Mânevî öksüzlüğün şifâsı: Duâ

Duâyı sadece sıkıntıya, korkuya veya kaza ve felâketle karşı karşıya kaldığımız zamanlarda bir yol olarak görmemeli. Varlıkta, rahatlıkta, geniş zamanlarda yapılması gerekliliğinin farkına varabilmek de bir tür sınavdır aslında. İçinde bulunduğumuz dünyaya, daha da ötesi kendimize dönüp baktığımızda, duâ etmek için sayısız sebebe sahip olduğumuzu görmemiz kaçınılmazdır.

“DE ki (Ey Muhammed), ‘Duanız olmasa, Rabbim size niye değer versin? Siz yalanladınız. Öyleyse azap yakanızı bırakmayacak’.” (Furkan, 77)

Tarihten günümüze insanlar, farklı dinler ve farklı dillerde de olsa duâ ederek hayatlarını daha anlamlı ve yaşanabilir hâle getirmişlerdir. Zaten duâ etmekteki amaç, sınırsız ihtiyaçlarımızı hazinesi sınırsız olan Allah’a arz ederek O’ndan derman dilemek, manevî dünyamızla her şeye Kadir olan Rabbimizle aramıza köprü kurmaktır.

Duâ, yaşamımız boyunca hayatımızın her alanında vardır.  İnsan olarak sınırsız ihtiyaçlarımız var. Manevî dünyamızın dili olan duâ, yeri gelir hastaya şifa olur, yeri gelir sınavı olan bir yavruya güç ve güven olur. Tarladaki ürününe yağmur isteyen üreticiye bereket, sevdiğine kavuşmayı bekleyen gönle merhemdir duâ.

Aynı zamanda teşekkürümüzü, sevincimizi karşı tarafa iletmenin bir başka yoludur “Allah razı olsun” ifadesi. Yine hastaya şifa dilemenin yoludur “Allah şifa versin” söylemi. Sofradan kalkarken minnettarlığımızın ifadesidir “Allah ziyade etsin”, “Allah’a hamdolsun”. Yolcusu olan hakkında “Allah sağlıkla kavuştursun” diye duâda bulunulur. İşte tüm bu nedenlerle duâ, hayatımızın her alanında vazgeçemediğimiz parçamızdır!

ABD’de, kalp ameliyatı geçiren yaklaşık 200 kişiden oluşan hasta grubunun üzerinde yapılan incelemenin sonucunda, duâ ederek güç aldıklarını söyleyenlerin, böyle düşünmeyenlere oranla üç kat daha fazla yaşama ihtimâllerinin olduğunun tespit edilmiştir.

Doktora gittiğimizde, stres kaynaklı hastalıklarda teşhis ve tedavi açısından modern tıp yetersiz kalmaktadır. Oysa duâ bu noktada vücudun gevşeme ve rahatlamasını sağlayarak tedavide başroldedir. Yaşadığımız dünyada yalnızlıktan şikâyet ettiğimiz zamanlar olmuştur elbette; insanlar arasındaki iletişim zayıflığı, komşuluk, eş -dost kavramlarının gün geçtikçe içinin boşalması gibi durumlarla insanlar, kalabalıklar içerisinde yalnızlık çeken birer varlık konumuna gelmektedirler.

Gerek duyduklarımızdan ve gerekse okuduklarımızdan, artan stres nedeniyle depresif hasta sayısına her gün yenilerinin eklendiğini bilmekteyiz. Güne kaygılarıyla uyanarak iş hayatındaki rekabete alternatif arayanlar mevcuttur. Trafik sıkışıklığında nasıl sakin kalabileceği endişesiyle yola çıkanlar da öyle… Oysa maddeyi ön plâna koyduğumuz bir hayat tarzı yerine maneviyatımızı güçlendirmeyi tercih etsek, bu olumsuzlukları bertaraf etmenin ne kadar da kolaylaştığını görebiliriz.

