MİLENYUMUN başıydı “The Matrix” isimli bilimkurgu-aksiyon
filminin izleyiciyle buluşması. Film, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de
hasılat rekorları kırmış ve dünya klasmanında en iyi filmler arasında kendine
yer bulmuştu. Yönetmen koltuğunda Lana ve Lilly Wachowski’nin oturduğu, Keanu
Reeves’in üstün performans sergilediği filmle yapımcının kasasına 400 milyon dolar
girmişti.
Bir yazılım şirketinin çalışanı pozisyonundaki Thomas
Anderson, gecelerini “Neo” adı altında program kırarak ve Matrix’i araştırarak
geçirmektedir. Neo, yaşadığı dünyanın beyninde gerçekleşen bir simülasyondan
ibaret olduğunu öğrendiği andan itibaren bu durumdan kurtulmak için mücadele
içine girer.
Filmdeki hâdiseler, çok ileri bir tarihte teknolojinin
erişeceği “son” noktayı göstermekte ve yapay zekâya sahip makinelerin egemen
olduğu bir evrende geçiyordu. Makineler ve insanlar arasında ortaya çıkan
savaşta, insan ırkı makineleri mağlûp edebilme adına enerji kaynaklarını yani güneş
ışınlarının dünyaya inmesini engellemek için kimyasal silah kullanıyorlardı.
Enerjiden yoksun kalan makineler, yeni enerji
kaynaklarına yöneliyor ve insan vücudundaki enerjiyi keşfediyorlardı. Bu
noktada filmin hikâyesine göre insanlar, “köle” olarak enerji üretmeye
başlarlar; insanların bu duruma karşı çıkması içinse insan zihnini meşgul
edecek bir program geliştirirler. Köleleştirilen insanlar, bilinç kaybıyla uyuma
moduna girer ve hayatlarını makinelere bağlı bir şekilde yani “Matrix”
programına dâhil edilerek, her şeyden habersiz, “sanal” bir dünyada geçirmeye
başlarlar.
Filmi izleyenlerin konunun devamını ve finalini
bildikleri için, şimdilik salonun ışıklarını yakarak kısa bir ara veriyoruz…
1999 yılının üzerinden yani söz konusu yapımın
gösteriminden yaklaşık 23 yıl geçti. Ama hafızalarda bıraktığı iz silinmedi.
Silinmediği gibi, öngörüler de değişti. Şahit olduklarımız ise bizi şaşırtmaya devam
ediyor. Yazıyı okumaya başlayan biri, bir film eleştirisiyle karşılaştığını
düşünebilir diye de endişelenmedim değil. Hayır, bu bir film eleştirisi değil.
Peki, nedir o zaman? Galiba “Metaverse”… Evet, yanlış duymadınız, “Metaverse”!
Her çağda görülen dönemsel değişimler, dünyayı etkisi
altına alıyor ve yeni teknolojiler, yeni ürünler ortaya çıkarken yeni
kavramlarla buluşuyoruz. İnsanlığın hizmetine sunulan bu kavramlar, gündelik
yaşantımızda ya normaller arasındaki yerini almakta ya da kaybolup gitmektedir.
Teknoloji dünyasının yeni gündemi ise Metaverse olarak
görücüye çıkıyor…
Doç. Dr. Ali Murat Kırık’a göre Metaverse, bir
avatarla temsil edilen kullanıcıların alışveriş yapabileceği,
sosyalleşebileceği, boş zaman etkinliklerine katılabileceği ve öğrenebileceği
sanal bir dünya.
Bu tanımın yanında Metaverse dünyasının çok
bilinmeyenli bir denklemden ibaret olduğunu ve bu dünyaya karşı çok dikkatli ve
bir o kadar da hazırlıklı olmamız gerektiğini hatırlatıyor. Haklı da. Hem nasıl
haklı olmasın ki? Daha önce bilimkurgu filmlerle oyunların gündeminde bulunan
“Metaverse” kavramını yeniden dünya gündemine taşıyan gelişme, Facebook’un
kurucusu, Instagram ve WhatsApp uygulamalarının sahibi Mark Zuckerberg’in, Facebook’u
bir sosyal medya şirketinin profilinden çıkararak gerçeğe yakın bir sanal dünya
sunan bir şirkete dönüştürmek istediğini açıklaması oldu. Zuckerberg, belirlediği
hedefe odaklanmak için de Facebook’un ismini “Meta” olarak değiştirdi.
Zuckerberg’in asıl gayesi, yaptığı isim değişikliği
ile şirketin rotasını kalıcı olarak Metaverse’ye çevirmek ve yeni bir vizyon
oluşturmak şeklinde yorumlanıyor.
Zuckerberg, Metaverse tanıtımında giydiği siyah
tişörtü ve kot pantolonun içine yerleştirilen dijital avatar sayesinde, bir
yandan yüzen bir uzay gemisinde arkadaşlarıyla kâğıt oynamış, diğer yandan
akıllı saatindeki Messenger’i kullanarak aradığı arkadaşıyla birlikte 3D sokak
sanatı eserini incelemişti.
