
EĞİTİMİN önemli ve vazgeçilmez
unsurlarından biri ders kitaplarıdır. Ders kitapları ortak eğitimin, ortak
müfredatın da önemli bir parçasıdır. Okulun açıldığı ilk gün, her öğrencinin
kitaplarının kendi önünde ücretsiz olarak hazırlanması, teslim edilmelidir ki
önemli bir hizmettir. Daha önceki dönemlerde Türkiye’de görülmemiş bir iştir.
Zaten iktidar sözcüleri de her münasebetle bu hizmeti hatırlatmaktadır.
Kendilerinin hatırlamadığı ise, bu kitaplarda kayda değer bir değişimin
olmamasıdır.
Evet, bazı kitaplarda bazı fotoğraflar değişmiştir. Hepsi o kadar! İçerikte
hiçbir değişiklik yoktur.
Gerçi MEB’in hemen hemen her ilde oluşturduğu “kitap yazım komisyonları”
vardır, fakat “Bu komisyonlar hangi ihtiyacın sonunda ve hangi ölçülere göre nasıl
bir seçimin sonunda teşekkül etmektedir?” sorusunun cevabını kimse bilmediği
gibi, senelerdir çalışan bu komisyonların ne yazdıklarını kimse görmüş ve
anlamış değildir. O hâlde bu komisyonlar hangi aklın eseridir? Kimsenin
bilmediği sayıda öğretmenler niçin ve hangi “aziz amaçlar” uğruna, boş
vaziyette, komisyonlarda alıkonulmaktadır? MEB, bu komisyonların varlığını,
geçen uzun yıllar sonunda hangi önemli metinleri yazabildiklerini acaba hiç
merak etmiş midir? Yoksa araya giren bazı hatırlı kimselerin o aziz hatırları
uğruna, ayrıcalıklı sayılan bu kimselere kıyak geçilen komisyonlar durumunda
mıdırlar?
Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in açıklamasına göre, bu sene öğrencilere
ders kitaplarının yanında yardımcı ders kitabı özelliği taşıyan kaynaklar da verilecektir.
Kitapların dağıtıldığı gün okul dönüşüm kutularının neden Tayyip Erdoğan’ın
yırtılan fotoğrafları ile dolduğunu MEB incelemeli değil midir?
Oysa aynı kitaplarda eski CHP Genel Başkanının da fotoğrafı vardır. Geri
dönüşün kutularında, CHP Genel Başkanının yırtılan fotoğraflarına rastlanmaz.
Anaokulundan başlayarak, okulların genel havası, törenler, ders kitapları ve
öğretmenlerin katkıları ile bu sonuç ortaya çıkmaktadır. MEB, hiç olmazsa bir
yıl bedava kitap dağıtımına ara vererek, öğrencilere ve velilere, hatta
öğretmenlere bu uygulamanın önemini hatırlatmış olabilirdi. Okullarda
yaptıracağı bilimsel bir araştırma sonunda, okul çağındaki çocukların/gençlerin
eğilimlerinin nasıl ve hangi etkilerle ortaya çıktığını tespit ettirebilir ve 1920’lerin
tek partili/tek adamlı idarelerinin koyduğu kurallar ile MEB camiasını yaklaşık
yüz yıldan beri sevk ve idare etmenin ağır sorumluluğunu gözleyebilirdi.
ÖSYM sınavlarının hâlâ ders kitapları ile sınırlı tutulmayışı da ayrı bir
faciadır. Sınav sorularının bir kısmının ya da çoğunluğunun ders kitapları
dışından derlenmesi, ders kitaplarını da, o derslerin işlenmesini de öğrencinin
gözünde tüketmektedir. Dersler öğrencilerin gözünde giderek çekilmez bir
angarya durumuna gelmektedir. Ders kitapları bu kadar gereksiz ise niçin büyük
meblağlar harcanarak öğrencilere dağıtılmaktadır? O ders kitaplarının işlendiği
dersler önemsiz ise, milyonu aşkın öğretmen ve onun en az on katı öğrenci neden
zaman kaybına uğratılmaktadır?
ÖSYM’nin doğrudan MEB’e bağlı olmayışı ve kendine göre bir çalışma
düzeninin olması gibi açıklamalar, bu kadar zaman ve para israfının bir mazereti
ya da bir açıklaması olamaz!