Acziyeti fark etmek

Duâ, Allah’ın en hoşnut olduğu ibadetlerdendir. Kulun, ne kadar âciz olduğunun farkına varıp kalbini açarak hakikatte neye, nasıl ve ne kadar muhtaç olduğunu kendisinden daha iyi bilen ve gören, sonrasında ise karşılığını vermekte sonsuz güç ve kuvvet sahibi olan Allah’a teslimiyetidir duâ. Muhtaçlığımızın en samîmi itirafıdır. Kibri bir kenara bırakarak gaflet uykusundan uyanabilmektir duâ.

Duâ ederken zaman kavramı yoktur. Sadece bazı zaman dilimlerinde çokça yapılması tavsiyesi vardır. Ramazan ayı, Arefe günü, Cuma ve bayram günleri, seher vakti, rükû ve secde yapıldığı anlar gibi… Peygamberimize (sav) hangi duânın daha çok kabul edileceği sorulduğu vakit, “Gece yarısından sonra ve farz namazların arkasında yapılan duâ” şeklinde karşılık buyurmuşlardır.

İnsan yürürken, otururken, hatta yatarken duâ edebilir. İlk Umre ziyaretimde, “Kâbe’yi ilk gördüğünde yapılan bütün duâlar kabul olur” diyerek tembihte bulundular. Güya söylenenleri aklımda sıkı sıkıya tutmaya çalışırken, Kâbe’yi ilk gördüğüm anda her şey aklımdan silindi. O an gözlerimin önünden geçen tek şey, şu hayattaki acizliğim, muhtaçlığım, küçücük bir zerre olarak çırpınışlarım vardı. Ağlamaktan, yapmak istediğim duâları dilimin söyleyemeye gücü yetmediğini fark ettim ama gönlüm dile getirdi. Elhamdülillah!

Duâyı sadece sıkıntıya, korkuya veya kaza ve felâketle karşı karşıya kaldığımız zamanlarda bir yol olarak görmemeli. Varlıkta, rahatlıkta, geniş zamanlarda yapılması gerekliliğinin farkına varabilmek de bir tür sınavdır aslında. İçinde bulunduğumuz dünyaya, daha da ötesi kendimize dönüp baktığımızda, duâ etmek için sayısız sebebe sahip olduğumuzu görmemiz kaçınılmazdır.

Duâ etmek kadar duâ almanın da insana vermiş olduğu huzur tartışılmazdır. Sözlü ya da gönülle yapılan duâ, hissetiğiniz manevî boşluğu bir anda dolduruverir. Benim gibi ailesinden uzakta yaşayanlarınız vardır elbette, lâkin uzakta olunması, sizin için edilen duâyı hissetmenize engel değildir. Manevî öksüzlüğünüzü bir parça da olsa giderebilir.

Bazı zamanlar mazlumun tek bir bakışındadır duâ. Yaptığınız ufacık bir şey için o kadar büyük bakar ki, gözlerinden sessizce süzülen gözyaşı sıralar sizin için yaptığı duâları. Bazen sokaktaki bir kedi veya köpeğe verdiğiniz bir yudum sudadır duâ. Dile getirmese de size sokulmasından, vefasından anlarsınız “Allah razı olsun” deyişini. Bazen de yaşadığımız olaylar zinciri bizi duâ almaya götürür. Yaşlı bir amcanın poşetini taşımasına yardım ederek, yoldaki taşı kaldırarak, aldığımız duâ neticesinde bir kazayı küçük zararla ya da zararsız atlatırız.

Annem aşure yapar, dağıtım için beni görevlendirirdi. Bu görevi verirken, benim “Hayır!” dememe fırsat kalmadan, “Sen dağıt ki duâları da sen al” diyerek kaleyi baştan fethetme yoluna giderdi. İyi ki ben dağıtmış, iyi ki duâ almışım!

Duâlarda buluşmak ümidiyle…