Medeniyet inşâsında ölçü (10)

Elektromanyetik spektrum (bilinen ışıklar) 100 metre ile nanometrenin on binde biri bölgesindeki farklı dalga boylarından oluşur. İnsan gözü sadece 400-700 nanometre aralığındaki ışıkları görür. Daha açık bir ifadeyle, insanoğlunun gözü, var olan evrendeki ışıkların sadece on trilyonda bir kısmını görebiliyor. Yüzde 1 bile değil!

İÇİNDE hava, atom veya molekül bulunmayan boşluğa “vakum” denir. Vakum ortamlarında hava dahi bulunmadığı için atmosferik basınçtan daha düşük bir durum mevcûttur. Bilimsel işlemlerde kolaylık sağladığı için sıklıkla tercih edilen ortamlardan birisidir.

Bilinen hava ortamı ile vakum ortamı karıştırılmamalıdır. Çünkü en azından enerjinin korunumu ve termodinamiğin bazı yasaları vakum ortamı için geçerlidir, hava ortamı için değil. Vakum ortamı için geçerli olan bazı kuralları hava ortamı için de geçerli görüp yorum yapmak, bilimsel olarak yanlıştır. Bu yanlıştan yola çıkarak yapılan yorumlar çöplüğü ile dolu bazı dünyalar.   

Ancak bazı madde ve ışıklar (elektromanyetik radyasyon) var ki bunlar ortamlara göre farklı davranış sergileyebilirler. Bunları kendi bilimsel çerçevesi içinde değerlendirip sonuca öyle ulaşmak gerekir.

Bazen bir madde, bir ışık ve bazen de bir elektromanyetik radyasyon, insanoğlunun çevreden bilgi toplamak için kullandığı yöntemlerden bazılarıdır. Bu bilgi toplama yöntemlerinin her biri ayrı ayrı birer ölçüdür. Bunları doğru kefeye koyup öyle evrene bakmak gerekir. Burada bu tür örneklerden bazıları üzerinde durularak, nihâyette ne gibi bir ölçü ile evrene bakılması gerektiği hakkında tamamen bilimsel veriler kullanılıp bir tablo ortaya konuldu.    

İnsan gözünün gördüğü ışık bölgesinden daha küçük dalga boylu (yüksek enerjili) mor ötesi ışık, bir metale vakum ortamında tutulursa, ışık, enerjisinin bir kısmını metale aktarır, aktarılan bu enerji metale bağlı elektronların enerjilerini yener ve metale bağlı bazı elektronları (fotoelektron) koparır. Kopan bu elektronlar serbest hareket etmeye başlar. Metale gönderilen ışık, enerjisinin bir kısmını metale aktardığı için kendisi de daha zayıf enerjiye sahip yeni bir ışık olarak yoluna devam eder. Bir ışık tanesinin enerjisi bilindiği için, buradan hareketle güçlü bir ışığın metalden kaç tane elektron kopardığı da rahatlıkla hesaplanır.

Vakum ortamında bir metalden ayrılan elektron, karşıdaki başka bir metale çarpınca enerjisinin tamamını bu metale aktarır. Enerjisinin tamamını bu metale aktardığında, metalde tutulu bulunan elektronun da enerjisi olduğundan, görünen ışıktan büyük enerji ve küçük dalga boyuna (10 ile 0,01 nanometre dalga boylu X-ışını) sahip olarak metalden ayrılır. Dalga boyu küçük olduğu için yumuşak insan vücûdundan içeri girip kemiğe kadar ilerler. Hastanelerde kırık ve çıkıkları tespit etmek için çekilen Röntgen filmlerinde kullanılan ışık budur. Bu enerjideki ışık, madde içine nüfûz edebildiğinden maddelerin yapısal özelliklerini anlama ve anlamlandırmada kullanılır. Ayrıca bu ışığın madde içinde derinliklere indikçe gecikme özellikleri de ortaya çıkar.  

