BOZLAKLARA ve Anadolu
türkülerine can veren, abdallık geleneğini lâyıkıyla temsil eden, Türk halk
ozanı ve Bozkırın Tezenesi rahmetli Neşet Ertaş, halkın gönlünde taht kurmuş
bir değerdir. Özellikle gönüller arasındaki yolları, gönül dağlarını ilmek
ilmek dokumuş biri olarak tam anlamıyla Anadolu’nun müşahhas bir gönül erbâbıdır.
Ertaş,
doğal ve fıtrî bir hayat sürdü ve öyle de iz bıraktı. Bu özelliği ile çoğu
sanatçıya su verdi ve besledi. Kendisi “gönül” kelimesine can verdiği gibi bu
tavrı isminin zihinlere ve gönüllere kazınmasına da neden oldu. “Gönül
dünyamızın anatomisini ve gönül coğrafyamızın haritasını çizen Pîrî Reis’i”
dense yeridir.
***
Endülüs’ün
(şimdiki İspanya) bir çiçeği olarak gözlerini dünyaya açan İbnü’l-Arabî, kendi
iç âlemindeki hazineleri aşikâr etme yoluna girdikten sonra felsefî bakış açısı
ile tasavvufî bakış açısını karşılaştırmıştır. Memleketinden çıkıp Fas, Tunus,
Gırnata, Kurtuba, Mekke, Urfa, Diyarbekir, Sivas, Malatya ve Konya’yı
görmüştür.
İbnü’l-Arabî,
evreni yaratılışına dair felsefî görüşlerinde Batı’nın maddî cevher olarak
ifadesinin gerçekte “nefes-i ilâhî” olduğunu söyleyerek felsefî terminolojinin
tasavvufî anlamını ortaya koymuştur. Ayrıca harflere birer can vermiş ve
Selçuklu ile birlikte Osmanlı’ya bir çınar tohumu saçan irfânî bir gelenek
yolcusu olmuştur.
Çoğu
filozofun aksine İbnü’l-Arabî’nin kendinden önceki düşünürlerin etkisinde
kaldığı veya etkilendiği söylenemez. Zira evrenin mutlak yokluktan varlık
âlemine teşrifi şeklinde değil de izâfî yokluktan izâfî varlığa geçişi şeklinde
bir tanımlamayla evren hayatının da geçici olduğunu öne çıkarmıştır.
***
Maddeye
dair bilgilerin çoğu bir silsile şeklinde ilerlerken ışık hakkında son yüzyıla
kadar detaylı bir malûmat yoktu. Alman fizikçi Max Planck, ışık hakkında
bilinmezliklerin ortadan kaldırılmasını ve ışığın ne olduğunun anlaşılması için
bir yola koyulmuştur. Burada silsile şeklinde bir yolculuğa çıksa da kesikli
(kuantumlu) yapıyı ilk defa ileri sürerek yeni bir yol açmıştır. Bunu yaparken İslâm
eserlerinden yararlandığını Max Planck bizzat ifade etmiştir.
Planck’tan
sonra kuantuma ilk katkı Almanya doğumlu Aşkenazi Yahudisi olan teorik fizikçi
Albert Einstein’dan gelmiştir. Ardından çok sayıda kuantum bilimine katkı gelmiş
ve bir dal olarak kabul edilmiştir. Yeni fikir olarak ortaya çıkan kuantuma
göre objektif denen gözlemin kendi içinde objektif olamayacağı, sadece
objektifliğe en yakın olasılıkta olabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Yani
kesinlikten ayrışmış bir durum ortaya çıkmıştır. Çünkü ölçmek ve üzerinden bilgi
elde edilmek istenen bilimsel eşyalar, ölçecek nesneler ölçeğinde olduklarından,
ölçüm sırasında değişmeler kaçınılmaz hâle gelmektedir.
***
İngiliz
Isaac Newton, “Sir” unvanını, sadece İngiliz kraliyet ailesinin dünya görüşünü
“bilim altında” sunmaya sadık kaldığı için almıştır. Stephen Hawking de
Newton’u takip etmiştir. Nedensellik, sebep-sonuç ve silsile takip etme yolunu
seçmişlerdir. Kuantum bu yoldan farklılık gösterse ve farklı şeyler söylese de
bu bilimsel veriler Planck’ı takip etmesi gereken Einstein’in Newton’un
yolundan gitmesine engel olamamıştır.
Bilim
insanı da olsa, kişi, çoğu zaman yetiştiği kültür, medeniyet, toplum ve inanç
sisteminin dışına çıkamıyor. Yetiştiği ortam kişiye ve zihnine can veriyor.
