Masadan her şey çıktı, isim çıkmadı

Siyaset tarihine geçecek vecizeleri peş peşe dizmekte pek mahir olan zat, bu defa muhalefetin adayını merak edenlere şöyle çıkıştı: “Bir buçuk yıldır ekranlarda soruyorlar. Adayınız kim, adayınız kim? Ula size ne?” Öyle vallahi. Ula bize ne? Niye merak edelim! Aday belli, karar net. Muhalefetin seçimi kaybedecek adayının ismi A olmuş, B olmuş, ne fark eder?

ALTILI masa… Altılı masa… Ne masaymış arkadaş! Efsane oldu çıktı.

Sekiz defa toplandılar. Ev sahibi hep aynı olmasın, yengeye zahmet vermeyelim diye dönüşümlü üstlenmeyi benimsediler.

İyi fikir tabiî. Takdir ettik.

Böyle incelikli düşünceler benimsenince, benim senin cevapsız sorularla çıkıp bodoslama eleştirmesi doğru olmaz.

İyiye iyi demek, kötüye kötü demek yaraşır.

Ayda bir buluşma fikrinden vazgeçmeden bir araya geldiler. Arada çıkan dedikodular, basın yoluyla birbirine laf sokuşturmalar engel teşkil etmedi.

“Her birimiz ayrı partiyiz, elbette farklı görüşlere sahibiz” dediler.

“Yoksa aynı çatı altında birleşir, tek parti olurduk” dediler.

Hak verdik.

Yerden göğe kadar olmasa da altı mızrak boyu kadar… Her birine bir mızrak düşer ki haklarıdır.

Yemekleri yediler. Afiyet olsun.

Fakat ufak bir kusur var.

Tek maksat yemekmiş gibi bir manzara ortaya çıktı.

Biraz, altın gününe benzedi. Her biri birer Cumhuriyet altını getirseydi -ya sırayla ya kurayla- topluca birine verseydiler, tam olacaktı.

Belki akıllarına gelmedi, belki “Biz burada, içeridekine dışarıdakine bakanlık dağıtmayı konuşuyoruz, vekillikleri paylaşmayı masaya getiriyoruz; nasıl taksim edeceğimizin hesabı içindeyiz, altın da neymiş” diye düşündüler.

Hiçbir şey dışarıdan görüldüğü gibi değildir. Bunu da bilmek gerekir.

Toplantı için ayda bir buluştuklarında, ev sahibi olan parti başkanı misafirlerini kapıda karşıladı.

Tarihe geçecek bir ayrıntı.

Üşenen, zahmet sayan, eleştiriyi hak eder.

Gelenin de, karşılayanın da yüzünde güller açıyordu.

Uzun uzun tokalaşmaktaydılar. İlk anda kurban pazarlığı gibi bir görüntü arz etti.

Salla babam salla…

Bu kadar sallamaya gerek var mı bilmiyorum.

Bir de elleri sallarken, birbirlerine değil de başlarını yan çevirip kameralara bakmaları yok mu? İşte bu da ilginç bir durum.

Siyasiler hep böyle yapıyor. Hâlbuki insan kimle tokalaşırsa onun yüzüne bakar, bakmalı da.

Ne diyelim, alışkanlık olmuş, öyle gidiyor.

Elleri çok fazla sallamayı samimiyet olarak mı görüyorlardır bilemeyiz ama içlerinde bir de kadın var. Biraz daha az sallamak iyi olur.

Ne var ki, ekrandan bakınca, asıl sallayanın Meral Hanım olduğu izlenimi ediniyor insan.

Ardında güçlü olduğunu gösterme isteği mi vardır, başka bir şey mi, sormak lâzım.

Bir de tabiî, samimiyet ifadesi üzerinden bakılabilir o tokalaşmalara.

“Bakınız ey vatandaşlar, nasıl da iyi anlaşıyoruz. Tokalaşmamız bile üç beş dakika sürüyor” der gibi.

Eğer öyle ise, gerçek bir samimiyet olmadığını biliyoruz, kimseye inandırıcı gelmez.

Görünüşe aldanmak artık çocuklar için bile söz konusu değil.

Ne kadar samimî olurlarsa olsunlar, isterse on dakika boyunca tokalaşıp kolları omuzdan çıkana kadar sallasınlar, ortada bir “seçilecek aday” konusu var.

Bu ne demek?

Adaylığı çok isteyen Kemal Bey’e, “Sen olamazsın, seçilecek aday sen değilsin” demek. “Başka biri olmalı, güçlü bir adayla seçime girelim ki kazanalım. Yoksa yine ‘Adam kazandı’ der otururuz” demek.

Yanlış mı?

Kemal Bey ne kadar hararetle arzuluyor olursa olsun, diğerleri ikna olmaya yanaşmıyor.

Bu yüzden altılı masadan her şey çıkıyor da bir aday ismi çıkmıyor. “İçeriden dışarıdan fark etmez, bir isim belirlenmeli” diyenlere ters bakıyorlar.

“Niye bu kadar merak ediyorsunuz? Seçim tarihini söyleyin, adayımızı hemen açıklayalım” diyen Meral Hanım değil miydi?

Diğerleri de adayın ismini merak edenleri zaman zaman eleştirdi. Ayıp bir şeymiş gibi. Sanki gizli tutulacak da seçimden sonra açıklanacak.

Daha önce söylemiştik, tekrar edelim: Gerçekten “seçilecek aday” konusunda samimî iseniz, ortada gerçekten seçilecek bir aday var. “Millet İttifakı olarak da adayımız odur” desinler, rahatlasınlar. Bu kadar fazla sıkıntı çekmek gerekmez. Hasta eder. Kurdeşen sebebi.

En son, “Tatil bana yakışıyor” diyen muhterem, merak edenlere fırça attı.

Siyaset tarihine geçecek vecizeleri peş peşe dizmekte pek mahir olan zat, bu defa muhalefetin adayını merak edenlere şöyle çıkıştı:

“Bir buçuk yıldır ekranlarda soruyorlar. Adayınız kim, adayınız kim?

Ula size ne?”

Öyle vallahi. Ula bize ne? Niye merak edelim!

Aday belli, karar net. Muhalefetin seçimi kaybedecek adayının ismi A olmuş, B olmuş, ne fark eder?

Önceleri aday adayları arasında ismi başta çıkıyordu, konuşmalarıyla ve icraatıyla her ay basamak basamak kendini aşağıya indirmeyi başardı. Şimdi listenin sonunda. Tatlı gibi.

Yine de diyor ki, “Ben hâlâ oyundayım; altılı masanın en önemli temsilcisi boyutundayım. İcraat üreten”.

Boyut?

Ne boyutu?

Boyut ne arar la pazarda?

(Bak, bunun da sonunda ‘n’ yok. Hattâ, başında ‘u’ bile yok.)

Oraya başka bir kelime bulsunlar söyle de danışmanların.