Mealcilik

Akademik, ekonomik ve idarî anlamda özerk bir yapıya sahip olmadıkça Müslüman kitleler nezdinde DİB’in varlık nedeni de, aldığı kararların meşruiyeti de şüpheli olacaktır. İslâm’a ve Türkiye’ye iyilik etmek isteyenler, DİB’i bu üç alanda özerk bir hâle getirmelidirler.

“SÖZLÜK anlamı, mânâ, mefhum, kavram, öz, özet, maksat, sonuç” demek olan “meal” kelimesi, doğrudan Kur’ân tercümeleri için kullanılmaktadır. Bu yüzden Kur’ân çevirisi yapanlara “mealci” denildiği gibi, Kur’ân mealini okumayı ön plânda tutan görüşe de “mealcilik” denilmiştir.

Her nedense Kur’ân meali okumayı yanlış ve gereksiz bulan görüş sahipleri tarafından mealci kavramı, bir aşağılama ve suçlama olarak nitelendirilmiştir.

Meallerin çoğalması, kitlelerin İslâm’a yönelmesinde, bilinç düzeylerinin yükselmesinde katkıları olabilir. Gelenekçi çevrelerin mealcilik adıyla meal okunmasına karşı geliştirdikleri tepkilerinin makul bir açıklaması yoktur. Bazı mealler yoluyla yanlış/haksız görüşlerin yayıldığı görüşü yetersiz bir savunmadır. Çünkü o gelenekçi çevrelerin sahiplendikleri din anlayışının da başka bazı yanlış/haksız görüşlere sahip olduğu bilinmektedir. Meal okunmasına itiraz edenlerin ezici çoğunluğunun meal yerine daha kapsamlı olan tefsir okumadıkları da bilinmektedir.

Osmanlı döneminde bugün olduğu kadar çok sayıda yazılmış Türkçe Kur’ân meali yazılmamıştır. Şehirleşmenin, iletişimin, haberleşmenin yaygınlaşması ile birlikte son 50-60 yıllık süre içinde Türkçe Kur’ân mealleri artmıştır. Bu artışı bazı çevreler, “cumhuriyetin faziletleri” arasında saymaya çalışmış iseler de bunun cumhuriyetle, hanedanlıkla, tek partili/tek adamlı yönetimle ilgisi yoktur. Çünkü Kur’ân ayetlerini “Arap oğlunun yaveleri” olarak gören bir anlayışla kurulan Cumhuriyet idaresinin öyle Kur’ân’ın daha iyi anlaşılması için çaba gösterdiği, bundan dolayı meallerin yazıldığını iddia etmek inandırıcı değildir. Bu durumun, doğrudan toplumsal gelişme, iletişimin artması ve şehirleşmeyle ile ilgisi olduğunu inkâr etmemek gerekir.

Ancak her konuda olduğu gibi yazılan meallerin tamamının Kur’ân’ın doğru anlaşılmasına katkıda bulunduğunu söylemek isabetli değildir. Doğruluk ve yanlışlık kişiden kişiye değişmesi gibi, yazılan meallerin isabeti de kişilere göre veya mensup oldukları mezhebe, din yahut tarikat anlayışına göre farklılaşmaktadır. Buna rağmen yazılan meallerde genel geçer bazı kurallara dikkat edilmesi kaçınılmazdır. Yetkin kimseler tarafından yazılan mealler olduğu gibi, yetkin olmayan, siyâsî önyargılarını onaylatmak için ayetleri bağlamından koparan, hatta tahrif eden meal örnekleri bulmak mümkündür.

Kur’ân’ın Arapça aslını basmak hak ve yetkisi yalnızca Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait olduğu gibi, yazılan meallerini denetleme hak ve yetkisi de 2018’de bir kararnameyle yine DİB’e verilmiştir.

DİB’in sahip olduğu bu tekel yetkisinin isabeti tartışmalıdır. Her hâl ve şartta kendisini laik sayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kur’ân’ın meallerini denetleme tekelini kendisine ait bir kuruma devretme yetkisini nereden ve kimden almıştır ki şimdi o yetkisini DİB eliyle kullanmaktadır? Böyle bir yetkinin dünyada benzerini bulmak zordur. Çünkü Avrupa ülkelerinde laik devletler, Kilise’nin özerkliğini kabul etmiş ve kutsal metin saydıkları İncil hakkında her türlü tasarrufu Kilise’nin yetkisinde görmüşler ve bu alandaki tartışmalara karışmamışlardır. Kendini laik bilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kur’ân hakkında bir tekel yetkisini kendine bağlı kurumlara vermiştir. Bu uygulamanın laiklikle bağdaştırılması mümkün değildir.