Buradan kurtulamayana örnek Einstein iken, yetiştiği devirden farklı şeyler
ortaya koyabilene ise Max Planck ve İbnü’l-Arabî örnek olarak verilebilir.
Toplumlar
ve devletler bir araya geldiklerinde ortaya geliş nedenleri çok önemlidir.
Sadece coğrafî neden toplumları bir arada tutmak için yeterli değildir. Siyâsî
ve ekonomik bir örgüt olan Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’yi kabul etmemesinin
kaynağında işte bu medeniyet farklılığı vardır.
Kıbrıs’ta
Türk tarafının “Evet”, Rum tarafınınsa “Hayır” demesine karşın Güney Kıbrıs Rum
Kesimi’nin AB’ye kabul edilişi, Einstein’in Newton’un yolundan gitmesinden
farksızdır. Bu davranışlar bilimsel olmayıp Hıristiyan Batı’nın bir dayatması
ve çifte standardıdır. Bu durum kendileri açısından kabul edilebilir olabilir
ancak dünyaya “özgürlük ve medeniyet” ihraç edememelerinin de nedeni budur.
***
Kast
sisteminin en fazla işlediği ülke İngiltere’dir. Krallıkla yönetilen ülke,
dünyaya farklı lânse edilmektedir. “Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır” diyen
Hazreti Mevlâna ve diğer değerli şahsiyetlerin “itibarsızlaştırılması” için bütün
gayreti gösteren İngiltere, DAEŞ’in fikir babasıdır. Akademik anlamda bir
görevli DAEŞ’i Türkiye ile özdeşleştirmek için çok uğraştı, lâkin başaramadı.
Bu uğurda DAEŞ’i bir İngiliz projesi ve ABD eylemcisi olarak hatırda tutmak
gerekir.
DAEŞ’in
tam olarak Türkiye’nin MİT tırları ve 17/25 Aralık öncesinde ortaya
çıkarılmasına önemle bakmak gerekir. Şimdilerde Afganistan’da olayları üstlenen
terör örgütü DAEŞ’in en fazla Türk kökenlileri hedef alması tesadüf olamaz.
Özellikle
Londra-Pekin hattında İngiltere’nin her deliğin altında olduğunu şiddetle ve
tekrarla vurguluyoruz.
Bir
hatırlatma yerinde olacaktır: DAEŞ’in, Suriye’de çıktığında bütün terör
örgütleriyle çatışırken PKK/PYD ile çatışmaması tesadüf olamaz. Türkiye’nin
durdurulması, mümkünse yönetim değişikliği ve Londra-Pekin hattından el
çektirilmesidir DAEŞ’in amacı. Bunun arka plânındaki asıl neden şudur: Batı,
ABD ve İngiltere, içeride tuttuğu ihanet şebekeleriyle birlikte Türkiye ve
İslâm’a karşı savaşıyorlar. Türkiye’nin İslâm ülkelerine rol model olması asla
istenmiyor. Sonuna kadar direnecek ve her defasında fırsat kollayacaklar bu
anlamda...
Türkiye,
Batı’dan farklı olarak gerek “gönül”, gerekse “irfan” ve “medeniyet” açısından
Batı’nın hedef tahtasındadır. İnsanların iç dünyalarına ait kavramları
anlayamadıkları gibi, düşmanca bir tavırla Türkiye’ye saldırıyorlar. AB’ye
kabul edilmeyişimizin tek nedeni budur. Türkiye’nin bir cumhuriyet olarak İslâm
ile barışık hâlde ilerleyişi Batı dünyasını çılgına çeviriyor. Tekrarla ifade
ediyoruz: Türkiye’nin bir cumhuriyet olarak İslâm ülkelerine rol model
oluşturması, Batı’nın aklını başından almış durumdadır.
Çok
dikkatli olmak zorundayız!
Çok
çalışkan olmak zorundayız!
Çok
bilim ve teknoloji üretmek zorundayız!
Zira
bütün dünyaya alternatif bir medeniyet sunabilecek yegâne ülke, Türkiye’dir.
İşte İngiltere, ABD, AB, Fransa ve Hollanda bunun için kovboy Biden
önderliğinde 2023’te bir aday belirleyerek değişiklik istiyor. Bu aday,
Biden’in içerideki adamıdır.
Unutulmamalıdır ki mesele, rahmetli Cemil Meriç’in ifade ettiği gibi, “Olimpos dağının çocukları, Hira dağının evlâtlarını asla kabullenmeyecekler” cümlesinin sınırları içerisinde cereyan ediyor.