
GÜNÜMÜZ
dünyasında, bilimsel dayanağı olan fikir ve oluşumlar daha fazla kabul görürken,
geleneksel oluşumlar tali yol olarak gösteriliyor. İlhamı doğrudan Kur’ân’dan
alıp çağın anlayış ve idrakine söylemek ve geleneğin formel ürününü evrensel
olarak ortaya koymak gerekiyor. Bunu başarmak için doğru fikir ve düşüncenin
inşâ edilmesi şarttır. Geleneğin formel yolu, yeni bir fikir inşâsına zemin
teşkil eder.
Bu uğurda doğru fikir ve medeniyet iktidarının iki ayağı vardır.
Birincisi; doğrudan Kur’ân’dan alınacak ilhamla, bu topraklarda en değerli
varlıkları en üst düzeydeki bilgiyle bilmek ki bu tecrübe, bu topraklara
yabancı değil. İkincisi ise; gerek modern, gerekse geleneksel tecrübelerin günlük
hayatta bir şeyi yapabilme, analiz ve yorum noktasınca ciddî sapmaların ortadan
kaldırılması gerekir.
Özelikle doğru analiz ve yorum kısmında birey-toplum geçişlerinde
büyük yanılgılar mevcût. Batı merkezli yorum ve analizler toplumun değer yargılarına
uyarlanmadan, yanlış bir şekilde kabulünü bir kenara bırakın, Batılılar gibi
düşünmekten öteye geçemeyen yorum ve analizler, milletin bütün değerlerini
sıfırlama noktasına taşınıyor.
Bir canlının bütün özelliklerini taşıyan en küçük yapısı
hücre, bir maddenin bütün özelliklerini taşıyan en küçük yapı da atomdur.
Çevredeki canlılar ve maddelerin bütün özellikleri bu kalem ucu ile açıklanır. Bir
toplumun özelliklerini yansıtan en küçük yapı ise birey/fert/kişi ve ailedir.
Canlıyı hücre ayakta tutarken, atoma hükmeden de dünyaya
hükmeder. İnsanı (birey/fert/kişi ve aile) yaşatan, devleti yaşatır. “Toplumu
yaşat ki devlet yaşasın” şeklinde bir ifadenin olmadığını burada not düşmek
zorunluluğu vardır.
En büyük sıkıntı, birey-toplum geçişlerinde doğru ve makbul
yorumların ortaya konulamamasıdır. Günümüzde, toplumun genel yapısına bakarak
analiz ve atılımlar yapılmaktadır. Bu ise resmî olarak genel geçer kabuldür. Hâlbuki
toplumun genel özellikleri bireyin/ailenin yani küçük ölçekteki yapılardan
kaynaklanır. Toplumun genel yapısına bakılarak makro ölçekteki analiz, yorum ve
çözümlerin asıl devâ olamayacağı görülmemektedir. Bu nedenle birey ve ailenin
ihmâli söz konusudur. Samîmi niyetle tedbir alınmaya çalışılsa da makro devâ,
mikro derde merhem olmuyor.
Çöken Determinizm ve mikro ile makro dünya arasındaki geçişkenlik
Bu durumun kökleri, nedenleri ve sonuçları mikro/makro
dünyaların doğru anlaşılmasında yatmaktadır. Asıl berrak bilgi ve doğru ölçü ise
mikro-makro dünyaların geçişlerinde yatar. Bir sistemin/toplumun
makroskobik/büyük değişkenlerle belirlenen her bir özelliğine “makro durum”
denir. Her makro durum sebep-sonuç ilişkisiyle tanımlanır. Nicelik burada yer
alır; nitelik burada hiçbir şekilde dikkate alınmaz. Bu ise tam bir vahamettir!
Bir
sistemi/toplumu oluşturan birey ve aileden her birinin tek tek üretkenliği,
durumu veya konuşlanması, “mikro/küçük durum” olarak tanımlanır. Bu ölçekten
bakıldığında bir makro/büyük/toplum durumuna karşılık gelen çok sayıda
mikro/küçük/birey durum olduğu görülür.
Neden-sonuç ilişkisine göre yorum ve analiz yapan makro/toplumsal
olaylarda birey/kişi, öğrenci ve aile yapısına bakmayı gerekli görmez. Bu
göremezliğin ihmâl edildiği durumda, asla nâs ve fütüvvet içeren bir
“eğitim reformu” gerçekleştirilemez. Bunun
diğer bir açıklaması ise şu: Bireyi yok sayan bir eğitim reformu, birey odaklı ehliyet
ve liyakat gibi durumları yok saymış demektir.
