Mandalina çıkmazı

Dünyayı verelim çocuklara; gençliği, hüznü verelim. Berelim ki, ardı sıra akmasın gözyaşlarımız anılarımızın. Toyluğu verelim çocuklara ve “Ah” diye başlayan cümlelerimizi. Sonra bir yudum mai verelim, dalga dalga köpük…

BİR küçük kız tanıdım masallardan/ Eşarbına çelme takılmış/ Saçları devetüyü/ Bir lakırdının altında kalmış gıdıklanan gözleri/ Bir küçük kız tanıdım masallardan/ Mandalina çıkmazı…

Bugünün yetişkinleri, tarihin çocukları değil miydi? Zamanın kaygısız ve gamsız tebessümü sadece bedenlerimize işledi. Çoğu insanın içinde yatan o kız çocuğu ise hâlâ ölmedi. Her ne yaşa gelirsek gelelim, ruhumuzun ilâcı, daima anılar olacaktır. Çocukluk anılarımız... Önce gözlerimiz dolar, sonra hafif bir tebessüm ve anlatılanların ardı masumiyet...

Her yeni yaprakta yeni bir hayata uzanır ellerimiz. Bu yapraklar misk gibi kokarlar. Yıllar sonra hatırlayabilmek için altını çizeriz yüreğimize dokunan cümlelerin. Kitaplar çocukların can evleridir. Hayatın gerçeği olan; doğum, yaşam, ölüm, afet gibi idrak etmesi zor olan konularla tanışır ve bu olaylara kitaplar okuyarak alışırız. Elimizde süt ve kahve, suratımızda heyecan, bir sonraki sayfanın merakını duyarken, en sevdiğimiz karakterin ölümü ile sonlanır gülüşlerimiz.

Her yaşın kitabı, her yaşın evi farklıdır. Anne babalara bu konuda, özellikle çocuğun gelişim sürecinde, okuyacağı kitaptan edindiği arkadaşlığa, giydiği kıyafete, taktığı küpeye kadar büyük rol düşmektedir. Çünkü çocuklarımız nasihatten ziyâde bizlerin ruhunu dinler, bizleri kendilerine rol model seçerler.

Günümüzün çocukluğunda kültürel algı ve yargılarımızın sarsıldığı bir gerçektir. Yenilikler ise insanın hem ruhunda, hem bedeninde gerçekleşir. Bu gerçekler gerçekleşirken edindiğimiz birikime, “hayat tecrübesi” denir.  Bu tecrübeyi ne kadar iyi şekillendirirsek o kadar iyi bir nesil bırakmış oluruz arkamızda. Çizgi film karakterleri ile süslenen çocuk kıyafetlerinin yerini anne dikim elbiseler alsa, kültürel özgünlüğümüze döneriz. Çünkü zihinleri henüz gelişim çağında olan çocukların bilinçaltına işletilen çizgi filmler son derece zararlıdır.

Bizler kültürel değerlerimizi ancak özenti bir hayat sürmezsek koruyabiliriz. Erken yaşta kitaplar ile tanışan çocukların dil becerilerinin, hayâl güçlerinin, yaratıcılıklarının, yaşantılarının daha iyi olduğu öngörülebilir bir gerçekliktir. Öyleyse anne babalar seçimlerini yaşlarına ve akıllarına göre yapmak sûretiyle, Batı özentiliğinin dışında, kültürel mîrasların yatağında Keloğlan masallarından yapmalıdır. Çünkü çocuk ve kitap, yeni bir hayata açılan yelkendir.

İnsanoğlu yüzyıllardır hep elde edemediğini merak etmiş ve hayâl etmiştir. Sadece onu istemiş, duyduğuna inanmıştır. Osmanlı döneminin medreselerini kolejler almıştı. Oysa yıllar önce yeteneğe göre şekillendirilen çocuklarımız, şimdilerin internet çağında kaybolmaktadırlar. Çünkü hayâl ve merak etmiyor, ne istiyorlarsa elde ediyor ve bu bolluk (yoklukta dahi), başarının yarısı olan “istemek” eylemini arkada bırakıyor. Elimizde ise kocaman bir “0” kalıyor.

Bu sebepten merak ettirin ve isteyince başarabilmeyi, başarıdaki mutluluğu hayâl ettirin. Ettirin ki, eşarplarına çelme takılmasın, gözleri bir lakırdının altında kalmasın!

Dünyayı verelim çocuklara; gençliği, hüznü verelim. Berelim ki, ardı sıra akmasın gözyaşlarımız anılarımızın. Toyluğu verelim çocuklara ve “Ah” diye başlayan cümlelerimizi. Sonra bir yudum mai verelim, dalga dalga köpük…

Bir başka meyus bu çocukluk; gülerek ağlatan, hep örnek alan, aldıkça soran, sordukça bıkmayan…