İÇİNDE
hava, atom veya molekül bulunmayan boşluğa “vakum” denir. Vakum ortamlarında
hava dahi bulunmadığı için atmosferik basınçtan daha düşük bir durum mevcûttur.
Bilimsel işlemlerde kolaylık sağladığı için sıklıkla tercih edilen ortamlardan birisidir.
Bilinen hava ortamı ile vakum ortamı karıştırılmamalıdır. Çünkü
en azından enerjinin korunumu ve termodinamiğin bazı yasaları vakum ortamı için
geçerlidir, hava ortamı için değil. Vakum ortamı için geçerli olan bazı
kuralları hava ortamı için de geçerli görüp yorum yapmak, bilimsel olarak
yanlıştır. Bu yanlıştan yola çıkarak yapılan yorumlar çöplüğü ile dolu bazı
dünyalar.
Ancak bazı madde ve ışıklar (elektromanyetik radyasyon) var
ki bunlar ortamlara göre farklı davranış sergileyebilirler. Bunları kendi
bilimsel çerçevesi içinde değerlendirip sonuca öyle ulaşmak gerekir.
Bazen bir madde, bir ışık ve bazen de bir elektromanyetik
radyasyon, insanoğlunun çevreden bilgi toplamak için kullandığı yöntemlerden
bazılarıdır. Bu bilgi toplama yöntemlerinin her biri ayrı ayrı birer ölçüdür.
Bunları doğru kefeye koyup öyle evrene bakmak gerekir. Burada bu tür
örneklerden bazıları üzerinde durularak, nihâyette ne gibi bir ölçü ile evrene
bakılması gerektiği hakkında tamamen bilimsel veriler kullanılıp bir tablo ortaya
konuldu.
İnsan gözünün gördüğü ışık bölgesinden daha küçük dalga boylu
(yüksek enerjili) mor ötesi ışık, bir metale vakum ortamında tutulursa, ışık,
enerjisinin bir kısmını metale aktarır, aktarılan bu enerji metale bağlı
elektronların enerjilerini yener ve metale bağlı bazı elektronları (fotoelektron)
koparır. Kopan bu elektronlar serbest hareket etmeye başlar. Metale gönderilen
ışık, enerjisinin bir kısmını metale aktardığı için kendisi de daha zayıf
enerjiye sahip yeni bir ışık olarak yoluna devam eder. Bir ışık tanesinin
enerjisi bilindiği için, buradan hareketle güçlü bir ışığın metalden kaç tane elektron
kopardığı da rahatlıkla hesaplanır.
Vakum ortamında bir metalden ayrılan elektron, karşıdaki başka
bir metale çarpınca enerjisinin tamamını bu metale aktarır. Enerjisinin
tamamını bu metale aktardığında, metalde tutulu bulunan elektronun da enerjisi
olduğundan, görünen ışıktan büyük enerji ve küçük dalga boyuna (10 ile 0,01
nanometre dalga boylu X-ışını) sahip olarak metalden ayrılır. Dalga boyu küçük
olduğu için yumuşak insan vücûdundan içeri girip kemiğe kadar ilerler. Hastanelerde
kırık ve çıkıkları tespit etmek için çekilen Röntgen filmlerinde kullanılan
ışık budur. Bu enerjideki ışık, madde içine nüfûz edebildiğinden maddelerin yapısal
özelliklerini anlama ve anlamlandırmada kullanılır. Ayrıca bu ışığın madde
içinde derinliklere indikçe gecikme özellikleri de ortaya çıkar.
