BİRÇOK Hakk dostu tarafından sıklıkla dile getirilen ve dilimize pelesenk
olmuş “Gassalin elindeki meyyit” sözüyle tedbiri takdir içinde
arayıp görmek ve sükûnet bulmak hedeflenmiştir. Kendimizi bazen isteyerek,
bazen istemeyerek bırakırız meyyitin eline. Nasıl bırakıldığından ziyâde, ne
zaman ve neden bırakıldığıdır mühim olan. Daha net bir ifadeyle “tevekkül”
diyebileceğimiz ve sebepler silsilesine arızasız riayet ettikten sonra Kudreti
Sonsuzun biz kulları üzerinde var olan tasarrufuna, yani “intizar”a kendimizi
salıvermemizdir; tıpkı bir meyyit gibi… Nihayetinde ise, kâinatta var olan ve
olacak her şeyi büsbütün Allah'a havale edip, yine her şeyi O'ndan bekleme
mâkâmı sayılan “tefviz” önümüze çıkar. Bu hâliyle tevekkül başlama noktası
“gassale teslimiyet”, onun sonucu tefviz ise “semeresi” sayılır.
Evet, belki bir değil, binbir şükürle başlamalıyız her yeni güne.
Başlamalıyız, çünkü her yeni gün, ihtiyacımız olanların sürekli el değiştirdiği
bir pazaryerine döner ve bize alışveriş imkânı sunar. Hayatımıza kimin girip
çıkacağına yahut kalacağına kendimiz karar veriyor gibi görünsek dahi tüm bu
girdi çıktıların kaderî anlamda planlayıcısının var olduğu muhakkaktır. Bu
açıdan bakıldığında, sabahın ilk huzmeleriyle birlikte gönül dünyamıza kimlerin
girip çıktığını hesap edemediğimizi, matematiksel açıdan da sıralamanın her an
yer değiştirebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu tezi doğrulayan, bir nevi teyit mührü sayılan söz, Genel Yayın
Yönetmenimiz Nesri Çaylı’dan geliyor:
“Hayat, pek çoğumuz için çoğu zaman belli yüzler, belli isimler ve rutin
akışlarla şekillenir. Gittiğimiz yerleri, bize gelenleri bilir, tedbir yahut
rahatlığa dair içimizde bir yerlerde düşünce olarak, duygu olarak kendimizi
hazırlarız. Yaşamak denilen, kendimize münhasır menkıbemizin ana kurgusunu
aslında kısmen tayin edebileceğimiz bir akıştan mülhemdir hayatlarımız.”
“İyi” ve “güzel” olan şeyler, hayatımıza ahenk ve lezzet katarlar. Bunlar
mutlu olmamızı sağlayan dinamiklerdir. İyi ve güzel şeyleri hak etmek ne kadar
güzelse, iyi ve güzel insanlarla tanış olmak, onlarla mefkûre birliği
içerisinde olmak da aynı oranda güzeldir. Güzeldir, çünkü mutluluk katmanını
kalınlaştıran amillerden biri de mefkûre birliğidir. Hayatımıza girenler,
zamanlama açısından da manidar sayılır. O öyle bir zamanda çıkar gelir ki, onu
Hızır bellediğimiz bile olur. Hızır olmasa dahi bir sıyanet meleğine ille de benzetmişizdir.
“Sin, Şın’a girince…”
Yavuz Sultan Selim, Mısır’ı fethetmek üzere yola çıktığında Şam’da
konaklar. Bu sırada devrin ünlü âlimi Şeyh Muhyiddin-i Arabî’nin kitaplarını
okumaktadır. Şeyh’in kabrini ziyaret etmek ister, ancak Şam halkı kabrin yerini
bilmiyordur. İki gün sonra bir çoban gelir ve Sultan’a, “Efendim,
Kaysun dağının yamacında bir yer biliyorum; oradan ne koyunların biri bir ot
yer, ne de oraya bir hayvan basar. Oranın otları kendi hâlinde büyür ve zamanı
gelince de kurur gider. Zannım o ki, aradığınız yer orasıdır!” der.
Bunun üzerine kazılan yerde Şeyh’in çürümemiş cesedine ulaşılır. Yavuz Sultan
Selim, onun için bir türbe yaptırır ve defin işlemini bizzat kendisi takip
eder.
