KALABALIK şehrin sokaklarında ağır ağır yürüyorum ve yine denk geldiğim tüm yüzlerin üzerinde geziniyor gözlerim. O yüzlerde bir şey arıyorum adını tam koyamadığım. Sonrasında yine hüsranla başımı gökyüzüne çevirip “Bugünde bulamadım” diyorum.
Bir parıltı, bir aydınlık ne bileyim yaşadığına sevinen ve şükreden gözler, insanları kendine çeken bir enerji ve ruh hâline ait belirtiler görmek istiyorum. Onun yerine gördüklerim ise, kafasını yere eğmiş bir topluluk, ellerde cep telefonu, kulaklarda kulaklık, zihinler dağınık bir oda ve kalp sadece kan pompalıyor.
İçimden, bu insanlar aç ve bunun farkında değiller, diye bir düşünce geçiyor. Bu hâlde nasıl yaşayabiliyorlar ki? Yaşıyoruz hep beraber, bir şekilde idare ediyoruz ama tam anlamıyla manevî bir yoksulluk içindeyiz. Banka hesabında çok basamaklı hesabı olan da, ünü, mâkâmı, sefası çok olan da yoksul. Çünkü iç dünyalarda büyük bir boşluk var, şiddetli bir girdap içeri giren dünyalığı ne olursa olsun yutuyor, dolayısıyla yoksulluk son bulmuyor. Kimin manevî zengin olduğunu Allah bilir tabii ama kalbi, ruhu ve hayatı Allah’ın rızası ile dolu olan bir kişinin fark edilen işaretleri de olur diye düşünüyorum.
Enerji olmadan bir beden işlevsiz kalacağı gibi gerekli ihtiyacı sağlanmayan bir ruhta sıkıntılar yaşar. İşte toplumda gördüğüm sıkıntılar buradan kaynaklanıyor gibi. Zira yaşanılan şeyler ve yapılmakta olan uğraşlar doğru besini sağlamıyor ki gözlere parıltı, kalbe huzur ve ferahlık gelemiyor.
Dinin insanlara kasıtlı olarak yanlış algılatılmasından kaynaklı olarak insanlar maneviyat kavramı konusunda içlerinde ve dışlarında çatışmaya maruz kalıyor. Oysa din kelimesinin acilen insanlara doğru şekilde yansıtılması ve insanların tahribat verici unsurlardan uzaklaştırılması gerekiyor. İnsan maneviyat olmayınca bozuluyor. Bunun tartışılacak bir tarafı yoktur, sadece uygun dil ile izahı olabilir.
Bir İslâm ilmihali alıp temel bilgileri öğrenebiliriz, bir cami imamına sorabilir ve internetten temel dinî bilgileri edinebiliriz, daha fazla detaya girmek istediğimizde ise bizi büyük bir tehlike bekliyor. Özellikle internet çağında bilgi kirliliğinin aşırı çoğalması zihnimizde ve kalbimizde karmaşaya sebep olmaktadır. Nihayetinde temel bilgiler ile ilerlemeye çalıştığımızda ise desteksiz çok da fazla ilerleyemediğimizi, nefsimizi ıslah edemediğimizi ve zamanın getirdiği zorluklara çok da dayanamadığımızı görüyoruz.
Manevî açlıklar tek başına bilgi ile doymuyor. Bir fizik, kimya ya da matematik kitabını okumakla o konunun uzmanı ve uygulayıcı olamayacağımız gibi dini konularda da yeterli bir uzmanlığa sahip olmak ve uygulayıcısı olmak için doğru bir eğitime ve uygulamaya tabi olmamız şart. Toplumun maneviyatı bireyi, bireyin maneviyatı toplumu doğrudan etkiler. Sadece temel bilgilerle, sadece imam ve imam hatipler ile tüm toplumu iyileştiremezsiniz. Dinî eğitim denilince de akla ya okullardaki haftada bir saatlik din dersleri ya da cemaat ve tarikatlar akla geliyor. Camileri hiç konuşmuyorum zira orada sadece Kur’ân kursu durumu ve haftalık Cuma vaaz ve hutbeleri var.