Işık, durmakta olan bir elektron üzerine gönderilip
çarptırıldığında, elektron ve ışığın saçıldığı gözlenir. Demek ki ışık, kendi
ölçülerine yakın büyüklükteki bir parçacıkla kafa kafaya çarpışıyor ve içine
nüfûz edemiyor. “Burada ışık, elektron (madde) gibi davranıyor” dense yanlış
olmaz. Elektron, bilindiği üzere atomu oluşturan maddelerden biridir. İlginç
durumlardan biri de, ışık ve elektronun kafa kafaya çarpışmasının günlük hayatta
iki bilardo topunun çarpışmasına benzetilmesidir. Oysa makro (klâsik) ve mikro
(kuantum) ölçeklerde olayların farklılaşıyor olması beklenir. Demek ki kendi aralarında
(ölçeklerinde) küçük parçacıklar ve ışık büyük parçacık kurallarına
uyabiliyorlar. Yalnız bu uyumun yine kendi özelliklerinin korunmasıyla olduğu
unutulmamalıdır.
Elektron, atomu oluşturan parçacıklardan (negatif yüklü) birisidir.
Pozitron da elektronun karşıtı olan pozitif yüklü bir parçacıktır. Yukarıda ifade
edildiği üzere, ışık ile elektron kafa kafaya çarpıştırıldığında, parçacıklar
gibi hareket eden bir durum ortaya çıkmıştı. Burada ise bir ışık atomun
çekirdeğine gönderildiğinde, bu kez ışık varlığını koruyamayıp elektron ve
pozitron gibi iki parçacığın ortaya çıkmasına neden oluyor. Aralarında çok
küçük farklar da olsa, bu iki parçacığın hızları birbirine yakın olmaktadır.
“Boyandım rengine, solmazam artık”
Burada dikkat edilmesi gereken husus, ışığın atomun çekirdeği
ile etkileşmesi sonucunda yok oluşu ve iki farklı parçacığın ortaya çıkışı netîcesinde
enerjinin (ışık) maddeye dönüşmesidir. Bu olay yukarıda açıklandığı gibi vakum
ortamında gerçekleşmez, tamamen gerçek ortamlarda ortaya çıkar. Benzer şekilde
elektron ve pozitron gibi iki madde, uygun şart ve ortamda bir araya geldiklerinde
yok olur ve bu kez de ışık ortaya çıkar. Yani madde, enerjiye dönüşür.
Her madde kendi rengindeki ışıkları soğurabilir. Işığın bir
cisim tarafından emilmesine “soğurma” denir. Maddeler soğurdukları renklerde
görünürler. Her madde aynı düzeyde ışık soğurmaz. Işığı fazla soğuran maddeler,
ışığı az soğuran maddelere göre daha hızlı ısınırlar. Siyah renkli maddeler,
ışığı en fazla soğuran cisimlerdir. Bu nedenle çiçekçiler saksıları siyah
renkte kullanırken, bizlereyse rengârenk saksıları satarlar.
Bir maddeye ışık gönderip o maddeden elektron koparan ışığın
enerjisi, bir elektrona çarpıp saçılan ışığın enerjisinden daha küçüktür. Atom
çekirdeğine çarpıp bütün enerjisini kaybederek elektron (negatif yüklü
parçacık) ve pozitron (pozitif yüklü parçacık) oluşumunu sağlayan ışığın
enerjisi de bunlardan daha büyüktür. Her üç durumda da ışık, enerjisini maddeye
aktarmıştır. Yalnız madde ile etkileşimlerinin farklı enerji değerlerinde ve
farklı özelliklerde gerçekleştiğini belirtmek gerekir.
En iyi siyah madde, üzerine gelen ışığın tamamını içine alan
(soğuran) cisimlerdir. Bunlara en iyi örnek ise, içine girdiği ışığı dışarı
salmayan kovuktur. Bunun içine giren ışıklar birer dalga hareketi yaparlar. Bu
dalgalar bilimsel anlamda tam dalgalardan oluşur. Bu tam dalgalar, “duran
dalgalar” olarak işlem görürler.
Demek ki, ışık bir kutuya hapsedildiğinde, sayılabilir dalgalar şeklinde düzene geçiyor. Oysa yukarıda izah edildiği üzere bir ışık elektrona çarptığında, ışık ve elektron saçılıyordu. Yani elektrona çarpan ışık, elektron yani madde gibi davranıyordu. Oysa kutu içine hapsedilen ışık, bir dalga gibi davranıyor. Demek ki ışık, ortamın şeklini alıyor. Ya da ortama göre davranış sergileyebilecek özellikleri kendisinde barındırıyor. Kutu içinde frekansı artan ışığın dalga boyu kısalır ama dalga sayısı da artar.
