR cihazlarının sağlık alanında kullanımıyla bu taçlandırıldı. Benzer şekilde, bozon ve fermiyonların yer değiştirmesi de yeni bir perdeyi aralıyor. Sicim Kuramı çalışan bu alandaki insanlar, henüz gözlenmemiş parçacıkları öngörüyorlar.

Her zaman kolay olmayan akılcı düşünmek, bakışın önemini her daim ortaya çıkarıyor. Madde perdesi arkasındaki âlemi ve oradaki iradenin görülmesi, gözden öte ru’yet misâli oluyor.

Küresel ısınma, enerji sıkıntısı, kitlesel imha yöntemleri, biyolojik silahlar ve salgın hastalıklar, insanların yüzünü güneş enerjisi, rüzgâr panelleri ve organik tarım gibi alanlara çevirmiştir. Son günlerde salgın hastalığın insanları hemhâl eylediği “dijital teknoloji”nin de olumlu ve olumsuz yanları tartışılır hâle geldi.

5G, DNA ve kalıtım bilim gibi alanlar hakkında insanların şüpheli yaklaşımları azımsanamaz. Burada dikkatlerden kaçmaması gereken nokta, teknolojiden kaçmak değil, teknolojiyi insanlığın yararına kullanmak olmalıdır. Yüksek teknolojiden yararlanmak, kulun görevidir. Tam da bu aşamada, birileri boş duracak değildir!

Dijitali anlamak

Seküler mitler Hıristiyanlığın apokaliptik anlatım biçimini dayatıyor. Özellikle “dijital teknoloji” kullanımından kaçış, bir Müslümanın çözümü olamaz.

“Güçlü olanın hayatta kalması” ifadesini ilk kullanan kişi olan Spencer’in, Comte’nin izinden giden bir serbest piyasacı olduğunu hatırlamak gerekir. Bugün de salgın hastalık bahanesiyle dijital teknoloji ve sosyal medya patronlarının ekonomiyi kullanarak “tehdit” dillerine sarılmaları mânidardır.

Güvenilir olmak, özellikle de güvenilir deliller ortaya koymak, bilimin işidir. Bu deliller evrene başka bir açıdan bakmaktır. Bu bakış, bilinmeyeni elde etmek için bilinenleri “güvenilir” şekilde ortaya koymak üzere belli bir düzene göre sıralamayı gerekli kılıyor. Bu bakış “nazar” olarak bilinir ve “ehl” kelimesiyle birlikte kullanımı yaygındır. Buradan maksat, bir işte yetkilinin işin erbâbı, “ehli” olması esâsındandır.

Seküler ve lâdinî bakışlara sahip inkârcıların maddede gördüğü hakikat değil, kendi nefislerindeki çirkinliklerdir. İç ve dış duyular arasında maddenin hakikati için “çirkin” ifadesini kullanacak bir olgu yoktur. Şuurunu kaybedenlerin insan olma yolundaki “iradelerine” ve “emanete” ihanetlerinden başka bir şey değildir.

“Tarafsızlık” denen kavram, olayları “çıplak” olarak yani olduğu gibi ortaya koymayı esas alır. Bu durum hem bilimsel veriler, hem de Müslümanlar açısından böyledir.

Bir maddenin ve bir olayın tam anlamıyla ihata edilmesi, akılda hâsıl olması, insanlığın nihâî hedefidir. Bunun için madde ve olayların hakikatine ait imaj ve fikirlerin insanının zihninde özümsenmesi evrensel bir kabuldür.

Çevrede olup biten madde, enerji ve olayların tanınması, kavranması ve bilinmesi, insan olmanın gereğidir. İnsan merak eder çünkü. Bu kavramanın tam karşılığı, bilmenin bütün inceliklerini fark eden “idrak” kelimesidir.

İdrak, kelime olarak “derk” kökünden hareketle “derk etmek” anlamına da gelir. Diğer bir ifadeyle derk,  “kavuşmak, olgunlaşmak, nihâî sınıra ulaşmak, fark etmek, anlamak ve bilmek” gibi mânâları da içerir. Derk kelimesinin “bir araya toplamak” gibi bir anlamı da bulunmaktadır. 

Detaylıca bakıldığında, maddenin var olan (yüzde 4) kısmı ile henüz bilinmeyen (yüzde 96) kısmının insan zihninde aynı anda kavranması gerekiyor. Bu öyle bir kavramak olmalı ki çevrede, evrende ve maddede olanların zamana bağlı olmaksızın anlaşılması gerekir. Bu tür mastar olarak bilmenin “bilgi” anlamındaki isim karşılığı “marifet”tir. Burada “marifet” kelimesi, “ilim, bilim ve irfânı kapsar”.   