Bir de imam hatip ve ilahiyatlar var tabii. Ben, kardeşlerim ya da çocuklarımdan giden olmadı, giden birilerini ise hepimiz etrafımızda görüyoruz zaten. Burada durup da bu konuda olumsuz bir şeyler söyleyecek değilim elbette. Gönderme imkânım olsa idi ben de çocuklarımı gönderirdim, hatta kızımın bir imam hatip okulunun giriş sınavına katılmasını sağladık ama sınırlı kontenjan nedeniyle girme hakkı kazanamadık. Sadece şunu söyleyebilirim, bu noktada manevî konuların uzmanı olabilecek bu kişilerin toplumun maneviyatına katkılarının daha çok olmasını dilerdim.
İç yapımıza bakım onarım ve inşâ edeceğimiz araç ve gereçler, bir marketin raflarından alıp da içimize yerleştirebileceğimiz kadar kolay olsa idi keşke. Lakin ne hikmetse bir günah ve kötü alışkanlık çok kolay bir şekilde elde edilebilirken ve hele ki bu zamanda alt yapı bu kadar bol ve çeşitli iken güzel ahlâka ulaşmak ise desteksiz, eğitimsiz ve üstün bir gayret sarf etmeden mümkün olamıyor. Kötü ahlâkın sonuçları ve nereye götürdüğü ile güzel ahlâkın nimetleri ve bizi nereye götürdüğü aşikâr olmakla birlikte başta bahsettiğim gibi doğruyu bilmek özellikle bu zamandaki kulağında kulaklık, elinde cep telefonu, başı göklerden bir haber gençlik için çok fazla şey ifade etmiyor. Çevremizde manevî yoksullar hızla artarken dini iyi ve güzel yaşayan, maneviyatı olgun azınlığın topluma katkısı da yeterli olamıyor. Vücudun savunma mekanizması hakkında hepimiz az çok bir şeyler duymuşuzdur. Normal şartlarda içimizde hastalıklara karşı üstün bir sistem var lakin insan öyle bir hayat yaşıyor ki adeta bedenimize zarar veren ne kadar şey varsa hepsini yaparak zorla kendi yıkılışını hazırlıyor. Bahsetmemiz çok da bir şey söylemez. Sigara, alkol, aşırı stres, sağlıksız beslenme, temizliğe önem vermeme, uyku ve davranış bozuklukları gibi birçok unsurla savaşmak zorunda kalan beden bir yerde gücünü kaybetmeye başlıyor. İnsanı insan bitiriyor.
Az olanın çok olana gücü bir yere kadar yetiyor. Zamanımızda maneviyatı güçlü insanlar o kadar az ki varlıklarından bile bir haberiz. Yan komşumuzu tanımazken onları nerden bulacağız?
Öncelikle bize düşen ilk ve en önemli sorumluluk, kendimizi masaya yatırmak, hesaba çekmek, düşünce ve davranışlarımızı tahlil etmek ve elimizden ne geliyorsa gayretle toparlamaya ve düzeltmeye çalışmaktır. Kendi iç yapımız düzensiz ve belirsiz iken ve biz kendimizi tanımaz iken kime nasıl bir fayda sağlamaktan bahsedebiliriz ki?
Maneviyat, kişinin ruhsal yakıtıdır. Enerji olmadan varlık hayat bulabilir mi?
Ne hikmetse ve nasıl olmuşsa olmuş, yeme ve içme konularında sıkıntı olmaz iken ruhun beslenmesi konusu insanların yaşamlarından bir şekilde çalınmış, gizlenmiş ve yozlaştırılmıştır.
Ellerindeki zenginliği, gücü ve mâkâmı kötü ahlâk üzere inşâ eden kesim, insanların uyanmasını sağlayacak, gelişmesini ve mutlu olmasını sağlayacak sistemlerin önünü tıkamıştır.
Kendimden bahsetmek istiyorum bu aşamada. Maneviyatı zayıf birisiyim ben. Temel ibadetleri yapabiliyor olmam ya da Kur’ân okuyabilmem bunu değiştirmiyor. Neden mi? Günah çukuruna çok kolay düşebiliyorum. Çağımızda internet ve teknoloji, günah çukuruna çelme takıp düşürecek unsurlarla dopdolu. Bununla birlikte tövbe müessesi de tam oturmuş değil. Öylesine bir tövbe ile geçiştiriyorum, gerçek bir vicdan azabı ve göz yaşından yoksun olarak.
Namaz gibi büyük bir ibadeti kazaya bırakırken ya da depresyon zamanları ibadetlerden uzaklaştığımda içim öyle çok da yanmıyor. Neden böyleyim acaba? Bu sadece benimle alakalı bir olay mı, başka ne tür etkenler maneviyatımın düşmesine sebep oluyor olabilir?