***
MEB müfredatı ve ders kitapları değişen toplum şartlarına, ihtiyaçlarına
göre güncellenmelidir. Tek parti döneminin Jakoben, bilimsellikten uzak, toplum
mühendisliği anlayışı terk edilmelidir. ÖSYM’nin sınavları behemehâl MEB
müfredatı ve ders kitapları ile sınırlandırılmalıdır. Günlük hayatta hiçbir
karşılığı olmayan, doğruluğu tartışmalı hayâlî bilgiler ders kitaplarından
çıkarılmalıdır. MEB’in görevleri yeniden tanımlanmalıdır. Türkiye’de doğup
büyüyen hiç kimse, CHP’nin altı okuna sadık kalmak gibi iğreti bir
görevlendirmeye muhatap edilmemelidir.
Yönetimde vesayeti kaldırmak yeterli değildir. Eğer MEB’de tek parti
döneminin bütün öngörüleri belirleyici olmaya devam ediyorsa, MEB’de vesayet
devam ediyor demektir. MEB’deki bu asırlık vesayet kırılmalıdır. MEB, halkın
değerlerinin küçümsenip horlandığı bir alan olmamalıdır. Halkın çocukları,
okullarda halkın değerlerine karşı düşman durumuna getirilmemelidir. MEB için
böyle bir amaçla halkın imkânları tahsis edilmemelidir. MEB idaresi madem
kullandığı yetkiyi halktan almaktadır, o hâlde eğitimle ilgili karar ve
uygulamalarını o yetkinin asıl sahibinin yani halkın beklentilerine göre
ayarlamak zorundadır. Bu ayarlama ise ancak eğitimde CHP zihniyet ve
vesayetinin kırılması ile mümkün olabilir.
MEB, öğretmen alımlarında ve yönetici atamalarında mülâkat uygulamasını
artık terk etmelidir. FETÖ ve benzeri terör örgütleriyle ilişkisi tespit
edilenler, zaten mevzuat gereği olarak meslekten atılmaktadır. Mülâkat kalktığı
için terör örgütü elemanlarının MEB’e sızmış olabileceği varsayımı bir
vehimdir. Çünkü böylesi sızıntılar fark edildiğinde kolayca temizlenebildiği
için mülâkat uygulaması hem anlamsız, hem haksızlık, hem de siyâsî iktidarın üstünde
bir yük olarak durmaktadır.
Mülâkat komisyonlarının hangi ölçü ve hangi ihtiyaca göre teşekkül
ettirilmiş olduklarını bilen var mıdır? Her dönemin gözdesi olmaya kendini
adamış olan tipler, hangi mülâkat yöntemi ile MEB’i zararlılardan koruyabileceklerdir?
Böyle bir yöntem icat edilmiş değildir.
***
MEB, öğretmen alımlarını sadece diplomaya göre tayin etme alışkanlığını
terk etmelidir. Subaylık ve polislik gibi bazı mesleklerde aranan fizikî
şartlara benzer ölçüler getirmelidir. Öğretmen tayinin başlangıcında tam
teşekküllü hastaneden istenen raporların bir kıymet-i harbiyesi kalmamıştır. O
raporların bir formalite icabına dönüştüğünü herkes bilmektedir. Raporlar formalite
olmaktan çıkarılmalı ve gerçekten tam teşekküllü olmalıdır. Bir raporla 30-40
yıl görev yapma uygulaması yanlıştır. Bu raporlar her beş ya da on yılda bir
tekrarlanmalıdır.
MEB’in bu yönetim tarzı ile öğrenciler bir vasıf sahibi olabiliyorlar mı?
Hayır! Öğrencilerin vasıf ve kalitelerinde her yıl daha da gerileme olmaktadır.
Öğrenciler üzerinde, başta sosyal medya olmak üzere etkili olan pek çok unsur
bulunmaktadır. Öğrencilerin durumunu yalnızca MEB yönetim tarzı ile açıklamak
hem yetersiz, hem de haksızlık olur. Ancak MEB’in üzerine düşenleri ve
kendisinden beklenenleri yerine getir(e)mediği açıktır.