Makro/toplumsal olaylar çözülmek istendiğinde neden-sonuç
ilişkisinin netîcesine bakıldığından, bireyin hak ve özgürlükleri ihmâl edilir.
“Ortam sakinse bir denge durumu vardır” diye düşünülüp toplumun sorunları
çözülmüş gibi de düşünülebilir. Bu da büyük bir yanılgıdır. Böyle durumlarda nitelik, ehliyet ve liyakat
gibi bireysel kaynaklı durumlarda toplumu oluşturan aile ve bireyle etkileşim
içerisine girerler. Çünkü bireyin ihmâli, kişilerin tek tek gözlerinden kaçmaz.
Atom fikri 2 bin 400 yıl öncesine kadar uzanır. Modern
anlamdaki atom görüşü olgunlaşmadan önce de çok sayıda ve atoma dair bilimsel
fikir öne sürülmüştü. Herkesin kabul ettiği bir atom fikri kabul görünce,
Avusturyalı fizikçi Ludwig Eduard Boltzmann, mikro ile makro dünyalar arasındaki
geçişe dair yöntemi kurdu. Kurduğu bu yönteme göre, mikro dünyalardan makro
dünyalara bir geçişin rahatlıkla izahı mümkün olan durum ortaya çıkmıştı.
Boltzmann, tartışmalı olduğu günlerde dahi mikro dünyanın en
önemli savunucuları arasında yer almıştır. Boltzmann’ın mikro dünyaları kaynak
alarak ortaya koyduğu kuram bilim dünyasına girmiş ve fizikteki klâsik
Determinizmi paramparça etmişti. Ancak ortaya konan bu kuramın Determinizmin
kulelerini yerle yeksan etmesi kolay kabul görmedi. Özellikle Hıristiyan Batı
büyük bir direnç gösterdi. Bununla da yetinmeyip, her şeye bir neden arayan Hıristiyan
bilim insanlarından bazıları da şiddetle karşı durdular. (Durmaya da devam
etmektedirler.)
İtalyan kimyager ve bilim insanı Amedeo Carlo Avogadro’nun,
bir elementin bir molündeki atom sayısı ya da bir bileşiğin bir molündeki
molekül sayısı olarak bilim dünyasına kabul ettirdiği “Avogadro sayısı” da
mikro ve makro dünyalar arasındaki geçişin bir ölçüdür. Mikroskobik dünyanın
atom altı parçacıklarından Avogadro sayısı kadar olanı bir araya toplanırsa,
makro dünyaya geçilir. Böyle bir geçiş, mikro dünyanın iç kuvvetleriyle makro
dünyanın sebep-sonuç ilişkinin günah keçisi olan dış kuvveti de açıklar.
Durum, Boltzmann’dan önce de bu kadar açıkken, Boltzmann’ın
kuramına karşı çıkanların ne denli saplantı içerisinde olduklarını da ortaya
koymaktadır. Avogadro’nun şansı, geçişleri ifade ediyor gibi bir mantık
kullanmasıdır. Diğer bir ifadeyle nitelikten niceliğe geçiş, Batı’nın
alışkanlıkları arasında olmasıdır.
Michael Faraday, André Marie Ampère, Carl Friedrich Gauss ve Jean-Baptiste Biot-Felix Savart’ın ortaya koyduğu matematiksel
ifadelerin deneysel ile uyumunda eksiklikler bulunmaktaydı. Bu eksikliği
düzeltmek için yola çıkan İskoç fizikçi James Clerk Maxwell, hem uyuşmazlığı
giderdi, hem de elektrik ve manyetizmanın aynı şey olduğunu kendisine ait olan “Maxwell Denklemleri” ile ispatladı.
Maxwell’in düzelttiği yeni denklemler, aslında Faraday, Ampère, Gauss ve Biot-Savart’ın ifadelerinin düzeltilmiş hâliydi. Düzeltme sonucunda deney ve teori uyuşmazlığı ortadan kaldırıldığı için özellikle bilim dünyasında “Maxwell Denklemleri” olarak bilinmesinin nedeni de budur.
İlim, irfan, sanat ve hikmet insanlarının eğitim reformuna “fikrî iktidar” noktasında doğru katkı sağlayabilmesi ve bunun siyâsî kadrolarca desteklenmesi, çok önemli adımların da başarılmasını zorunlu kılar. Bu yapılamadığı takdirde, fikrî iktidarı gerçekleştirecek eğitim reformunu istendik düzeyde gerçekleştirmek mümkün değildir.
Peki, Maxwell ne yapmıştı da bu uyuşmazlığı ortadan kaldırmıştı?
