Medeniyet çatışması Afganistan’da patladı

Kıbrıs’ta Türk tarafının “Evet”, Rum tarafınınsa “Hayır” demesine karşın Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye kabul edilişi, Einstein’in Newton’un yolundan gitmesinden farksızdır. Bu davranışlar bilimsel olmayıp Hıristiyan Batı’nın bir dayatması ve çifte standardıdır. Bu durum kendileri açısından kabul edilebilir olabilir ancak dünyaya “özgürlük ve medeniyet” ihraç edememelerinin de nedeni budur.

BOZLAKLARA ve Anadolu türkülerine can veren, abdallık geleneğini lâyıkıyla temsil eden, Türk halk ozanı ve Bozkırın Tezenesi rahmetli Neşet Ertaş, halkın gönlünde taht kurmuş bir değerdir. Özellikle gönüller arasındaki yolları, gönül dağlarını ilmek ilmek dokumuş biri olarak tam anlamıyla Anadolu’nun müşahhas bir gönül erbâbıdır.

Ertaş, doğal ve fıtrî bir hayat sürdü ve öyle de iz bıraktı. Bu özelliği ile çoğu sanatçıya su verdi ve besledi. Kendisi “gönül” kelimesine can verdiği gibi bu tavrı isminin zihinlere ve gönüllere kazınmasına da neden oldu. “Gönül dünyamızın anatomisini ve gönül coğrafyamızın haritasını çizen Pîrî Reis’i” dense yeridir.

***

Endülüs’ün (şimdiki İspanya) bir çiçeği olarak gözlerini dünyaya açan İbnü’l-Arabî, kendi iç âlemindeki hazineleri aşikâr etme yoluna girdikten sonra felsefî bakış açısı ile tasavvufî bakış açısını karşılaştırmıştır. Memleketinden çıkıp Fas, Tunus, Gırnata, Kurtuba, Mekke, Urfa, Diyarbekir, Sivas, Malatya ve Konya’yı görmüştür.

İbnü’l-Arabî, evreni yaratılışına dair felsefî görüşlerinde Batı’nın maddî cevher olarak ifadesinin gerçekte “nefes-i ilâhî” olduğunu söyleyerek felsefî terminolojinin tasavvufî anlamını ortaya koymuştur. Ayrıca harflere birer can vermiş ve Selçuklu ile birlikte Osmanlı’ya bir çınar tohumu saçan irfânî bir gelenek yolcusu olmuştur.

Çoğu filozofun aksine İbnü’l-Arabî’nin kendinden önceki düşünürlerin etkisinde kaldığı veya etkilendiği söylenemez. Zira evrenin mutlak yokluktan varlık âlemine teşrifi şeklinde değil de izâfî yokluktan izâfî varlığa geçişi şeklinde bir tanımlamayla evren hayatının da geçici olduğunu öne çıkarmıştır.

***

Maddeye dair bilgilerin çoğu bir silsile şeklinde ilerlerken ışık hakkında son yüzyıla kadar detaylı bir malûmat yoktu. Alman fizikçi Max Planck, ışık hakkında bilinmezliklerin ortadan kaldırılmasını ve ışığın ne olduğunun anlaşılması için bir yola koyulmuştur. Burada silsile şeklinde bir yolculuğa çıksa da kesikli (kuantumlu) yapıyı ilk defa ileri sürerek yeni bir yol açmıştır. Bunu yaparken İslâm eserlerinden yararlandığını Max Planck bizzat ifade etmiştir.

Planck’tan sonra kuantuma ilk katkı Almanya doğumlu Aşkenazi Yahudisi olan teorik fizikçi Albert Einstein’dan gelmiştir. Ardından çok sayıda kuantum bilimine katkı gelmiş ve bir dal olarak kabul edilmiştir. Yeni fikir olarak ortaya çıkan kuantuma göre objektif denen gözlemin kendi içinde objektif olamayacağı, sadece objektifliğe en yakın olasılıkta olabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Yani kesinlikten ayrışmış bir durum ortaya çıkmıştır. Çünkü ölçmek ve üzerinden bilgi elde edilmek istenen bilimsel eşyalar, ölçecek nesneler ölçeğinde olduklarından, ölçüm sırasında değişmeler kaçınılmaz hâle gelmektedir.

***

İngiliz Isaac Newton, “Sir” unvanını, sadece İngiliz kraliyet ailesinin dünya görüşünü “bilim altında” sunmaya sadık kaldığı için almıştır. Stephen Hawking de Newton’u takip etmiştir. Nedensellik, sebep-sonuç ve silsile takip etme yolunu seçmişlerdir. Kuantum bu yoldan farklılık gösterse ve farklı şeyler söylese de bu bilimsel veriler Planck’ı takip etmesi gereken Einstein’in Newton’un yolundan gitmesine engel olamamıştır.  

