Manzara ortada, insanlık korkuda

Yaratılışımızda ruhumuza üflenen İlâhî ikram israf edildiğinde değişiyor iklimimiz. İşte bu, bizim asıl meselemiz! Böylesi kaygılarla sözümüzü ilkin kendi nefislerimize söyleyip, Kültür Ajanda’mızın 103’üncü sayısını “Çölleşen ruhlarımızı yeşertecek unsurlar” temasını esas alarak hazırladık ve siz kıymetli okurlarımızın dikkatine sunduk.

90’lı yıllardı. Özel kanallara henüz alışıyorduk. Hava durumunu bir hanım sunuyordu. Güzeldi. Önce yurt geneline dair hava şartlarını bildiriyor, sonra il il sıcaklık derecelerini veriyor ve programı, “Havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız iyi olsun” şeklindeki cümleyle bitiriyordu.

O günün şartlarında “magazin”i ilgilendirecek bir durumdu bu. Beni ilgilendiren boyutu ise magazinden azade, havamın nasıl iyi olacağıydı.

Bir arkadaş toplantısında bu replik, sohbetimizin parçası olmuştu. Görüntüsü güzel, sesi işveli bu hanımın dikkat çekici hâlinden söz ediliyor, “Ah, ne duruma geldik? Bizim beyi ilk kez ilgi ile hava durumu izlerken gördüm” ve benzeri cümlelerle mevzu, ne kadar değiştiğimize, daha başımıza neler geleceğine ve gelecek zamanlarda kim bilir nelerin değişeceğine dair cümlelerle sürüyordu.

Tüm bu konuşmaları sessizce dinlediğimi fark eden bir arkadaşım benim ne düşündüğümü merak etmişti. “Alışırız” dedim. “Ben asıl, havamın iyi olup olmadığını nasıl ölçebileceğimi merak ediyorum” deyince, arkadaşım pişman bir yüz ifadesiyle, “İllâ bir aykırılık yapacaksın Nesrin, bırak felsefeyi allasen(!), rahatla biraz! Her şeyden bir anlam çıkarma çaban beni öldürüyor(!), biraz akışına bırak, havan iyileşir, sen de anlarsın” demişti. Aslında bu uyarı böyle birkaç cümleden ibaret değil, neredeyse bir vaaz hâlindeydi. Uyumsuzlukla, takıntılı, hatta değişik olmakla itham edildiğimi hatırlıyorum.

Huylu huyundan vazgeçmezmiş, bu olaya rağmen meteorolojiye olan ilgim hiç eksilmedi. Gözümü gökyüzünden hiç alamadım. Merakımı izale edemedim. Uzmanca değil insanca, kulca bir merakla öğrendiklerimi mezcedip kendimce kendi havama dair çıkarımlar yapmak için hâlâ çırpınıyorum. Basit bir repliğin ve arkadaş toplantısındaki vaazın bana yaptıklarına bakar mısınız?

Son tahlilde, geldiğim nokta şimdilik şu: “Eğer beni kuşatan hava şartları ve iklim ne giyeceğimi, nereye ne kadar sürede gideceğimi, yediğimi, içtiğimi etkiliyor ve değişmeme neden oluyor, kâinatın değişimine, faturalarımın miktarına, trafiğin yoğunluğuna ve daha pek çok alana etki ediyorsa, ruhumun iklimi ile ilgilenmek zorundayım.”

Günümüzde hidrojen gazı ile şişirilmiş balonlara takılan ölçümleme cihazlarıyla rüzgâr, sıcaklık, basınç ve nem değerleri ölçülüyor. O balonlar, atmosfere salındığında 35 kilometre yükselerek veri topluyorlar. Basınç sınırına dayandığında 10 metre çapına erişen balonlar patlıyor ve mini paraşütlerle cihazlar yere iniyor. Peki, her insan tekinin ruhundaki rüzgâr aynı mıdır? Hangi sıcaklık sabrını dener? Yaşadıkları ruhuna hangi ölçüde baskı yapar? Çapı ne kadar olunca patlar? Ruhundaki hangi nem değeri onu ağlatır? Peki, varlık değerlerinin bir bilgi haritası var mıdır? Hangi sonuca erişilmiştir? Geldiği noktada hangi tedbirleri almalıdır? Neye erken davranmalı, neye geç kalmalıdır? Neyi beklemeli, neyi terk etmelidir? Neyi biriktirmeli, ne kadar tüketmelidir?

Ruhumuzdaki rüzgâr, sıcaklık, basınç ve nem değerlerini bilmemiz, duyarlılık seviyemizi değiştirir miydi? Her geçen gün çölleşen dünyamız, ruhu çölleşmiş insanlığın eseri değil miydi? İnsan ruhunun havası iyi olsaydı sular bu kadar kirlenir, hava bu kadar ısınır, kıtlık dünyamızın kapısına dayanır mıydı? Bu kadar boş verebilir miydik?

Manzara ortada, insanlık gelecek zamanların kaygısıyla korkuda. Çünkü kimileri öyle olması için gayret gösteriyor. Kim için? Ah, nasıl bir soru bu! Ezber etmedik mi? El-cevap: Tüm dünya insanları için! 

Savaşlar çıkadursun, iklim değişikliği tehdit oladursun, haksız işgaller, cinayetler, soykırımlar taraftarlar üzerinden okunadursun, tüm insanlık için gayret gösterdiğini iddia edenlere sormayalım: Bir savaş kaç paradır? Bir işgal kaç çocuğu öldürür? Bir savaşta kaç kurşun sıkılır da bu kaç çocuğun açlıktan kurtulmasının bedelidir? Kurdukları insanlık kurumlarıyla yıllardır iyilik yaptıkları hangi coğrafyada yoksulluk, açlık ve işsizlik çözüm buldu?

Sormayalım! Soramayız ki… Çünkü ruhumuz rüzgârını yitirmişse tohum göçüremeyiz. Ruhumuzu yeşertmeden çölleşen dünyamızı yeşertemeyiz. Cehennemî bir sıcaklık hissetmiyorsak, suyun servet olduğunu bilemez, kirletir geçeriz.

Nemini yitirmiş, kupkuru kalmış ruhumuzla ölen ölsün, kırılan kırılsın, yalandan yas tutar, nasılsa avunuruz, değil mi? Varsın, dünyayı ekin tarlası gibi biçsin birileri; biz, körelen ruhumuzda tahammülü aşan bir basınç hissetmeyelim. Füzeler kendi hava sahamızda dolaşmadığı sürece, yaşadığımız binaya çarpmadıkça hepimiz müreffehiz(!)…

***

Yaratılışımızda ruhumuza üflenen İlâhî ikram israf edildiğinde değişiyor iklimimiz. İşte bu, bizim asıl meselemiz! Böylesi kaygılarla sözümüzü ilkin kendi nefislerimize söyleyip, Kültür Ajanda’mızın 103’üncü sayısını “Çölleşen ruhlarımızı yeşertecek unsurlar” temasını esas alarak hazırladık ve siz kıymetli okurlarımızın dikkatine sunduk.

Hep birlikte müstefidi olmak dileği ile huzurlu okumalar diliyoruz.

Hoşnut kalınız!