Işık, durmakta olan bir elektron üzerine gönderilip çarptırıldığında, elektron ve ışığın saçıldığı gözlenir. Demek ki ışık, kendi ölçülerine yakın büyüklükteki bir parçacıkla kafa kafaya çarpışıyor ve içine nüfûz edemiyor. “Burada ışık, elektron (madde) gibi davranıyor” dense yanlış olmaz. Elektron, bilindiği üzere atomu oluşturan maddelerden biridir. İlginç durumlardan biri de, ışık ve elektronun kafa kafaya çarpışmasının günlük hayatta iki bilardo topunun çarpışmasına benzetilmesidir. Oysa makro (klâsik) ve mikro (kuantum) ölçeklerde olayların farklılaşıyor olması beklenir. Demek ki kendi aralarında (ölçeklerinde) küçük parçacıklar ve ışık büyük parçacık kurallarına uyabiliyorlar. Yalnız bu uyumun yine kendi özelliklerinin korunmasıyla olduğu unutulmamalıdır.    

Elektron, atomu oluşturan parçacıklardan (negatif yüklü) birisidir. Pozitron da elektronun karşıtı olan pozitif yüklü bir parçacıktır. Yukarıda ifade edildiği üzere, ışık ile elektron kafa kafaya çarpıştırıldığında, parçacıklar gibi hareket eden bir durum ortaya çıkmıştı. Burada ise bir ışık atomun çekirdeğine gönderildiğinde, bu kez ışık varlığını koruyamayıp elektron ve pozitron gibi iki parçacığın ortaya çıkmasına neden oluyor. Aralarında çok küçük farklar da olsa, bu iki parçacığın hızları birbirine yakın olmaktadır.

“Boyandım rengine, solmazam artık”

Burada dikkat edilmesi gereken husus, ışığın atomun çekirdeği ile etkileşmesi sonucunda yok oluşu ve iki farklı parçacığın ortaya çıkışı netîcesinde enerjinin (ışık) maddeye dönüşmesidir. Bu olay yukarıda açıklandığı gibi vakum ortamında gerçekleşmez, tamamen gerçek ortamlarda ortaya çıkar. Benzer şekilde elektron ve pozitron gibi iki madde, uygun şart ve ortamda bir araya geldiklerinde yok olur ve bu kez de ışık ortaya çıkar. Yani madde, enerjiye dönüşür.

Her madde kendi rengindeki ışıkları soğurabilir. Işığın bir cisim tarafından emilmesine “soğurma” denir. Maddeler soğurdukları renklerde görünürler. Her madde aynı düzeyde ışık soğurmaz. Işığı fazla soğuran maddeler, ışığı az soğuran maddelere göre daha hızlı ısınırlar. Siyah renkli maddeler, ışığı en fazla soğuran cisimlerdir. Bu nedenle çiçekçiler saksıları siyah renkte kullanırken, bizlereyse rengârenk saksıları satarlar.

Bir maddeye ışık gönderip o maddeden elektron koparan ışığın enerjisi, bir elektrona çarpıp saçılan ışığın enerjisinden daha küçüktür. Atom çekirdeğine çarpıp bütün enerjisini kaybederek elektron (negatif yüklü parçacık) ve pozitron (pozitif yüklü parçacık) oluşumunu sağlayan ışığın enerjisi de bunlardan daha büyüktür. Her üç durumda da ışık, enerjisini maddeye aktarmıştır. Yalnız madde ile etkileşimlerinin farklı enerji değerlerinde ve farklı özelliklerde gerçekleştiğini belirtmek gerekir.

En iyi siyah madde, üzerine gelen ışığın tamamını içine alan (soğuran) cisimlerdir. Bunlara en iyi örnek ise, içine girdiği ışığı dışarı salmayan kovuktur. Bunun içine giren ışıklar birer dalga hareketi yaparlar. Bu dalgalar bilimsel anlamda tam dalgalardan oluşur. Bu tam dalgalar, “duran dalgalar” olarak işlem görürler.

