
ZERREDEN kütleye, varlıktan yokluğa uzanan bir yolun yolcusuyuz. Adımlarımız ağır aksak, hâlimiz hâlsizden hâllice. Bir hedef var kişiden kişiye değişen; kimi dilde, kimi yüzeyde. Toplasan bir elin parmaklarını geçmez gerçek bir hedefe kilitlenmiş olanlar. Zahmetli yolda keskin taşlar, kırık camlar, eğilmiş çiviler yetmezmiş gibi bir de kem gözler… Yol eski, yol mecburî ama her adımda biraz daha kaçamak ve bıkkınlık.
Oysa onlar öyle mi? İblis ile eğlencedeler. Bozdukları zihinsel yapılar, yoldan sapmaya hazır kitleler ve alın terimizin dahi ceplerine girdiği aldatmaca bir düzen ve bu düzene çalışan bizler. Yemek alışkanlığımızdan giyime, hâl ve hareketlerimizden düşünmeye kadar çok geniş bir alanda yoğun baskı altındayız. Düşünceden azat edilebilen her birey, artık modern köle sınıfına dâhil ediliyor. Sayılar onlar lehine artarken gitgide eriyoruz.
İhtiras yerleştirilmiş yüreklerimize hiçbir şeyin yetmeyeceği, hep daha fazla kazanmak gerektiğini ezber ettirdiler. “Bir lokmanın değerini bilmek gerekli” derken dünyaları verseler doyuma erişemeyecek durumdayız. Doymak için oturulan sofralara gösteriş için oturur olmuşuz. Olmayana veya aç olana ayıp olmasın diye gizli saklı yemek yiyenlerden çıkıp, çoğu çöpe dökülecek olmasına rağmen doldurulan sofralara yalnızca bir kare resim paylaşmak için geldiğimizi düşünmek ne acı!
Yokluk içinde olsun olmasın her âdemoğlu daha fazlanın peşinde koşarken rızkından mı korkuyor, bilmiyorum. Oysa rızıktan korkulmaması gerektiğini en yüce olan Allah nakletmiyor mu?
Böylesi açmazların içindeyken dünyada yaşanan vahşet ve soykırım tablosu bize bir ufuk açtı. Unutulmuşlar hatırlattı bir yol olduğunu. İsimleri silinenler nakşetti yüreklere “Allah” nidasının ne denli kıymetli olduğunu. Lokmasız ve susuz gün ve geceler geçirenler uçuruma doğru gittiğimizi, “Durun, dikkat edin, bu yol felâkete çıkar!” haykırdılar. Bombalar altında birer birer can verirken uyardılar bizleri.
“Anadolu irfanı” denilen o kıymetli şeyi yavaş yavaş kaybediyoruz. Oysa bu irfan kültürde, sanatta, toplumsal yaşamda, devlet yönetiminde ve birçok konuda bize ahlâkla birlikte yol gösteriyor. Terk etmeye başladıkça artan Batı medeniyeti hayranlığı aslında bizlere farkında olmadan modern köleliğin yolunu açıyor. Yazarken kolay geliyor lâkin sonuçları ve bedeli oldukça ağır. Çünkü bu sayede düşman adım adım ilerlerken, bizler başımızı kaldırıp “Dur” diyemiyoruz. Bir Gazze yok oluyor ve soykırıma susuyoruz. Yeri göğü titreten ecdadın ardından suskunluğa bürünüyoruz.
Elbette ümitvar olacağız; çünkü “kaderin üstünde kader vardır” ve kudret sahibi Allah, vakti geldiğinde bu yolun yönünü değiştirmek için kapıları açacaktır. Lâkin o kapıların açılması için gayret etmek zorundayız. “Kader gayrete âşıktır” ve yaratma kudreti sonsuz olan Allah, bize tercih hakkı vermiştir. Gayret ve inançla yolu yürüyebilirsek, mutlaka yüreğimizden geçenlerin gerçekleşmesi için kapılar açılacaktır.
Sorulacak çok soru olabilir ama bakılması gereken nokta, neye ihtiyaç duyduğumuzdur diye düşünüyorum. Derler ya, zor görünmesine aldanmayın, aslında kolaydır; yeter ki yola düşmeyi bilelim.
Her şey için iki şeye ihtiyaç var: İlki gören göz, ikincisi ise gördüğüne anlam yükleyebilecek, üzerinde düşünecek ve gördüğünden ders alacak bir dimağ. Tüm evreni göz çukurumuza doldurmaya kadir olan Allah, müsaade verirse, yeterince geriye gidebilir ve kâinatı çıplak gözle görebiliriz. Yine aynı şekilde, yeterince yakınlaştığında yani büyütüldüğünde, varlıkların en ufağını da görebiliriz. Oysa inkâr edebilmek için türlü bahanelerimiz var, öyle değil mi? Ne denli aciz olduğumuzu inkâr etsek de yaratılanların en ufağı var diye yaşamın olduğunu düşünmek, insana çok tuhaf geliyor. “Yeryüzünde böbürlenerek yürümeyin!” emri, muhtemeldir ki bundandır.
Nice hükümran gelip geçti bu topraklardan. Kudretli beyler, kahraman erler, şanlı ordular… Lâkin şimdi her biri anılarda ve tarihin sayfalarında geziniyor. Bir gün “bugün” de tarih olduğunda, geriye bakan torunlarımızın bizlerden memnun olması için onlara muasır üstü bir medeniyeti miras bırakmış ve zulme “Dur” diyebilmiş bir nesil olmalıyız. Dün yaşayanlar bir Cuma günü Malazgirt’te düşmanı dize getirip Anadolu’yu bize yurt yaparlarken, sonraları topraklarımıza göz dikenleri denize sürenler ecdadımızdır.
Zafer için yola koyulanlara, zafere ulaşmak için Allah’a güvenenlere ve onlarla yürüyenlere selâm olsun!
Türk tarihinin önemli iki zaferi bu ay içindedir. Malazgirt ve 30 Ağustos, inşallah bizlere de şanlı zaferler nasip olur diyerek hepinize esenlikler diliyorum.