Maxwell, öncelikle ortamın bir “esîr” maddesi ile dolu
olduğunu kabul etti. Ardından “manyetik” ve “elektrik” ifadelerini kullandı.
Manyetik ve elektrik geçirgenlikleri birlikte kullanınca ışık hızına ulaştı.
Deney-teori uyuşmazlığı da ortadan kalkınca dikkatleri üzerine çekti.
Maxwell, “Esîr maddesi var mı yok mu, bilmiyorum; ancak
düzeltme sonucunda elde ettiğim doğru ifadelerle esîr maddesinin varlığını kabul
ederek elde ettim” diyerek bir orta yol ile çıkış aramıştır. Maxwell’in bu
çekingenliğinin nedeni, Kilise odaklı, Galileo’nun yargılanmasına neden olan
şeyden başka bir şey değildi!
Boltzmann, kendi kuramının dünyada kabul edildiğini göremeden
öldü. Maxwell, gazların kinetik teorisinin zayıf temellerini fark edince, bu
temelleri sağlamlaştırmak için Boltzmann Kuramı’na başvurdu. Buraya elinden
geldiğince katkıda bulunsa da, Batı’nın bunu da kabul etmesi pek mümkün olmadı.
Newton’un ortaya koyduğu “saat gibi işleyen bir evren” anlayışı,
materyalistler tarafından “İlâha ne gerek var?” gibi Deterministtik bir hâl
almıştı. Boltzmann Kuramı, Maxwell düzeltme işlemi, bu Deterministtik görüşün
temellerine dayanmıyordu.
1900 yılında Alman fizikçi Max Planck, “Siyah Cisim Işıması”
olayının keşfinden sonra; Albert Einstein, Niels Bohr, Werner Heisenberg, Enrico
Fermi, Wolfgang Pauli, Satyendra Nath Bose, Lev Landau, Erwin Schrödinger ve daha
birçok bilim insanının çalışmaları, Kuantum Mekaniği’nin yapıtaşlarını
oluşturdu. Bunlar gibi çok sayıda fizikçi, istatistik mekaniğin yöntemlerini
fiziğin tüm dallarına başarıyla uyguladı. Determinizm bir kez daha çöktü!
Böylece makro dünyanın ve topluma ait olayların köklerinin
mikro dünyalarda (aile ve birey) olduğu bir kez daha aşikâr oldu. Günümüzde
dahi Batı dünyası, bu bilimsel yorumu günlük hayatta kullanmaktan imtina
etmektedir. Çünkü “Bir İlâha ne gerek var?” durumunun sonuçlarını omuzlarında
hissettiklerinden, kendilerinden kaçıyorlar.
Sorunu çözmeye nereden başlamalı?
1992 yılına gelindiğinde, klâsik termodinamiğin kurucusu
Amerikalı bilim adamı Josiah Willard Gibbs, İstatistik Mekanik Teorisi’ni her
yönüyle ele alarak mikro özellikleri temelle makro duruma geçen Boltzmann’ın
kuramını tüm fizik camiasına, ardından da bütün bilim dünyasına kabul ettirmeyi
başardı.
Ortaya çıkan son duruma göre, gerek makro/toplum, gerekse
mikro/birey(aile) durumun temelleri tamamen mikro ölçekteki verilere dayanıyor.
Makro ölçekte olaylar değiştiğinde, makro değişkenler ile bu
değişiklikler görülebilir. Ancak mikro ölçek değişkenlerinden kaynaklı olayların,
görünmesi, yorumlanması, analizi ve de makro düzey ölçüleriyle anlaşılmaya
çalışılması, tamamen yanlış sonuçlara götürecektir. Eğer makro (toplum) ölçekte
düzensizlik ortaya çıkarsa, bu durum çevre ve toplum düzensizliğini ya artırır
ya da sâbit kılar. Bu durum toplumun genel hedef ve amacını ortaya koyduğu için,
düzensizliği meydana getiren durumların konum ve iletişimleri en azından
güvenlik güçleri veya diğer kurumlarca tespit edilip çözülür.
Düzensizlik ve sorunlar birey odaklı ise, bunun tespit ve çözümü kolay değildir. Birbirinden bağımsız görünen çok sayıda bireysel olay, toplumsal/makroskobik olayları/durumları tetikler. Mikro seviyedeki durumlar mikro düzeydeki ölçü ve tartılarla anlaşılır. Buradan elde edilecek en sağlıklı sonuç şudur: Genel olarak toplumu etkileyen her (makro) olay birey kaynaklıdır ve bunun doğru teşhis ve tedavisi zorunludur. Özellikle toplumu ilgilendiren öğretim/eğitim durumları bir kademe daha yüksek bir dikkat ve özen ister.