Her maddeyi delip geçebilen bir ışığın/nurun insanoğlu tarafından görünmesi de beklenmemelidir. Çünkü insanoğlu, mekân ve zaman prangası altına alınarak imtihan edilmektedir.
Işığın durgun kütlesi yoktur. Ancak sürekli hareket hâlinde
olduklarından çekim kuvvetleri varmış gibi davranırlar. Bu çekim özellikleri
nedeniyle de bir parçacık gibi işlem görürler. Sürekli hareket hâlinde olan bir
ışığın (farklı enerji ve frekanslarda olabilir) momentum (hız) ve dalga boyu
olur. “Bu duruma hareket eden bir ışığa (parçacık gibi) bir dalga eşlik eder”
demek daha doğru olur. Işığın bu özelliği ışık hızından küçük durumlarda olan
maddeler için de söylenebilir. Bunun anlamı, hareket hâlindeki maddelere de
birer dalganın eşlik ettiği gerçeğidir.
Az sayıdaki bazı ülkeler “Her maddeye (insana) bir dalga
eşlik eder” ifadesinden hareketle ve sensörler yardımıyla istihbarat için
insanlara eşlik eden bu özellikten bilgi toplamaktadırlar. Bu durum ışık ve
maddeye eşlik eden dalganın bir ölçüsü olup, insan parmak izi gibi bir
özelliktir. Madde ve enerjiye yazılan kudret kaleminin ucu gibidir. Yani her
insana eşlik eden bir dalga vardır.
Hem ışık, hem de maddeye eşlik eden bu dalga, bilimsel
anlamda “olasılık dalgası” olarak isimlendirilir. Işık ve maddenin nerede ve ne
düzeyde bulunmasının ihtimâline karşılık gelir. Ancak bu ihtimâl sonsuz uzayda
kesinlik kazanır. Çünkü “Işık ya da madde uzayda mutlaka vardır” anlamı taşır. Bu
hâl üzere olan ışık ve madde, en geniş sayılar kümesi kullanılarak
anlamlandırılır.
Gerçek ve sanal değerleri olan bu dalganın özelliği, hastanelerde
kullanılan manyetik rezonans (MR) cihazı, tardyon ve takyon gibi parçacıkların
anlaşılmasına da yardım eder. Unutulmamalıdır ki, bu tür dalgalara bilim
dilinde de “Broglie dalgaları” denir. Bu dalgalar ışıktan hızlı hareket
ederler.
Bir de Broglie dalga hızına “faz hızı” denir. Bilinen ışığın
hızına ise “grup hızı” denir. Işık, kendi içerisinde duran dalgalar barındırır.
Bu ışığın içindeki dalgaların hızı da faz hızıdır. Yani ışık, kendi içindeki
dalgaların hızından daha yavaş hareket etmektedir. Işığın içindeki bu
dalgaların ortaya çıkıp gerçek anlamda bilgi vermesi şimdilik ciddî şüpheler
barındırmaktadır.
Bildiğimiz ışık hızına grup hızı denildiğini ifade etmiştik, gruptan
kasıt, ışığın içinde bulunan farklı boylardaki bu duran dalgalar, üst üste
binmiş topluluk hâlidir. Işık, bu duran dalgaların zar gibi görüntüsüdür. Bu
duruma “dalga paketi”, bunu oluşturan etkiye ise “vuru” denir. Gerek
makroskobik, gerekse mikroskobik dünyada titreşen cicimlerin oluşumuna neden
olan birer vuru vardır. Sonuçta bir maddenin hızı ışık hızından küçükken, ışık
da içinde barındırdığı de-Broglie (duran dalga) hızlarından küçüktür.
