GİTTİM, gördüm, bildim, hilâfsız söylüyorum, Manisa
Akhisar’a gidin, rastgele bir kapıyı çalın, ya gülümseyen bir hanım açar
kapıyı, ya zarif bir bey! Tam da budur Akhisar! Abartmadan söylüyorum; güler yüzlü
hanımlar, zarif beyler diyarıdır Akhisar…
Kahramanımız Zarif Süzgün, Akhisarlı bir bey.
Yetmiş beş yaşında bir delikanlı… Terzilik etmiş otuz üç sene. Büyük usta!
Dükkânı dergâh olmuş. Tekke tekke... Şehrin nabzı orada atmış; açların
açıkların derdine orada çâre aranmış. Dargınlar orada barıştırılmış. Yetimlerin,
öksüzlerin vaziyeti oradan takip edilmiş ve üstü başı, düğünü derneği…
Gün gelmiş, iğne ipliği duvara asmış. Emekli
olmuş Zarif Usta. Böylesi iyilikler
padişahı bir adam, elli beşinde emeksizliğe
bırakılır mı hiç? Elli yıldır oturduğu mahalleye muhtar seçmişler onu. Hem de
beş dönemdir. Mahallenin ağabeyi, amcası, dayısı, babası, dedesi, güvencesi olmuş.
Güven âbidesi adam olmuş; Almancıların banka kartları da, evlerinin anahtarları
da, vekâletleri de hep onun çekmecesinde senelerdir. Başı sıkışanın ilk kapısı.
Garip gurebânın, fakir fukaranın babası Zarif Süzgün.
Medeniyetimizin artık unutulmaya yüz tutan “diğerkâm” kavramının en güzel, en özel,
en yaşatan karşılığı olmuş Zarif Muhtar. “Sizin
en hayırlınız, insanlara en çok hizmet edendir” şeklindeki Peygamberî düsturun
günümüzdeki en güzel temsilcilerinden biri Zarif Süzgün; gecesi gündüzü, varı yoğu,
dünü bugünü mahallesi olmuş yirmi iki senedir.
Dert babası o. Eşi Fikret (Zümrüt) Hanım da dert
anası… Kapılarını, sofralarını, gönüllerini sonuna kadar açmışlar. Hem de yirmi
dört saat, elli iki hafta, üç yüz altmış beş gün, bir ömür…
Zarif Süzgün, bir göçmen çocuğu aslında. 1924’te,
Üsküp Kıratova’dan göçen, Plevne kahramanlarından Zarif Çavuş’un torunu. Hem de
adıyla sanıyla… Balkan Harbi ve Rumeli göçlerinin bütün trajedisini yaşayan bir
ailenin çocuğu o. Bir hisli yürek onun yüreği. Hüzünlü bir çiçek onun
bakışları. Her Rumeli göçmenininki gibi… Bir güvercin kalbi taşıyor hep. Güvercin hüznüyle yaşıyor.
Yıl, 1912... Ölüm yollarda kol gezmektedir.
Balkan Harbi günleri… Aylar süren çileli bir yolculuktan sonra Zarif Çavuş,
eşini ve çocuklarını Makedonya Kıratova’dan alıp, Selânik üzerinden İzmir
Limanı’na ulaştırabilmiştir. Liman Müdürü Cavit Bey akrabalarıdır. Onları
metruk bir eve yerleştirir. Zarif Süzgün’ün babası Aziz amcaya kulak
verelim:
“Bir hafta bir zaman geçti. Cavit ağabey geldi. ‘Bak
Zarif Amca, bundan sonra yurdumuz burası. Balkanlar tamamen elimizden çıktı’
deyince, babam, ‘Olmaz öyle şey! Nasıl kaybettiysek memleketimizi, geri
almasını biliriz’ dedi, sessiz sessiz ağlamaya başladı. Yıkıldı âdeta, yığıldı
kaldı öylece. Gözyaşları akıyordu yüzünden. Biz de üzüntüden ağlamaya başladık.
Çok zor, kabul edilemez bir durumdu. Plevne kahramanı babam Zarif Çavuş,
ölünceye kadar da Balkanları geri alıp memlekete dönmenin hayâli ile yaşadı…”
Bu sahne, bu duygu, bu umut, yüz binlerce Balkan
göçmeninin evinde, kalbinde, rûhunda cereyan etmiş bir olguydu, biliyoruz. Kıratova’nın
Zarif Ağa’sı, Üsküp’ün çeşmelerini parasız yapıp sularını akıtan Suyolcu Zarif
Çavuş, yanında yüzlerce işçi çalışan konaklar sahibi Zarif Bey, Manisa
Akhisar’a yerleşecek ve tütün tarlası kiralayacak, tütüncülüğe başlayacaktır. Amma
başarılı olmak ne mümkün! Bir yandan iş bilmezlik, bir yandan kahır ve hüzün… Birkaç
yıl içinde mum gibi eriyecek ve -Urumeli’ne geri dönememenin de etkisiyle-
gözleri açık vefât edecektir.
Oğullarından Aziz, kışları helvacı, yazları tütün çiftliklerinde ırgat çavuşu (dayıbaşı), yakışıklı bir delikanlıdır. Bir ata binişi vardır ki can kurban! Nitekim bu uzun boy, ata biniş ve yakışıklılık, onun Çankaya Muhafız Alayı karşılama mangasına seçilmesine vesile olacak ve Atatürk’ün konuşup hâl hatır ettiği bir asker olmasına zemin hazırlayacaktır.