Gündelik hayatımıza giren her kavram “vazgeçilmezimiz”
oluyor. Gittikçe dijitalleşen ve sosyal dünyaya dönüşen çağda karşılaştığımız
yeniliklerin ne kadar lehimize ve ne kadar aleyhimize olduğunu öğrenmek ve
araştırmak aslî vazifemiz. Çünkü dünya, eski dünya değil. Fiziksel dünya ile
dijital dünya artık iç içe geçmiş durumda. Bir bakıma tatlı su ile tuzlu
birbirine karıştı.
Unutmamalıyız ki, yeni bir evren inşâ ediliyor. Oyun
kurucular ise dünyanın en zenginleri ve oldukça kararlılar. İletişimi sanal ve
artırılmış gerçeklik uygulamaları üzerine kurguluyorlar. Koronavirüs ile bunu
çok net gördük. Bugün küresel anlamda devam eden ekonomik krizler, su, gıda, enerji
ve lojistik krizleri yepyeni savaşları tetikler boyuta ulaştı. “Yarın kapımızı
çalacak olan küresel iklim değişikliğine ne kadar hazırız?” sorusuna tam da bu
sırada cevap bulmalıyız. Aksi takdirde geç kalırız yarına!
Metaverse ile dijital bir ikizimizden yani avatardan
rahatlıkla bahsedebiliriz. İnsanın bu evrende kurgulanan yeni evrende gezip
tozması, oyun oynaması, uzaktan yahut yakından çalışması ve kontrollü ya da kontrolsüz
alışveriş yapması, ama en çok da eğlenmesi, bir bakıma fiziksel hayatta yaptığı
her şeyi sanal gerçekliğe taşıması hedefleniyor.
Dün hayâl olanlar bugün nasıl gerçeklerse, bugün Metaverse
düşüncesi hayâl gibi görünse de yarın, belki yarından da yakın bir zamanda
gerçek olacak.
Metaverse’yi internetin geleceği olarak gören
Zuckerberg, yeni evrende salt metin veya video içeriklerinin ötesinde 3 boyutlu
içeriklerle doğrudan etkileşime girilmesi ve okumanın, görmenin ötesinde içeriğin
deneyimlenebilir olmasından etkilendiği muhakkak.
Bunun için de Metaverse dünyasına yıllık 10 milyar
dolarlık bir bütçe ayırdığını, Oculus VR şirketi ile BigBox VR isimli oyun
stüdyosunu satın alarak şirketine derinlik kazandıran hamleler yaptığını da hatırlatalım.
Bugün sadece dijital bir ekran yüzeyinde görüntülediğimiz,
örneğin Ayasofya Camiî hakkındaki bir makaleyi okuyabiliyorken, yarın Metaverse
sayesinde sanal bir salona girerek bahsi geçen eseri deneyimleyebileceğiz. Bir
sonraki aşamada, Metaverse evreni giyilebilir teknoloji ürünleriyle
desteklendiğinde nesneler aynı zamanda hissedilebilir olacak. Düşünmesi bile
heyecan verici!
Z kuşağını pas geçmek istemeyen dünyanın önde gelen
şirketlerinin, “ekosistem” üzerine ciddî yatırımlar yaptıkları da bilinen bir
gerçek.
Belli ki, Metaverse evreni bize hayâllerimizi hayâl
olmaktan çıkarıp gerçekle buluşturma peşinde ama ülke olarak biz buna hazır
mıyız? Hem nesil olarak, hem de ticarî olarak?
Doç. Dr. Ali Murat Kırık, benim sorumu duymuş olacak ki
şöyle değerlendiriyor: “Bu evren,
fiziksel evrenin bir uzantısı, bir yansıması olacak. Bu durumda fiziksel
ortamlarda yapılan uygulamaları ve uygulanan stratejileri başarılı bir şekilde
sanal gerçeklik mağazalarına da uyarlayabilirsek, fiziksel dünyadaki başarımızı
devam ettirmememiz için herhangi bir neden bulunmuyor. (…) İhtiyaçlar ve satın
alma deneyimi açısından düşündüğümüzde akla ilk olarak fiziksel dünyada
tükettiğimiz ürünlere sanal mağazalarda oturduğumuz yerden erişmek,
beğendiğimiz bir takım elbiseyi AR ile üzerimizde denedikten sonra almak gibi
deneyimler gelse de sanal dünyanın kendi değerleri içinde insanların harcama
yapacağı bir ekonominin oluşacağını da ıskalamamak gerekiyor.”
Metaverse’nin de bu kapsamda çok sayıda kullanıcıyı
bir araya getirecek ve kullanıcılara günlük aktivitelerini sanal ortamda
yapacak fırsatlar sunması bekleniyor. Zuckerberg zaten bunun ipuçlarını
katıldığı bir konferansta vermiş, “Önümüzdeki
10 yıl içinde, Metaverse bir milyar insana ulaşacak, yüz milyarlarca dolarlık
dijital ticarete ev sahipliği yapacak ve milyonlarca yaratıcı ve geliştirici
için işleri destekleyecek” açıklamasında bulunmuştu.
Metaverse teknolojisinin iyi ya da kötü değerlendirmesinin yapılması erken olmakla birlikte, sınırlarını düzenleyen herhangi bir yasanın olmamasının yanında kullanıcıları “savunmasız” hâle getirebileceği riskini hatırdan çıkarmamak gerekir.