Demek ki, ışık bir kutuya hapsedildiğinde, sayılabilir dalgalar şeklinde düzene geçiyor. Oysa yukarıda izah edildiği üzere bir ışık elektrona çarptığında, ışık ve elektron saçılıyordu. Yani elektrona çarpan ışık, elektron yani madde gibi davranıyordu. Oysa kutu içine hapsedilen ışık, bir dalga gibi davranıyor. Demek ki ışık, ortamın şeklini alıyor. Ya da ortama göre davranış sergileyebilecek özellikleri kendisinde barındırıyor. Kutu içinde frekansı artan ışığın dalga boyu kısalır ama dalga sayısı da artar.

Her maddeyi delip geçebilen bir ışığın/nurun insanoğlu tarafından görünmesi de beklenmemelidir. Çünkü insanoğlu, mekân ve zaman prangası altına alınarak imtihan edilmektedir. 

Işığın durgun kütlesi yoktur. Ancak sürekli hareket hâlinde olduklarından çekim kuvvetleri varmış gibi davranırlar. Bu çekim özellikleri nedeniyle de bir parçacık gibi işlem görürler. Sürekli hareket hâlinde olan bir ışığın (farklı enerji ve frekanslarda olabilir) momentum (hız) ve dalga boyu olur. “Bu duruma hareket eden bir ışığa (parçacık gibi) bir dalga eşlik eder” demek daha doğru olur. Işığın bu özelliği ışık hızından küçük durumlarda olan maddeler için de söylenebilir. Bunun anlamı, hareket hâlindeki maddelere de birer dalganın eşlik ettiği gerçeğidir.

Az sayıdaki bazı ülkeler “Her maddeye (insana) bir dalga eşlik eder” ifadesinden hareketle ve sensörler yardımıyla istihbarat için insanlara eşlik eden bu özellikten bilgi toplamaktadırlar. Bu durum ışık ve maddeye eşlik eden dalganın bir ölçüsü olup, insan parmak izi gibi bir özelliktir. Madde ve enerjiye yazılan kudret kaleminin ucu gibidir. Yani her insana eşlik eden bir dalga vardır.  

Hem ışık, hem de maddeye eşlik eden bu dalga, bilimsel anlamda “olasılık dalgası” olarak isimlendirilir. Işık ve maddenin nerede ve ne düzeyde bulunmasının ihtimâline karşılık gelir. Ancak bu ihtimâl sonsuz uzayda kesinlik kazanır. Çünkü “Işık ya da madde uzayda mutlaka vardır” anlamı taşır. Bu hâl üzere olan ışık ve madde, en geniş sayılar kümesi kullanılarak anlamlandırılır.

Gerçek ve sanal değerleri olan bu dalganın özelliği, hastanelerde kullanılan manyetik rezonans (MR) cihazı, tardyon ve takyon gibi parçacıkların anlaşılmasına da yardım eder. Unutulmamalıdır ki, bu tür dalgalara bilim dilinde de “Broglie dalgaları” denir. Bu dalgalar ışıktan hızlı hareket ederler.

Bir de Broglie dalga hızına “faz hızı” denir. Bilinen ışığın hızına ise “grup hızı” denir. Işık, kendi içerisinde duran dalgalar barındırır. Bu ışığın içindeki dalgaların hızı da faz hızıdır. Yani ışık, kendi içindeki dalgaların hızından daha yavaş hareket etmektedir. Işığın içindeki bu dalgaların ortaya çıkıp gerçek anlamda bilgi vermesi şimdilik ciddî şüpheler barındırmaktadır.

Bildiğimiz ışık hızına grup hızı denildiğini ifade etmiştik, gruptan kasıt, ışığın içinde bulunan farklı boylardaki bu duran dalgalar, üst üste binmiş topluluk hâlidir. Işık, bu duran dalgaların zar gibi görüntüsüdür. Bu duruma “dalga paketi”, bunu oluşturan etkiye ise “vuru” denir. Gerek makroskobik, gerekse mikroskobik dünyada titreşen cicimlerin oluşumuna neden olan birer vuru vardır. Sonuçta bir maddenin hızı ışık hızından küçükken, ışık da içinde barındırdığı de-Broglie (duran dalga) hızlarından küçüktür.