Bilim insanı da olsa, kişi, çoğu zaman yetiştiği kültür, medeniyet, toplum ve inanç sisteminin dışına çıkamıyor. Yetiştiği ortam kişiye ve zihnine can veriyor. Buradan kurtulamayana örnek Einstein iken, yetiştiği devirden farklı şeyler ortaya koyabilene ise Max Planck ve İbnü’l-Arabî örnek olarak verilebilir.

Toplumlar ve devletler bir araya geldiklerinde ortaya geliş nedenleri çok önemlidir. Sadece coğrafî neden toplumları bir arada tutmak için yeterli değildir. Siyâsî ve ekonomik bir örgüt olan Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’yi kabul etmemesinin kaynağında işte bu medeniyet farklılığı vardır.

Kıbrıs’ta Türk tarafının “Evet”, Rum tarafınınsa “Hayır” demesine karşın Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB’ye kabul edilişi, Einstein’in Newton’un yolundan gitmesinden farksızdır. Bu davranışlar bilimsel olmayıp Hıristiyan Batı’nın bir dayatması ve çifte standardıdır. Bu durum kendileri açısından kabul edilebilir olabilir ancak dünyaya “özgürlük ve medeniyet” ihraç edememelerinin de nedeni budur.

***

Kast sisteminin en fazla işlediği ülke İngiltere’dir. Krallıkla yönetilen ülke, dünyaya farklı lânse edilmektedir. “Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır” diyen Hazreti Mevlâna ve diğer değerli şahsiyetlerin “itibarsızlaştırılması” için bütün gayreti gösteren İngiltere, DAEŞ’in fikir babasıdır. Akademik anlamda bir görevli DAEŞ’i Türkiye ile özdeşleştirmek için çok uğraştı, lâkin başaramadı. Bu uğurda DAEŞ’i bir İngiliz projesi ve ABD eylemcisi olarak hatırda tutmak gerekir.

DAEŞ’in tam olarak Türkiye’nin MİT tırları ve 17/25 Aralık öncesinde ortaya çıkarılmasına önemle bakmak gerekir. Şimdilerde Afganistan’da olayları üstlenen terör örgütü DAEŞ’in en fazla Türk kökenlileri hedef alması tesadüf olamaz.

Özellikle Londra-Pekin hattında İngiltere’nin her deliğin altında olduğunu şiddetle ve tekrarla vurguluyoruz.

Bir hatırlatma yerinde olacaktır: DAEŞ’in, Suriye’de çıktığında bütün terör örgütleriyle çatışırken PKK/PYD ile çatışmaması tesadüf olamaz. Türkiye’nin durdurulması, mümkünse yönetim değişikliği ve Londra-Pekin hattından el çektirilmesidir DAEŞ’in amacı. Bunun arka plânındaki asıl neden şudur: Batı, ABD ve İngiltere, içeride tuttuğu ihanet şebekeleriyle birlikte Türkiye ve İslâm’a karşı savaşıyorlar. Türkiye’nin İslâm ülkelerine rol model olması asla istenmiyor. Sonuna kadar direnecek ve her defasında fırsat kollayacaklar bu anlamda...

Türkiye, Batı’dan farklı olarak gerek “gönül”, gerekse “irfan” ve “medeniyet” açısından Batı’nın hedef tahtasındadır. İnsanların iç dünyalarına ait kavramları anlayamadıkları gibi, düşmanca bir tavırla Türkiye’ye saldırıyorlar. AB’ye kabul edilmeyişimizin tek nedeni budur. Türkiye’nin bir cumhuriyet olarak İslâm ile barışık hâlde ilerleyişi Batı dünyasını çılgına çeviriyor. Tekrarla ifade ediyoruz: Türkiye’nin bir cumhuriyet olarak İslâm ülkelerine rol model oluşturması, Batı’nın aklını başından almış durumdadır.

Çok dikkatli olmak zorundayız!

Çok çalışkan olmak zorundayız!

Çok bilim ve teknoloji üretmek zorundayız!

Zira bütün dünyaya alternatif bir medeniyet sunabilecek yegâne ülke, Türkiye’dir. İşte İngiltere, ABD, AB, Fransa ve Hollanda bunun için kovboy Biden önderliğinde 2023’te bir aday belirleyerek değişiklik istiyor. Bu aday, Biden’in içerideki adamıdır. 

Unutulmamalıdır ki mesele, rahmetli Cemil Meriç’in ifade ettiği gibi, “Olimpos dağının çocukları, Hira dağının evlâtlarını asla kabullenmeyecekler” cümlesinin sınırları içerisinde cereyan ediyor.