Defin bitince, Şam halkının Şeyh hakkında bildiklerini öğrenmek ister
Sultan. Meğer vakt-i zamanında Şeyh, Şam halkının maddeye düşkünlüğünden
yakınarak onlara nasihat etmiş, ayağını yere vura vura “Sizin
taptığınız benim ayağımın altındadır!” diye haykırmış. Allah’a
taptıklarını söyleyen halk, Şeyh’in bu sözüyle küfre girdiğini iddia ederek
kadılara şikâyet etmişler ve onlar da Şeyh’in cezalandırılmasına hükmetmişler.
Şeyh’in haksız yere eza cefa çekmesine gönlü razı olmayan dostlarından biri “Neden
sözünden dönmüyorsun?” diye sorunca acı bir tebessümle, “İza
dahale’s-Sin ila’ş-Şın zahira sırri!” (Sin, Şın’a girince sırrım
anlaşılır!) demiş. Sultan bunu duyunca çok şaşırır ve Şeyh’in bu sözü tam
olarak nerede söylediği araştırılır. Söz konusu yeri bir kişi tahminen
bilebilir. Tarif edilen yerde yapılan kazıda bir küp altın çıkınca Yavuz Sultan
Selim, “Peygamberimiz, zamanın küfür meclislerine binaen ‘Dininiz
paranız, kıbleniz kadınlarınız’ buyurmadı mı? Muhyiddin-i Arabî de buna
dayanarak ‘Taptığınız ayağımın altında’ demekle ‘Ayağımın altında altın var’
demek istemiş” diye konuyu yorumlar.
Şam halkı günlerce bu hadiseyi konuşur; “Sin” “Selim” adının ilk harfi,
“Şın” da “Şam” adının ilk harfidir. Sin’in Şın’a girmesi gerçekleşmiştir. Halk
bu keramete büyük bir uğur telakki ederek Şeyh’in altınlarını akçeye çevirir.
Böylece ordunun ihtiyacı olan para bulunur ve vaktinden önce sefere çıkılır.
İskender Pala’nın “Şah & Sultan” isimli eserinde geçen ve kahramanların gerçek olduğu hikâye, sadece o döneme ışık tutmakla kalmamış, güncelliğini günümüzde de koruyan bir efsanedir. Çıkılan seferin zaferle sonuçlanması bu açıdan önemlidir. Tarihte meydana gelen bu ve buna benzer hadiselerle gelecekte vuku bulması muhtemel olayların hayatımızda önemli bir yer edindiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kaderde hiç yalnız kalmadık!
Biz yine kaldığımız yerden, hayatımızdan çıkanlarla değil, hayatımıza
girenlerle yola devam edelim…
Kendi hayatımızı idame ettirirken, her ne kadar “ana” karakter olsak da
hayatımıza ille de “yardımcı” karakterler girmiştir, girmeye de devam
edecektir. Bu, hayatın vazgeçilmez bir kuralıdır. Kurallar “Kural Koyucu”
tarafından belirlendiğine göre bize düşen, yol arkadaşlarımızı uzun soluklu bir
yola dayanabilecekler arasından seçmektir; Tıpkı onun gibi… O, kendinden teksir
edilmiş yol arkadaşları edinir, bunda da muvafık olur.
Yol ve yol arkadaşı demişken, akıllı, cesur ve cömert olanları, cahil,
korkak ve cimri olanlara tercih etmemiz gerektiğini hatırlatmaya bilmem gerek
var mıdır?
Evet, o öyle bir zamanda çıkar gelir ki, onu bir dağın yamacı bilir,
sırtınızı çekinmeden o dağa yaslanırsınız. Ona sırtını veren, hiçbir vadide
yalnız kalmaz. Bir taraftan rüzgâra göğüs gerer, diğer taraftan size meltem
üfler. Sinesi çınar gölgesine eş değerdir. Kendini güneşe teslim etse dahi sizi
kara, kışa, yağmura teslim etmeyen bir civanmerde dönüşür. Zahiren zordur
onunla yürümek, tıpkı kalabalık bir topluluğun yan yana yürümesi gibi… Onunla
yol alıyorsanız ve hele hele onu “çetin cevize” benzettiyseniz vay halinize!