İlim, irfan, sanat ve hikmet insanlarının eğitim reformuna “fikrî
iktidar” noktasında doğru katkı sağlayabilmesi ve bunun siyâsî kadrolarca
desteklenmesi, çok önemli adımların da başarılmasını zorunlu kılar. Bu
yapılamadığı takdirde, fikrî iktidarı gerçekleştirecek eğitim reformunu
istendik düzeyde gerçekleştirmek mümkün değildir.
Fikrî
iktidar yolunda, nâs ve fütüvveti kapsayacak biçimde
eğitim reformunun gerçekleştirilmesi için en azından aşağıdaki üç aşamayı başarmak şarttır:
Bir: Eğitim reformunu başarma yolundaki adımın toplumsal
yansımasına karşılık gelen bireysel/ailevî durumların dökümü detaylıca
çıkarılmalıdır. Yani ehliyet, liyakat ve benzer durumlar birey odaklı olarak
tek tek tespit edilmelidir. Bu durum eğitim reformunun alttan yukarı doğru
olmasını gösterir. Tersi hem doğru değil, hem de çözüm üretmez.
İki: Birey odaklı tespit edilen her bir durumun (ehliyet,
liyakat, yapılabilirlik gibi) gerçekleşme olasılığı (gerçekleşme düzeyleri)
belirlenmelidir. Kişiler, başarılması istenen bir eğitim reformunun ne kadarına
olumlu yaklaşıyor, ne kadarının olmasını arzuluyor, belirlenmelidir. Eğitim
reformunda kişi, öğrenci ve aile ne arzulamaktadır? (Mühim veri burada yatar!)
Üç: Tek tek tespit edilen birey, öğrenci ve aile gibi mikro
durumlardan makroskobik özelliklere geçiş yapılmalıdır. Diğer bir ifadeyle, “Birey,
öğrenci ve aileler, yapılması düşünülen eğitim reformunun ne kadarında toplumu
ilgilendiren tarafta duruyorlar?” sorusunun cevabı önemli. Eğer bireylerin
beklenti ve talepleri toplumun genel kabulü noktasında değilse, böyle bir mikro
tespit, toplumsal olayların eğitim reformuna katkı sunmaz. Açıkçası birey,
öğrenci ve ailelerin eğitim reformundan beklentileri, kişisel çıkar odaklı
değil, toplumun yararı noktasında olmalıdır ki buna özen gösterilmesi gerekir.
Bu toplumda eğitim öğretim reformunun fikrî iktidarın, birey
odaklı olarak yukarıdaki üç basamak uygulandığında rahatlıkla başarılacağı
unutulmamalıdır. Bunun merkezinde toplumun değer yargıları olduğu gibi
irfanının olduğu da malûmdur. Bu toplum özellikle birey, öğrenci ve aile
merkezli olduğundan, hep olumlu tepkiler verecektir.
Bu adımın herhangi bir yerinde siyâsî kadroların talepleri
devreye girerse, bu reform, istenen düzeyde gerçekleşemez. Çünkü mikro düzeyden
makro düzeye geçiş noktasındaki üçüncü kural, ihmâl edilmiş olunur! Üç adımın çatısı
oluşturulduktan sonra, siyâsî kadrolar bu çatıyı bozmamak şartıyla her noktada
işe yardım edebilir. Bu kişisel bir görüş değil, bilimsel bir sonucun eğitim
reformuna uyarlanış hâli olarak görülmelidir.
Ayrıca
yukarıda adı geçen bilim insanlarının yabancı olması tedirginlik
oluşturmamalıdır. Çünkü son 150-200 yıllık süreçte mikro-makro geçişlerin
öncüleri bunlardır. Yoksa tarihte millî ve mânevî değerlere saygılı çok sayıda
bilim insanı, dünya bilim ve düşüncesine katkı sağlamıştır. Bunun farklı bir
yazı konusu olduğunu burada özellikle vurgulamak gerekir.
Mikroskobik durumdan (birey, öğrenci, aile) elde edilen ifadeler, aynı zamanda makro ortamda toplumun ifadeleri olarak da adlandırılır. Ancak bunun tersi doğru değildir. Yani genel geçer bir durum ortaya koyup bunu bireylere uygulayarak istendik bir eğitim reformu gerçekleştirilemez. Yukarıdaki adımlara uyulduğunda ise istenen reformun başarılması yolunda hiçbir engel kalmayacaktır.