Elektronun durgun enerjisi, hareket enerjisinden yaklaşık on
bin kat daha fazladır. Hareket hâlinde olan elektron, yaklaşık nanometrenin
onda biri büyüklüğünde bir dalga boyu ile hareket ederse ışık gibi davranmaya
başlar. Bu yönüyle bir elektron, ışığın yüzeylerden yansıması ve kırılması gibi
davranışlar sergiler.
Atomu oluşturan parçacıklardan biri bir kutu içine
hapsedilirse, parçacığın enerjileri belli değerleri alır. Parçacık için bütün
enerji değerlerine sahip bir durum ile karşılaşılmaz. Belli değerlerdeki bu
enerjiler, parçacığa karşılık gelen belli duran dalgalar sonucudur. Kutu içine
hapsolan bu tür parçacıklara eşlik eden duran dalgalar de-Broglie dalgalarıdır.
Dikkat edilirse, kutu içine konulan bir madde ile (atom altı parçacık) kovuk içindeki bir ışık, benzer davranışlar sergileyebiliyor. Bu tür parçacıklar ile ışıklar birbirlerine enerji aktarabiliyorlar. Belli şartlar altında enerjiden maddeye, maddeden de enerjiye geçiş mümkün oluyor.
“Allahu Nûrun Nûru… Sende kılmış zuhûru… Cismin tecelli
Tûr’u”
İnsanoğlu geleceği bilemez. Çünkü şimdiki zamanı bilemiyor.
Şimdiki zamanın bilinememesi, gelecek zamanın da bilinememesini aşikâr kılıyor.
Bu durumu şöyle açıklamak gerekir: Hareket hâlindeki bir maddenin/parçacığın
konumu ve momentumu bilimsel olarak aynı anda ve kesin olarak belirlemek en
azından şimdilik zordur. Hareket eden bu parçacığa eşlik eden ya da hareket hâlindeki
parçacığa karşılık gelen dalga ne ise, bu parçacığın konumunu belirlemek de o
oranda artar.
Benzer şekilde, ışığın zar gibi parçacık durumunu esas alarak
konum ve hızın aynı anda ölçülemeyeceği belirlenebilir. Bu aynı anda
belirleyememenin nedeni, ölçmek istenen özellik ile ölçecek nesnenin aynı
düzeyde/özellikte olmasıdır. Her defasında ölçek isterken temas olacağından,
hep dışarıdan etki verilecektir. Bu durumda doğru ölçme olmayacaktır. Bir gün
bir elektrona temas edildiğinde, elektronun hızı ve konumunu değiştirmeyecek
yeni bir fiziksel ölçüm yöntemi bulunursa, doğru ölçüm yapılabilir. Ama
şimdilik bu mümkün görünmüyor.
Atom altı parçacıklardaki bu konum ve hızdaki bu ölçememe durumu
enerji ve zaman için de aynıyla geçerlidir. Işığın parçacık özelliğinden
hareketle konum, hız, enerji ve zaman bilinmezlikleri dalga özelliğine göre
yaklaşık on kat daha büyüktür. Bu nedenle bilinmezliği azaltmak için dalga
özelliği öne çıkıyor.
Buraya kadar ışık, ışık etkileşimleri, dalga durumu ve
parçacık gibi özelliklerin bazı özel hâlleri üzerinde duruldu. Işık hem dalga,
hem de parçacık gibi davranıyor. Aslında duruma göre ışığın bir özelliği öne
çıkıyor. Işık, genel itibariyle mesafe kat ederken dalga gibi, bir etkileşim
içerisine girip enerji alışverişi yaparken ise parçacık gibi davranıyor. “Işık,
yol alırken elektromanyetik dalgalar gibi hareket eder” dense yanlış olmaz. Ayrıca,
ışık yan yana duran iki delikten aynı anda karşı tarafa geçer. Çünkü ışıklar
birbirlerinin içerisinden geçerken de birbirlerini etkilemezler.