Bilesiniz ki onun o yumuşak dokulu gergefinden geçmemiş/geçememişsinizdir.
İşte tam da bu noktada size şunu salık vermek gerekir: Kendinizi o çetin
karakterin rayihasına bırakırsanız, sizi bahar efsunlu iklimlerde gezdirir,
ayağınız taşa değmez, bembeyaz bulutlardan masmavi bir gölge devşirir sizin
için. Ve tek damla yağmur düşmez yüzünüze. O, bu yönüyle iyi bir yol gösterici,
önderlik içinse iyi bir prototiptir.
Mücadelecidir, “pes etmek” gibi bir kavramı çoktan çıkarmıştır
dağarcığından. Kararlılığını inatla sürdürür ve tembelliğin sırtını yerine
getiren yenilmez armada, adeta altın kemerli bir başpehlivandır. Bu
ihtimallerin dışında merhametiyle babaya, şefkatiyle anneye eşdeğer görürüz
onu. Doğaldır, sahteciliğe ise doğal afettir. Onun sizi hayatından çıkarması,
işte bu afetin habercisi demektir! Yalan karşısında heybetli bir dağ cüssesine
bürünür, kâh Süphan olur, kâh Erciyes… Yetmedi Everest… En kötü ihtimal,
başınıza “ağrı” olur… Hâlesinde ve halkasındaysanız kendinizi bahtiyar
sayabilirsiniz. Girdiğiniz hâleden dışarı çıkma şansınız neredeyse hiç yoktur!
Buna rağmen fanusun dışına çıkmaya meylederseniz, bu intihara eşdeğer bir
adımdır. O zaman buyurun kimsesizler mezarlığına!
Görünene bakan, batını keşfedemez!
O, Hakk’ın sözcüsü, halkın gözcüsüdür. Haklının yanında, mazlumun
hâmisidir. Bir sır küpüdür içinde bal ve zehrin birbirine karışmadığı. O
yürüyen kütüphane, parmakları ise kelâm çeşmesi… Görünene değil, bâtına râm ol!
İçindeki esaretten kurtul, onun iç dünyasına gir ve keşfe dal! Sakın ola
sabırsızca davranışlar sergileme! Kendi kulağına sürekli sabrı üfle, sabrı
telkin et! O sözünün eridir, “Geç olsun, güç olmasın” der. Er
geç sözle buluşur/buluşturur. Vefalıdır, vefasızlara söyleyecek söz biriktirmez
içinde. Gözünden düşen, gönlünden de düşmüştür.
Ve “aşk”, olmazsa olmazımız... Evet, yanlış duymadınız, aşktan
bahsediyoruz… Bu “aşk”, kimine göre eş, kimine göre iş, kimine göre de evlâd ü
iyâldir… Bir koltuğa üç karpuz sıkıştıran yiğitler vardır. Bahsi geçen yiğit,
iş hayatındaki başarı ve üretkenliğini disiplinli çalışmasına bağlarken, hane
fertlerini ihmal etmezken muhabbetini de adalet mekanizmasıyla eşit şekilde
dağıtandır.
Hayalin varsa, onu yüksek sesle dillendir
ve ona duyur!
Onu sevdiyseniz şayet, sizden daha erken davranıp sizi sevdiğine şahit
olabilirsiniz. O dürüsttür, etrafındakileri de dürüst beller ve dürüst olmasını
bekler. Dosttur, dostlukları çoğaltandır. Elinde sihirli değneği yoktur ama
kerameti kendine münhasır bir fıtratı vardır. Unutmayın, eğer bir hayâliniz
varsa, gerçekleşecek yarınınız, gerçekleştirecek de yarımınız vardır. Çünkü o,
eylemi ve söylemi ile gerçek bir kahramandır. Yarını hedefleyen, mâziye
takılmayan, çelme yediği kulvardan ikinci kez geçmeyecek bir basiret ve ferasete
sahiptir. O, dâvâsını sembollerden kurtarıp özgürleştiren istikrar âbidesidir.
Yakın ve uzak bütün coğrafyalar gibi gönül dünyamız da keşfedilmeyi, Sin’in
Şın’a girmesini istiyor…