Her düşünür, çağının çocuğu olarak doğar, yaşar ya da ölür. Hayatının bir mânâsı olmasını isteyen insanın, gençliğindeki verileri doğru idrak etmesi gerekir. Aceleci gençlik, sera kültürü, hemen nesli, tablet nesli ve bunalım gibi çağın alâmetlerinden kurtulmak, gençliğin hedeflerinden olmalıdır.

Bunun gerçekleşmesi için doğru kitapları doğru okumak gerekir. Ru’yet, bir pencereden marifet aşamasına çıkış oluşmalıdır. Bunun için de sosyoloji yerine fıkıh, kültür yerine sünnet ve modernleşme yerine hikmet inşâ edilmelidir. Bu sekülerleşme prangalarından kurtulan gençlik, geleceğini ancak inşâ edebilir.

İnsanda amel ve ilim gibi iki hikmet bulunmaktadır. İlim ve amelin buluşmasıyla hikmetin kapıları insana açılabilir. Bunun için ilmin amele dönüşmesi gerekir. Orta yaşlarda ilim-amel dengesi varken, gençlik çağında ilim daha zayıf, amel ise daha yüksektir.

İlmin amele dönüşmüş hâli olan irfan, marifetin delili hükmündedir. Mesnevî’de Mevlâna Hazretleri, insanın doğru yolunun, su, hava ve ziyada yürümek ve yüzmek gibi kolay ve zahmetsiz olduğunu ifade eder. Bu durumların katı, sıvı ve gaz gibi maddenin hâlleri oldukları, bunların da dalganın hengâmesi olduğu söylenebilir. Günümüzde maddenin hallerine plâzma ve sıvı-kristal durumunu da katmak gerekir.

Buradan çıkacak durum şudur: Madde, hangi hâl ve şartta olursa olsun, Marifetullah’a şâhitlik eder. Sadece katı hâlde bile fizik evrendeki bütün maddeler, hangi şartta olursa olsun, 14 farklı yapıya girebilirler. Bu yapılar da bilimsel olarak tamamen bilinmektedir. Benzer şekilde diğer bütün hâllerdeki maddenin fiziksel hâlleri ise malûmun ilâmıdır.

Evrendeki her maddenin her hâline dair bilgileri toplama ve onların derinliklerine nüfûz etme seviyesindeki marifet, insanı sonsuz bir aydınlığa eriştirir. Pozitif akıl mâkâm ve parada görülen güce dayalı şahsî, sosyal veya millî çıkarları benimserken, marifet ile akleden kalp, insan ve lâyık bir kul olabilmeyi gâye edinir.

“Fark etmek” kolay bir iş değildir. İç-dış duyu gücün bir maddenin/nesnenin, insan zihnindeki kavramında oluşan marifeti fark etmesi, “kimsenin hatırına, gönlüne” göre lâf söylemeyen bilgi düzeyi yüksek idrak anlayışıyla mümkündür. İlimsiz marifet muhâl olduğu gibi, marifetsiz ilmin de vebâli vardır. 


Marifeti anlamak

Marifet düzeyine yaşayarak/deney, bilim/kıyas ya da her ikisiyle birlikte erişilir. Evrende bu düzeyinden daha şerefli bir ilim düzeyi yoktur. İnsan hem kendisindeki nefse takılı ego, hem de âlem/evren ile Marifetullah’a erişme imkânına sahiptir.

Burada marifetin de hâlî (amel) ve ilmî gibi iki yönü ortaya çıkıyor. Yukarıda da bahsedildiği üzere, marifetin ilmî yönünün hâlî yöne intikali söz konusu. Bu hâl, insanın Yaradan’a karşı tutum ve duruşunun sağlıklı olmasını gerektirir. Bu düzeyde, “lîsan” dilinin zorunlu olmadığı yeni bir dil düzeyine çıkılmıştır.  

MR cihazlarının temelinde, aynı düzeyde bulunan maddenin enerji seviyeleri arasındaki fark yatmaktadır. Burada maddenin maddî ve enerji düzeyleri gibi iki durumu söz konusudur. Enerji düzeyleri maddenin ikinci üst “hâlî” durumudur. Buradaki enerji farkının kaynağı da simetrik ve anti-simetrik seviyeler arasındaki ölçülebilir fotonlardır.

Maddenin bu “hâli”, insanlardaki marifetin katmanlarına işâret eder. Evrendeki her marifetin “hâl” düzeyleri; hâlîn isim (Esmâ-i Hüsnâ) marifeti, hâlin sıfat/vasf marifeti, hâlin şe’n/(yeni hâl) marifeti ve hâlin İlâhî ilim marifeti şeklinde ayrışır. Aslında buradaki hâli, dört adet marifet düzeyi ve ikinci lîsan düzeyinin basamakları olarak algılamak en doğrusudur.