***

Her Müslüman Kur’ân meali yazabilir. Ancak her Müslümanın meal yazmak için yeterli bilgiye sahip olmadığı tartışılmayacak bir gerçektir. DİB’in, kuruluş yapısı itibarı ile meal yazmaya yetki verecek bir onay makamı olup olmadığı şüphelidir. Çünkü İslâm dininin yapısı gereği Kilise benzeri bir kurumun varlığı düşünülemeyeceği için, DİB’in kendi kendisine veya bir kararnameyle böyle bir yetki kullanması makul değildir. Burada esas sorun, DİB’in özerk olmayan, görev alanını tanımlayan kuruluş yasasından kaynaklanmaktadır.

DİB idarî, malî ve ekonomik özerkliğe sahip olmalıdır. DİB’in tasarruflarında siyâsî iktidarlar pay sahibi olmamalıdır.

Meal yazmak için yeterli bir ehliyete sahip olmayı denetleyecek bir kuruma ihtiyaç vardır. Doktora ya da doçentlik tezini herkes yazabilir. Ancak bir tezin kurallarına uygun yazılıp yazılmadığını denetleyen bir komisyon gibi mealin gerekli kurallara uyularak hazırlanıp hazırlanmadığına bakmakla yetkili olacak bir heyete olan ihtiyacı kimse yadırgamamalıdır. Bu yüzden başta DİB, kendi bünyesinden oluşturacağı bir komisyon marifetiyle mealin akademik/bilimsel yeterliliği olup olmadığını denetleyebilir. Böyle bir denetimden geçen meal elbette daha güvenilir olacaktır. Geçemeyen meal ise akademik/bilimsel nitelikten yoksun kalacağı için güvenilmez olacaktır.

Buna karşılık DİB Hukuk Müşavirliği tarafından 26 Ocak 2023’te R. İhsan Eliaçık’ın yazdığı “Yaşayan Kur’ân” mealinin “İslâm’ın temel nitelikleri bakımından sakıncalı olduğu” iddiasıyla müracaat etmesi üzerine İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi, 6 Şubat 2023 tarihinde 5187 Basın Kanunu’nun 25/2 maddesine istinaden verdiği bir karar ile R. İhsan Eliaçık tarafından yazılan “Yaşayan Kur’ân” adlı mealin basım, yayın ve dağıtılmasının yasaklanarak toplatılmasına ve basılı nüshalarına el konulmasına hükmetmiştir.

Konuya vâkıf olanlar teslim ederler ki, içki yasağını öngören ayetin “İçkinin azı değil, çoğu haram edildi” gibi doğrudan tahrif olduğunu gösteren örnekler vardır. Eliaçık mealinde kışkırtıcı ve abartılı üslûbunun yanında, ayetleri çoğu kez bağlamından kopararak okuyucularını kendi kişisel tercihleri için coşturmayı tercih etmektedir. Eliaçık, ayetler için çok gri plânda kalan, literatürde yeri olmayan, adı sanı bilinmeyen sözlüklere atıflar yaparak kişisel yorumlarını yegâne hakikat gibi sunmaya çalışmaktadır. Doğrudan mucize içerikli ayetleri akıl sınırlarını zorlayan tevillerle kendince rasyonel hâle getirmeye uğraşmaktadır. Kişisel anlayışı ve tercihi böyle olabilir, ancak takıntı hâline getirdiği bu tür tevillerinin hakikat karşısında bir değerinin olduğu kuşkuludur. Sınırları zorlayan bu tutumundan dolayı hesabını Allah’a verecektir.

DİB, daha önce Prof. Gazi Özdemir’in yazdığı meal için bir yasaklama kararı aldırmıştır. Şimdi benzeri bir kararı, Eliaçık’ın meali hakkında alınmasına yol açmıştır. Aslında DİB bu kararı ile Eliaçık’ın parayla pulla ölçülemeyecek şekilde reklâmını yapmıştır. Eliaçık’ın hitap ettiği çevrede öneminin artmasına bile yol açtığı söylenebilir. Bu karar ile Eliaçık, hak etmediği bir çeşit mağduriyet sıfatı kazanmıştır.

