MEB’in bitmeyen reformları

Âlây-ı vâlâ ile sınıfta kalma ve bütünlemeye kalma kaldırılmış, adına da “büyük reform” denilmişti. Şimdi yeni ve daha büyük bir reform ile sınıfta kalma ve bütünleme geri gelecek.

TÜRKİYE’de en çok reform yapılan alanlardan biri, “millî eğitim” olmalı. Sürekli reform yapılır. Her yeni bakan, bir öncekinin yaptıklarını ortadan kaldırdığında, bunu “reform” diye takdim eder. Böylece kuşaklar gelip geçer. Ancak millî eğitimin temel sorunlarında hiçbir değişiklik olmaz. MEB’de işler iyiye gitmiyor!

Her yönetim, bunun sorumlusu olarak öğretmenleri görür, ancak hiçbiri “reform” dedikleri ve çok önemli saydıkları kararları alırken öğretmenlerin görüşünü hesaba katmaz. Ama o kararların uygulanması ile ortaya çıkan her sorundan öğretmenler sorumlu tutulur. İşlerin iyiye gitmediği anlaşılınca, öğretmenin daha iyi yetiştirilmesinden söz ederler. Yani öğretmenlerin iyi yetişmediğini ilân etmek de MEB tepe yönetiminin ortak özelliklerindendir. MEB’in tepe yönetiminin sorunlara ne kadar vâkıf olduğunu kimse bilmez ve ilgilenmez.

MEB tepe yönetiminin neredeyse hepsi, Bakanlık dışından, oraya bir çeşit kurtarıcı havasıyla getirilip istihdam edilir. Her gelen bakanın yaptığı reformlar nedeniyle MEB mevzuatı artık anlaşılamaz, içinden çıkılamaz bir durumdadır.

Yine de teslim edelim ki, MEB’in amaçları ve temel ilkeleri konusu her zaman ısrarla reform dışında tutulmaktadır. Geriye reform diye kala kala, teneffüs sürelerinin uzayıp kısalması, okul tabelalarının hangi renk ve ebatta yazılacağı, koridorlarda Mustafa Kemal Paşa’nın hangi resminin ne kadar büyüklükte asılacağı, ara tatillerin sayısı ve günleri gibi heyecan verici konular kalmaktadır(!).

Âlây-ı vâlâ ile sınıfta kalma ve bütünlemeye kalma kaldırılmış, adına da “büyük reform” denilmişti. Şimdi yeni ve daha büyük bir reform ile sınıfta kalma ve bütünleme geri gelecek.

MEB, kendisini sadece Mustafa Kemal Paşa’ya sâdık kuşaklar yetiştirme ödevinde görüyor. Gerisi yazboz tahtası gibi, MEB yönetimi için fazla bir önem taşımıyor!

MEB, yapıp ettikleri ile öğretmenlerin çalışma isteğini arttırmak bir yana, aksine azaltmaktadır. Yıl boyunca büyük bir titizlikle takip edilen devamsızlıktan sınıfta kalma ve sınıf geçme gibi durumların hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Çünkü yıl sonunda MEB’den ulaşan bir cümlelik emirle, “Bir kereye mahsus olarak öğrencilerin sınıf geçmesi için devamsızlık ettiği günlerin sayısı dikkate alınmayacaktır” denilerek, devamsızlık eden öğrenciler ödüllendirilirken, devam eden öğrenciler ise âdeta pişman edilirler. En az on yıldan beri bu uygulama tekrarlanmaktadır.

Okullarda huzur ve güveni bozucu davranışları engellemek için ihdas edilen disiplin sistemi ise evlere şenlik durumdadır. Hangi ağır suç işlenirse işlensin, okulda verilen ceza ilçe müdürlüğünden, oradan da dönmezse il müdürlüğünden döner. Okulda düzen kurmaya çalışan öğretmenler ise yaptıklarının pişmanlığını yaşayıp giderler. Düzen ve disiplinin olmadığı bir ortamda başarının olabileceği varsayımı, Türk mâkâmlarının hayâlleri arasında olmalıdır. Dünyada bir örneği de zor bulunur.

Seçmeli ders seçmece mi?

Bazı derslerin niçin var olduğunu pek kimse bilmez. İsmi “uluslararası ilişkiler”, “demokrasi ve insan hakları”, “trafik bilgisi” ve de “sağlık bilgisi” gibi kulağa hoş gelen derslerin neredeyse hiçbir yerde branş öğretmeni bile yoktur. Diğer branş öğretmenleri ile öylesine doldurulur.

Son yıllarda en iyi yeniliklerden sayılacak seçmeli ders uygulaması da MEB’in yapısı içinde iyiliğini de, seçmeceliğini de çoktan kaybetmiştir. Hayatta öğrenciye nitelik katacak dersler yerine beden eğitimi ve resim tekniği gibi derslerle ve çoğu yerde veli yerine ilgili müdür yardımcısının “İşte bunlar seçilecek!” demesiyle öğrencilerin eline tutuşturulan seçmeli ders listesi, veliye imza ettirilir. Böylece velinin seçtiği bir ders grubu olarak kayıtlara geçirilir.

MEB tepe yöneticileri, elbette çok önemli konularla meşgûl oldukları için böyle önemsiz işlere ayıracak zaman ve fırsata sahip değillerdir.

Yıl boyunca kutlanan bayramların hazırlığı da eğitimin kalitesini düşüren, öğrenciye zaman kaybettiren önemli işlerdendir. Her biri bazen bir ay, bazen daha fazla zaman alan 29 Ekim, 10 Kasım, 23 Nisan veya 19 Mayıs törenleri gibi işlerin hazırlığı, öğrenciler ve öğretmenler için esaslı birer külfettir. Yıl boyunca okul giriş-çıkışı, koridorları ve sınıfları bu tür günlerle, doğrusu yalnız bir kişi ile donatılır. Öğrencilerin okul hayatı böyle törenler ve CHP’nin altı okunun öneminin vurgulanması ile biter.

Öğrenciler ve öğretmenler bu uygulamaları sorgulayabilirler mi? Mümkün değil. Zaten böyle bir eğitim düzeninin içinden gelen kişilerde kolay kolay sorgulama yeteneği ve cesareti de kalmaz. Kazâra böyle bir şeye yeltenen olursa, ona da ibretlik bir ceza verilerek geride kalanların benzeri bir iş yapmaları sittin sene engellenmiş olur.

Hâlbuki eğitim düzeni Tek Parti ve tek adam yönetiminin esas olduğu dönemin içeriğinden çıkarılmalıdır. Öğretmene nutuk atarak değil yetki vererek, onun otoritesini sınıfta kuvvetlendirerek, ödül ve cezalandırmayı sendika ve siyaset bağından kurtarıp objektif ölçülere göre yapmak, bütün Millî Eğitim Camiasına yeni bir şevk ve heyecan verecektir.

Özetle bugün, MEB’de her ne yapılıyorsa onun tersini yapmak, sorunların çözümü için iyi bir başlangıç olacaktır!