Marifetin birinci düzeyinde sanat eseri ve fiiller bulunmaktadır. Marifetin “hâl” seviyeleri, marifetin susarak anlaşılan bir kavram olduğunu ortaya çıkarıyor.

Marifetin hâl düzeyi, hayretler içeren bir olaylar halkasıdır. İnsanın fizik evrende gördüğü her şeye ait isimlerinin mâhiyetini ve detayını apaçık görmek ve anlamak noktasında marifet, ledün ilmini kapsar.  Bu ve benzer nedenlerden dolayı marifet, kerâmetten daha faziletlidir. Marifet bu çerçevede anlaşılırsa uzaklar yakın, anlaşılmazsa yakınlar uzak olur. Yakınlar ırak olursa, kişi bu durumda kendinden uzaklaşmış olur. Kendinden uzaklaşan kişilikse istenen bir durum değildir. Bu şekildeki bir yaklaşım, “ben merkezli” hâle gider.

Oysa istenen düzeydeki bir Müslüman, “öteki” merkezli olup vermek esâsına dayanır. Bu “vermek” durumu, olumlu olarak, madde için pozitiflik, insan içinse bir pâk olmak şeklinde tezâhür eder. Marifetin ilmi yönünde bu dünya ağır basarken, hâl/amel yönünde uhrevî taraf önde gider.

Yukarıda da belirtildiği üzere, marifetin çeşitli hâlleri vardır. Bunların her birinden Yaradan’a bir iz vardır. Kul bu izleri takip eder. Bu nedenle Allah (cc) sevgisinin kaynağı sonsuzdur. 

Maddenin “kudret kaleminin ucu” olduğu hakikatinden hareketle, “her şeyin devamlılığını sağlayan ve birer ‘nefes’ olarak idrak edilen, canlılarda da hayatı sağlayan unsur” şeklindeki marifetin bu boyutu, rûh olarak da anlaşılır. Bu ölçüde sevgi, rûh ile görmektir.

Kim galip?

Hisler egoya, ego da nefse yön verir. Eğer his, akıl kullanmadan kendisini mâlik bilirse, inkâra kadar gidebilir. Bu nedenle şeytanî nefsi besleyen hislerle Rabbin sıfatları idrak edilemez.

Marifetin hâl düzeylerinde, insanın idrak edici ve bilici hakikati, insanın akıl, bilinç, canlılık, irade ve hayata sahip bir özü aşikâr eder. İnsanlardaki bu öz, insandan insana farklılık gösterirken aynı cins hayvanlarda sâbittir. Bu nedenle bir insan için şifâ olan bir ilâç, başka biri için zehir olabilir. Tam da bu aşamada insanlığın nanoteknoloji ve dijital dönüşüm ile kişiye özel ilâç üretmeye odaklanması isâbetli olmuştur. Ancak, özellikle Müslüman ülkelerde kişiye özel ilâçtan imtina edilmesi, kabul edilebilir bir durum değildir.

Bunun tek geçerli nedeni olabilir: Kişiye özel ilâçlarda üretici firmanın kasıtlı olarak istenmedik maddeleri ilâca katması… Bu mümkündür. Burada yerel üretimlerin önemi ise giderek artmıştır. Gelinen noktada nanoteknoloji ve dijital dönüşümün güvenilir, yerli ve millî olması zorunlu hâl şeklinde kabul edilmiştir.

Seyir

Marifetten yoksun insan, kendisinden uzağa düşmüş demektir. “An”, sadece ve sadece marifetin “hâl” seviyelerindeyken seyredilir. 

Hakikate kalben yönelen kişi, fikrî olarak yoğunlaşmalı, zihnini bu uğurda meşgul etmeli ve muhakeme kabiliyetini içselleştirmelidir. Çünkü vicdan, akıldan daha eftâldir.

İrâdeli kişilik, olgun bir zihin yapısı, tercih edilir his dünyası ve lâtif duyuların aşikârlığı, vicdanın sesidir. Vicdanın susması, marifeti de yok eder. Marifetsiz insan, “düşmüş” insandır. Düşmüş insansa İslâm Medeniyeti’ni inşâ edemez.

Özde ısrar edemeyen, sözde kalır. Diğer bir ifadeyle, söz kördür, insana yol gösterense idrak eylemidir. İlim, sabır, kanaat ve hakkaniyet ölçüsündeki marifet çemberi ise insanı şah eyler.