Eliaçık, basit bir Gezi eylemcisidir. 1 Mayıs gösterilerinin rastgele bir figürüdür. Sol cenahın içinde yer edinmeye çalışmak için İslâm’ın hemen her ilkesini tevil etmekten kaçınmayan biridir. 1 Mayıs gösterilerinde az sayıdaki taraftarı ile topluca namaz kılma gösterileri ile “kızıl imam” diye anılmıştır. Onun bu kızıl imamlık vasfının mealini ne ölçüde etkilediği ve kızıllaştırdığı dikkate değer bir konudur. Eliaçık bu tutumu ile Sol cenahta İslâm’a bir saygınlık, bir sempati kazandırmış mıdır? Böyle bir belirti yoktur. Eliaçık’ın Sol cenahta gördüğü ilgi, “İslâmî çevrelere karşı” kullanışlılığı ölçüsündedir.

***

İslâmî çevrelere karşı Sol cenaha temin ettiği terminolojik destek kadardır. Dinî hacette Türkiye şartlarında İslâm’ın reddiyesi üzerine bina edilen Sol anlayışta, Eliaçık’ın ne ölçüde tahrif ederse etsin, İslâm’ın bir yeri ve geleceği olmayacaktır. Ancak Eliaçık işin bu tarafıyla ilgili değildir. Belli ki her nasılsa İslâmî çevrelere karşı içinde oluşturduğu hıncı için Sol cenahı büyütme ve geliştirme alanı olarak kullanmaktadır. Oysa Sol’a şirin görünerek İslâmî çevrelere karşı oradan ayrıca bir hınç toplama çabası beyhudedir. Çünkü Türkiye’de Sol’un zaten tarifsiz bir hıncı vardır. Eliaçık’ın yaptıkları bir çeşit din istismarıdır. Sol’da yer edinmek için İslâm’ın tahrif edilme çabasıdır.

DİB bu tür kararlar yerine, teşkil edeceği akademik bir komisyon marifetiyle Eliaçık’ın mealinin gerçeğe ne kadar uzak olduğunu ortaya koyabilirdi. Akademik vasfından yoksun olduğunu göstermesi ile Eliaçık’ın yazdığının “meallik vasfı” sanal hâle gelir, güvenirlilik vasfına hiçbir şekilde sahip olamazdı. DİB, değinilen akademik komisyon ile tefsir/meal alanında kendiliğinden bir otorite, bir hakem konumuna gelebilirdi. Akademik bakımdan bir otorite ve hakem durumuna gelmek, mahkeme marifetiyle elde edilen otoriteden daha etkili ve daha cazip olurdu. Ancak DİB, mahkeme yoluyla örnekleri Abdülhamid Han ya da tek parti döneminde görülen uygulamayı tercih etmiştir. DİB’in akademik haklılığı gölgede kalmıştır.

Buna karşılık DİB, Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yazdığı ya da onayladığı “Ruhu’l-Furkan” adlı ve benzeri tefsirlerin genel geçer akademik/bilimsel kurallara ne kadar uygun olup olmadığı hakkında asla bir girişimde bulunmamıştır. Oysa bir kurumun güvenirliliği, faaliyet alanındaki kurallara bağlılığına göre artar ya da azalır.

Bazı çevrelerin mealleri/tefsirleri ile yaydıkları hurafeler için DİB neden sessizliği tercih etmektedir? Doğrular herkes için olduğu gibi yanlışlar da herkes içindir. Bir tarafın yanlışına itiraz edilirken diğer tarafın yanlışına sessiz kalmak, ahlâk bakımından da ciddî bir sorundur.

DİB’in varlığı ve görev tanımı için laik çevreler tayin edici olamazlar. Hayatın İslâm’a göre düzenlenmesini öngören bir anlayışın sahibi olan Müslümanlar için DİB’in varlığı, görev tanımı ve yetki alanı bu hâliyle sürdürülebilir olmayışının yanında meşruiyeti bakımından da şüphelidir.

Akademik, ekonomik ve idarî anlamda özerk bir yapıya sahip olmadıkça Müslüman kitleler nezdinde DİB’in varlık nedeni de, aldığı kararların meşruiyeti de şüpheli olacaktır. İslâm’a ve Türkiye’ye iyilik etmek isteyenler, DİB’i bu üç alanda özerk bir hâle getirmelidirler. DİB, böylece siyâsî iktidarların etki ve gölgesinde olma suçlamasının altında kalmayacaktır.