Dayıbaşı Aziz, ırgatları organize ederken, çalışanlardan
Kavala muhaciri Selime Hanım’la göz göze geliyor bir gün. Aşk şimşeği çakıyor
iki yürekte de. “Ben ite kopuğa, fakire fukaraya kız vermem, zengin kasaba
vereceğim kızımı” diyor kızın babası zalim Mustafa. Kaçarak evleniyorlar
çâresiz Aziz ile Selime. Bir sene sonra nur topu gibi bir oğlan çocuğu veriyor
onlara Ulu Yaratan. Babası, Suyolcu Zarif Ağa’nın adını veriyor oğluna Helvacı
Aziz. (Kendi adı da dedesinin ismi zaten.) Kader bu ya, küçük Zarif daha beş
yaşındayken anneciği, güzeller güzeli Selime, veremden vefât ediyor. Kalıyorlar
baba-oğul bir başlarına…
Üvey anne elinde büyüyor bizim Zarif
Süzgün’ümüz. Bir öksüz yürek Zarif’in yüreği…
Büyüyor, terzilik mesleğini tutuyor. İyi bir
terzilik eğitimi alıyor. Kimlerle dost olmuyor, kimlere elbise dikmiyor ki…
Metin Oktay’dan Coşkun Özarı’ya, nice generalden profesöre, bürokrata... Ankara’dan,
İstanbul’dan, İzmir’den, yurtdışından gelip elbise diktiren diktirene bizim
garip Zarif Usta’ya…
Gün geliyor, evleniyor. Kimle mi? Hem öksüz, hem
yetim Fikret (Zümrüt) Hanım’la evlilik yapıyor Zarif Muhtar. Mutlu mu mutlu bir
evlilik onlarınki. Yaratan onlara evlât nasip etmeyince de hiç dert etmiyorlar;
dört yaşında öksüz kalmış Ayşe’lerden birisini alıp, büyütüp evlendiriyorlar.
Şimdi hem dondurmacı bir damatları, hem de pırlanta gibi iki torunları var.
Örnek bir çift, örnek bir hayat, örnek bir
evlilik… Yarım asırlık bu mutlu evliliğin sırrı mı? Şöyle veriyor bu sırrı bize
Zarif Usta: “Elli üç senedir bir defa
bile münakaşa etmedik biz! Münakaşa etmeyecek evliler!”
Gün geliyor, kitap oluyor hayatı Zarif Usta’nın:
“Zarif Bir Adam: Zarif Süzgün”...
(Değişim Yayınları, Editör: Fahri Tuna, İstanbul, 2018, 203 s.)
O kitap, bir Akhisar kitabı aslında. Çünkü Zarif
Süzgün’ün hayatı Akhisar. Okudukça buram buram, ılgıt ılgıt, çisil çisil Akhisar’la
serinleyecek yüreğiniz; sımsıcak, tertemiz, dupduru Akhisar’la dolacak içiniz,
diyeyim size. Delileri, akıllıları, fakirleri, zenginleri, öksüzleri, yetimleri,
ama hep iyileriyle, iyilikleriyle, renkleriyle Akhisar…
Zarif Süzgün’ün hayatı, Şeyh İsa Mahallesi’nin de hikâyesi aslında. Aynı zamanda bir Çağlak hikâyesi. Unutulmuş altı asırlık bir geleneğin yeniden doğuşunun, silkinişin, dirilişin hikâyesi… Bugün on binlerce kişinin katıldığı bir festival gerçeği varsa orta yerde, bu dirilişin iki başkahramanından biri Zarif Süzgün, diğeri Salih Hızlı, hiç şüphesiz!
Ve bir göç hikâyesi bu kitap. Bir Kıratova, bir
Üsküp, bir Rumeli hikâyesi… Bir Selânik, bir Drama, bir İzmir hikâyesi… İçinde
mutluluklar kadar hüzünler, başarılar kadar kandırılışlar, iyilikler kadar çâresizlikler
de bulacaksınız. Her şey iç içe…
Ve Salih Hızlı… Ve Ömer İşçi… Âdeta kendi
hayatları, kendi kitaplarıymışçasına Zarif Süzgün’e ve kitabına sahip çıkan,
Akhisar’ın delilerinden akıllılarına, göç hikâyelerinden maceralarına,
sinemalarından esnaflarına… Zarif Süzgün’ün şahsında Akhisar’ın son yetmiş beş
yılının âdeta sosyal ve psikolojik haritasının ortaya koyulması için çırpınışlarına
en çok da ben şâhidim. İşte bir şehrin belediye başkanı ve yardımcısı tam da
böyle olmalı! Kendilerine gönülden teşekkür etmek istiyorum.
Bir başarı romanı Zarif Süzgün’ün hayatı. Bir
merhamet hikâyesi… Bir iyilik belgeseli… Zarif Süzgün, Akhisar’dır. Zarif
Süzgün sizsiniz. Zarif Süzgün biziz. Zarif Süzgün hepimiziz. Zarif Süzgün’ün
hikâyesi, sizin hikâyeniz. Akhisar’ın, Akhisarlının hikâyesi…
Zarif Amca ile dost olup onun hayatını dinlerken
gözyaşlarına boğulacak, bazen kahkaha ile güleceksiniz dolu dolu. Çoğu kez
gurur duyacaksınız. Şunu söyleyebilirim size: İyilik ve merhamet galip gelecek
sonunda. Her zaman, her yerde, her çağda olduğu gibi…
Yaşasın iyilik, yaşasın iyiler! Sen çok yaşa Zarif Amca!