Matrix’ten Metavers’e

Metaverse ile dijital bir ikizimizden yani avatardan rahatlıkla bahsedebiliriz. İnsanın bu evrende kurgulanan yeni evrende gezip tozması, oyun oynaması, uzaktan yahut yakından çalışması ve kontrollü ya da kontrolsüz alışveriş yapması, ama en çok da eğlenmesi, bir bakıma fiziksel hayatta yaptığı her şeyi sanal gerçekliğe taşıması hedefleniyor. Dün hayâl olanlar bugün nasıl gerçeklerse, bugün Metaverse düşüncesi hayâl gibi görünse de yarın, belki yarından da yakın bir zamanda gerçek olacak.

MİLENYUMUN başıydı “The Matrix” isimli bilimkurgu-aksiyon filminin izleyiciyle buluşması. Film, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hasılat rekorları kırmış ve dünya klasmanında en iyi filmler arasında kendine yer bulmuştu. Yönetmen koltuğunda Lana ve Lilly Wachowski’nin oturduğu, Keanu Reeves’in üstün performans sergilediği filmle yapımcının kasasına 400 milyon dolar girmişti.

Bir yazılım şirketinin çalışanı pozisyonundaki Thomas Anderson, gecelerini “Neo” adı altında program kırarak ve Matrix’i araştırarak geçirmektedir. Neo, yaşadığı dünyanın beyninde gerçekleşen bir simülasyondan ibaret olduğunu öğrendiği andan itibaren bu durumdan kurtulmak için mücadele içine girer.

Filmdeki hâdiseler, çok ileri bir tarihte teknolojinin erişeceği “son” noktayı göstermekte ve yapay zekâya sahip makinelerin egemen olduğu bir evrende geçiyordu. Makineler ve insanlar arasında ortaya çıkan savaşta, insan ırkı makineleri mağlûp edebilme adına enerji kaynaklarını yani güneş ışınlarının dünyaya inmesini engellemek için kimyasal silah kullanıyorlardı.

Enerjiden yoksun kalan makineler, yeni enerji kaynaklarına yöneliyor ve insan vücudundaki enerjiyi keşfediyorlardı. Bu noktada filmin hikâyesine göre insanlar, “köle” olarak enerji üretmeye başlarlar; insanların bu duruma karşı çıkması içinse insan zihnini meşgul edecek bir program geliştirirler. Köleleştirilen insanlar, bilinç kaybıyla uyuma moduna girer ve hayatlarını makinelere bağlı bir şekilde yani “Matrix” programına dâhil edilerek, her şeyden habersiz, “sanal” bir dünyada geçirmeye başlarlar.

Filmi izleyenlerin konunun devamını ve finalini bildikleri için, şimdilik salonun ışıklarını yakarak kısa bir ara veriyoruz…

1999 yılının üzerinden yani söz konusu yapımın gösteriminden yaklaşık 23 yıl geçti. Ama hafızalarda bıraktığı iz silinmedi. Silinmediği gibi, öngörüler de değişti. Şahit olduklarımız ise bizi şaşırtmaya devam ediyor. Yazıyı okumaya başlayan biri, bir film eleştirisiyle karşılaştığını düşünebilir diye de endişelenmedim değil. Hayır, bu bir film eleştirisi değil. Peki, nedir o zaman? Galiba “Metaverse”… Evet, yanlış duymadınız, “Metaverse”!

Her çağda görülen dönemsel değişimler, dünyayı etkisi altına alıyor ve yeni teknolojiler, yeni ürünler ortaya çıkarken yeni kavramlarla buluşuyoruz. İnsanlığın hizmetine sunulan bu kavramlar, gündelik yaşantımızda ya normaller arasındaki yerini almakta ya da kaybolup gitmektedir.

Teknoloji dünyasının yeni gündemi ise Metaverse olarak görücüye çıkıyor…

Doç. Dr. Ali Murat Kırık’a göre Metaverse, bir avatarla temsil edilen kullanıcıların alışveriş yapabileceği, sosyalleşebileceği, boş zaman etkinliklerine katılabileceği ve öğrenebileceği sanal bir dünya.

Bu tanımın yanında Metaverse dünyasının çok bilinmeyenli bir denklemden ibaret olduğunu ve bu dünyaya karşı çok dikkatli ve bir o kadar da hazırlıklı olmamız gerektiğini hatırlatıyor. Haklı da. Hem nasıl haklı olmasın ki? Daha önce bilimkurgu filmlerle oyunların gündeminde bulunan “Metaverse” kavramını yeniden dünya gündemine taşıyan gelişme, Facebook’un kurucusu, Instagram ve WhatsApp uygulamalarının sahibi Mark Zuckerberg’in, Facebook’u bir sosyal medya şirketinin profilinden çıkararak gerçeğe yakın bir sanal dünya sunan bir şirkete dönüştürmek istediğini açıklaması oldu. Zuckerberg, belirlediği hedefe odaklanmak için de Facebook’un ismini “Meta” olarak değiştirdi.

Zuckerberg’in asıl gayesi, yaptığı isim değişikliği ile şirketin rotasını kalıcı olarak Metaverse’ye çevirmek ve yeni bir vizyon oluşturmak şeklinde yorumlanıyor.

Zuckerberg, Metaverse tanıtımında giydiği siyah tişörtü ve kot pantolonun içine yerleştirilen dijital avatar sayesinde, bir yandan yüzen bir uzay gemisinde arkadaşlarıyla kâğıt oynamış, diğer yandan akıllı saatindeki Messenger’i kullanarak aradığı arkadaşıyla birlikte 3D sokak sanatı eserini incelemişti.