Maneviyatımın düşük olduğu zaman dilimleri çok olduğunda içimdeki enerji ve his durumlarını fark edebiliyorum. Yaşanan birçok şey tat vermiyor, bir şeyler yapma isteği azalıyor, sorumluluklarımı geciktiriyor ve titiz davranmıyorum, gelişimim duruyor, hastalıklarımın daha kısa sürede atlatılmasına yardımcı olan bağışıklık sistemim zayıflıyor ve beslenme ve ahlâkî durumuma da dikkat etmemeye başlıyorum.
Maneviyat, ruhun bağışıklık sistemidir bir anlamda. Günahlara, kötü ahlâka ve kötü çevrelere karşı bizi korumaya çalışır. Maneviyat bağışıklık sistemimizi doğru besleyip güçlendirmez isek günahlara karşı korumamız kalmıyor. Demek ki ben de maneviyatımı besleyemiyorum. Ne dinlediğime, gözlerimi nerelere çevirdiğime, nerelere gittiğime ve zihnime hangi düşüncelerin uğradığına çok da dikkat etmiyorum ki sonrasında bilincimde rahatsızlıklar meydana geliyor. “Bir müzikten, bir filmden veya bir keyif anından ne olacak amann…” diyerek başlıyor her şey ve sonrası bağımlılık oluyor. Hep sonraya atıyoruz toparlanma işini ama sonraların sonu gelmiyor. O arada da maneviyat gereksiz ve boş uğraşlar nedeniyle zehirleniyor ve kirleniyor. Manevî yakıt azalınca ibadetlere ne heves ne güç kalıyor, yapanlar ise farz diye bedenleri zorlayarak ibadetlerini tamamlamaya çalışıyorlar. Lakin fark edemedikleri nokta heyecandan, hayretten ve gelişimden uzak kopya günlerin birbirini takip etmesi. İki günü, iki senesi aynı olan birey ve toplum ruhunu kaybediyor.
Her yazımda olduğu gibi bu yazıda da idarecilere tekrar tekrar sesleneceğim: Halkın, elinden tutulmaya ihtiyacı var. “Evinde izlediğin diziye ben niye karışayım” deme lüksü yok idarecilerin. O pembe diziler hiç de pembe değil; iradesi, bilinci, karakteri yeterli gelip de sağlıklı düşünemediği için, karşı koyamadığı için veya umursamadığı için medyanın bataklığına düşen çok insan var. Aile yapısı daha ne kadar çökmeli ki acil eylem planları hayata geçsin? Kimse bu çağın sayısız tuzağına karşı tek başına ayakta duramaz ve sağlıklı düşünemez. Sağlıksız beslenme, sağlıksız teknoloji, sağlıksız sosyal medya, sağlıksız çevreler… İdareciler ve konunun uzmanları bir araya gelmek zorundadır. Halka iş birliği içinde ayağa kalkma ve tozlarından silkelenme çalışmalarına başlanmalıdır. Bu yüce millet özüne kavuşmalı ve kaldığı yerden dünyaya hükümdar ve örnek olma sorumluluğunu yeniden yerine getirmelidir.
Maneviyat önemli bir kavramdır. Bireyin ve toplumun bugününü, yarınını ve ahiretini doğrudan ilgilendirir. Bu kadar hassas bir konunun bu kadar az önemsenmesi ve üzerinde bu kadar az çalışılması çok üzüntü verici. İnsanı ve toplumu yücelten birçok değer elimizden kayıp giderken bizim elimizdeki telefona bakıp sosyal medyadan yeni bildirim beklemelerimiz, televizyon ekranı karşısındaki keyif saatlerimiz, enflasyon gibi, spor takımımızın durumu gibi dert ve mutluluklarımız, canımızı sıkan diğer gündelik dertlerimiz, kısaca bizim dert ve mutluluklarımız ön plandan hiç düşmüyor. Etrafımız yanarken “Bana dokunmayan yılan…” diyoruz. O kadar kaybolduk anlayacağınız…
Maneviyat başka bir açıdan da sorumluluk sahibi olmak demek bana göre. Kişinin maneviyatı ne kadar artarsa varlık bilinci, birey, vatandaş ve kul bilinci de o oranda artar düşüncesindeyim. Rabbim bizleri ne yaşadığının farkında olup bilinçli davranan kullarından eylesin.
Bu dualarla yazıma son verirken, manevî yolculuğunuzun mübarek olmasını dilerim. Sağlıcakla kalın…