Röntgen
ışınları, görünen ışığın geçemediği yerlerden rahatlıkla geçebilir. Bu Röntgen ışınları
katı, sıvı ve gazları iyonize eder. Bu nedenle hastahanelerde Röntgen cihazları
bölgesinde sağlık uyarı tabloları bulunur. Atom altı parçacıklar da bazen
ışığın bu tür özellilerine benzer şekilde davranırlar. Bu tür parçacıklardan
bazıları alfa, beta, gama ve nötronlardır. Bir alfa parçacığı insan elinden
geçemez, beta insan elinden geçip alüminyum bir levhada durur. Gama ışını ise
insan elinden, alüminyum levhadan geçip kurşun tabakada durur. Nötronlar ise
insan eli, alüminyum levha ve kurşun levhadan rahatlıkla geçerken beton bir plâkada
ancak durabilir.
Bu tür
parçacıklar, ışık gibi elektromanyetik dalga özelliklerinden dolayı maddelerin
içerisine nüfûz edebilirler. Madde ile etkileşime girdiklerinde enerji trasferi
de yaşarlar. Dolayısıyla değişiklikler oluşabilir.
Canlılar
çevreyi maddelere çarpıp göze gelen ışık sayesinde görürler. “Aslında
canlıların gördükleri, maddeden yansıyan ışığın ta kendisidir, madde değildir”
desek yanlış olmaz. Çünkü zifiri karanlıkta maddenin görünememesi tam da bu
duruma örnektir. Calıların görme özellikleri de farklılık arz eder.
Elektromanyetik
spektrum (bilinen ışıklar) 100 metre ile nanometrenin on binde biri
bölgesindeki farklı dalga boylarından oluşur. İnsan gözü sadece 400-700
nanometre aralığındaki ışıkları görür. Daha açık bir ifadeyle,
insanoğlunun gözü, var olan evrendeki ışıkların sadece on trilyonda bir kısmını
görebiliyor. Yüzde 1 bile değil! Yani evrene göre resmen körlük var insanda.
Maddelerin içine nüfûz eden elektromanyetik radyasyon ve teknik cihazlar ile
görme bölgesi genişletilebilir. Röntgen ışınları bunlardan sadece biridir.
İnsanoğlu bir maddeye çarpıp yansıyan ışınları yakalayarak
görmeyi gerçekleştirir. Eğer bir ışık, çarptığı maddeye nüfûz edip geri yansıma
yapmaz ise, o madde görünmez. Sırasıyla insan eli, alüminyum levha, kurşun
levha ve beton blok art arda dizilse ve insan elinin önünden nötronlar
gönderilse, nötronlar eli, alüminyum ve kurşun levhayı geçerek beton bloka
ulaşır. Beton bloktan yansıyan nötronlar fark edilir ve “Beton blok vardır”
denir. El, alüminyum ve kurşun levhanın varlığından söz edilemez.
Evrende bu ışıkların tamamını içinde barındıran ve çarptığı
bütün maddelerden geçen bir ışık düşünün; bu ışık, hiçbir zaman yansımayacağı
için görülemez. Var olan bu ışık, aslında insanın bilimsel acizliğinin bir
göstergesidir. Diğer bir ifadeyle, varlığını kendi yetersizliği nedeniyle
tespit edemeyen insan, “Bütün maddelerden geçen bir ışık yoktur” deme lüksüne
sahip değildir.
Hazreti Mûsâ’nın (as) Allah’ı (cc)
görmek istemesi üzerine bunun mümkün olmadığı, Allah’ın (cc) dağa tecelli edip
dağı yerle bir etmesiyle sonuçlanması herkesin malûmudur. Her maddeyi delip
geçebilen bir ışığın/nurun insanoğlu tarafından görünmesi de beklenmemelidir. Çünkü
insanoğlu, mekân ve zaman prangası altına alınarak imtihan edilmektedir. Ne
zaman ki bunlardan olumlu yönde kurtulur, o zaman mecburiyetten de kurtulmuş
olur!