Elektronun durgun enerjisi, hareket enerjisinden yaklaşık on bin kat daha fazladır. Hareket hâlinde olan elektron, yaklaşık nanometrenin onda biri büyüklüğünde bir dalga boyu ile hareket ederse ışık gibi davranmaya başlar. Bu yönüyle bir elektron, ışığın yüzeylerden yansıması ve kırılması gibi davranışlar sergiler.  

Atomu oluşturan parçacıklardan biri bir kutu içine hapsedilirse, parçacığın enerjileri belli değerleri alır. Parçacık için bütün enerji değerlerine sahip bir durum ile karşılaşılmaz. Belli değerlerdeki bu enerjiler, parçacığa karşılık gelen belli duran dalgalar sonucudur. Kutu içine hapsolan bu tür parçacıklara eşlik eden duran dalgalar de-Broglie dalgalarıdır.

Dikkat edilirse, kutu içine konulan bir madde ile (atom altı parçacık) kovuk içindeki bir ışık, benzer davranışlar sergileyebiliyor. Bu tür parçacıklar ile ışıklar birbirlerine enerji aktarabiliyorlar. Belli şartlar altında enerjiden maddeye, maddeden de enerjiye geçiş mümkün oluyor.


“Allahu Nûrun Nûru… Sende kılmış zuhûru… Cismin tecelli Tûr’u”

İnsanoğlu geleceği bilemez. Çünkü şimdiki zamanı bilemiyor. Şimdiki zamanın bilinememesi, gelecek zamanın da bilinememesini aşikâr kılıyor. Bu durumu şöyle açıklamak gerekir: Hareket hâlindeki bir maddenin/parçacığın konumu ve momentumu bilimsel olarak aynı anda ve kesin olarak belirlemek en azından şimdilik zordur. Hareket eden bu parçacığa eşlik eden ya da hareket hâlindeki parçacığa karşılık gelen dalga ne ise, bu parçacığın konumunu belirlemek de o oranda artar.  

Benzer şekilde, ışığın zar gibi parçacık durumunu esas alarak konum ve hızın aynı anda ölçülemeyeceği belirlenebilir. Bu aynı anda belirleyememenin nedeni, ölçmek istenen özellik ile ölçecek nesnenin aynı düzeyde/özellikte olmasıdır. Her defasında ölçek isterken temas olacağından, hep dışarıdan etki verilecektir. Bu durumda doğru ölçme olmayacaktır. Bir gün bir elektrona temas edildiğinde, elektronun hızı ve konumunu değiştirmeyecek yeni bir fiziksel ölçüm yöntemi bulunursa, doğru ölçüm yapılabilir. Ama şimdilik bu mümkün görünmüyor.

Atom altı parçacıklardaki bu konum ve hızdaki bu ölçememe durumu enerji ve zaman için de aynıyla geçerlidir. Işığın parçacık özelliğinden hareketle konum, hız, enerji ve zaman bilinmezlikleri dalga özelliğine göre yaklaşık on kat daha büyüktür. Bu nedenle bilinmezliği azaltmak için dalga özelliği öne çıkıyor.

Buraya kadar ışık, ışık etkileşimleri, dalga durumu ve parçacık gibi özelliklerin bazı özel hâlleri üzerinde duruldu. Işık hem dalga, hem de parçacık gibi davranıyor. Aslında duruma göre ışığın bir özelliği öne çıkıyor. Işık, genel itibariyle mesafe kat ederken dalga gibi, bir etkileşim içerisine girip enerji alışverişi yaparken ise parçacık gibi davranıyor. “Işık, yol alırken elektromanyetik dalgalar gibi hareket eder” dense yanlış olmaz. Ayrıca, ışık yan yana duran iki delikten aynı anda karşı tarafa geçer. Çünkü ışıklar birbirlerinin içerisinden geçerken de birbirlerini etkilemezler.  

