BİR meddahın ağzından dile geliyormuş gibi hayatım. Şimdi
gözlerimin önünde perde perde… Belki şimdiyi kaçırıyorum, aklım uçuyor ansızın,
sorumsuzlaşıyorum. Akılsızlaştıkça, Rabbimin bile beni sorumlu saymayacağı bir
mertebeye yürür gibi oluyorum.
Hayatım ince elenmemiş. Bir fermuarı kapar gibiyim. Geri
gittikçe üşüyorum, geçmişi kapadıkça ısınıyor göğsüm. Ve düşünüyorum, her zaman
düşünüyorum. Nedir ki bu kayıplarımın ağır silsilesinden bana arta kalan tek
kelime? Bomboş satırlar dizilmiş hikâyemde, her oyuncu gelmiş ve gitmiş. İşleri
bu ya, daha ne yapacaklar? “Seni yalnız bırakmamak için değil, para kazanmak
için dâhi olanlar varmış tiyatrona…”
Meddah, gözlerini kocaman açıp sonra uykuya düşüveriyor.
Yüreğimin çarpıntısı hafifliyor. Ben de bir kez uçup da uçsuzluklara, bir sevfe
takısı takmak isterdim fiillerimin başına. -Ne yazık ki, en yalın hâllerini
tercih ediyorum!-
Fermuarım takılıyor. Çekemiyorum, çekemiyorum… En
sevdiğim oyuncu en güzel piyesinde repliğini unutuyor, doğaçlama giriyor, tüm
olay tersine dönüyor. Bütün oyuncular ne yapacağını şaşırıyor, bense
tanımadığım suflörü arıyorum. Kim bilir, belki bendim…
A, meddah anlatıyor! Çoktan uyanmış, haberim yok. Belki
içimdekileri duysa, bana rejisörün birkaç yıl sonra gösterime getireceği
tiyatrosundan bahsederdi. Hâlbuki sürekli anlattığı o hikâyenin bana çelme
takan epizotuna yaklaştıkça kanımın damarlarında ağırlaştığından haberi yok.
Bundan sonra pantomimlere katılacağım kelimelerle
anlatılamayacak piyesleri olacak. Hayır, hayır, hiçbir söz söylememeli…
Neredeyim ben? Saat kaç? Uçmuşum… Kafdağı uzak değil gözümde. Üşüyorum, çok
üşüyorum. Kapanmıyor fermuarım. Elime iğne iplik alıp orasını burasını dikiyorum.
Bir daha hiç açılmasın diye sımsıkı… Bir terzi dahi dikemez böylesini. Kaçmış
olamaz, kaçmış zamanım! Daha izlemem gereken onca tiyatro var, düşünmemeliyim!
İnsanlar beni bekliyor. Ellerim üşüyor ellerim. Koşuyorum yetişebilmek için.
Kaba adımlarla sökülüyor dikişlerim, ne yazık, ben soğuktan ölmemeliyim! Yoksa
ölü müyüm? Değil miyim ya? Neredeyim? Hey, baksanıza, neredeyim ben? Niye kimse
duymuyor? Üşüyorum… Bana ağır tüm yükümden soyunuyorum; buz kesiliyor
ayaklarım, istihzaya kapılıyor yağmur, imbat ve kar… Çenem titriyor, dişlerim
zelzeleye kapılıyor. Yeri kaydırıyorum yerinden. Benim ayaklarım zemine zemin.
Ben soğuğum. Öyle bir soğuk ki soğuğa da soğuk!
Ah meddah! Bir dinlesen ya kalbimi, şu keskin ve eski
kelimeleri bir atsan ya aramızdan… Ben gözlerimi kapayıp uçmak istiyorum, sen
beni emekletiyorsun. Devam etmek varken neden yerimizde sayıyoruz? Bana bir de
bunu anlat! Ya da git, git ve biraz acı çekmesi gerekenlerin kulağına fısılda!
Ne diyorum ben, ne diyorum? Kusura bakma meddah, devam et, dinliyorum. “İşte
bak, şimdi herkes izliyor tiyatronu, ne çok para kazanacaksın” soğuktan
ölmeden. “Yeniler gelmiş, ne diyorsun? Tanışsan mı?” Eskileri idare edemedim,
ne yenisi?!
Meddah çok rahatsız oldu, ayağa kalkıyor. Ah, şimdi ne
yaptım ki ben? Gidiyor, görüşmeyelim daha! Bırakayım, gitsin. Böylesi tutkun
olacağımı bilemezdim en başında. Eskiye dönerim. Dönerim, evet! Başka meddah
yoksa döneceğim. Tüm meddahlara ters cevap vereceğim. Deliriyor muyum ben,
yoksa karşımda bir meddah mı görüyorum? Hiç yerinden kalkmamış, uzun zamandır
uyur gibi aynı meddah! Kurtulamayacağım mı senden? Kalk hadi, git başka masaya!
Kafasını bile kaldırmıyor. “Karşına bak!”
İşte sahne, işte tüm o eski oyuncular! Kimse anlatmıyor,
ben görüyorum, ben biliyorum. Koşa koşa sahneye çıkıp oyuncuları indirmeye
çalışıyorum. İnsanlar deli gözüyle bakıyorlar: “Ne koşuşturuyorsun, kime
bağırıyorsun sen öyle?” Anlayamıyorum. Oyuncunun suretine erişmeye çalışıyor
gözlerim. Birini çekiştiriyorum, bana dönüyor. Ben ağzımı açıyorum. Nasıl?
Kendi suratımı görünce darmadağın oluyorum. Paramparça oluyor bedenim. “Kime bağırıyorsun,
deli misin nesin?” Kendime ya, kendime… Haklısın, deliyim! Kendi kendime, kendi
deyimimle…
İşte meddahın hikâyesi de böyle! Şimdi başka bir meddah
gelip, bu hikâyeyi anlatıp duracak. Anlatsın canım, kendim de olmasam, kiminle
savaşacağım?