Matem renkli çiçekler

Gün yüzünün benimle ne alıp veremediği var, sorarım sizlere! Buram buram buruk sabahlar… Hangi dağın dumanında kaldı bir tas sevincim? Hangi evin çatısında saklı gerçek bahar? Ah! Ah gönlüm, vuslata eremedi! Hayattayım…

BEN, Nazenin… Ruhunun kırıntılarını yerden toplayan, umudunu taş yığınına hapsetmiş, uyuyakalmış bir evin tek gürültüsüyüm.

Ben, Aylin… Burası sessiz ve ıssız; benliğimle baş başa kaldım. Kumral saçlarımı kuşatan toz dumanla hem nefes oldum. Kaybettiğim kahkahaları hatırlayıp nicelerini biriktiremediğim için kendime kızdım. Güneşi görememenin telaşıyla düşten düşe savruldum. “Bitti” dediğim anda yeniden doğdum. Güneşli günlere olmasa bile şükre sarıldım.

Ben, Enver… Neredeyim, biliyor musunuz? Acının tam içinde! Bu zamansızlığın tarifi yok. Yüreğim dağlandı. Kalbim ağrıyor. Karanlık hiç bu kadar ürkütmemişti. Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Ben hiç bu kadar utanmamış, hiç bu kadar aklımı kaybetmemiştim. Cenazelerim üst üste(!). Ben iyi olamam. Her yer kapkaranlık. Bir kor, bedenimde tutuşuyor. Ruhum karardı.

Sizin hiç evlâdınız öldü mü? Ya karınız? Benim öldü. Aldılar, götürdüler ve gömdüler. Daha bisiklet alacak, uçurtma uçuracaktım. Evime iki ekmek alıp gidecektim. Çayı demli severdim, “Açık olmuş” diye huysuzlanacaktım. Daha kızımın saçlarını tarayacaktım. Yeni aldığım güllü tokaların elimde kaldı kızım! Ben yuvasız kaldım.

Ben, Menekşe… Korkunç geçen gecelerin ardından sağ mıyım sanırsınız? Bu keder sağanağının altında kimsesiz kalmışlığımla boğuluyorum. Yitirdiğim kalabalığın keskin kokusunu enkaz altında arıyorum. Bîçare ben… Öksüz kalan ben… Evlâtsız kalan, çiçeksiz kalan, yarım kalan ben… Gün yüzünün benimle ne alıp veremediği var, sorarım sizlere! Buram buram buruk sabahlar… Hangi dağın dumanında kaldı bir tas sevincim? Hangi evin çatısında saklı gerçek bahar? Ah! Ah gönlüm, vuslata eremedi! Hayattayım…

Ben, Ayşe… Ben, Gülsüm… Ben, A. Ölmez… Ben, 248’inci saat... Ben, umudun adı… Ben, Rabbimin mucizesiyim. Ben, penceresiz diplerde her an biraz daha büyüyenim. Gündüzün ve gecenin anlamını yitirdiği o soğuk saatlerde, her yanımı toz bulutları sarmışken, düşününce Şuara Sûresinin 129’uncu ayetini… Pek yazık bize! Oysa, “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur” (Âl-i İmran, 145), bilmiyor muyuz? Ne oldu bize? İnsanlığımıza, vicdanımıza, merhametli yanımıza ne oldu?

Ben geride kalanlarım. Ben kolu kırılmış, ruhu kanamış olanlardanım. Ben sıcacık evinde, utancından uyuyamayanlardanım. Ben kumbarasındaki son kuruşa kadar gönderen çocuğum. Ben Hacı olmak için biriktirdiği parayı hiç düşünmeden veren, bir nebze olsun vicdanını rahatlatanım. Ben Mehmetçik annesi, ben şehit babasıyım. Ben şehirler sallanırken ülkesine sarılanım. Ben devlet anayım!

Yer dövünüyor, gök çatlıyor. Aman Ya Rabbi! Anneler “Yavrum!” diye ağlıyor, çocuklar “Annem!” diye. Yakarışlara dua karıştı. On çınar sallandı yerin üstünde. En güzel yarınlar yıkıldı. Bunlar ayrılığın en doğal sebebi. Meğer ateş sadece düştüğü yeri yakmıyormuş. Şimdi tütmeyen bacalardan gözyaşı akıyor.

Öyle buruğum ki anlatılamaz. Öyle hüzün dolu ki bakışlarım, izahı olamaz. Kaç veda gecikti, kaç özür yarım kaldı, kaç sarılma ecelle son buldu, bilinmez. Ne olur, ısrar etme gökyüzü, benim kadar ağlayamazsın!

Milletimin başı sağ olsun.

Sizleri unutmayacağız benim matem kokulu çiçeklerim!