Röntgen ışınları, görünen ışığın geçemediği yerlerden rahatlıkla geçebilir. Bu Röntgen ışınları katı, sıvı ve gazları iyonize eder. Bu nedenle hastahanelerde Röntgen cihazları bölgesinde sağlık uyarı tabloları bulunur. Atom altı parçacıklar da bazen ışığın bu tür özellilerine benzer şekilde davranırlar. Bu tür parçacıklardan bazıları alfa, beta, gama ve nötronlardır. Bir alfa parçacığı insan elinden geçemez, beta insan elinden geçip alüminyum bir levhada durur. Gama ışını ise insan elinden, alüminyum levhadan geçip kurşun tabakada durur. Nötronlar ise insan eli, alüminyum levha ve kurşun levhadan rahatlıkla geçerken beton bir plâkada ancak durabilir.  

Bu tür parçacıklar, ışık gibi elektromanyetik dalga özelliklerinden dolayı maddelerin içerisine nüfûz edebilirler. Madde ile etkileşime girdiklerinde enerji trasferi de yaşarlar. Dolayısıyla değişiklikler oluşabilir.

Canlılar çevreyi maddelere çarpıp göze gelen ışık sayesinde görürler. “Aslında canlıların gördükleri, maddeden yansıyan ışığın ta kendisidir, madde değildir” desek yanlış olmaz. Çünkü zifiri karanlıkta maddenin görünememesi tam da bu duruma örnektir. Calıların görme özellikleri de farklılık arz eder.

Elektromanyetik spektrum (bilinen ışıklar) 100 metre ile nanometrenin on binde biri bölgesindeki farklı dalga boylarından oluşur. İnsan gözü sadece 400-700 nanometre aralığındaki ışıkları görür. Daha açık bir ifadeyle, insanoğlunun gözü, var olan evrendeki ışıkların sadece on trilyonda bir kısmını görebiliyor. Yüzde 1 bile değil! Yani evrene göre resmen körlük var insanda. Maddelerin içine nüfûz eden elektromanyetik radyasyon ve teknik cihazlar ile görme bölgesi genişletilebilir. Röntgen ışınları bunlardan sadece biridir. 

İnsanoğlu bir maddeye çarpıp yansıyan ışınları yakalayarak görmeyi gerçekleştirir. Eğer bir ışık, çarptığı maddeye nüfûz edip geri yansıma yapmaz ise, o madde görünmez. Sırasıyla insan eli, alüminyum levha, kurşun levha ve beton blok art arda dizilse ve insan elinin önünden nötronlar gönderilse, nötronlar eli, alüminyum ve kurşun levhayı geçerek beton bloka ulaşır. Beton bloktan yansıyan nötronlar fark edilir ve “Beton blok vardır” denir. El, alüminyum ve kurşun levhanın varlığından söz edilemez.

Evrende bu ışıkların tamamını içinde barındıran ve çarptığı bütün maddelerden geçen bir ışık düşünün; bu ışık, hiçbir zaman yansımayacağı için görülemez. Var olan bu ışık, aslında insanın bilimsel acizliğinin bir göstergesidir. Diğer bir ifadeyle, varlığını kendi yetersizliği nedeniyle tespit edemeyen insan, “Bütün maddelerden geçen bir ışık yoktur” deme lüksüne sahip değildir.  

Hazreti Mûsâ’nın (as) Allah’ı (cc) görmek istemesi üzerine bunun mümkün olmadığı, Allah’ın (cc) dağa tecelli edip dağı yerle bir etmesiyle sonuçlanması herkesin malûmudur. Her maddeyi delip geçebilen bir ışığın/nurun insanoğlu tarafından görünmesi de beklenmemelidir. Çünkü insanoğlu, mekân ve zaman prangası altına alınarak imtihan edilmektedir. Ne zaman ki bunlardan olumlu yönde kurtulur, o zaman mecburiyetten de kurtulmuş olur!