Gündelik hayatımıza giren her kavram “vazgeçilmezimiz” oluyor. Gittikçe dijitalleşen ve sosyal dünyaya dönüşen çağda karşılaştığımız yeniliklerin ne kadar lehimize ve ne kadar aleyhimize olduğunu öğrenmek ve araştırmak aslî vazifemiz. Çünkü dünya, eski dünya değil. Fiziksel dünya ile dijital dünya artık iç içe geçmiş durumda. Bir bakıma tatlı su ile tuzlu birbirine karıştı.

Unutmamalıyız ki, yeni bir evren inşâ ediliyor. Oyun kurucular ise dünyanın en zenginleri ve oldukça kararlılar. İletişimi sanal ve artırılmış gerçeklik uygulamaları üzerine kurguluyorlar. Koronavirüs ile bunu çok net gördük. Bugün küresel anlamda devam eden ekonomik krizler, su, gıda, enerji ve lojistik krizleri yepyeni savaşları tetikler boyuta ulaştı. “Yarın kapımızı çalacak olan küresel iklim değişikliğine ne kadar hazırız?” sorusuna tam da bu sırada cevap bulmalıyız. Aksi takdirde geç kalırız yarına!

Metaverse ile dijital bir ikizimizden yani avatardan rahatlıkla bahsedebiliriz. İnsanın bu evrende kurgulanan yeni evrende gezip tozması, oyun oynaması, uzaktan yahut yakından çalışması ve kontrollü ya da kontrolsüz alışveriş yapması, ama en çok da eğlenmesi, bir bakıma fiziksel hayatta yaptığı her şeyi sanal gerçekliğe taşıması hedefleniyor.

Dün hayâl olanlar bugün nasıl gerçeklerse, bugün Metaverse düşüncesi hayâl gibi görünse de yarın, belki yarından da yakın bir zamanda gerçek olacak.

Metaverse’yi internetin geleceği olarak gören Zuckerberg, yeni evrende salt metin veya video içeriklerinin ötesinde 3 boyutlu içeriklerle doğrudan etkileşime girilmesi ve okumanın, görmenin ötesinde içeriğin deneyimlenebilir olmasından etkilendiği muhakkak.

Bunun için de Metaverse dünyasına yıllık 10 milyar dolarlık bir bütçe ayırdığını, Oculus VR şirketi ile BigBox VR isimli oyun stüdyosunu satın alarak şirketine derinlik kazandıran hamleler yaptığını da hatırlatalım.

Bugün sadece dijital bir ekran yüzeyinde görüntülediğimiz, örneğin Ayasofya Camiî hakkındaki bir makaleyi okuyabiliyorken, yarın Metaverse sayesinde sanal bir salona girerek bahsi geçen eseri deneyimleyebileceğiz. Bir sonraki aşamada, Metaverse evreni giyilebilir teknoloji ürünleriyle desteklendiğinde nesneler aynı zamanda hissedilebilir olacak. Düşünmesi bile heyecan verici!

Z kuşağını pas geçmek istemeyen dünyanın önde gelen şirketlerinin, “ekosistem” üzerine ciddî yatırımlar yaptıkları da bilinen bir gerçek.

Belli ki, Metaverse evreni bize hayâllerimizi hayâl olmaktan çıkarıp gerçekle buluşturma peşinde ama ülke olarak biz buna hazır mıyız? Hem nesil olarak, hem de ticarî olarak?

Doç. Dr. Ali Murat Kırık, benim sorumu duymuş olacak ki şöyle değerlendiriyor: “Bu evren, fiziksel evrenin bir uzantısı, bir yansıması olacak. Bu durumda fiziksel ortamlarda yapılan uygulamaları ve uygulanan stratejileri başarılı bir şekilde sanal gerçeklik mağazalarına da uyarlayabilirsek, fiziksel dünyadaki başarımızı devam ettirmememiz için herhangi bir neden bulunmuyor. (…) İhtiyaçlar ve satın alma deneyimi açısından düşündüğümüzde akla ilk olarak fiziksel dünyada tükettiğimiz ürünlere sanal mağazalarda oturduğumuz yerden erişmek, beğendiğimiz bir takım elbiseyi AR ile üzerimizde denedikten sonra almak gibi deneyimler gelse de sanal dünyanın kendi değerleri içinde insanların harcama yapacağı bir ekonominin oluşacağını da ıskalamamak gerekiyor.”

Metaverse’nin de bu kapsamda çok sayıda kullanıcıyı bir araya getirecek ve kullanıcılara günlük aktivitelerini sanal ortamda yapacak fırsatlar sunması bekleniyor. Zuckerberg zaten bunun ipuçlarını katıldığı bir konferansta vermiş, “Önümüzdeki 10 yıl içinde, Metaverse bir milyar insana ulaşacak, yüz milyarlarca dolarlık dijital ticarete ev sahipliği yapacak ve milyonlarca yaratıcı ve geliştirici için işleri destekleyecek” açıklamasında bulunmuştu.

Metaverse teknolojisinin iyi ya da kötü değerlendirmesinin yapılması erken olmakla birlikte, sınırlarını düzenleyen herhangi bir yasanın olmamasının yanında kullanıcıları “savunmasız” hâle getirebileceği riskini hatırdan çıkarmamak gerekir.