MEB kendisini gözden geçirmeli, hataları ile yüzleşmelidir. Her yıl eğitim
kalitesinin gerilemesinden birinci derecede MEB sorumludur. Sırf AB üyesi ülkelerde
zorunlu eğitim 12 yıl diye Türkiye’de de zorunlu eğitimin 12 yıl olması, geçen
süre içinde görülmüştür ki büyük bir yanlıştır. Bir zaman kaybıdır. Zorunlu
eğitim süresi bilimsel verilere ve Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre gözden
geçirilmelidir. İki, bilemediniz üç yılda tamamlanabilecek müfredatın dört yıla
yayılması, aslında öğrencilere yapılan bir kötülüktür. Geleceklerinden bir yıl
çalmaktır. Yazık değil mi?
“AB müktesebatı” gibi havalı bir başlığın sonunda zaten yetersiz olan
disiplin kurallarının büsbütün işlemez hâle getirilmesinin muhatabı kimdir,
hangi mâkâmdır? O kuralları yok hükmüne indirgeyen irade, doğrudan bu işin de
sorumlusudur.
MEB artık okul yöneticilerini yazılı sınavla, sözlü mülâkatla, önceden
ayarlandığı kuşku götürmez olan ödüllerle tayin etme alışkanlığını
bırakmalıdır. MEB, basit bir düzenlemeyle hizmet süresi gibi objektif ölçülere
dayalı olarak idareciliğe öğretmenlerin aday olmalarını ve bu adayların da aynı
okulun çalışanları tarafından seçilmelerini temin ederek, hem idarî sorumluluğu
öğretmenlere verebilir, hem de onları daha iyi işler yapmaya ve bu uğurda
yarışmaya özendirmiş olabilir. Seçime katılmış, ilk üçe girmiş olan adaylar
arasından birisinin valilik mâkâmı tarafından tayin edilmesi gibi uygulamalar
yerine Tanzimat’tan beri süregelen mülâkat uygulamaları ile okullara yönetici
tayin etmek, orada çalışmakta olan öğretmenlerin beklenti ve tercihlerini yok
sayma yanlışı acilen terk edilmelidir.
Okul yöneticileri seçimle iş başına gelmelidir. Okul yöneticilerinin
geleceği valilikten, bakanlıktan gelen bir e-postaya, faksa bağlı kalmamalıdır.
Görevden alma kararları mahkemeden döndüğünde bu kararları almış olanlara karşı
bir yaptırım uygulanmalıdır. Böylece keyfî görevden almalar bitmiş olur.
Öğretmenlere ve idarecilere verilen sorumluluğa denk yetkiler verilmelidir.
Sorumlulukları çok fazla ama yetkileri olmayan bir görevlendirmeden verim almak
mümkün değildir.
***
MEB teşkilat yapısı da ihtiyaçlara ve gelişmelere göre
yenilenmelidir. Beğenilmeyen, her bayramda her ekran başında coşkuyla
eleştirilen medrese yönetimleri bile merkezden yapılmazdı. Medresenin
ihtiyaçlarını karşılayan vakfın mütevellisi tarafından yapılırdı bu iş. Güya
her alanda Türkiye’yi birkaç yüzyıl ileri götürmüş olduğu iddia edilen Cumhuriyet
idaresi, okulların yönetimi ve müfredatın tayininde medrese seviyesinin birkaç
yüzyıl gerisinde kalmıştır. MEB’in yeniden okulların girişine “medrese”
tabelası asması gerekmez. Ancak nasıl olup da eğitimin kalitesinin sürekli
gerilediğini müfettişleri ile öğretmenlerden sormak yerine, kullandığı
yetkilerine binaen öncelikle kendisi açıklamalıdır.
Aslında aklın yolu birdir. MEB’de siyaset olmamalıdır. MEB bir görüşün, bir
partinin ve onun genel başkanının sürekli tanıtıldığı, öğrencilerine kendisine
bağlanmaya çağrıldığı bir mekân olmaktan çıkarılmalıdır. MEB’de parti siyaseti
bırakılmalıdır. MEB bütün millete aittir. O hâlde milletin içinde azınlık
durumunda olan bir partinin görüşleri MEB’de hâkim olmamalıdır. Bunun
yapılması ile MEB’deki vesayet ortadan kaldırılmış olur. Bunu yapanlar millete
büyük hizmet yapmış olacaklardır. Yoksa daha çok kitabın öğrencilere parasız
dağıtılması, MEB’deki hiçbir soruna çözüm olmayacaktır.