BUGÜNE dek çoğu zaman
eleştiriyi kendi tarafı olduğum yöne arz ederek toplumsal anlamda bir
özeleştiri getirmeye çalıştım hem kendime, hem de içinde bulunduğum tarafa…
Ancak
gördüm ki, biz her özeleştiri yaptığımızda, karşı taraf bu eylemi şöyle
yorumluyor: “Biz demiyoruz, kendileri itiraf ediyorlar…”
Hatta
karşı taraf şu hâddi de zorluyor: “Yiyin birbirinizi!”
Çocukken
sokak arasında oynadığımız oyunlarda veya yaptığımız futbol müsabakalarında,
karşı takıma hakkımızı yedirmeme adına karşı takımdan bir oyuncuyu şahit
gösterir, kendi doğrumuzla paralel cümleyi ağzından koparır koparmaz
haykırırdık: “Aha kendi adamın diyo!”
Türkiye’de
bugünün iktidarına içtenliğiyle değil, bütün şerriyle muhalefet olanların
dilinde de her gün işte bu terane: “Aha kendi adamın diyo!”
Son
olarak bir organize suç örgütü elebaşının hokkabazlıkları da bu şer muhalefetin
dilinde yine aynı teraneyle ses buluyor.
Bu
bir yana, en son Nişantaşı’nda bir hanımefendinin yaşadıkları ve üzerine
kimlerin tepki gösterdiklerine bakınca, “Özeleştirimiz bize kalsın” dedim ve
buradan hareketle söz konusu eylemime son verdim.
Hatırlanacaktır,
toplu taşıma araçlarında mini etekli birine sözlü olarak (belki de sadece) o
şekilde giyinmemesi gerektiğini dile getiren kişileri, CHP ve avenesinden evvel
AK Parti, MHP, BBP gibi siyâsî partilerden ve bu partilerin görüşlerini savunan
halk kitlelerinden kınama yönlü tepkiler yükselmiştir daima. Ancak bu son
olayda da görüldü ki, tesettürlü bir hanımefendinin “darp” ile birlikte bir
nefret eylemine maruz kaldığı ortadayken, CHP ve avenesi ile bu aveneyle
görüşleri paralel olan kesimlerden çıt çıkmadı.
CHP
ve avenesi, yıllardır Türkiye’de kamuoyunu kutuplaştırmak ve siyasallaştırmakla
suçluyor AK Parti’yi ve biricik lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı. Sırf bu son olay
üzerinden küçücük bir detayla şu soruyu sormak istiyorum: Nişantaşı’nda
saldırıya uğrayan hanımefendinin siyâsî görüşünün ne olduğunu, o saldırıyı
yapan, o saldırgana taraf olan ve o saldırgana zerre miskal kınamayla tepki
göstermeyenler biliyorlar mı? Öyle ya, tesettürlü olup da o nefret ettikleri
Erdoğan’dan o da nefret ediyor olabilir(di)…
Kameralar
önünde çay ocağı sahibinin organizasyonuyla rozetler takmadılar mı çarşaflılara?
CHP’li, İyi Partili ve de HDP’li olup tesettürle giyinenlerin varlığını bir ben
mi biliyorum yoksa? Onları da geçtim, Saadet Partili, DEVA ve Gelecek Partili
hanımların çoğu tesettürlü değiller mi?
Demek
ki mesele Erdoğan düşmanlığı değil, İslâm düşmanlığı. Net!
Evet,
şu küçücük soru, sürekli özeleştiri yapan bu fakiri durdurdu ve sonuna kadar
Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki Büyük Türkiye için, Ümmet-i Muhammed
(sav) için kalem oynatmak gerektiğine karar verdirdi!
Tesettür
hikâyesi bir kenarda dursun, bir de Türkiye için yeni bir övünç sebebi olmuş
uçan otomobil Cezeri hakkındaki sözde mizah soslu muhalefetin ileri geri
lâfları midemi bulandırdı.
Sorsanız,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başına geçmezden evvel “Mazbatamı verin,
kaybedecek vaktim yok” diye zırlayan şey başta olmak üzere daima bilime
inanırlar. Yahu, Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz şeycikler, madem bilime
inanıyorsunuz, Cezeri gibi bir bilim ürününe kastınız nedir?
Bu
güruhtaki kıskançlık ve de nefret, sadece siyâsî anlamdaki iktidarda olamamak
sorunu değil, sığındıkları fakat zerre miskal anlamadıkları bilim alanında da
iktidarda olamamalarından kaynaklanıyor, çok açık!
Gerçi
işleri ne kadar bilimle alâkalı ki? Ben değilim sahte içkiden kör olan!
Son
olarak, Kanal İstanbul hakkında ruh ikizlerinin peş peşe yaptıkları
açıklamalara değinelim…
Önce
CHP, sonra İP şeysi dedi ki, “Kanal İstanbul’u yapacak olanlara 1 kuruş bile
ödemeyeceğiz. Yapan ülkelerle de ilişkileri keseceğiz”…
2005
yılında Beşiktaş Jimnastik Kulübü, teknik direktör olarak futbol takımının
başına getirdiği Vicente Del Bosque’yi, sözleşmesini tek taraflı feshederek
ülkesi İspanya’ya gönderdi. Del Bosque, sözleşmesinde yer alan haklarını işaret
ederek konuyu mahkemeye taşıdı. Beşiktaş, Del Bosque’ye hem takımı çalıştırdığı
döneme yansıyan, hem de sözleşmesinden kaynaklanan bütün tazminatlarını ödemeye
mahkûm edildi. Ve Beşiktaş, o sürecin ardından malî anlamda belini bir türlü
doğrultamadı.
Bu
hikâyeyi niçin anlattığımı, belli ya, yine de aktarayım…
CHP
ile İP şeysi mealen demek istiyorlar ki, “Kanal İstanbul’la kalsa iyi, bırakın
onu, Türkiye’nin faydası için yapılan hiçbir yatırımın ücretini ödemeyecek ve
Türkiye’yi uluslararası mahkemeler yoluyla haczettireceğiz!”.
Elbette
devlet borçlu kalmaz, ya nasıl ödeyecek? Hesap millete kesilecek!
Evet,
bu yüzden bu söylem, malî işgalin davetiyesidir!
Bence
bu muhalefet yani Millet İttifakı, millete herhangi bir fatura çıkartılmayacağının
garantisini şöyle verebilir ve hatta bununla övünebilir: “Hiçbir yatırım yapmayarak
ve yaptırmayarak sizi borçlu çıkartmadık, hadi yine iyisiniz?!”